
Hüseyin Canerik
Mezra (Köyü) İlkokulunun 47 numaralı öğrencisiydi. Nurettin Çınar, Gülüzar (Fatma) Arslan, Nimet Canerik, Güner Fırat, Hatice Fırat, Dindar Fırat, Sabriye Güler, Şerife Demirbilek ve Gülüzar (Emine) Fırat, sınıf arkadaşlarından bazılarıydı. 30 Nisan 1976 tarihli diplomasının altında Okul Müdürü Hasan Hüseyin Renkal’ın imzası yer alıyor.

1976 mezunlarından tüm dersleri pekiyi olan tek öğrenci!
Mezra İlkokulunda çalışkanlığıyla dikkat çeken sevgili öğretmenimiz Kemal Cahit Akçiçek, ÇEVREMİZDEKİ HAYVANLAR tablosunu sınıfa asmıştı. Tabloda, bölgede yaşayan bazı hayvanların görselleri yer alıyordu. Tablonun başlığını öğretmenimiz divit ucuyla yazmıştı. Başlıktaki bir yazım hatası o sırada hiçbirimizin dikkatini çekmemişti: ÇEVREMİZ, ÇEMREMİZ diye yazılmıştı. Yılmaz, üst sınıftaydı, bunu fark ederek öğretmene söylemişti.
Kemal Öğretmen, M’yi jiletle kazıyarak V’ye dönüştürmüştü.

1976-1977 eğitim ve öğretim yılında Kırmızıköprü Ortaokuluna başladı. Okul, köye 2 km uzaklıktaydı. Köy çocuklarının tamamı okula yürüyerek gider gelirdi. Yılmaz, 3 yıllık ortaokul öğrenimi süresince, diğer arkadaşları gibi, okula hep yürüyerek gidip geldi.

Kara, yağmura, soğuğa aldırmayan bir iklimin çocuğuydu.
Pülümür (Gazi Anadolu) Lisesinin başarılı öğrencisi, 1987’de İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinden mezun oldu.

Yılmaz, 9 çocuklu ailenin tek oğluydu. Esma Fırat (1929-2004), çocuklarından 3’ünü kendi elleriyle toprağa vermişti. Acılı anne, yüreğinde dinmeyen evlat acısıyla dünyaya veda ettiğinde 75 yaşındaydı.

Yılmaz, ailesinden kayan yıldızlara çocuk yaşta tanıklık etti. 26 yaşındaki güzeller güzeli Cemile ablasını (1952-1978) yitirdiğinde 13 yaşındaydı. O sırada Kırmızıköprü Ortaokulu 2. sınıf öğrencisiydi. Çok geçmeden bu kez babası Ahmet Çavuş (Hıdır Fırat, 1927-1979) için döktü gözyaşlarını.

Babası, amcası Mustafa Fırat’ın (1935-1987) kahvehane-dükkân-otelinin alt katında, Kırmızıköprü PTT’sinin yanındaki binada bakkal işletiyordu. Yılmaz, babasının işi çıktığında bakkalda çalışırdı. 1975 yazında, Hasan Fırat’la birlikte, bakkalı kapatıp Salördek Çayı’nda yüzmeye giderler. İki şortsuz yüzücü, kavak ve söğüt ağaçlarının gölgesinde serinleyen kızların radarına takılır, onlar uzaklaşmadan sudan çıkamaz.
Bakkaldan firar, Yılmaz’ı yatağa düşürür. Ahmet Çavuş, biricik oğlunu Erzincan’da doktora götürmek zorunda kalır.

23 Mart 1975’te, Fenerbahçe-Galatasaray maçını TRT’den izlemek için çıktığı yolculukta bir dişinden olmuştu. Kırmızıköprü’den, Nazımiye Yiğitler (Kirig) köyünden Hıdır Toprak’ın kamyonunun şoför mahallinde Pülümür’e gider. Kürt Kamer’in kahvehanesinde maç izlemek ister ama yaşı tutmadığından içeri alınmaz.
Pülümürlü dişçi Mehmet Ali Dişçioğlu’nun muayenehanede tek başına maç izlediğini görür görmez içeri girer. Maçı birkaç dakika izler ancak dişçi dışarı çıkmasını ister. Sağ işaret parmağıyla yanağına dokunur, dişinin ağrıdığını söyler. Dişçi, 10 yaşındaki çocuğu koltuğa oturtur, gösterdiği dişi uyuşturmak için iğne yapar. Çocuğa, dişin uyuştuğunda bana haber ver, der. Dişi uyuşmaya başlayan çocuk maç izlemeye devam eder ve dişçiye bir türlü haber vermez. Sonunda dişçi kerpeteni alır, çocuğun dişini çeker. Dişi çekildiği sırada sunucunun heyecan verici sesiyle ayağa kalkar. Fenerbahçeli Aydın’ın, 86. dakikada Galatasaray’a attığı gol, diş ağrısını unutturur.

Maç tutkusuyla gittiği Pülümür’den, bir dişi eksilmiş hâlde evine döner.
Yılmaz Fırat, Mezra köyünde, yokluk ve zorluklara meydan okuyarak başarıya koşan isimlerdendi. 1979’da eşini yitirdikten sonra babalık görevini de üstlenen annesi Esma Hanım, köyde akla gelebilecek hemen her işe koşardı. Çanakkale Biga Karantı köyünde geçirdiği 10 yıllık sürgünden sonra döndüğü Mezra köyünde yaşamı boyunca zorluklarla mücadele etti. Yılmaz, yaşamın ağır yükünü omuzlayan annesi için belki daha özel bir evlattı. Annenin, babasız evin tek erkek evladı için gösterdiği özen, oğlunun akademik başarısıyla karşılık bulmuştu.

Yılmaz, son yıllarda yakalandığı hastalıktan dolayı zor günler geçiriyordu. Eşi Almanca Öğretmeni Sevim Fırat, kızı Deniz ve oğlu Ahmet Arif, hastalıkla mücadelede kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmadı.

Onun kaleme aldığı anılarının tamamını keyifle okudum. Yazılarının tiryakisi olmuştum. Mizah ustasıydı. Bazı yazılarını okurken güldüm, kahkaha attığım bile oldu. Gülerek ya da ağlayarak okuduğum yazılarından birkaçını yayımlama mutluluğunu yaşadım. Son yazılı görüşmemizde, yeni yazılarını beklediğimi belirtmiştim, 17’sinde aldım acı haberi.

Onun zamansız vedasıyla, yüreğimdeki yara yeniden kanadı.
Bazen art arda gelir acılar. Yeri ve zamanı belirsiz, insanı hazırlıksız yakalayan. Sözgelimi yolunu gözlediğiniz oğlunuzun narin bedeninde patlar bir mermi, henüz 25’inde bir yürek susar sınır boylarında. Şimşek çakar, yüreğinize yıldırım düşer. Azrail’e tatil yok, çok geçmeden canım İlker’in o duyarlı yüreği susar. Onu Salördek’in ıssız mezarlığına emanet ettikten birkaç gün sonra köyün zeki gelini Makbule için akar gözyaşlarınız.

Azrail yorulmaz, peşi sıra gelir insanı üzüntüye boğan haberler.
Yılmaz Fırat’ın vedası, ansızın yere yığılan cancağızınızın acısı gibi yüreğinize çöker. Birlikte yayla yoluna düştüğünüz bir can yoldaşınızın ansızın yere yığılmasıyla, birkaç metrekarelik nöbet kulübesini kırmızıya boyayan canınızın yüreğinizi yakan acısı tazelenir.

18 Haziran’da Kartal’a aktı sevenleri. Kartal Cemevinde toplandı eşi, oğlu, kızı, kız kardeşleri ve dostları… Ayşe’nin yüreği yanık, ağabey acısı dinmez. Acılar ağlatır insanı. Ağladı Ayşe, ağladık ikimiz. Ayşe’nin çığlığına Sevim’in, Deniz’in, Ahmet Arif’in, Gülten’in, Kadriye’nin, Altın’ın ve Emine’nin gözyaşları karıştı.
Karıştı gözyaşlarımız birbirine…
Kartal Cemevinden sonsuzluğa uğurlanan canımız…
Yılmaz, canım kardeşim…
Yokluklar içinde mucizeler yaratan gururumuz…
Niçin acele ettin, niçin!
Ah be kardeşim, ah!
Yüreğimde yangın…


(Kartal, 18 Haziran 2025)