Ali Gül (Aliye Ğayis, 1898-1959) ve eşi Elif Gül (Fotoğraf: Gül ailesi arşivi).
Ali Gül (Aliye Ğayis, 1898-1959) ve eşi Elif Gül (Fotoğraf: Gül ailesi arşivi)

Ormanın kalbindeki  köyde doğmuştu. İlçenin güneydoğusundaki köyün toprak damlı evlerinin birçoğu ormanın arasına gizlenmiş gibiydi.  Köyü kuşatan orman, meşe ve ceviz ağırlıklıydı. Sincaplar, hiç yere inmeden daldan dala kilometrelerce  yol alabiliyordu. Kuşlar, kar ve yağmur sularının  emzirdiği  derenin sevincine ortak oluyordu.

1898 yılıydı.

İki yaşındaki bebeğin çevresinde toplanan köylülerden biri, doğacak çocuğunun cinsiyetini öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Köylü, elinin tersiyle alnının terini sildi. Sırtını duvara yaslamıştı. Tabakasından bir tutam tütün aldı. Sararmış parmaklarıyla sardı.  Çocuk parmağı kalınlığındaki sigarasını âdeta çiğniyordu. Siyah püsküllü tespihiyle yarış hâlindeydi. Tespih tanelerini ikişer ikişer çekiyor, ağzından ve burnundan  eş zamanlı çıkardığı  duman,   gür saçlarını ve yüzünü  görünmez kılıyordu.

0
0
0
s2sdefault

Hakkı 

 
İbrahim Seyitcemaloğlu, eşi Sevim Seyitcemaloğlu ve kızlarıyla.
İbrahim Seyitcemaloğlu, eşi Sevim Seyitcemaloğlu ve kızlarıyla.

 

Sıradağların eteğindeki köyde kendi hâlinde yaşıyorlardı. Çoğu, Haşmetmeâblarının varlığından bile haberdar değildi. Yıldız Sarayı’ndaki entrikalar, Resneli Niyazi’nin başkaldırısı, Babıali baskınları sanki Kaf Dağı’nın arkasındaydı.

İmparatorluğun dağılma yıllarında işgal güçlerine karşı omuz omuza çarpışmış, Çanakkale’de kemikleri birbirine karışmıştı. Bazıları Sarıkamış’ta donarak ebediyete uğurlanmıştı.

Aradan fazla zaman geçmemişti.

Haklarında raporlar hazırlanmış,  koca bir coğrafya kırmızı çarpıyla işaretlenmişti.  Masa başında üretilen raporlardan haberleri yoktu. O raporlara göre ‘ıslah’ edilmeleri, ‘medeniyete açılmaları’ gerekiyordu.     

Pülümür’ün güneybatısındaki köyün sakinleri, kapıyı çalan medeniyetten tedirgindi.

Toprak damlı evler terk edilmiş, sık meşe ormanı ya da mağaralarda zor günler başlamıştı.

Meşe ormanında can derdine düşen ailelerden biri üç çocukluydu.  Çocukların büyüğü 5, ortancası 3 yaşındaydı. En küçüğü  Sose  7 aylıktı. Aile, çocuklarını  beslemek için ineğini de beraberinde götürmüştü.  Her ne olmuşsa inek ortadan kaybolmuştu.  Baba, ineği bulmak için mağaraların yolunu tutarken, çocuklar acıkmıştı.  Acıkan bebek ağlamaya başlamış, bir türlü susturulamamıştı.  Ölümden kaçan köylüler, çocuklu anneyi orada bırakıp yola düşmüştü. Anne üç çocuğuyla bir başına kalmıştı. Topluluğun gerisinde kalan anne en zor kararını vermiş, iki çocuğuyla yola devam etmişti.

0
0
0
s2sdefault

  

Aydın Karataş, (Anı, Günlük, Mektup ve Şiirlerle) Yaşamımdan Kırıntılar, Öztepe Matbaacılık, Ankara: Aralık: 2021.
Aydın Karataş, (Anı, Günlük, Mektup ve Şiirlerle) Yaşamımdan Kırıntılar, Öztepe Matbaacılık, Ankara: Aralık: 2021.

 

1980 yılı 3 Şubat’ıydı.  Adana Eğitim Enstitüsü  Fizik Kimya Biyoloji (FKB) Bölümü 3. sınıf öğrencisi, Ceyhan PTT’sinin kapısından içeri girdi. 20 yaşındaydı.  Özenle taşıdığı zarfa yazdığı adresi son bir kez gözden geçirdi.   Zarfın sağ üst köşesine  pul yapıştırdı, görevliye teslim etti.  FKB öğrencisi, mektubu,  Ankara’ya postalamıştı.

Beyaz zarfın üzerindeki adres şöyleydi:

Necatibey Caddesi Atlas Apartmanı  No.: 14/15 Sıhhiye/ANKARA

Postacıyı, Atlas Apartmanı’nın kapısını çaldığında  acaba kim karşılamıştı? Ocak ayında bir avuç idealist öğretmenin çabasıyla yayın yaşamına başlayan  meslek dergisine postalanan mektubun zarfını acaba ilk önce kim açmıştı?

Büroda  karşılıksız emek veren  Ayhan Sarıhan, Zeki Sarıhan, Yusuf Baş, İnci Aral, Davut Sarı  ya da  Meral Turan, zarfı açmış olmalıydı.

0
0
0
s2sdefault