- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Bu yazı, ABECE’nin Kasım 2003 tarihli 203. sayısında yayımlanmıştır.
Sadece bilgi ölçmeye yarayan değerlendirme sistemi; velilerin, öğrencinin yetenek ve kapasitesini aşan başarı beklentisi; ülkenin ihtiyaçlarıyla çelişen ezberci eğitim; öğrenciyi bir bütün olarak değil, belli derslerdeki başarısıyla öne çıkaran yanlış anlayış sınavda kopya eğilimini güçlendirmektedir. Öğrenciyi sınav hilelerinde ‘mucit’ yapan yanlış uygulamalar, okullarda kopyayı adeta zorunlu hale getirmiştir. Kopya, polisiye bir olay değil; çarpık sistemin doğal bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Öğretmenlerimiz, değerleri aşındıran ve eğitimimizi çürüten kopya sorununa pedagojik açıdan yaklaşmalıdır. Bugün, bilinen zorluklara karşın, kopya bir ihtiyaç olmaktan çıkarılabilir.
Kuşku dolu ve kaygılı bakışlarla öğretmenlerini süzen gözler… Minyatür notlara titreyerek uzanan eller… Gece gündüz demeden, ‘zor’ sınavlar için yürütülen ‘yeraltı’ çalışması… Bazen saatlerce, bazen günlerce süren hazırlıklar… Başarmak için yeterli olan zamandan daha fazlasını sınav hilesine ayıran öğrenciler; bıkıp usanmadan, yılgınlığa kapılmadan.
Karınca azmiyle kazanılan ‘zafer’!
Kopya ihtiyacı duyulan sınavlarda hava ‘kurşun gibi ağır’ olur. ‘Kül yutmayan’ öğretmenlerin dersinde kopya çekmek, riskli ve sıkıntılı bir iştir. Çünkü sınavda hileye başvuran, tasdiknameyi ya da sıfırı göze almış demektir.
Bazı öğrencilerin, sınavda kopyaya başvurması, sadece ahlaki bir sorun olarak değerlendirilebilir mi? ‘Yükselen değerler’ mi kopyaya ‘itibar’ kazandırıyor, yoksa yüzlerce yıllık bir sorunla mı karşı karşıyayız? Polisiye önlemlerle kopyanın kökünü kazımak olanaklı mıdır? Bütün uyarılara karşın, öğrenciler kopyada ısrar ediyorsa, nerede hata yapılıyor?
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
ÖZET
Türkiye ulusal eğitimi küreselleşmeye kurban edilmektedir. Ulusal pazarın tasfiye sürecinin hızlandırılması, eğitimin ulusal niteliklerinden bütünüyle arındırılması sorununu da beraberinde getirmiştir. Eğitim sistemimizin- elli yıllık erozyona rağmen- varlığını sürdüren ulusal niteliği, uluslararası bir saldırıyla karşı karşıyadır. Belirli gün ve haftalar; öğrencilere yurt sevgisi, ulusal tarih bilinci, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularının kazandırılmasında önemli roller oynamaktadır. Belirli günler, ünitelerle birlikte ele alınan ve çok sayıda öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen etkinliklerden dolayı eğitimin vazgeçilmez öğelerindendir.
GİRİŞ
Millî Eğitim Bakanlığı, eğitimde reform çalışmalarını giderek yoğunlaştırıyor. Reformda en dikkat çekici nokta, eğitimin ulusal özelliklerinin törpülenmesidir. Eğitimin ulusal niteliği genel sorunlar (ezbercilik, başarısızlık vb.) öne çıkarılarak tahrip edilmektedir. Bunca reforma karşın eğitimin can alıcı sorunlarına somut çözüm üretilmezken, var olan olumlu değerler yok edilmektedir. Belirli gün ve haftaların kaldırılması girişiminin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Sözde reformla, ulusal eğitime yeni bir çalım atılmaktadır.
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bazı mahalli gün ve bayramların kaldırılacağını ve böylece çocukları gereksiz teferruatlardan kurtaracaklarını belirterek şunları söylüyor: “Eğitim öğretimin olduğu her gün ya bir şey günüdür, ya bir şey haftasıdır. Çocuklar bunlara hazırlanmaktan, öğretmenler de bu günleri kutlamaktan eğitim-öğretim yapamıyorlar.” (Cumhuriyet, 2004).
Eğitim ve okul yöneticileri, genel olarak, tahta başında geçirilmeyen saatleri dersten saymamaktadır. Onlara göre tiyatroda, sporda, halkoyunlarında ve diğer çeşitli sosyal etkinliklerde geçirilen zaman boşa harcanmış demektir. Belirli gün ve haftalarla ilgili etkinliklere yaklaşım da, MEB’in tutumu bir yana bırakılırsa, bu doğrultudadır. Çünkü MEB, eğitimi, AB’nin hassasiyetlerinden dolayı ulusalcı özelliklerinden arındırmaktadır.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Bu yazı, Eylül 2016 tarihli Öğretmen Dünyası’nda yayımlanmıştır…
15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışmasını planlayan ve uygulayan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/Paralel Devlet Yapılanması (PDY)’nın tasfiyesi amacıyla başlatılan operasyonlara devam edilmektedir. Örgütün ekonomik dayanaklarının ve silahlı unsurlarının hedef alındığı operasyonların bir de eğitim ayağı söz konusudur. FETÖ/PDY’nin siyasi uzantılarına henüz dokunulmadığı düşünüldüğünde, eğitim ayağının kırılması ile ilgili bazı sorunların yaşandığı söylenebilir. Bu yazıda, ABD destekli Gladyonun eğitimden tasfiyesi sırasında yaşanan sorunlara dikkat çekilerek, atılması zorunlu adımlar hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amaçlanmaktadır. Yazıda, farklı bir çalışma gerektirdiğinden, askerî okulların kapatılması konusuna değinilmemektedir.
667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’yle, FETÖ/PDY bağlantılı 15 üniversite, 934 ilk ve orta dereceli okul, 109 öğrenci yurdu, 35 hastane/tıp merkezi, 2 ayrı konfederasyona bağlı 19 sendika, 104 vakıf, 1125 dernek kapatıldı (Resmî Gazete, 23.07.2016). Kapatılan okul sayısı, 15 ağustos tarihinde 1.017’ye yükselmiştir (Tablo 1). (Bu sayıya, hisselerinin tamamının Ömer Saçaklıoğlu’na satıldığı belirtilen 109 Doğa Okulu dâhil değildir.)
Kapatılan okullarda, 65 bini üniversite öğrencisi olmak üzere, toplam 140 bin öğrencinin öğrenim gördüğü ve bu öğrencilerin devlet okullarına geçiş yapacakları belirtilmektedir. Bilindiği gibi, özel okullarda görev yapan 21 bin öğretmen açığa alınmıştır.