1789 Fransız Devrimi’nin armağanı olan millî devletlerin orduları, gümrükleri, kamu iktisadi kuruluşları, laik ve demokratik sistemleri  emperyalizmin hedefinde. Özgürlük iddiasıyla  parçalanan  devletlerin  tükenmek bilmeyen iç çatışmalara nasıl sürüklendiğini  görmek  için komşumuz Irak’a bakmak yeterlidir.  Amerika’nın, Irak’ı ‘Özgürlük Harekâtı’ ile parçaladığı biliniyor. Özgürlükten kasıt üretim,  hakça bölüşüm, bilim değil;  boğazlaşma, yoksulluk ve ortaçağdır.

Yugoslavya için de benzer şeyler söylenebilir. Bir zamanlar barış içinde  bir arada yaşayan Yugoslavlar, iç boğazlaşmalar yoluyla birbirlerini tükettiler. Bugün eski Yugoslavya’nın portakal dilimi gibi doğranmış coğrafyasında kurulan kukla devletlerde mezar endüstrisi tavan yapmıştır. Acılı annelerin toprağa karışan göz yaşları, olayın sorumluları için herhangi bir şey ifade etmemektedir.

 Etnik ve  mezhepsel çatışmalara sürüklenen milletler her şeyini kaybetmekte; bağımsızlık, egemenlik, laiklik, bilim, refah, güvenlik, yer altı ve yer üstü kaynakları  buharlaşmaktadır. Hapishanelerinin yönetimi bile ‘ecnebi’lerin elindedir. Tutukluların sırtında şaklayan kırbaca bile onlar hükmetmektedir. İnsanlar çarşı pazarda yürüyemez hâle getirilmektedir. 

Millî devletleri yıkma projesi, ‘millî’ bir proje değil. Millî devletlerin modası geçti sözü olsa olsa İngilizceden çeviridir. Çünkü millî kurumları yıkma planı, Türklük ya da Türkçeyle ilişkilendirilemez. Egemenliğin ‘gök’ten yere indirildiği, kulluk ilişkilerinin tasfiye edildiği,  eşit yurttaşlık ilişkilerinin geliştirildiği millî devletler, çağımızda, emperyalizme karşı direnişin kaleleridir.

         

   Türkiye’nin de hedef alındığından hâlâ haberdar olmayanlar var mı, bilemiyoruz, ama ülkemizin bölünmesine doğrudan ya da dolaylı destek verenlerin bazı konulara yeterince kafa yormadıkları görülüyor. 

Millî devletin yıkılması planlarına alet olanlara şu sorular yöneltilmelidir:

Millî devletin yerine nasıl bir ‘devlet’ kurulacaktır? Sosyalist mi, şeriatçı mı, burjuva demokratik mi?

Türkiye bölündüğünde Ankara, Antalya, İzmir ya da İstanbul’da yaşamaya devam edecek misiniz? Bu illerimizde yaşamayı düşünüyorsanız, bölünen bölgede kimler yaşayacak?

İzmirli eşinizin Batman’a yerleşmeyi kabul edeceğini mi düşünüyorsunuz?

Galatasaray Lisesine devam eden kızınızı, Batman Anadolu Lisesinde mi okutacaksınız?

İstanbul’da doğup büyüyen ve hayatında sadece birkaç kez memlekete götürebildiğiniz delikanlı oğlunuz ne olacak? Oğlunuzu yanınıza alıp, Türkiye’den koparılan bölgede yaşamaya razı edebilecek misiniz?

İstanbul Üniversitesinden aldığınız diplomayı çöpe mi atacaksınız?

İstanbul Emniyet Müdürlüğünden aldığınız sürücü belgesini yırtacak mısınız?

Türkiye bölünürse, Kocaeli’ndeki beş yıldızlı otelinizde,  İstanbul’daki fabrikanızda hiçbir şey olmamış gibi faaliyet yürütebilecek misiniz?

Ülkenin bölünmesinden yanaysanız Ayvalık, Altınoluk, Karaburun, Akyaka’da yazlık alma gerekçenizi açıklar mısınız?

Birikimlerinizi Mardin, Diyarbakır, Siirt, Bitlis vb. illerimizde değil de Batı’da değerlendirme gerekçelerinizi açıklar mısınız?

Bölünmenin, Çanakkale ve millî mücadele şehitlerinden ayrı kalmak demek olduğunu düşündünüz mü?

Millî Kütüphanedeki bir buçuk milyon kitaptan ömür boyu uzak mı duracaksınız, yoksa her sabah uçakla Ankara’ya gelip çalışmaya devam edecek misiniz?

İmparatorluktan günümüze kadar gelen tarihsel birikime sırtınızı dönüp Barzanistan yoluna mı düşeceksiniz?

 

Bölünme, travmaya yol açacak

Türkiye’nin bölünmesi, harita yırtmaya benzemez. Kaynaşan bir toplumu, iki ayrı devlette yaşamaya zorlamanın yaratabileceği sorunların yeterince ele alınmadığı söylenebilir.             Eruhlu Nurşen Hanım, Antalyalı Mehmet Bey’le mutlu bir evlilik sürdürüyor. Nurşen Hanım’ın anne-babası, kardeşleri,  yakınları, okul arkadaşları Eruh’ta yaşıyor. Okuduğu okul, doğup büyüdüğü ev Eruh’ta. İki çocuk  annesi Nurşen Hanım, bölünen Türkiye’de ne yapacak?

Baba ocağına pasaportla giden bir yabancı mı olacak?

Eşinden mi ayrılacak?

Çocuklarını alıp Eruh’a mı yerleşecek?

Çocuklarını bırakıp Eruh’a mı gidecek?

          Kurban Bayramı’nda, Mahmut dedenin mezarını ziyaret etmek için ‘vize’ mi alacak?

Sizi okuduğunuz okuldan, kulaç attığınız denizden, eşinizden, çocuklarınızdan, arkadaşlarınızdan, işinizden, sokağınızdan ebediyen ayıracak bir bölünmeye razı mısınız?

Fabrikanızdan, atölyenizden, üniversitedeki görevinizden ayrılmaya hazır mısınız?

Karadeniz’in gür ve sık ormanlarına, tavşankanı çayına, fındığına elveda mı diyeceksiniz?

Atatürk Kitaplığından, Millî Kütüphaneden, Çanakkale Şehitliği’nden, Sümela Manastırı’ndan, Anadolu Medeniyetler Müzesinden, Topkapı ve Dolmabahçe Saraylarından kopabilecek misiniz?

Diyelim ki siz bütün saydıklarımızın yanı sıra aklımıza gelmeyen nice ortak değerlerimizden kopmayı göze aldınız.  Siz öyle düşündüğünüz için Trakyalı Osman amcanın,  Ankaralı Ayşe teyzenin, kızı Diyarbakırlı Hidayet’le evli İzmirli Mehmet dayının buna izin vereceğini mi düşünüyorsunuz?

Bursalı Özgür’ün,   Diyarbakır’ın Surlarından vazgeçebileceğini nasıl düşünürsünüz?

Arkeolog Anıl Hanım’ın, Dicle ve Fırat kıyılarında Kommagene Krallığı ile ilgili yaptığı araştırmalara son vereceğine nasıl inanırsınız?

Denizlili seyyah Nuri Bey’i, Malabadi, Halilviran, Haburman Köprülerine duyduğu aşktan vazgeçirebilir misiniz?

 Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Türkiye’nin akciğeri, yüreği, damarlarında dolaşan kanıdır. Bölünen akciğerler ölüme götürür, ayrıca akciğer kanseri ölümcül bir hastalıktır

İzmir’in, Aydın’ın, Muğla’nın birlikten vazgeçmeyeceğini aklınızdan geçirmediyseniz biraz daha düşünün. 

Demek ki siz elinize aldığınız bıçakla her portakalı dilimleyemez, karpuz keser gibi ülkeyi bölemez, Kasap Dilaver gibi  akciğerleri ikiye ayıramazsınız. Eğer hâlâ bölünmeden yanaysanız, bunun çocuksu bir fanteziden ibaret olduğunu er geç öğreneceksiniz.

Fantastik maceralar hüsranla sonuçlanır.

 

 Batıdaki konfordan ödün vermeyen ‘eylem’ciler

Batı’da yaşayan,  Doğu’ya sadece ‘tur’larla giden, herhangi bir Doğu kentinde ev ya da arsa almayan,  yaz tatillerini Diyarbakır’ın  Bağlar semtinde değil Ege ya da Akdeniz kıyılarında geçirenler, bölünen Türkiye’deki  konumlarını düşünmüşler midir?  Sözgelimi, İstanbul Üniversitesinde görev yapan ve ülkenin bölünmesinden yana tavır alan akademisyenlerden kaçı Siirt, Mardin, Batman’da  yaşamayı  göze alabilmektedir? Bir ülkeyi bölme eyleminin demokratik hak olarak görülemeyeceği açık. Bölme eylemine düşünsel katkı sağlayanlar, Batı’da elde ettikleri kazanımların, bölünmüş bir Türkiye’de hiçbir anlam ifade etmeyeceğini yaşayarak mı öğrenecekler? Yıkıcı faaliyetlerde bulunanlar, yıktıkları ülkede, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya ve statülerini korumaya devam edeceklerini mi düşünüyorlar?  

İstanbul’da kazandığı parayı yıkıcı faaliyetlerin finansmanında kullananların ne düşündüklerini bilen var mı? Türkiye parçalanacak, Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde kukla bir devlet kurulacak... Bu sürece maddi ve manevi katkı sağlayan İstanbul A Fabrikasının sahibi, hiçbir şey olmamış gibi, İstanbul’da yaşamaya ve fabrikasında üretime devam edecek! 

Yıkıcılar, yıkıntıların altında kalır!

Türkiye, Irak ve Yugoslavya’nın aksine, yıkım ekibini yıkıntıların altında bırakacaktır! Bütünlüğümüzü, egemenliğimizi, bağımsızlığımızı koruma kararlılığımızla,  ABD’nin hedef aldığı mazlum milletlere örnek olacağımız büyük zaferlerin eşiğindeyiz.

 20. yüzyılın başında Türkiye’de  ağır yenilgiye uğrayan emperyalizmi, bugün de büyük bir yenilgi beklemektedir. Amerikan bombalarıyla kollarımızı, bacaklarımızı uçuranlar  için Türk Milletine teslim olmaktan  başka bir seçenek kalmamaktadır.

 

 

17 Temmuz 2016,       Kırmızıköprü (Pülümür)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault