“BİLİM VE AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM”  DERGİSİNDE YAYIMLANAN BİR  MAKALENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 

Hüseyin CANERİK   *    

 

Bu yazı, Öğretmen Dünyası’nın  Şubat 2007 tarihli 326. sayısında yayımlanmıştır.

 

                     ÖZET

 

            Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)  tarafından yayımlanan süreli yayın organlarında izlenen yayın çizgisinin iktidar değişikliğine paralel bir biçimde değişmesi, bazı sorunları da beraberinde getirmektedir.  MEB’in bazı süreli yayın organlarında yayımlanan yazılarda bilimsel esaslar ve laik eğitim ilkesinin göz ardı edildiği gözlenmektedir.   Yayın ilkelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırılıklar taşıması; bağımsız,  egemen ve laik devlet ilkesiyle çelişmesi hiçbir koşul altında kabul edilemez. MEB’in aylık yayın organı  “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim”  dergisinin Haziran 2006 tarihli sayısında yayımlanan bir makale, resmî yayın organlarında nasıl bir çizgi izlendiği konusunda ilginç bir örnek olarak değerlendirilmektedir. Bu yazıda, sözü edilen makale ele alınmakta ve kamu yayıncılığında yaşanan sorunlara dikkat çekilmektedir.   

 

                  GİRİŞ

            Bilim ve  Aklın  Aydınlığında  Eğitim dergisi,  Millî  Eğitim  Bakanlığı  (MEB)   tarafından  yayımlanıyor.  Yayın  yaşamını   yedi  yıldır  sürdüren   aylık  derginin künyesinde  şu  bilgiler  yer  alıyor:

            Sahibi: Doç Dr. Hüseyin  Çelik (Millî Eğitim Bakanı),  Genel  Yayın  Yönetmeni:  Şadi  Keskin  (Yayımlar  Dairesi  Başkanı),  Yazı  İşleri  Müdürü:  Selâmi Yalçın.

            Künyedeki  bilgilerden de  anlaşılacağı  gibi  Bilim ve  Aklın  Aydınlığında  Eğitim  dergisi, MEB’in  resmî  yayın  organıdır.  MEB’in  dergisinde   yayımlanan   yazılarda  dikkat  edilmesi  gereken  noktalar  yasa ve  yönetmeliklerle  belirlenmiştir. Resmî yayın organlarının  kamu  denetiminde  olması,     diğer  yayınlardan  farklı     bazı niteliklere  sahip  olmaları  gerektiğini  ortaya  koymaktadır.   Kamu  yayınlarından,  toplum  yararının  gözetilmesi  ilkesine uyulması  beklenir. Devlet  yayınlarının  örgün ve  yaygın  eğitim  kurumlarında  önemli  bir  işlev  görmeleri,  onları  diğer  yayınlardan  ayıran  önemli  bir  özelliktir. Kamu  yayınlarına  toplumun  duyduğu güven  bu  yayınların    hazırlanmasında  devlete   büyük  bir  sorumluluk  yüklemektedir.   

            MEB  yayınlarının  içeriğinde  yaşanan   sorunlar,  Türk  millî  eğitim  sistemini  de  yakından  ilgilendirmektedir. Bu  durum  uzun  vadeli  eğitim  politikalarının  belirlenmesi  ve   uygulanmasını zorlaştırmaktadır.   Yayın  kurullarının  iktidarların  müdahalesine  açık  atama  biçimiyle  oluşturulması,   Bakanlık    yayınlarında   sağlıklı ve  istikrarlı bir  yayın    politikasının izlenmesinin  önündeki  en önemli  engellerden  biri  olagelmiştir. Yayımlar  Dairesinde çalışan  personelin  özlük  hakları  vb. konularda siyasal   müdahalelerin  etkisinde  kalması,    yayın  kurularının    özerk   bir  yapıya kavuşturulmaması,   yayın  deneyimlerinden  yeterince  yararlanılamaması  vb.   etkenler  kamu  yayıncılığı  alanında yaşanan  sorunlardan  birkaçını  oluşturmaktadır.

0
0
0
s2sdefault

Aşağıda, okul müdürlerinin görevleri tanımlanmıştır. Maddeler hâlinde sıralanan görevlerin, MEB mevzuatında herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır. Yazıyla,  ‘çağ’ın okul müdürleri, eğitim yönetimi ve denetiminin  etkisizleştirildiği ve atamalarda liyakatin dikkate alınmadığı günümüz koşullarında, ‘eylem’leri esas alınarak  tanıtılmaktadır.

 

 GÖREVLER

1.      Okulda görevli bütün çalışanları tembellikle suçlamak ve sürekli eleştirmek,

2.      ‘Yoğunluk’tan dolayı hiç bir iş yapmamak,

3.   Haftada iki saatlik ders görevini bir yıl boyunca yerine getirmemek için bitip tükenmek bilmeyen gerekçeler üretmek (Toplantı, denetim, yazışma, yoğunluk vb.),

4.     Okuldaki başarısızlık ve düzensizlikte kendi rolünü sorgulamamak ve sürekli astlarını suçlamak (Bu öğretmenlerle mi başarılı olacağız? Bu hizmetlilerle temizlik mi yapılır? Bu öğrencilerden adam olmaz vb.),

5.      Okulda yaşanan sorunları ileten öğretmen ve yardımcı hizmetler personeline, “Bana sorunla gelmeyin!” demek,

6.      Merkezi sınavlara girecek öğrencileri   Zuhurat Baba  Türbesi’ne götürerek  başarı için dilek dilemek ya da   toplu olarak  dua ettirmek, 

7.   Kendisini, asgari ücretle çalışan hizmetlilerin patronu olarak görmek ve sık sık  işten atmakla tehdit etmek,

8.      Öğretmenler arasına nifak sokarak okul iklimini zehirlemek,

0
0
0
s2sdefault

Bu yazı, Öğretmen Dünyası’nın  Nisan 2004 tarihli 292. sayısında yayımlanmıştır.

 

 Bu  yazıyla, yaşama içgüdüsüne aykırı bir biçimde,  insanı kendi eliyle  ölüme sürükleyen intiharı eğitim kurumlarında  tetikleyen etkenlere  dikkat çekilerek,  öğrencilerin  bu  trajik  ölümden alıkonulmasına yönelik  önerilere yer verilmesi amaçlanmıştır.  Hangi  koşullar  öğrenciyi intihara zorlamaktadır? İntihar sadece psikolojik bir  olgu olarak değerlendirilebilir mi? İnsan, nasıl oluyor da,  kendi  kendisinin katili  olabiliyor?    Toplumsal-ekonomik sistemle intihar ilişkisi… Öğretmenler,  öğrencinin intihar eğiliminde olduğunu anlamak  için  hangi noktalara  dikkat   etmelidir? İntiharı  kafasına koyan öğrencilerin  ana babalarının  alması gereken önlemler… Cinsiyet  farklılığı intihar  yöntemini   nasıl   etkiliyor?  İntiharın,    toplum yaşamından bütünüyle silinip atılması  olanaklı mı?

 Anahtar Sözcükler: İntihar, müntehir,  yabancılaşma, depresyon

Çok katlı  binaların çatısından   atlayanlar... Boğaz Köprüsü’nden     atlayarak Marmara’nın derinliğinde yitip gidenler...  Birkaç metrelik  iple  boşlukta sallananlar…  İlkbaharın taşkın sularına kendilerini bırakanlar…  Çekmecedeki   silahı  kalbine  boşaltanlar…   Avuç dolusu  hapla   ebedi uykuya dalanlar…

Uzayıp gidiyor böylece.  Benzer  özellikler  taşısa  da, her ulus   farklı bir ölüm yöntemi kullanıyor.   Japonlar harakiriyi,   Ruslar ruleti, Türkler de  ipi   ‘tercih’ ediyor.   Tercihler  yöresel olsa da evrensel gerçek   değişmiyor: Ölüm!. Çünkü farklı  ölüm  yöntemleri,  sonuçta,  gencecik yaşta kıyılan  canları  toprağa gönderiyor.

W.  Shakespeare,  intiharı şu dizelerle  ifade etmiş:

Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni/ Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez/Değil mi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini/Değil mi ki, korkudan dili bağlanmış sanatın/Doğruya doğru derken, eğriye çıkmış adın/Vazgeçtim bu dünyadan,dünyadan geçtim ama/Seni yalnız koymak var, o koyuyor adama

Ölüm, bazen,  onurunu korumak isteyen  kişilerin ‘tercihi’ olabiliyor. Yıldırım Bayezit,  bir söylentiye göre, Timur’a  tutsak düşmeyi onuruna yediremeyince  çareyi yüzüğündeki  zehiri içerek  intihar etmekte bulur.

0
0
0
s2sdefault