Bu yazı, Öğretmen Dünyası’nın Temmuz 2004  tarihli 295. sayısında yayımlanmıştır.

 

ÖZET

            Bu yazıda, 0-72 aylarda  verilen  okulöncesi eğitimin,  çocuğun sosyal, zihinsel, kültürel  gelişimini  nasıl etkilediği  sorusuna yanıt aranmaktadır.  Ulusal dilin doğru  öğrenilmesinde en önemli  evre olan okulöncesi dönemde, bazı özel  okullarda yabancı dil derslerine yer verilmesi, bazılarında ise  yabancı  dille  eğitim yapılması, Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçlarının yanı sıra   Öğretim Birliği Yasası’yla da  çelişmekte ve     öğrencilerin dil gelişimine zarar vermektedir.  15. Milli Eğitim Şûrası’nda iki yıl ve zorunlu   olması önerilen  okulöncesi eğitim, devletin görevi olmaktan adım adım çıkarılarak,  serbest piyasanın  insafına terk edilmektedir. Kreş, yuva ya da anaokullarında çocuklara verilen okulöncesi eğitimde ulusal eğitime aykırı  bazı etkinliklere yer verilmesi,  geleceğimiz açısından büyük bir sorun yaratmaktadır.  Okulöncesi  kurumlarda başvurulan kadrosuz usta öğretici uygulaması,  çalışanların  özlük haklarını olumsuz yönde etkilemekte  ve   eğitimin kalitesini düşürmektedir.      

           

Anahtar Sözcükler: Okulöncesi eğitim, kreş,  yuva, anaokulu

           GİRİŞ

 

Okulöncesi eğitim; 0-72  ay  arasındaki  çocukların  gelişim düzeylerine  ve bireysel özelliklerine  uygun, zengin  uyarıcı çevre  olanakları sağlayan; onların bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönlerden gelişmelerini destekleyen; toplumun  kültürel değerleri doğrultusunda  en iyi biçimde  yönlendiren  ve ilköğretime hazırlayan, temel eğitim bütünlüğü içinde yer alan  bir eğitim sürecidir  (Gürkan, 2000).

            Okulöncesi eğitim ailede başlar. Çocuğun eğitiminde  kalıtım ve çevre (aile, okul, arkadaş çevresi, kitle iletişim araçları)  belirleyici olmaktadır. Ülkemizde  0-36 aylık çocuklar kreş ya da yuvalarda,  36-72 aylık çocuklar  anaokullarında, 60-72  aylık çocuklar  ise   anasınıfları,  okulöncesi eğitim sınıfı  ya da uygulama  sınıflarında eğitim  görmektedir. Uzmanlar,  3 yaşın, okulöncesi eğitim için  ideal   olduğunu   belirtmektedir.

 

Okulöncesinin Tarihçesi

Osmanlılarda   sıbyan mekteplerinde, günümüzdekine  pek benzemeyen, bir tür okul öncesi eğitim verilirdi. Emrullah Efendinin (liselere felsefe dersleri onun zamanında konulmuştur)  maarif  nazırlığı  sırasında (1910-1912)    çıkarılan “Tedrisat-ı  İptidaiye Kanun-ı  Muvakkati” (Geçici  İlköğretim Yasası), okulöncesi eğitimle ilgili  ilk yasal düzenleme olarak kabul  edilmektedir (Oktay, 2000; Âtuf, 1916). Bu  Yasanın 4. maddesinde, okullarda  öğretilecek konular  şöyle sıralanmıştır:

        

0
0
0
s2sdefault

Bu yazı, Öğretmen Dünyası’nın  Ekim 2002 tarihli 274. sayısında yayımlanmıştır.

 

 Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilk ve orta dereceli okullarda    düzenlenen    ulusal-uluslarası  yarışmaların bir kısmında  Milli Eğitim Temel Kanunu ve ulusal devlet  kavramıyla  çelişen   noktalara rastlanmaktadır. Yarışmalara  verilen  onaylarda      ulusal bilince  zarar veren  yaklaşımların   zaman zaman dikkate alınmadığı, ticari   amaçlarla düzenlenen yarışmalarda ise  yarışma koşulları vb. konularda  “inisiyatifin”  tamamıyla   özel kuruluşlara  bırakıldığı  gözlenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı,   en kısa sürede   yarışmalarla ilgili  yasal bir düzenlemeye giderek, ulusal eğitim ve  Cumhuriyet Devrimi’nin ruhuyla çelişebilecek  etkinliklere  olanak tanımamalıdır. Uluslararası yarışmalara  gönderilecek ürünlerin   taşra teşkilatları tarafından gönderilmelerinin yaratabileceği sıkıntılar dikkate alınarak,  ürünlerin   tek bir merkez  üzerinden  gönderilmeleri  sağlanmalıdır.                                                                   

          Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilk ve orta dereceli okullarda her yıl çeşitli yarışmalar düzenlenmektedir. Resim, öykü,şiir, proje ve çeşitli spor dallarında  düzenlenen yarışmalar amaca uygun  gerçekleştirildiğinde,  eğitim-öğretim hizmetlerine önemli katkılar sunmaktadır. Öğrenci ve öğretmenlerin  gelişmesine ve kendilerini tanımalarına olanak sağlayan yarışmalar, dikkatli davranılmadığında,   eğitim-öğretimi  çeşitli yönleriyle  tahrip etmektedir.

            Çeşitli yıldönümleri,  belirli  haftalar  ve özel günlerde  farklı  alanlarda   yarışmalar düzenlenmektedir. Ulusal bayramlar, trafik, enerji tasarrufu, havacılık, amblem,  güreş, futbol, atletizm, satranç ve diğer dallarda  resim, öykü,şiir, kompozisyon   yarışmaları  ve çeşitli karşılaşmalar düzenlenmektedir.

            Yarışmalar  kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra çeşitli  özel kuruluşlar aracılığı ile de yapılmaktadır. Bazı şirket, dernek, vakıf vb. kuruluşlar okullarda yarışma düzenlemek için   Milli Eğitim Bakanlığı ya da  il-ilçe milli eğitim müdürlüklerinden  “olur” almaktadır. Yarışma  onayı  okullara ulaştığında,  öğretmenler tarafından  öğrencilere  duyurulmaktadır. Öğrenciye yapılan duyuruda yarışmanın  amacı ve  hangi kuruluş tarafından düzenlendiği belirtilir.  İşte sorun  bu noktadan itibaren başlar ve zaman zaman  çeşitli sıkıntılarla karşılaşılır.

           

0
0
0
s2sdefault

Bu yazı, ABECE’nin  Ağustos 2004  tarihli 216. sayısında yayımlanmıştır.

 

 Bu yazıda, 4734 sayılı  Kamu İhale  Kanunu kapsamında onarılan okulların kısa sürede neden kullanılamaz hale geldikleri sorusuna yanıt  aranmaktadır.  Onarımı tamamlanan ya da yeni  yapılan okulları,  bir yıl içinde, ‘ahlaki  çöküntü’ mü harabeye çevirmektedir? Söz konusu çöküntüyü  yaratan maddi etkenler nelerdir? Onarımdan kısa süre sonra ‘dökülen’ okulların  yöneticileri ne yapabilir?  Okulların,  müteahhitler aracılığı ile onarılmasının     yarattığı sakıncaların irdelendiği yazıda,  kamu binalarının,   daha  düşük maliyetle  kaliteli bir onarımdan geçirilmesine ilişkin önerilere yer verilmektedir. Yazıda, sistem tartışması yapıldığından dolayı, müteahhitlerin hedef alınması söz konusu değildir. Ülkemizde yaşanan  çeşitli sorunlara karşın,  işin gereklerini yerine getiren müteahhitlerin olduğu da bir gerçektir. Bu nedenle, ileride alınacak önlemler, en başta,  işini  iyi yapan kuruluşların  da ihtiyacıdır.

 

Okul binası yeni de olsa,  zamanla,   onarım  kaçınılmaz   hâle gelir. Günde  yüzlerce kez açılıp kapanan  musluklar  bozulacak, kapı kolları kırılacak,   eskiyen ders araç gereçleri  demirbaş defterinden düşülecektir.  Bu durumda, okul binasının  onarımına ihtiyaç  duyulacaktır. Peki kamu binalarının  onarımında,  kırılan ya  da  yıpranan  malzemelerin yenilenmesinde sağlıklı  bir yöntem izlenmekte midir? Mevcut ihale sistemiyle onarılan okullarda sorunlar gerçekten çözülüyor mu?

Hiç kimse, durduk yerde,   evinin sağlam kapısını  değiştirmez.  Bu gerçek, kuşkusuz,  kamu  binalarını onaran  müteahhitler için  bağlayıcı  değildir. Çünkü müteahhitlik, varlığını,  çürük kapı ve pencerelere borçludur; büyümek için,   sağlam kapıyı çıkarır  yerine    çürüğünü takar. Sistem, kamu kaynaklarını,   yandaşlarına işte bu şekilde  dağıtır.  Bölüşümde izlenen  yöntem, bahşişin de   ‘raconuna’  uygundur. Çünkü  çürük de olsa,  kapı değiştirilmiş  ve  ‘hakediş’,  kitabına uydurulmuştur.

           

0
0
0
s2sdefault