- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Organik, Fransızca kökenli bir sıfat. Doğal yolla yapılan anlamında kullanılıyor. Bana sorulacak olursa, organik, fahiş fiyatla satılan ürün demektir. Son yıllarda daha sık karşılaştığımız bir kavram. Bebekler bile emdikleri sütün doğal olup olmadığını merak ediyor. Bayramda şeker ikram ettiğiniz çocukların, şekerin doğallığı ile ilgili sorularına muhatap olabilirsiniz:
Amca, şeker organik mi?
Gel de cevapla!
Aklıma hemen Organik Şeker Fabrikasının emektar işçisi Süleyman dayım geliyor. Telefona sarılıyorum:
Dayı, ürettiğiniz şeker organik mi?
Dayım, kurum kültürüyle yetişmiş, ağzından laf alamazsınız. Çalıştığı kurumun aleyhinde konuştuğuna kimse tanık olmamıştır. Gerçek dışı bilgi de vermek istemiyor. Şeker üzerine uzun uzadıya bazı açıklamalar yapıyor, ama kapıdaki çocuklar sabırsız. Soruyu tekrarlıyorum, ama sonuç yok. Çocuklara şekerle ilgili bazı bilgiler veriyorum. Belli ki onlar benden daha çok şey biliyorlar, uzatmıyorum.
Çocuklara birer şekeri bile güçlükle veriyorum.
Trabzonlu aşçımız Fatma Hamzan, tam bir organik ürün tutkunu. Eli çabuk, güler yüzlü ustamızın hastalandığı görülmemiştir. Çünkü o, kendisine hastalanmayı yasaklamıştır. Yemeklerde kullandığı ürünlerin doğal olmasına özen gösteriyor. Çayeli kuru fasulyesi, Fatma Hanım’ın vazgeçilmez yemeklerindendir. Beşikdüzü tereyağından yapılan pilav, Osmancık ürünüdür. Fatma Hanım’ın yemek sonrası promosyonu, Türk kahvesidir (Fatma Hanım’ın bedava tatlıları, şekerimizi düşüren bir doğa mucizesidir).
Aile kasabımız Özcan da ‘organik’ tutkunu… Geçen gün kapısının önünden geçerken, kesilmek üzere bekletilen boğanın boynuzlarından canımı zor kurtardım! Özcan usta, boğasının ‘organik’ ürün kaynağı oluşuyla övünüyor.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Bu yazının özeti, Mart 2017 tarihli "Öğretmen Dünyası"nın 447. sayısında yayımlanmıştır.
ÖZET
Bu yazıda, ilköğretim 4., 5., 6. ve 7. sınıf 2017 Sosyal Bilgiler Program Taslağı irdelenmekte, taslakla ilgili düşünce ve önerilere yer verilmektedir. Sözü edilen program, 1968 İlkokul Programının yanı sıra 2005 ve 2009 Programlarıyla birlikte ele alınmakta ve program geliştirme ihtiyacından ne anlaşılması gerektiği sorusuna cevap aranmaktadır.
GİRİŞ
Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 13 Ocak 2017 tarihinde, ilk ve ortaöğretim programlarında değişikliğe gidildiğini açıkladı. 172 sınıf düzeyinde, 58 dersin (Bazı açıklamalara göre 53) öğretim programı değiştirildi (Tablo 1, 2, 3).Taslak programlar, kamuoyu katkısı gerekçesiyle, ‘tartışma’ya açıldı. Bakanlık, program taslaklarının tartışılması için bir aylık süre tanıdı. ‘Askı’ süresince yapılan tartışmaların program geliştirme çalışmalarına nasıl yansıyacağı konusu, henüz açığa kavuşmuş değil. Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, program taslakları ile ilgili olarak MEB’e 165 bin 326 görüş sunulduğunu ifade etmiştir (AA, 08.02.2017).
MEB’in tartışmaya açtığı programlardan biri de Sosyal Bilgiler Programıdır. Sosyal Bilgiler dersi 1926-1968 yılları arasında 4. ve 5. sınıflarda Tarih, Coğrafya, Yurt Bilgisi adları altında ayrı ayrı okutulmuş, 1968 yılında Sosyal Bilgiler adını almıştır (Gülcan vd., 2003, s. 168; Sönmez, 1999, s. 23). Söz konusu ders, 1962 İlkokul Program Taslağında Toplum ve Ülke İncelemeleri adıyla yer almıştır (MEB, 1962, s. 41, 101). Köy Enstitüleri ve öğretmen okullarında 1953’e kadar Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi adıyla okutulan ders, bu tarihten itibaren Sosyal Bilgiler adını almıştır (Yıldırımtel, 1953, s. 4).
Program değişikliğinde akla ilk gelen derslerden birinin Sosyal Bilgiler olduğu görülmektedir. 2004 Programı, ABD National Council for the Social Studies’in, Sosyal Bilgiler İçin Öğretim Programları Standartları çalışmasından tercüme edilmiştir (Cumhuriyet, 16.09.2004; Dilber, 2004, s.11).16 Mayıs 2003 tarihinde, Başkent Öğretmenevinde yapılan Program Geliştirme Konseyi toplantısında, “ABD’deki national standartlardan yararlanmalıyız.” önerisi dile getirilmiştir (Canerik, 2005, s. 367). 4 Mayıs 2004’te, Başkent Öğretmenevinde gerçekleştirilen program geliştirme toplantısının ‘önemli’ konukları arasında Soros’un Açık Toplum Enstitüsü ile Friedrich Ebert Vakfının bulunması, program çalışmalarıyla ilgili kuşkuları güçlendirmektedir.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Aşk, Arapça kökenli Türkçe bir sözcük. Arapça kökenli olması, bize ait olmadığı anlamına gelmez. Hangi kökenden gelirse gelsin, Türkçeleşmiş sözcükleri kendimize ait kabul etmeliyiz. Türk Dil Kurumu (TDK), 1974 yılında, aşkı şu sözlerle tanımlamıştır: Güçlü sevgi ve bağlılık duygusu (TDK, 1979, s. 63). TDK Genel Ağ sayfasında, aşk, şöyle tanımlanmaktadır: Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor. Amour, aşkın Fransızca karşılığı, ancak bugün pek kullanıldığı söylenemez. Frenk hayranlığının olduğu yıllarda aşk yerine amor/amur sözcüğünün de kullanıldığını öğreniyoruz. Hüseyin Rahmi Gürpınar, ‘hakiki amor’u, entrikalardan ayırır: “Kadınlarla münasebetlerine amil olan şey hakiki amor değil, çevirmek istediği bazı entrikalardır.” (TDK, 2016). Recaizade Mahmut Ekrem’in ölümsüz eseri Araba Sevdası’nın (2004) unutulmaz karakteri, Fethi Naci’nin ifadesiyle, alafranga züppe Bihruz Bey’in bu sözcüğü dilinden düşürmediğini biliyoruz:
Dö kel amur vule vu kö jö parl? (Hangi aşktan söz etmemi istiyorsunuz?) (s. 81).
Dö lâmur, dö fam! (Kadın aşkından!) (s. 81).
Kes köse kö lâmur? (Aşk da nedir ki?) (s. 84).
Amur dö fam (Kadın aşkı) (s. 86, 291).
Amur dö fam(la) (Kadın aşkıyla) (s. 109).
Amur dö fam(la) (Kadın aşkıyla) (s. 110).
Sâfi amur! (Katıksız aşk!) (s. 147).
Amur! Amur! Kes kö se kö lâmur? (Aşk! Aşk! Aşk da nedir ki?) (s.148).
Amur aşarne (Tutkulu aşk) (s. 290).
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin “Ecinniler”indeki ilginç karakter Stepan Trofimoviç’in Fransızca cümlelerle süslediği konuşmalarıyla (s. 28, 31, 36, 40, 71, 73, 88, 114, 115, 116, 132, 149, 150, 151, 152, 153, 199, 268, 269, 425 vd.), bizim Bihruz Bey’i aratmadığı söylenebilir. (Trofimoviç’e, Rusların biraz okumuş Bihruz Bey’i de diyebiliriz).