Hak, Arapça kökenli bir sözcük. Birden çok anlamı var: Adalet, kazanç, doğruluk, pay, emek, gerçek. Hak, aynı zamanda özel isim, Allah anlamında da kullanılıyor. İstiklal Marşı’nda, Mehmet Âkif’in ‘Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal’ dizesi buna örnek olarak verilebilir.
Hak, dilimize yerleşen bazı sözcüklerin kaynağıdır. Bugün yaygın olarak kullanılan ‘Hakkı’ ismi de bunlardan biridir. Hakkı artık Arapça değil, Türkçedir. Hakkı’nın kökeni için Arap Dili ve Edebiyatı’nda özel bir çalışmaya girişmek, artık anlamsızdır.
Hakkı;
Komşumuz,
Okulda sıra arkadaşımız,
Eşimiz,
Amcamız, dayımız, babamız, oğlumuz,
Alışveriş yaptığımız esnaf,
Sabanla toprağı işleyen çiftçi,
Ülkeyi sırtında taşıyan işçi,
Yaşamını vatanına adayan sanatçı,
Ameliyathanede yorgun düşen doktor,
Gazetede sabahlayan muhabir,
Anafartalar’da toprağa düşen Mehmetçiktir.
Adım attığım her yerde karşıma mutlaka bir Hakkı çıkar. Bazen sevdiğim bir arkadaştır, bağrıma basmak istediğim. Fabrikada çalışan işçidir, emeğiyle onurlu bir yaşam sürdüren. Ameliyathanede titiz bir operatör, duyarlı bir komşu, paraya pula değer vermeyen bir gönül adamıdır.
Hakkı var, ‘Hakkı’ var!
CAMBAZ HAKKI
Bizim kasabanın ‘Cambaz Hakkı’sını bilen bilir. ‘Cambaz’, hayvan alım satımı yapan kişilere verilen bir isim. Bazı yörelerde tüccar da deniliyor. Cambaz Hakkı, yani Hakkı Keskinkılıç iyi para kazanıyor. Riskli bir meslek olmasına karşın, kazancından dolayı mesleğine âşık bir insan. Sadece mesleğine âşık olduğunu söylemek haksızlık olur. Karısıyla yaşadığı tutkulu aşkın üzerinden neredeyse bir asır geçti. Aşk bu; doğar, büyür ve ölür. Geçen yıl bizim kara öküz Murtaza’dan aldığı boynuz darbesiyle kaşı açılan Hakkı’nın, meğer daha büyük acıları varmış.
Geçenlerde dev bir ceviz ağacının gölgesinde, bana, çektiği acılarla ilgili iki saate yakın izahat verdi. Ceviz ağacının gölgesinde oturmanın sakıncalı olduğu düşünülür. Doç. Dr. Reyhan Erdoğan, kafamıza ceviz düşmediği sürece, cevizin altında oturmanın sakıncalı olmadığını belirtiyor. Erdoğan, bu yanlış algının, cevizin salgıladığı sülfür gazından kaynaklandığını, sülfürün de ozon tabakasını yenilediğini dile getiriyor. Böylece ceviz, Hakkı’yı dinlemek için ideal bir ağaç oluveriyor. Hakkı’yla gönül rahatlığıyla sohbet edebiliyoruz. Bir sevdiği varmış, onu deli gibi seviyormuş. Sevdiği kadının adını söyleyince, inanamadım:
Süslü Nuriye!
Niye mi şaşırdım?
Süslü Nuriye, Cambaz Hakkı’nın karısı Halide Hanım’ın yakın arkadaşı sayılır. Çok sık görüşürler. Halide Hanım, bu en yakın arkadaşını sık sık çaya davet eder. En güzel yemekleri onunla paylaşır. Ben, Süslü Nuriye’nin ‘hak’la ilgili ısrarını şimdi daha iyi anlıyorum. Nuriye, Cambaz Hakkı’nın evinden çıkarken, her defasında, Halide Hanım’dan ‘helallik’ almayı ihmal etmez.
-Halide, hakkını helal et!
Bir bardak çayın, bir dilim kekin lafı mı olur!
Halide Hanım, bu sözü duymaktan bile utanır.
-Helal olsun canım!
Nuriye, yaşadığı rahatsızlıktan kurtulmak için, Halide Hanım’dan helallik istiyor. Halide Hanım, farkına varmadan, Hakkı’yı, Nuriye’ye ‘helal’ ediyor!
Hakkı, böylece helal oluyor!
HAK ARAYIŞI BAŞA BELA
Hak arayışının, başımı belaya soktuğunu belirtmeliyim. 1979 yılında, Kırmızıköprü Ortaokulunda öğrenciyken, İngilizceden düşük not aldığım için öğretmene isyan etmiştim. O zaman İngilizce derslerimize Türkçe öğretmenimiz B. K. giriyordu. Müdür odasında oturan öğretmenimizin yanına gittim ve sınavda hakkımı yediğini söyledim. Öğretmenin tepkisi çok sert olmuştu:
-Sen bana hesap mı soruyorsun? Şimdi gafanı gırarım senin!
Öğretmenimiz, sözüne bağlıydı. Dediğini yaptı ve tekme tokat üzerime yürüdü! Öğretmenin elinden beni okulumuzun memuru Ali Pekin kurtarmıştı.
Öğretmen notumu değiştirmediği gibi bana iyi bir ders vermişti.
Hak arayışımın faturası ağır olmuştu.
Dudağım patlamış ve burnum kanamıştı!
Öğretmen, henüz 13 yaşındaki bir öğrencinin düşük nota itirazını içine sindirememişti.
HAK VE İSLAMİYET
Bir yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik dini olan İslamiyet’i kişisel çıkarlarına alet etme çabasındaki bazı kişilerin, çalıp çırparken ‘helal’lik istedikleri ve bu sayede rahatladıkları biliniyor. Başkasının malına göz koyan, haksızlık yapan kişilerin kendilerini affettirmeye yönelik bu tür girişimleri, İbni Haldunları, İbni Sinaları, Farabileri yetiştirmiş büyük uygarlığa karşı saygısızlık olarak görülmelidir.
Okul Müdürü Yılmaz Çalan’ın, okulunu haşerelere karşı ilaçlattıktan sonra Aile Birliğine sunduğu bir faturaya karşılık 2.500 TL aldıktan kısa bir süre sonra Hacca gittiğini bilmeyen yok. Düşünün okul ilaçlanıyor, ama müdürden başka kimsenin haberi yok. Eylem yok, ama fatura var! İş kılıfına uygun. Bir okul müdürü, Aile Birliğinin çektiği parayı cebine koyup kutsal topraklara gidiyor. Bunu müdür yardımcıları, öğretmenler ve Aile Birliği üyeleri biliyor, ama suçlunun yakasına yapışan yok! Çünkü adam, Ankara’daki bir kırpık bıyıklının koruması altında!
Kırpık bıyıklıların dayanışması da din kisvesi altında yürütülüyor.
Badem bıyıklı müdür, Hacca giderken helallik almayı ihmal etmiyor:
-Hakkınızı helal edin!
Hafız Hasan Dede yaşasaydı bunlar için ne derdi? Dede, dua etmek için odasına çekilirdi. Odada elektrik bile yakmazdı! Torunları yaksa bile söndürürdü. Kapı camından süzülen ışıkta dua edebildiğini, boş yere ışık yakmanın israf olduğunu söylerdi.
Hasan Dede, iyi ki hayatta değil. Bugünleri görseydi, kahrından ölürdü.
O yaşasaydı, İlahiyat kökenli din adamları ve yöneticilerin yaptıklarına isyan ederdi.
İLAHİYATÇI, SAHTE BELGE DÜZENLER Mİ?
İlahiyat Fakültesi çıkışlı Millî Eğitim Müdürü, göreve başladıktan kısa bir sonra eline tutuşturulan listeye dayanarak yüzlerce okul müdürünü görevden almıştı. Kamuoyu, listeyi verenlerden haberdar değildi. Okul müdürleri, bu haksızlığa, ilahiyatçı bir müdürün nasıl olur da alet olduğunu bir türlü öğrenemedi. Millî Eğitim Müdürü, okuluna gitmediği, tanımadığı, hakkında hiçbir izlenim edinmediği müdürleri görevden alırken elindeki listeye baktı. Millî Eğitim Müdürü, tanımadığı bazı müdürlerin teknolojiyi kullanamadığını, bazılarının konuşurken karşısındakinin yüzüne bakmadığını, bazılarının toplantıya zamanında katılmadığını, bazılarının ise okulu yeterince ısıtmadığını öne sürerek görevden alınmalarına onay vermişti. Yaz mevsiminde göreve başlayan Müdür, bölgede tek kadrolu kalorifercisi olan okulun ısıtılmadığına karar vermişti!
O tarihlerde FETÖ elemanlarını eğitim kurumlarından temizleme çalışmalarını ‘kripto’ FETÖ’cüler yönlendiriyordu. Listeyi hazırlayanlar arasında, bir eğitim sendikasında yuvalanan, F Tipi Gladyo’nun elemanının da olduğu öne sürülüyordu. ‘Kripto’ elemanların hazırladığı listeyi hiç sorgulamadan onaylayan Müdür, tepkiler üzerine dine sığınmıştı! Bizim gibi, insandan umudunu kesmeyenlerin beklentisi, Müdürün istifasıydı. Müdürden, kumpası açığa çıkarması ve bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşması isteniyordu.
Buna yanaşmadı.
O da Nuriye Hanım‘ın yöntemini benimsedi:
-Hakkını helal et!
Odasında, haksızlığı gidermesi için toplanan müdürlerin dinî inançlarına seslenmeyi tercih etti. Bu dünyada her şey yüce Allah’ın bilgisi dâhilinde oluyordu. Görevden almalar da bu kapsamda değerlendirilmeliydi. Müdürlere son sözü de şu olmuştu:
-Hakkınızı helal edin!
Odasını boşaltan müdürlerden hiçbiri hakkını helal etmemişti.
Yüzlerce okul müdürüne haksızlık yapan Millî Eğitim Müdürü, dinî görevlerini ihmal etmiyor. İslamiyet, onun için, doğruluk, dürüstlük, helal kazanç, haksızlığa karşı çıkmak, iyilik, yardımlaşma ve dayanışma vb. demek değildir.
Çürüyen yaşantıları İslamiyet’le açıklama çabası, sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Türkiye, mafyalaşan sistemle, bütün güzel değerlerini kaybediyor. Çürüyen sistemi din kisvesiyle gizleme çabası, insanlarımızı kirletiyor. Haksızlığı, hırsızlığı ve çürümüşlüğü din maskesiyle normalleştirme çabaları, Türkiye’yi bir kurt gibi kemiriyor.
Yeniden ayağa kalkmanın yolu, hakta ve haklı da ısrardan geçiyor.
Türkiye, 21. yüzyılda hakka her zamankinden daha çok mecburdur.
Ülkemizi çürütecek hiçbir faaliyet ve girişime hakkımızı helal etmiyoruz!
Tertemiz, pırıl pırıl, çalışkan ve fedakâr Hakkı’mızı geri istiyoruz!
(Kırmızıköprü/Pülümür, 03.08.2017)
Kaynakça: