PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜ SÜREK MAHALLESİ’NİN YIKINTILARINA GÖMÜLEN ACILAR
Ayrıntılar
Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Mezra köyünün ‘mahalle’lerden oluştuğunu bilenlerin sayısı oldukça az. Köyün farklı alanlarında yükselen yapılar, mahalle olarak nitelendirilmiş. Ovabover, Ovaserene, Tum ve Sürek, Mezra köyünün mahalleleri.
Acı anıların izini saklayan Gerise’yi hatırlayanların nerdeyse tamamı Taht’ta ebedî uykusunda.
Sürek, 1950’li yılların başında Kovuklu köyünden Mezra’ya dâhil edilmiş. Satın alma sürecinde köyde hararetli tartışmalar yaşanmış. Hasan Erginoğlu’nun toprak damlı evinin üzerinde bir araya gelen bazı köylülerin, çok değerli olduğu düşünülen alanla ilgili konuşmalarına tanıklık eden çocuklardan bazıları bugün 90’lı yaşlarda.
Sürek; Canpolat, Demirbilek ve Sosun (Susan, Susam) ailelerince satın alınmış. Adı geçen aileler, Mezra Sürek’e taşınmadan önce Kaymaztepe (Meçi) Mikail’de oturuyormuş.
Mezra’nın bu şirin köşesinin arazi ve arsaları, beş aileye ait.
Mahalle, Mezra-Akdik-Kovuklu yolunun kıyısında yer alıyor. Ormanın kalbine gömülü bu saklı cennet, 80’li yıllarda cehenneme çevrilmiş. Köy merkezine tahminen 1 km uzaklıktaki yerleşim alanını karıştıran karanlık eller, köyün 21 yaşındaki delikanlısını, küçük kardeşinin gözleri önünde kurşuna dizmiş.
Bundan tam 41 yıl önce...
Cennetten, cehenneme dönmüş mahalle.
Delikanlının kanıyla sulanan yola akmış gözyaşları.
Işığı sönmüş toprak damlı evlerin.
Karanlığa gömülmüş, mahalle.
Geride gözü yaşlı anne ve babalar, kardeş acısıyla sıkışan yürekler, sevincini yitirmiş çocuklar kalmış.
Duvar dibinde ağlayan genç bir anne, yüreğinde kurşun yarası…
Sürek’te, insanlığın kaldıramayacağı kirli cinayetin ardından kapılara kilit vurulmuş birer birer. Büyük umutlarla yerleşilen Sürek, insansızlaşmış.
Dağılmış Sürekliler dünyanın dört bir yanına.
Yokluk ve zorluklarla mücadele kolay mı, aç susuz kalanlar olmuş gurbet ellerde.
Dövülen, zorbalığa uğrayan genç kadınlar, yüreği damıtılmış sudan temiz.
Dağılan aileler.
Cehenneme çevrilen Sürek şimdi bomboş.
Bir sabah vakti, Hasan Arslan'la, yaban hayvanlarının mesken tuttuğu Sürek’teyiz.
Yiyecek arayışındaki hayvan kalıntıları, Sürek’in yeni sakinlerini ele veriyor.
Meşe ağaçlarının kuşattığı yolda ağır ağır yürüyoruz. Bitkilerin kamp kurduğu yol yemyeşil, çiçeklerle kaplı. Gelincikleri, meşe ormanının derinliklerinden seslenen kuşları ve ürkek bir tavşanı selamlayarak yol alıyoruz. Bazı güzelliklere, tabakta tükenmesi istenmeyen yiyecekler gibi, erken veda etmek istemez insan. Yıkıntılara doğru kısa adımlarla, alabildiğine yavaş yürüyoruz.
İşte köy çeşmesi, suyu kesik. Lülesi, börtü böceğin yaşam alanı olmuş. Elinde kova, çeşme başında sohbet eden kardeşim Zekiye’yi arıyor gözlerim…
Yağmacıların gözünden kaçan sac tabakaları, yıkılan baraka ve bazı duvarları zamana direnen evler… Kapı ve pencereler savrulmuş, demir kapı paslanmaya yüz tutmuş. Bir ahşap kapı, yeşil renkli, yıllara meydan okuyor.
Sarı renkli pencereden Mezra ve Gavrag’a el sallıyoruz.
Bir kuşağın yaşama sevincinin çalındığı yıkıntılarda yanıtsız nice sorular.