ÖZET

Bu çalışmada, 2007-2008 yılında ilköğretim 8. sınıflarda okutulan Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitabının içeriyi ele alınmaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Atatürk  devrimlerinin nasıl işlendiği sorusuna yanıt aranan çalışmada, güncel politik gelişmelerin yanı sıra küreselleşmenin kitaba etkisine de  ışık tutulmaktadır.

 

GİRİŞ

Türk millî eğitimin genel amaçları, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 1. maddesinde  (Değişik: 16.6.1983 – 2842/1 md.) belirtilmektedir: Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek.”

2005 yılında yenilenen İlköğretim Sosyal Bilgiler Programına uygun olarak hazırlanan ilköğretim 4., 5., 6., ve 7. Sosyal Bilgiler ders  kitaplarının içeriğinde önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Sözü edilen kitaplar Atatürkçü-ulusalcı-toplumcu ögelerden arındırılmıştır Sosyal Bilgiler Programının genel amaçlarından Türk milleti kavramının çıkarılması,  sivil toplumculuğun  ulusal devlete seçenek olarak sunulması, ulus kavramı yerine bireyin öne çıkarılması vb . ‘yenilik’lerin ders kitaplarına da yansıtıldığı gözlenmektedir. Sosyal Bilgiler kitaplarında yaşanan tasfiyeyi kabul etmeyen yetkililer,  bazı değişikliklerin, haftada iki saat olan T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin 2008–2009 yılından itibaren üç saate çıkarılmasından kaynaklandığını dile getirmişlerdir. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabının (Şenünver vd., 2006; Şenünver vd., 2007) içeriğine bakıldığında farklı bir tabloyla karşılaşılmaktadır.

 

0
0
0
s2sdefault

Bu yazı, ABECE’nin Kasım 2003 tarihli 203. sayısında yayımlanmıştır.

 

Sadece bilgi  ölçmeye  yarayan  değerlendirme sistemi; velilerin,  öğrencinin yetenek ve kapasitesini aşan  başarı beklentisi;     ülkenin ihtiyaçlarıyla çelişen ezberci   eğitim;  öğrenciyi  bir bütün  olarak değil,  belli derslerdeki  başarısıyla öne  çıkaran yanlış  anlayış  sınavda  kopya eğilimini güçlendirmektedir. Öğrenciyi sınav hilelerinde ‘mucit’ yapan  yanlış uygulamalar, okullarda kopyayı  adeta zorunlu hale getirmiştir. Kopya, polisiye bir olay değil; çarpık sistemin doğal bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Öğretmenlerimiz,  değerleri  aşındıran ve eğitimimizi   çürüten  kopya sorununa pedagojik  açıdan  yaklaşmalıdır. Bugün,  bilinen  zorluklara  karşın, kopya  bir ihtiyaç olmaktan çıkarılabilir.

 Kuşku  dolu ve  kaygılı  bakışlarla  öğretmenlerini  süzen   gözler…  Minyatür  notlara   titreyerek  uzanan  eller…   Gece gündüz demeden,  ‘zor’  sınavlar  için   yürütülen  ‘yeraltı’ çalışması… Bazen saatlerce, bazen günlerce   süren hazırlıklar…  Başarmak  için  yeterli  olan  zamandan daha  fazlasını  sınav hilesine ayıran   öğrenciler; bıkıp usanmadan,  yılgınlığa  kapılmadan.

Karınca azmiyle  kazanılan  ‘zafer’!  

Kopya  ihtiyacı duyulan sınavlarda  hava ‘kurşun gibi ağır’ olur. ‘Kül yutmayan’ öğretmenlerin dersinde kopya çekmek,  riskli ve sıkıntılı bir iştir. Çünkü sınavda  hileye  başvuran, tasdiknameyi  ya da sıfırı göze almış  demektir.

Bazı  öğrencilerin,   sınavda  kopyaya  başvurması,  sadece ahlaki  bir sorun olarak değerlendirilebilir mi? ‘Yükselen değerler’ mi  kopyaya ‘itibar’  kazandırıyor, yoksa  yüzlerce yıllık  bir sorunla mı  karşı karşıyayız? Polisiye önlemlerle kopyanın kökünü  kazımak olanaklı mıdır? Bütün uyarılara  karşın, öğrenciler  kopyada ısrar ediyorsa,  nerede hata yapılıyor?

0
0
0
s2sdefault

ÖZET

            Türkiye ulusal eğitimi   küreselleşmeye kurban edilmektedir. Ulusal pazarın tasfiye sürecinin   hızlandırılması, eğitimin ulusal niteliklerinden bütünüyle arındırılması  sorununu  da beraberinde  getirmiştir.  Eğitim  sistemimizin- elli yıllık erozyona rağmen-  varlığını sürdüren  ulusal niteliği, uluslararası  bir saldırıyla  karşı karşıyadır.    Belirli gün ve haftalar;  öğrencilere  yurt sevgisi, ulusal tarih bilinci, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularının kazandırılmasında  önemli roller oynamaktadır.  Belirli günler, ünitelerle birlikte  ele alınan ve  çok sayıda öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen  etkinliklerden dolayı  eğitimin  vazgeçilmez   öğelerindendir. 

            GİRİŞ

Millî  Eğitim Bakanlığı,  eğitimde reform    çalışmalarını  giderek  yoğunlaştırıyor.  Reformda  en dikkat çekici nokta, eğitimin  ulusal  özelliklerinin  törpülenmesidir.    Eğitimin ulusal niteliği genel sorunlar (ezbercilik,  başarısızlık vb.)  öne çıkarılarak   tahrip edilmektedir. Bunca reforma karşın  eğitimin can alıcı sorunlarına  somut  çözüm üretilmezken,    var olan  olumlu  değerler  yok edilmektedir. Belirli gün ve haftaların kaldırılması girişiminin  bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Sözde reformla,  ulusal eğitime yeni bir çalım atılmaktadır.

Millî  Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik,  bazı mahalli gün ve bayramların kaldırılacağını  ve böylece çocukları gereksiz teferruatlardan kurtaracaklarını belirterek şunları söylüyor: “Eğitim öğretimin olduğu  her gün  ya bir şey günüdür, ya bir şey haftasıdır. Çocuklar bunlara hazırlanmaktan, öğretmenler de  bu günleri kutlamaktan  eğitim-öğretim yapamıyorlar.”  (Cumhuriyet, 2004). 

Eğitim  ve okul yöneticileri,  genel olarak, tahta başında geçirilmeyen saatleri dersten saymamaktadır. Onlara göre   tiyatroda, sporda, halkoyunlarında  ve diğer çeşitli sosyal etkinliklerde  geçirilen zaman  boşa  harcanmış demektir. Belirli gün ve haftalarla ilgili  etkinliklere yaklaşım da,  MEB’in tutumu  bir yana bırakılırsa, bu doğrultudadır.  Çünkü MEB, eğitimi,  AB’nin  hassasiyetlerinden dolayı ulusalcı özelliklerinden arındırmaktadır.

0
0
0
s2sdefault