Bu yazıyla, 90’lı yıllardan bu yana sistemli bir yıpratma kampanyası ile karşı karşıya olan devlet okullarının kimler tarafından, niçin hedef alındıkları sorusuna yanıt aranmaktadır. Küreselleşme süreciyle birlikte, emperyalizmin yıkım programına dâhil edilen millî kurumların başında eğitim kurumları gelmektedir. Yazıda, devlet okullarını yıpratma sürecinin, öğretmenlerin hedef alınmasından bağımsız olarak ele alınamayacağı konusuna da dikkat çekilmektedir.
Şehit öğretmen Ali Boşgelmez (Kaynak: MEB).
Yıkım, MEB’in ‘CEO’larıyla Yürütülüyor
Millî eğitim yöneticisi, millî eğitimi hedef alır mı? Millî olmayanın, millî eğitimin başında ne aradığı sorusu daha anlamlı. Bu soruya, yere ve zamana bağlı farklı yanıtlar verilebilir. Başında olduğu kurumu yıpratma ve yıkıma uğratma görevinin ‘kutsal’lığına inanan/inandırılan bürokratların azımsanmayacak sayıda olduğu tahmin edilmektedir.
Sistem, yıkım ekibinde rol verdiği elemanların terfi ve taltiflerinde oldukça cömert davranmaktadır.
Bugün genel kabul gören düşünce şöyle özetlenebilir: Millî eğitimin başında millî eğitimi yıkma görevini üstlenen ‘CEO’lar bulunmaktadır. ‘CEO’, millî kurumlara yabancıdır. ‘CEO’, millî devlet düşmanlığının kol gezdiği koşullarda piyasaya sürülen bir ‘yönetici’ modelidir. ‘CEO’, ‘SİO’ diye okunan, kısaca ‘tepe yönetici’ olarak tanımlanan İngilizce sözcüklerin kısaltılmış hâlidir.
Millî Kurumlar Nasıl Yıkılıyor?
Bir kurum, kendini yenilemek ve geliştirmekle yükümlüdür. Kurumlardan, yöneticiler dâhil, bütün çalışanların uyum içinde olmaları ve kamu yararını gözetmeleri beklenir. Kurumların yönetiminde, liyakat esasına göre atanan, nitelikli ve yetişmiş yöneticilerin bulunması gerekir. Bu yöneticilerin, toplumsal yarar temelinde kurum çıkarlarını savunmaları ve kurumsal gelişmeye katkı sağlamaları gerektiği açık.
Anayasa Mahkemesi, Anayasayı,
Rektör, üniversiteyi,
Okul müdürü, okulu,
Hastane müdürü, hastaneyi,
Komutan, orduyu,
Ordu, vatanı,
Sporcu, takımını,
Millî sporcu, ülkesini,
Cumhuriyet savcısı, Cumhuriyeti,
Polis, devleti savunmakla yükümlüdür.
Günümüzde, yukarıdaki örneklerle çelişen ilginç uygulamalara fazlasıyla rastlanmaktadır. Üniversite kaynaklarını FETÖ vb. terör örgütlerine aktaran rektörlerden, operasyon bilgilerini terör örgütleriyle paylaştıkları için tutuklanan asker-polislere uzanan geniş yelpazede, Millî Devleti hedef alan eylemlerin devlet görevlileri eliyle yürütüldüğü görülmektedir.
Basit bir makineyi kamu hastanelerine almayıp özel hastanelere kaynak sağlayan hastane yöneticilerine, devletin sağlık yöneticisi diyebilir miyiz?
Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT)nde görevlendirilen üst düzey yöneticilerin, yönettikleri kuruluşları çökertmek için gösterdikleri ‘çaba’ unutulacak gibi değildir. KİT’lerin, yöneticileri tarafından çökertilerek üç kuruşa elden çıkartılmasına benzer durum, bugün diğer millî kurum-kuruluşlar için geçerlidir. Orduyu yıpratma girişimleri ile okullara yönelik uygulamaların aynı kapsamda olduğu görülmektedir.
Bir valinin, en başarılı okula yaptığı ‘baskın’la, öğretmene hakaret ederek ölümüne neden olması vb. davranışların ortak hedefi, devlet okullarının tasfiye edilmesidir. Devlet okullarında yönetici ya da öğretmenlere celallenen bazı valilerin, özel okullara düğme ilikleyerek girdikleri bilinmektedir. Aslında düğmeler, şeyhlerin önünde iliklenmektedir. Çünkü özel okulların büyük bölümü, Cumhuriyet düşmanı cemaatlere aittir. Milî Devletin reflekslerinin zayıflatılması, koruma-kollama görevinin suç kapsamına alınmasına yönelik şaşırtıcı uygulamalarla ilgili sayısız örneklerle baş başayız.
Silah fabrikasının müdürü, sahip olduğu bilgiyi üç kuruşa düşmana pazarlamakta,
Hastane müdürü, hastalara özel hastaneyi adres olarak göstermekte,
Okul müdürü, başarılı öğrencisini cemaat okuluna göndermekte,
Hâkim, hava üssünde yakalanan çete imamını salıvermekte,
Sporcu, kendi kalesine gol atmakta,
Banka genel müdürü, bankasını soymakta,
İl ya da ilçe millî eğitim yöneticileri, okulları yıpratmaktadır.
Bütün bu uygulamaların bir açıklaması olmalı. Bir kurum, nasıl olur da kendi yöneticileri eliyle çürümeye terk edilir? Yırtıcı hayvanlar bile soylarını sürdürebilmek için yavrularıyla beslenmezler.
Aslan yavrusunu yemez.
Balina yavrusunu gözünden bile sakınır.
Kanguru, yavrusunu kesesinde taşır.
Kedi, dişlerini, ağzında taşıdığı yavrusuna geçirmez.
Kartalın, sarp kayalıklardaki yumurtasını ya da yavrusunu korumak için göze alamayacağı tehlike yoktur.
Peki bir devletin, kendi kendini yok edecek sürecin ateşleyicisi olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Bir devletin intihar girişimini hangi fikir erbabı tanımlayabilir?
Devlet malı yemeyen ‘domuz’lar giderek azalırken, göbek patlamasını yüksek kalorili devlet mallarına borçlu olanlara sistemin teveccühünü nasıl yorumlamalıyız?
Devlet okulları, cumhuriyetin yadigârıdır. Mafyalaşan sistem, cumhuriyete karşı acımasızdır. Çünkü cumhuriyet, büyük önder Atatürk’ün ifadesiyle, kimsesizlerin kimsesidir. Başka bir ifadeyle, parasız sağlık ve parasız eğitimdir. Üç beş haneli mezralara yapılan köy okuludur, cumhuriyet. Dağ başlarında tezekle ısınan köylülerin ayağına giden ebe ve doktordur. En ücra köylere yapılan sağlık ocağıdır.
Şehit Öğretmenler
Cumhuriyete düşman olanlar, işe okullardan başladılar. Köy okullarında görev yapan cumhuriyetin ışığı öğretmenlere kıydılar. Dikkat edilirse, KİT’ler başta olmak üzere, millî kurumlara yönelik küresel saldırganlık etnik terörle eş zamanlı gündeme getirildi. Devletin Sümerbanklarının, Et ve Balık Kurumlarının haraç mezat satıldığı yıllarda köy okullarının yakılması ve öğretmenlerin acımasızca katledilmesi, bir rastlantı değildi. Cumhuriyet yıkıcılığı, ekonomik ve sosyal zeminde yürütülüyordu. Millî Devleti parçalama stratejisi, bize milletsizleşmeyi dayatıyordu. Başbakanlık Konutunda tarikat şeyhlerinin ağırlanması, mezhep kışkırtıcılığı, öğretmenlerin katledilmesi, okulların yakılması, Türksüz Anayasa girişimlerinin tamamı bu operasyonunun bir parçasıydı.
Hiç merak ettiniz mi, 150 öğretmenini teröre kurban veren başka bir ülke daha var mı? Tamamı bir tabur asker yapar. Abdülkerim Usta (1917, Irak), Mahmut Karabekiroğulları (1917, Filistin), Süleyman (1918, Filistin), Mustafa Fehmi Kubilay (1930, Menemen), Mehmet Saygıgüder (1979, Gaziantep), Recep Çakır (1980, İstanbul), Nevzat Demirci (1980, Ağrı), İsa Karaaslan (1987, Mazgirt), Dilay Kerman (2011, Tunceli)…. Irak, Filistin, İstanbul, Gaziantep, Tunceli, Mardin, Elazığ, Diyarbakır…
Öğretmeni hedef alan kör kurşun bölge farkı gözetmiyor.
Gece yarısı patlayan mermiler sadece gencecik öğretmenlerin canını almıyordu. Kurşun bütün milleteydi. Cumhuriyete kastediliyordu. Yere serilen öğretmenlerin yaş ortalaması, 20-25’ti. Düşünün, Kurtuluş Savaşı sırasında, 1921 yılında, Atatürk Ankara’ya geliyor ve Maarif Kongresi’ne katılıyor. Öğretmenler daha savaş koşullarında cumhuriyetin en önemli dayanağı. Cumhuriyetin henüz 70 yaşında olduğu Türkiye’de, cumhuriyeti hedef alanlar öğretmenleri katlederek işe başlıyorlar.
Eli silahlılar okulları yaktı ve öğretmenleri katletti. Pülümür’ün Altınhüseyin köyünü hiç görmedim. Bize oldukça uzak, dağ başında bir köy… Ali Boşgelmez… Kaş’ın Ağullu köyünden bir köylü çocuğu, valizini omuzlayıp Altınhüseyin köyünde göreve başlıyor. Göreve başladığında 20 yaşındaydı. Ali’den bir yaş büyüğüm, ama o benden bir yıl önce göreve başlamış. Görevi başındayken, 15.04.1988 tarihinde şehit ediliyor. Ali şehit olduğunda henüz 21 yaşındaydı, 22 yaşını göremedi. O şehit edildikten yaklaşık 8 ay sonra Erzincan/Otlukbeli Boğazlı Köyü İlkokulunda göreve başladım. Tek katlı lojmanda arkadaşım Fatin Rüştü Yıldırım’la birlikte kalıyordum. Ali’nin acısı, o lojmanda benim yüreğimi burkmuştur. Bir Pülümürlü olarak Ali’ye sahip çıkamamanın utancından kurtulabilmiş değilim. Köye, köylüye emanet 20 yaşında bir öğretmen. Kitabı ve defteriyle geldiği köyden tabutuyla baba evine dönüyor. O lojmanlarda yaşamayanların Ali’nin trajik ölümünden azap duymalarını beklemek, biraz iyimserlik olur. Kuşkusuz Ali sadece küçük bir örnek. Erkan Aydın, Lokman Çeker, Mustafa Çağlar, Nevzat Akdemir, Elif Livan, Hamza Çetin, Buminhan Temizkan, Ayşe Konakçı, Neşe Alten ve daha nice şehit öğretmen, gencecik yaşta karıştı toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranların arasına…
Bugün bunları anmakla acıları tazelemek değil amacım. Fakat unutmamak, unutturmamak gibi bir sorumluluğumuz da var. O yıllarda öğretmenlere kurşun yağdırılıyordu. Peki, bugün ne yapılıyor?
Köy okulları birer birer kapatıldı. Yoksul öğrencilerin eğitim gördüğü Yatılı İlköğretim Bölge Okullarının kapısına kilit vuruldu. Bazı köy okullarının kapı ve çerçeveleri söküldü, belgeleri çöpe atıldı. Köy okullarının hafızası silindi.
Devlet okullarını yıkıma uğratma çabası farklı yöntemlerle sürdürülüyor.
Öğretmenler sürekli bir yıpratma kampanyasıyla karşı karşıya…. Devlet okullarında para toplandığı, öğrenci dövüldüğü, yardımcı kaynak kullanıldığı vb. konularda sistemli bir kampanya yürütülüyor.
Devlet okulunda yerden çöp alan bir öğrencinin görüntülenmesi, suçlama için yeterli olabiliyor. Öğretmen, öğrencisine yardımcı kaynak mı önerdi, hemen soruşturma konusu olur. Okul yönetimi, dilencilerin bile kabul etmediği miktarda bağış talebinde bulunduğunda ülkenin en büyük ‘yiyicisi’ olarak basının manşetlerinde ağırlanır.
Gerçek yiyicilere gösterilen hoşgörü ise göz yaşartıcıdır.
Devlet okulları başarılarıyla anılmazlar.
Devlet kesesinden her bir öğrenci için özel okullara 2.800-4.000 TL ‘destek’ verilirken, ödenek ayrılmayan devlet okullarında fedakârlıkla yürütülen hizmetlerin baltalanması, ancak sistemli bir çürütme faaliyeti olarak tanımlanabilir.
Sistem, kan uyuşmazlığı yaşadığı okullardan kurtulmak için elinden geleni yapmaktadır.
Devlet okulu, parasız eğitim demektir.
Adım attıkları okullarda karşılarına çıkan Atatürk ve Türk bayrağı, onları ürkütmektedir.
Bayrak törenleri ve millî bayramların kutlanmasından duydukları rahatsızlığı ifade edecek cesarete sahip olmadıkları için düşmanlıklarını farklı biçimlerde yansıtmaktadırlar. Okulların bakım ve onarımının engellenmesi, işçi atanmaması, donatım ihtiyaçlarının karşılanmaması vb.
Devlet okullarına karşı yürütülen psikolojik savaşla amaçlanan, millî kurumlardan kurtulmaktır. Eğitimin paralı hâle getirilmesi de önemli bir gerekçedir, fakat sürecin kavranması için yeterli değildir.
Başı dik, kişilikli kuşakların yetiştirildiği okulları yıkıma uğratmaya çalışanların amacı, çocuklarımızı cemaatlerin/şeyhlerin insafına terk ederek çürütmektir.
Cumhuriyetten, milletten, daha doğrusu Türk Milletinden kurtulmak için okullar hedef alınmaktadır. Türk Milletini hedef alanların zayıf halkası, milletin gücünü dikkate almamalarıdır.
Türkiye’yi parçalama stratejisinde piyonluk görevi üstlenenlerin cumhuriyet yargısına hesap verecekleri günlere bugün dünden daha yakınız.
Millî Devletin okullarını hedef alarak Türk Milletini devletsizleştirmeye kalkışanlar, bu milletin ayakları altında kalacakları güne şimdiden razı olmalıdır!
26.04.2017/Körfez
Kaynakça:
http://www.meb.gov.tr/belirligunler/sehitogretmenler/ Erişim: 26.04.2017