
Hüseyin Canerik
Ankara Fen Lisesinden mezun olduğunda 17 yaşındaydı. Üniversite tercihini doğup büyüdüğü kentten yana kullandı. 1976’da girdiği Ege Üniversitesi Tıp Fakültesini başarıyla bitirdi. 1982 yılında Pülümür Kırmızıköprü Sağlık Ocağına atandığında 23 yaşında genç bir doktordu.

Paralitik Şaşılıklar konulu mezuniyet teziyle mezun olan Dr. Alp Alaluf’un göreve başladığı yıllarda kamu sağlık hizmetleri sosyal devletin temel görevleri arasında yer alıyordu. Kırmızıköprü Sağlık Ocağı, ana hizmet binası, garaj ve lojmanlardan oluşuyordu. Hatta bir dönem sıtma memuru kadrosu dahi bulunuyordu. Ocağın garajında bulunan cip, köylere sağlık hizmeti ulaştırmak için kullanılıyordu.

Sağlık Ocağının önünde boy veren çam ağaçları, kurum personelinin eseriydi.
Dr. Alp Alaluf’un göreve başladığı yıllarda ocağın cipi yoktu. O dönemde Sağlık Ocağında görevli doktor, ebe-hemşire, tıbbi sekreter ve yardımcı hizmetler personeli devlet kadrosundaydı.

Dr. Alp Alaluf, kısa sürede halkla kaynaştı, adından söz ettirmeyi başardı. Düşme sonucu kafası yarılan 11 yaşındaki bir kızı sağlık ocağı koşullarında tedavi ediyor, durumu iyi olmayan hastalara önerilerde bulunuyordu.
Dr. Alaluf, sağlık hizmetlerinin günümüzdeki kadar ticarileşmediği koşullarda mesleğe adım atan idealist doktorlardandı.

1983 yılı sonbaharıydı. Kavak ağaçları kızıla boyanmış; ahlat, alıç ve ceviz ağaçlarının erişilmez dallarında tek tük meyve kalmıştı. Ekim ayıydı. Muharrem, o yıl Ekim’e denk gelmişti.
Muharrem ayında yas tutulur, özellikle yaşlılar oruç tutardı. 12 gün boyunca eğlencelerden uzak durulurdu. Radyoların üstüne serilen el işlemeli örtüler, orucun bitiminden sonra kaldırılırdı.

Mezra köyü mera yoksuluydu. Hayvanlar, yayla dönüşü bir süre ekinlerin kaldırıldığı tarlalarda özgürlüğün tadını çıkarırdı. Rüzgâra yenik düşen armut, yaban elması vb. meyveler özellikle küçükbaş hayvanların temel besin kaynağıydı. Tarlalar ve meyve ağaçlarının zengin sofrasının ömrü kısa sürerdi. Köyde yiyecek sıkıntısı baş gösterdiğinde hayvanların Pülümür Çayı’na komşu alanlara günübirlik yolculuğu başlardı.

Gavrag’ın altındaki düzlükler, Çelige Balavan, Kume Keç (Şirket), eski Kırmızıköprü Jandarma Karakolu (1. Tünelin yanı), Jandarma Çeşmesi (Heniye Cendermu), tüneller, 1. Han Yaylası ve Haskare, Mezra köylüsünün hayvanlarını otlattığı yerlerdi. Pülümür Vadisi ile Pülümür Çayı’na paralel ormanlık ya da sınırlı açık alanlarda otlatılan hayvanların köye dönüşü zaman alırdı.

Mezra köyünden Mercan Canerik (1926-2014), hayvanlarını getirmek için 1. Han Yaylası yakınlarındaki Haskare yoluna koyulduğunda insan gölgesi iki katına çıkmıştı. O gün oruçluydu. Eşi Kamber Canerik (1912-2005), Kırmızıköprü’de Canerik Bakkalı ve Kahvehanesindeki mesaisini tamamlamış, nöbeti oğlu Baki’ye devretmişti.

Köye geldiğinde eşi evde yoktu. Haskare’ye gittiğini öğrenir öğrenmez çiftesini sağ omzuna astı, fişekliğini beline taktı. Evde soluklanmadan eşinin peşine düştü. Mezra-Haskare arası tahminen 4 kilometreydi. Tarlaların arasındaki patikayı izleyerek Dalıke’den Pülümür-Tunceli kara yoluna indi. Eşiyle arasındaki mesafe kısaydı. Hemen eşine seslendi:
“Mercan, beni bekle!”

Mercan Hanım’ın adımları ağırlaştı, Dalıke Gölü’ne yakın yerde oturarak beklemeye başladı. Kamber, kısa sürede eşine yetişti. Birlikte yola devam ettiler. 1. Tünelden itibaren kara yolunu izleyerek Han-Haskare yönüne doğru yürümeye başladılar. Yolda tek tük araç geçiyor, bazı büyükbaş hayvanlar tünel gölgesinde geviş getiriyordu.

Hayvanlar Pülümür Vadisi’nin her iki yakasına yayılmıştı. Yerli ırk büyükbaş hayvanlar, Mezra ve Akdik köylüsüne aitti. Hayvanları toplamaya çalışan Mezralı kadın yüksekçe bir yerden düştü, yere yığıldı. 57 yaşındaki köylünün kafasında derin yarıklar oluşmuştu. Vücudu yara bere içindeydi. Ağır yaralı kadın olduğu yerde kalmıştı.

Kamber Canerik, yarı baygın hâlde, yerinden kımıldayamayan eşini sırtladı. Bir süre kara yolunda yürüdükten sonra, 1. tüneli geçti. Eski Kırmızıköprü Jandarma Karakolunun yakınlarında kara yolundan saparak batıya, Dalıke Gölü’ne doğru yöneldi. Pülümür Çayı üzerindeki ahşap köprüden karşıya geçti. Gölün kıyısında dikkatli adımlarla yol aldı. Dik yokuşu tırmandı, meşe ve fındık ağaçlarıyla kaplı ormanda insana ferahlık veren içme suyu kaynağına vardığında sırtından süzülen kan damlacıkları ile terden sırılsıklam olmuştu.

Eşini yavaşça yere indirdi. Dalıke Çeşmesi’nin yanındaki fındık ağaçlarının gölgesinde biraz soluklandı, elini yüzünü yıkadı. Eğilerek su içti. Dinlenme zamanı değildi, yeniden yola koyuldu.

Mezra’da Koca Hıdır’ın (Hıdır Akkılıç, 1923-1998) tarlasından yokuş yukarı çıkarken, avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Nimet, çabuk buraya gelin!”

Kızı Nimet o sırada sacda ekmek pişiriyordu. Babasının sesini duyar duymaz ocağın başından kalktı, sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Babası, Koca Hıdır’ın tarlasından eve doğru ağır adımlarla yürüyordu. Annesini sırtlayan babası kan ter içindeydi.
Neye uğradığını şaşıran genç kız, hemen yardıma koştu.

Anne eve taşındı.
Olay duyulur duyulmaz aile bireyleri ve komşular evde toplandı.
Kırmızıköprü Sağlık Ocağında görevli Doktor Alp Alaluf’a haber verildi. Doktor, Mezra’ya geldi. O geceyi hastanın başında nöbet tutarak geçirdi.
Hastaya düzenli aralıklarla pansuman yapılması gerekiyordu. Hastayla yakından ilgilenen doktor, evin genç kızına pansuman konusunda bilgi verdi. Dr. Alaluf, zaman zaman hemşireler Şahbanat Ülker Demiralp ve Emine Aslan’la köye gelir, hastayı ziyaret ederdi.

Nimet, pansuman yapmayı öğrenmiş, sıra uygulamaya gelmişti. Annesinin başındaki sargıyı açan genç kız, derin yarığı görür görmez yere yığıldı. Aygül, yere yığılan ablasını görür görmez çığlık koparmıştı. Baba, kardeşlerin kavga ettiğini düşünmüş, bir an öfkelenmişti. İlk pansuman deneyiminde bayılan Nimet’i uyandırmak için kolonya koklatılmış, kolları hareket ettirilmişti.

Dr. Alaluf ve ekibi, Mezralı hasta iyileşinceye kadar düzenli aralıklarla ziyaret etmeye devam etti. Yaralı eşini zor koşullarda sırtında eve taşıyan Kamber Canerik, 2005 yılında, 93 yaşında yıldızlara kavuştu. Mercan Canerik, 2014 yılında son yolculuğuna uğurlandığında 88 yaşındaydı. Bir dönemin acı olaylarına tanıklık etmiş, çocuk yaşta sürgünle tanışmıştı. Onun yaşadığı acılar, yüreğinde, geçirdiği kazadan daha derin izler bırakmıştı. 10 Temmuz 2014’te Mezra Köyü Mezarlığında eşi, torunu Müslüm ve diğer sevenlerine kavuştuğunda acılarından ebediyen kurtulmuştu.

1991 yılında uzman olan Op. Dr. Alp Alaluf, İzmir’de retina hastalıkları, optik ve kırma kusurları alanında halka hizmet sunmaya devam ediyor. Türk Oftalmoloji Derneği (TOD) Optik, Refraksiyon ve Az Görme Rehabilitasyonu (ORR) Biriminde başkanlık görevinde de bulunan Op. Dr. Alaluf, birimin çalışma alanına giren konularda, ulusal ve bölgesel etkinliklerde yer alarak bilgi ve deneyimlerini meslektaşlarıyla paylaşıyor.

Op. Dr. Alaluf, paranın hüküm sürmediği bir dünyanın özlemini yüreğinde taşıyan, idealist genç doktorlarımızdan biriydi.
Üç kuruş için bebeklerin kanına girilmeyen, can derdindeki hastalarla pazarlık yapılmayan yıllardı…
(Körfez, 1 Mayıs 2025)