- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
|
Tunceli Mavitur’la Kocaeli’nden yola koyulduğumuzda saat 15.00’ti. Güneşli bir sonbahar günüydü. İstanbul Gazi Mahallesi’nden hareket eden araç, Tunceli-Ovacık’a gidiyordu. Yazıhane görevlisi Turabi Bey’i yer ayırtmak için aradığımızda, yer sıkıntısı olmadığını belirtmişti. Aradan geçen birkaç gün, yolcu sayısında artışa yol açmamıştı. Otobüste, personel dâhil, 10 kişiyle yolculuk yapıyorduk. Araçtakilerin çoğu Tunceli ya da Ovacık yolcusuydu. Ben Kırmızıköprü’ye gidecektim. Bir haftalık iznimi, 80’li yaşlarda olan anne ve babamla birlikte geçirmek için köye gidiyordum.
Yaz boyunca büyük kentlerden kırsala akan insanlar, havaların soğumasıyla birlikte kırsal alanlardan kentlere akın eder. Sonbaharda yolculuk batıdan doğuya değil, doğudan batıya doğrudur. Bu hareketlilik yıllardır böyle sürer gider.
Tunceli’den İstanbul, Adana ve Mersin yönüne yolcu taşıyan otobüslerin buğulu camlarından sallanan eller yürek paralayıcıdır. Otogara kadar yürüyecek gücü olan şanslı yaşlıların sallanan yorgun elleri ağır çekim görüntüler gibidir. Benek benek eller, yılların acısını tanımlamaktadır. Oğula, kıza, toruna, belki ameliyathaneden sağ çıkamayacak hastaya sallanan bu eller, Tunceli’nin öfkesinin, ayrılık acısının, yüreğinin derinliklerinden akıp gelen göz yaşlarının dışa vurumudur.
Tunceli insanı ağlarken gözyaşlarını içine akıtır.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
1992 yılı. Tek göz toprak evin duvarındaki takvim yaprağında 22 Eylül yazılı. Günlerden salı. Sonbaharın en güzel günleri. Orman sarı, turuncu, kızıl ve yeşille rengârenk... Meşe ormanlarından gökyüzüne uzanan yaban kavakları turuncu ve sarıya boyanmış. Kavak, sarı ve turuncu yapraklarıyla, sonbahara direnen meşe ağaçlarının arasından rahatlıkla ayırt edilebiliyor. Kavak deyip geçmeyin, hafif bir esintide bile yaprağı kendine özgü bir ses çıkarır. Bir doğa tutkunu, kavağı, hışırtısından tanır. Ceviz de kışa hazırlık yapan ağaçlardan. Yayvan yaprakları sararmaya yüz tutmuş. Vadide tek tük rastlanan çınar ağaçları da sararmaya başlamış.
Rüzgâr, vadideki bütün bitkilere ve diğer canlılara öpücük konduruyor. Bu öpücük, kapıyı çalmak üzere olan uzun ve soğuk kış günlerinin habercisidir. Canlılar uyarıyı alır almaz harekete geçiyor.Pülümür Vadisi’nde konaklayan tüm canlılar zorlu kışa hazırlanıyor.Sincaplar, vadiyi kaplayan ceviz ağaçlarının kovuklarına kışlık yiyeceklerini depoluyor. Vadideki ceviz ağaçları, o bölgede yaşayan herkesin, ihtiyaç duyanların ortak malı sayılır. Ayı, sincap, saksağan vb. hayvanlar aralarında kardeşçe bölüşür.
Herkes ihtiyacı kadar tüketir.
O gün bir sincap ceviz ağacına tırmanırken yanı başındaki sesle irkildi. Sincaplar ürkek olur. Bir zamanlar kalabalık olan köyde yaşayanların sayısı, tek göz evde yaşayanlardan ibaretti. O bölgedeki yaban hayvanları, vadinin bir yakasında, 14 numaralı gaz lambasıyla aydınlatılan tek haneli köyün bütün sakinlerini tanırdı. Evde yaşayanları sesinden, yürüyüşünden, ıslığından, kahkahasından ayırt ederdi. Evde gözünü dünyaya açan bebeği ilk çığlığından tanırlardı. O evden her perşembe akşamı üç telli sazdan yayılan hüzne hepsi ortak olurdu. Sazını elden düşürmeyen dedenin gözyaşlarıyla dilinden dökülen dizeler, Oli’nin kutsal mekânında yankılanırdı. Soğuk kış gecelerinde, dedenin yüreğinden kopan kor bütün vadiyi ısıtırdı. Donmamak için bir birine sokulan dağ keçileri ve diğer canlılar bu ateşle ısınırdı.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
|
|
7 Ekim 2017 günü, saat 03.00’te İzmit Otogarı’ndan hareket eden otobüs doluydu. Ecemtur’un 03.00, İzmit-Ankara aracı tam vaktinde yola koyuldu. O saatte otobüse binenler, günü uykusuz geçirecekti. Yahyakaptan’daki otogara zamanında yolcu yetiştirme çabasındaki bazı servis sürücüleri 02.00’de direksiyon başına geçmişti. Hareket saatinden bir saat önce servis aracındaki yerlerini alan bazı yolcular diğerlerinden daha yorgun görünüyordu. Otobüs Ankara’ya gidiyordu. İzmit-Ankara ortalama dört buçuk saat sürer. Araçların trafiğe takılmaması, mola vermemesi vb. durumlarda bu süre dört saate kadar inebiliyor.
O gün araca takım elbiseli ve kravatlı bir yolcu da bindi. Sürücünün sağındaki ön koltuğun koridor tarafındaki yerini aldı. Ellili yaşlardaydı. Seyrelmiş saçlarına henüz ak düşmemişti. Büyük olasılıkla siyasetçiydi. Ankara’da bir toplantıya katılacağı izlenimi veriyordu. Bir siyasetçi için olağan karşılanabilecek bir göbeğe sahipti. Ceket düğmelerini ilikleyemeyecek bir kiloda olması, onun değil, terzinin kusuruydu. Maharetli bir terzinin elinden çıkan ceketin ‘göbek payı’nda, iştahınız göz önünde bulundurulur. Deneyimli ustalar, siyaset sofralarının müdavimlerinin göbek istikbali hakkında şaşırtıcı derecede öngörülüdür.
Bir terziden, müşterisine kıyafet dikerken bedensel gelişimini, beslenme alışkanlığını ve mesleğini dikkate alması beklenir. Siyasetçiye dikilen pantolon ya da ceketin ‘istikbali’, siyaset sofralarında belirlenir. Siyasetçinin göbek ve bel kalınlığında, sofradan aldığı pay belirleyicidir. Esnaf ve Zanaatkârlar Odasının, terzilere yönelik kurslarda bu noktayı göz önünde bulundurması gerekir.
Otobüsün ön koltuğunda oturan siyasetçinin o gün geç saatlere kadar sofradan kalkmadığı anlaşılıyordu. Elleriyle göbeğini ‘ütülüyor’, ikide bir servis memuruna sesleniyordu:
-Oğlum, buraya gel! Bana şöyle buz gibi bir su…
-Hemen efendim!
Servis memuru yirmili yaşlarda bir delikanlı. Ürkek davranışları, yolcularda, işe o gün başladığı duygusu yaratıyor. Resmî kıyafetli adamın her çağrısını emir olarak görüyor. Belli ki bin bir zorlukla girdiği işini kaybetmek istemiyor.
Otobüs sürücüsü ışıkları kapatınca yolcular derin bir nefes aldı. Orhan Kemal’in “Müfettişler Müfettişi”ndeki çakma müfettiş Kudret Yanardağ’a benzeyen adamın susacağı düşünülüyordu. Kısa süren sessizlik, ‘Yanardağ’ın yeniden faaliyete geçmesiyle sona eriyordu: