- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Bir insanı doğup büyüdüğü yerlerden soyutlayarak değerlendirebilir miyiz? Rıfat Ilgaz, çocukluğunun ilk 13-14 yılının geçtiği Cide (Kastamonu)’yi ömür boyu unutamamıştır. Cide, bu büyük yazar ve şairimizin eserlerinde de (Sarı Yazma vb.) önemli yer tutar. Kişiliğimizin oluşmasında doğup büyüdüğümüz köyün, kasabanın ya da kentin etkisi yadsınamaz. İlk 6 yaş kişilikte nasıl etkiliyse çocukluğun geçtiği bölge de o kadar etkilidir.
Doğup büyüdüğümüz köye, kasabaya ya da kente benzeriz.
İtiraf etmeliyim ki kişiliğimi doğup büyüdüğüm köyüme borçluyum. Gülmeyi, eğlenmeyi, çalışmayı, sevmeyi, üzülmeyi, öfkelenmeyi bu küçük köyde öğrendim. Çocukluğumun ilk on yılı Mezra’da, kalan kısmı ise Kırmızıköprü’de geçti. Kırmızıköprü’ye yerleştikten sonra da Mezra’yla ilişkilerimiz kesilmedi. Dedemlerden kalma tarlaları biçmek için hemen her yaz Mezra’ya giderdik. Fiğ ve arpayı, ziyan olmasın diye, elle biçerdik. Çalışırken eldiven kullanmazdık! Az sayıdaki çayırı (pul) ise orakla biçerdik. Otlarımızı demetler, bağları ise Pülümür Çayı’nın kıyısında yetişen ince söğüt dallarıyla (cim) bağlardık. Tarladaki yükü katırla taşırdık. Katırın her iki yanına üç ya da dört bağ ot yüklenebilirdi. Sıcak yaz günlerinde yaban armutları (ahlat), ceviz, alıç, meşe ve kuşburnu gölgesinde ferahlardık.
Karasal iklimin etkisi altındaki bölgemizde sıcak yaz günlerinde nefes alınan en güzel yerler, kuşkusuz yaylalardır. Uzun, soğuk ve karlı kış mevsiminin ardından yayla zamanı gelirdi. Bitmek bilmeyen kış insanı bazen yorar. Köylülerimizle ilk olarak Han Yaylası’na, daha sonra ise Keşiş’e çıkardık. Pülümür Vadisi’nin bir yakasındaki Han Yaylası’na bahar erken gelirdi. İlkbahar sona erince bu kez Keşiş’e çıkardık. Keşiş Yaylası, Mezra köyüne yaklaşık üç buçuk saat uzaklıkta. Keçiyolundan başka yol yoktu. Daracık keçiyolunda hayvanlarımızı önümüze katar saatlerce yürürdük. 80’li yıllardan sonra yaylaya çıkanların sayısı giderek düştü. Köyden kente göç, tarım ve hayvancılığa indirilen darbe vb. nedenlerden dolayı, yayla yollarına yabancılaşmaya başladık. Bilebildiğim kadarıyla, 90’lı yıllar, bizim için yaylacılığın da sonu olmuştu. Hakkı Canpolat’a göre, Mezra köylüleri, en son 1992 yılında Keşiş’e gitmiş.
Keşiş yolu, çocukluğumuzun geçtiği taş yayla evleri ve Meryem Tepesi anılarda kalmıştı.
Yayla yollarında yürüyen gelinler, çocuklar ve gençler kentlere sürülmüştü. Kendi işinde gücünde çalışan mutlu ve üretken insanlar, kentleri işgal eden çok uluslu şirketlerde asgari ücretli kölelere dönüştürüldü. İşlemeli tülbentlerini, kanaviçelerini, anne ve baba yadigârı duvar halılarını almaya vakit bulamayan gelinler, yabancısı oldukları kentlerde serbest piyasa simsarlarının insafına terk edildi.
90’lı yıllar, gelinler gibi, yaylaların da yalnızlığa mahkûm edildiği yıllardır.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Alâeddin Keykubad (1190-31 Mayıs 1237)’ın yolu Tunceli Pertek’e düştü mü? Pertek’ten geçerken acaba Dorutay (Zeve)’a uğradı mı? Türkiye Selçuklu Devleti’nin önemli sultanlarından (1221-1237) Alâeddin Keykubad’ın Konya, Niğde, Antalya ve Beyşehir’deki eserlerinde Tunceli Pertek’le ilgili bir kayda rastlanıp rastlanmadığını henüz bilemiyoruz, ama Pertek Dorutay (Zeve) Sultan Hıdır Baba Türbesi’ndeki levhada adını görünce heyecanlanıyoruz.
Türbe kapısındaki levhada yer alan bilgiye göre, Alâeddin Keykubad, Dorutay’da konaklamış. Askerleriyle birlikte Sultan Hıdır Baba’nın çadırına konuk olmuş. Selçuklu Sultanı, Sultan Hıdır Baba’nın hizmetinde Delil, Resul ve Munzur adlı üç asker görevlendirmiş. Sultan Hıdır’ın ölümünden sonra bu üç asker evlenmiş. Dorutay’da Deliliyan, Resuliyan ve Munzurlular olarak tanınan ailelerin kökeni bu askerlere dayandırılıyor.
Olabilir mi?
Sultan Hıdır’ın tarihçesini bize anlatan 83 yaşındaki Fahri Kay, Resuliyan ailesinden geldiğini ifade ediyor.
1226’da, Fırat boylarındaki fetihlerin ardından Adıyaman, Kâhta ve Çemişgezek kalelerinin Alâeddin Keykubad’a tabi olması; Doğu sınırları için Moğollara karşı yürütülen savaş, 1234 yılında Harput Kalesi’nin ele geçirilmesi vb. faaliyetler, 13. yüzyılda, Pertek Dorutay’da gerçekleştiği öne sürülen buluşmanın en azından mantığa aykırı olmadığını gösteriyor.