Sonbaharda geride gözü yaşlı anne ve babalar kalmıştı. Büyük kentlere giden çocuklarına ağır ağır el sallamışlardı. Kurumuş, yılların derin izlerini taşıyan, kabuk bağlamış elleriyle hazırladıkları yiyecekleri otogarlara taşıyarak Batıda ekonomik zorluklarla boğuşan çocuklarına destek olmuşlardı. Kendilerine, kışı atlatabilecekleri kadar yiyecek bırakmışlardı.
Şunun şurasında azıcık ömrümüz kalmış, bize bu kadarı bile fazla!
Göz çukurlarından süzülen damlalar, yaşamın sonbaharında, büyük ayrılığın habercisidir. Her ayrılık zordur, ancak zamansız, özellikle karda kışta ayrılık daha zordur. Bir insanın başını alıp sonsuzluğa karışması için en uygun zaman hangisidir? Mevsimlerden ilkbahar, yaz, sonbahar, kış… Hangi birini seçmeli sonsuzluğa yürüyen yolcu. Her biri ayrı güzeldir. İlkbaharda uyanan doğadan ayrılmak öyle kolay mı? Çiçek mevsimine son bir kez el sallayıp gitmek… Yaz mevsimi için de durum farklı değil. Yaz, çalışan ve üreten ellerin sımsıkı tutunduğu mevsimlerin başında gelir. Toprakla haşır neşir olanlar için yaz, elveda denmesi en zor mevsimlerden sayılır. Ya sonbahar? Hasat mevsiminden kopmak zor, çok zor…
O yolculuk için en uygun yaş kaç olmalı peki. İnsanın artık yeter diyebileceği bir yaş. Deli sevdalar çağı olamaz. Çoluk çocuğa karıştığı yıllar da erkendir. Torunları büyütmek için zamana ihtiyaç var. Onların da mürüvvetini görmeden gitmek yok. Demek ki geriye dönüşü olmayan yola çıkmak öyle kolay değil.
Ayrılık vaktini bildiren takvim yapraklarında ve bazı mezar taşlarında Cemal Süreya’nın bir dörtlüğü yer almaktadır:
ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın
Gidenlerin tamamı alacaklıdır, üstünü istemeden sessiz sedasız gitmişlerdir. Birçoğu bu dünyada hiçbir iz bırakmadan çekip gitmiştir. Mezar taşlarının silinip yok olan künyeleri, ‘alacaklı’ların sayısının hesaplanmasını imkânsız hâle getirmektedir.
Sonbaharda rüzgâra kapılan bir yaprak gibi sararıp solan yaşlı anne ve babaların kışı atlatıp atlatamayacakları, ilkbahara çıkıp çıkamayacaklarına ilişkin kaygılarla son bir kez sallanmıştı eller. Otobüsler o yüzden hareket saatini ertelemiş, yavaş yavaş yola koyulmuştu. Anne ve babaları birkaç dakika daha görmek içindir bütün bunlar. Tunceli Otogarından İstanbul, Mersin, Antalya yönüne hareket eden otobüsler geride gözü yaşlı anne ve babalar bırakmıştı.
Tunceli’nin sert kışı geride kaldı artık. Kar, erişilmez dağların doruğunda bir yama gibi. Eriyen karın beslediği dereler ilkbaharı müjdeliyor. Sonbaharda boğazı kuruyan Akdik deresi, büyük bir sevinçle Pülümür Çayı’na karışıyor. Pişi deresi, yanı başındaki Akdik deresiyle birlikte Pülümür Çayı’na kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor. Kaymaztepe’de doğan, Mezra köyünü selamlayarak geçen dere çocukluğumuzun sıcak yaz günlerinde imdadımıza yetişirdi. Minik dere nasıl da büyük görünürdü gözümüze… Yüzmeye ilk adımı bu derede attığımızı unutamam. Pişi deresi, ilkbaharda, Pülümür Çayı’nın deli dalgalarından uzaklaşan balıklara ev sahipliği yapmakla yetinmiyor, yavru balıklara kol kanat geriyor.
Zorlu kışı atlatan anne-babalara, eşe ve dosta kavuşmak ne güzel. 84 yaşındaki babanız sizi Erzincan’da karşıladığında neler hissedersiniz? Pülümür’den Erzincan’a gelip saatlerce çocuklarını bekleyen bir baba… Çok değil, daha bir ay önce geçirdiği kazadan dolayı ölümden döndüğünü düşündüğünüzde karmaşık duygular yaşarsınız. Ayakta kalma çabasıyla mutlu olur, yorgunluğundan dolayı vicdan azabı çekersiniz. Çocukları artık ellili yaşlarda olsa da onlara harcama yaptırmayan, asla yol parası ödetmeyen bir baba.
Ya anneniz? 9 Nisan 2018… Pazartesi… Toros marka otomobille yol alıyoruz. Otomobil hareket hâlindeyken ısınıyor. Araç çok sıcak, terliyoruz. Erzincan’dan eve ulaştığımızda saat tamı tamına 22.15. Kapıda annemize sarılıyoruz. Yemeği defalarca ısıtmış, bizi beklerken.. Kendisine oturmayı yasaklayan anne. Hilesiz balı, dondurulmuş çiriş (helige) ve mantarı yaz tatiline gelen çocuklarına saklayan anne.
Mezra köyünde 90 yaşında iki yakınımıza koşuyoruz. Onlardan biri Saray yenge. En az 90 yaşında, oğlu Hıdır’la birlikte kalıyor. Sonbaharda sımsıkı sarılmıştı ellerimize. Gözlerindeki vedayı okumuş, içimiz burkulmuştu. Ona sarılırken köyün yüzyıllık tarihine sarılır gibi oluyorsunuz. Kuzukulağı toplamaya çıkmış, işte haber bu! Hafızası yerinde, eli kolu tutuyor. İnsan o yaşlarda unutkan olur, ama Saray yengede unutkanlık belirtileri yok. Geçen yılki ameliyattan sonra kollarını daha iyi kullanabiliyor.
Yaşlı bir diğer yakınımız da Fintoz yenge. Saray yengeyle aynı yaşlarda. Kış mevsimini İstanbul’da, yılın diğer aylarını ise köyde geçiriyor. Köyde oğlu Düzgün yalnız bırakmıyor. Fintoz yenge, çorap ve patik örerek zaman geçiriyor. Bizi evinden eli boş göndermiyor, torbasından çıkardığı bir patiği uzatıyor.
Duygulanıyoruz.
Köyün girişinde oturan Ali amca bir çalışkanlık anıtı olarak sizi karşılıyor. Ali amca 80 yaşın üzerine üretken altın yıllar eklemiş. Onu kahvehanelerde boşuna aramayın, bulamazsınız. Yaşamını, genç yaşta yitirdiği sevgili oğlundan yadigâr ceviz ağaçlarına adamış. Bağ bahçe işleriyle mutlu oluyor. Ali amca, Kırmızıköprü’’ye nadiren uğruyor. Kahvehanenin müdavimleri oyuncu sıkıntısı çekse de Ali amcayı ikna etmeleri mümkün görünmüyor. Arada bir, kahvehaneye uğrayarak, oyun masalarının kıdemli demirbaşlarını sevindirmelerini istiyoruz, gülümsüyor.
Fıle teyzeyi anmadan edemeyiz. Çalışkanlığın, dürüstlüğün, fedakârlığın simgesi… Çok genç yaşta, 1966 yılında, eşini acımasız ilkbahar seline kaptırmış. Ardından 20’li yaşlardaki gencecik oğlunu kaybetmiş. Acılarını, daha çok çalışarak unutmaya çalışmış. Evi tertemiz, düzenli. Duvarda asılı fotoğraflara bakıyoruz. Eşi de oğlu gibi gencecik. Teyze, çocuklarına kol kanat germiş ve tek başına büyütmüş. İlerleyen yaşı, çalışmasına engel değil. Birkaç gün önce kuzukulağı toplamış, yıkamış, top hâlinde paketleyip elimize tutuşturuyor. Sonbahardan kalan kuşburnu marmeladını da zorla veriyor, mahcup oluyoruz. Seksen yıldır üreten tertemiz ellerini öperek vedalaşıyoruz.
Köyde bahçelere çilek, domates, biber, patlıcan fideleri dikilmiş. Soğan, patates, fasulye de toprakla buluşmuş. Köylüler, uzuz süren kuraklık ve soğuk havanın, sebze ve meyve üretimini olumsuz etkileyeceğine ilişkin kaygılarını bizimle paylaşıyor. Soğuk ve sert havadan özellikle cevizlerin etkileneceği belirtiliyor.
Köye adım attığımızda ilk uğrak yerimiz tüneller oluyor. Birinci tünelin girişinde boy veren ceviz ağacını arıyor gözlerim. Kışı atlattı mı diye merak ediyorum. Aç bir tavşan kemirmiş de olabilir. Kar savurma makinelerinden zarar görme olasılığı da yüksek. Tünele doğru adımlarımı hızlandırıyorum. Bir an önce ceviz fidanıyla karşılaşmayı umut ediyorum.
Minik ceviz fidanı kışı atlatmış, yaşıyor!
Geçen sonbaharda sararmış yapraklarıyla onu doğaya emanet ederken boyu bir metreye yakındı. Şimdi tomurcuk vermiş. Yaz mevsiminde görüşmek üzere vedalaşıyoruz.
Zorlu kış koşullarında elini kolunu kara ve fırtınaya kaptıran meşe, söğüt, kavak, çınar, ceviz, elma, armut, alıç ağaçları, baharla yeniden ayağa kalkıyor. Pülümür Vadisi’ne renk katan bütün canlılar kışı atlatmanın mutluluğunu yansıtıyor. Uzun kış uykusundan uyanan bozayılar, Pülümür Çayı’na inen dağ keçileri, tek başına yaşama ustası vaşaklar, Han Yaylası ve Haskar’da ceviz dallarını incitmeden sıçrayan sincaplar, vadinin göğe yükselen kayalıklarında konaklayan kartallar, kümeler hâlinde havalanan güvercinler ilkbaharla birlikte yeniden hayata tutunmanın coşkusunu yaşıyor.
Salördek köyü, çiçek açan kiraz, armut, elma ağaçları tarafından bayram yerine çevrilmiş. Köy mezarlığını geçip kavak ve meşe ormanına karıştığınızda, tepenizde masmavi gökyüzünden başka bir şey göremezsiniz. Çatalyaka’ya kadar yürüyecek dermanınız varsa, ormanın derinliklerinden süzülüp gelen arı uğultusunu dinleyebilirsiniz. Arı uğultusu, yaşamın habercisidir. Arılar, baharı selamlıyor… Salördek, Beğendik, Kırmızıköprü belki Mezra’dan, polen toplamaya gelen arılardır bunlar. Doğada yaşayan arılar da olabilir.
Çatalyaka’nın kalbi kar sularıyla beslenen derede atıyor. Karlı dağın serinliğini taşıyan dereden çevreye yayılan ses, mutluluğun sesidir. Çığa direnen meşe, çınar ve kavak ağaçları, bozayılar, kurtlar, vaşaklar, kaplumbağalar da bu mutluluğa ortak oluyor. Yürümekten bitkin düşenler, bütün yorgunluğunu dereye bırakıyor. Dereye birkaç yüz metre yaklaştığınızda rüzgârı çağrıştıran ses, sevincin ve umudun sesidir. Her ilkbaharda doğayı emziren dere, minik kuş sesleriyle birlikte, büyük umutları besliyor ve büyütüyor. Çatalyaka, bozayının uğrak yerlerinden. Yaz tatillerinde, hemen her sabah, köyün girişindeki yaban elmalarını ayı kardeşle paylaşıyoruz. Ayı kardeş elma için akşam saatlerini tercih ediyor. O elma ağaçlarının tamamı çiçek açmış. Anlaşılan bu yaz da elmaları bölüşme mevsimi olacak. Köy mezarlığının hemen üstündeki ayı izine bakıyorum, elmaları bölüştüğümüz ayıya ait olabilir. Ayının çamurda bıraktığı izler kurumuş. Belli ki Salördek yönüne doğru gitmiş.
Pülümür’e ilkbahar erken geliyor. Toprak, üzerindeki beyaz ve soğuk örtüyü kaldırıyor. Kar eriyerek derelere akıyor. Pülümür Çayı’na akan dereler çevreye mutluluk yayıyor. Pülümür Çayı, derelerden devraldığı sevinci Munzur’a taşıyor.
Pülümür’ün Mezra, Çatalyaka, Salördek, Uzunevler, Akdik, Kovuklu, Kocatepe, Gökçekonak, Kangallı köylüleri zorlu kışı atlatmanın sevincini paylaşarak çoğaltıyor. Becerikli ve çalışkan eller tarlalara sadece fasulye, domates, biber, kabak, patates, çilek ekmiyor… Pülümür köylüsü karın altında uzun bir zaman geçiren toprağa umut ekiyor. Kışı atlatan yaşlı anne ve babalar zorlu bir kışı daha yenilgiye uğratmaya hazırlanıyor. Pülümür, bir kışı daha yenilgiye uğratacak enerji depoluyor. Pülümürlüler topraktan, üretimden aldıkları güçle ayağa kalkıyor. Onlar, bütün bir ömrü çalışmaya adamış insanlar olarak ölümsüzleşiyor ve doğaya meydan okuyor.
Zorlu bir kış daha geride kalıyor. İlkbahar yeniden geliyor. Güvercinler, kartallar, serçeler mutluluktan kanat çırpıyor. Dağ keçileri zıplıyor. Meşe ormanı doğal hâline kavuşuyor ve her yer yeşile bürünüyor. İlkbahar, Pülümür’ün tüm umutlarını besleyip büyütüyor. Pülümür toprak kokuyor. Pülümür köylerinden yayılan toprak kokusu, sadece Pülümür’ün değil, Türkiye’nin ömrünü uzatıyor.
(Kırmızıköprü/Mezra köyü, 21 Nisan 2018)