Keko oğlu Ali’nin dillere destan malvarlığının, bir ailenin, daha doğrusu bir köyün kaderinde oynayabileceği rol kimsenin aklına gelmemişti. Ali Arslan (Aliye Qek) ve eşi Fatma Arslan, Saldag Kewl’in, hayvancılığın hakkını veren çalışkan çiftlerindendi.
Fatma Hanım, Torne Ap’in kızıydı. Babadan kalma altınlarla evliliğe adım atmıştı.
Aile, hayvansal ürünlerden elde edilen parayı, Reşat altına çevirirdi.
Ali, paraya sıkışan köylülere borç veren sayılı isimlerdendi. Bölgede hâli vakti yerinde bazı köylüler, ihtiyaç duyan kişilere ‘kredi’ açan tabelasız banka gibiydi.
Belli süreliğine verilen para, çoğalarak sahibine dönerdi.
Ali-Fatma Arslan, Reşat altınları özenle tunç küpe yerleştirir, kimsenin hayal edemeyeceği yerlerde saklardı. Sürgün yıllarını Gavrag Kulik’te geçiren, Süleyman Ağa’nın torunu, Kamer Ağa-Emine Hanım çiftinin kızı Emine Arslan’la (1911-2000) eşi Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973), Ali-Fatma Arslan çiftini yakından tanıyan isimlerdendi.
Emine Arslan, altınların öyküsünü Fatma Hanım’dan dinlemişti. Fatma, altınları güvende tutma konusunda önemli deneyimler kazanmıştı. Bu deneyimlerin her zaman işe yaradığı söylenemezdi. Duvar boşluklarına ya da yaylada akla gelmeyen yerlere, sözgelimi çarçır dibine saklanan altınların güvende olduğunu söylemek güçtü.
Aile, yoksulluğun diz boyu olduğu koşullarda azımsanmayacak miktarda servet edinmişti. Bu servet, Salördekli köylünün ‘derebey’liği için yeterli sayılmış, yaşamına mal olmuştu. Arslan ailesinin serveti, 1938 yılında ateşe verilen evden yükselen dumanlarla havaya karışmış, herhangi bir olayla uzaktan yakından ilgisi olmayan Ali Arslan, Pülümür’de 16 köylüyle birlikte kurşuna dizilmişti!
Pülümür Çayı’nın doğusunda, ilçe merkezinin güneydoğusunda kalan Salördek, Dersim operasyonlarının kapsamı dışındaydı. Köyde, Arslan ailesi dışında, kimse sürgüne gönderilmemişti.
1938’de, Salördek köyünde Ali-Fatma Arslan çiftinin evinden başka hiçbir ev yakılmamıştı. Ev yakılmadan önce, ailenin depoladığı yiyecekler (elma ve armut kurusu, öğütülmüş armut kurusu, çökelek, tereyağı, kavut, un vb.) birer birer dışarıya çıkarılmıştı. Kewl’de evin çevresinde toplanan köylülere seslenen komutan, yiyecekleri almaları için çağrıda bulunmuş, çuvallar dolusu yiyeceğe el süren olmamıştı. Komutan, “Keko’dan korkuyorsunuz, değil mi?” diyerek, aralarında Gavraglıların da bulunduğu köylülere tepki göstermişti. Evin Acem halısı ya da kilimi bir kenara ayırılmış, ev ve yiyecekler ateşe verilmişti.
Evden dumanlar yükseldiğinde Salördek köylüsü Korte Yaylası’ndaydı. Ev sahibi Fatma Hanım, evin ateşe verildiği haberini alır almaz, alevlerin nereye kadar yayıldığını öğrenmeye çalışmıştı. Çift, bazı altınları evin çeşitli bölümlerinde saklamıştı.
Fatma Hanım, ölüm döşeğindeyken, yakınlarının tüm ısrarlarına karşın, sakladığı altınların yerini kimseye göstermemiş, kendisine ağıt yakmasını istediği Mezralı Emine Hanım’a şöyle seslenmişti:
“Süleyman Ağa’nın torunu, yerde çürüsün, yerde çürüsün!”
‘Servet’inin bedelini canıyla ödeyen Keko oğlu Ali, 16 köylüyle birlikte katledildiğinde, kardeşi Ahmet, eşi ve çocuklarıyla birlikte ormanın derinliklerine karışmıştı. Gözden kaybolan 10 köylü, ölümle burun buruna, tehlikeli ve yorucu günler geçirmişti.
Ali Arslan, Pülümür’de yıldızlara kavuştuğunda, kardeşi Ahmet Aslan (Hemede Qek, Pülümür 1857-Amasya Gümüşhacıköy 1940) eşi Ğeyal Hanım (1880-1955), çocukları, gelinleri ve torunuyla ormanda saklanmıştı. Baba ve annenin dışında, ormanda saklanan aile bireyleri Ali Aslan (1907-2001), eşi Melek Aslan (1916-1986), oğlu Hasan Aslan (1935-2002); Hıdır Aslan (1916-1987) ve eşi Arzum (Çiçek) Aslan (?-?), Hüseyin Aslan (1928-1974), Musa Aslan (1930-2024) ve Gülüzar Aslan’dan (1934-2019) oluşuyordu.
Ormanda günlerce yer değiştiren aile, Pülümür Çayı’nın batısında yaşayan köylülerle birlikte sürgün kapsamına alınmış, Amasya Gümüşhacıköy Beden köyüne yerleştirilmişti. Gümüşhacıköy’de yaşama tutunmaya çalışan aile, sürgünün ikinci yılında babasız kalmıştı.
Keko oğlu Ahmet, sürgün acısı yaşadığı Gümüşhacıköy Beden köyünde her sabah yönünü Güneş’e dönerek dua ederdi:
“Allah’ım benim ruhumu doğduğum topraklarda al!”
Yaşlı köylünün bu dileği gerçekleşmez.
81 yaşında kaçak duruma düşen Ahmet Aslan, ata toprağından koparılışının ikinci yılında yaşama veda eder.
Yaşamdan tek beklentisi köyünde gömülmek olan yaşlı köylü, sürgünde olduğu Beden köyünde toprağa emanet edilir.
Beden, sürgün yorgunu Pülümürlünün, geriye dönüşü olmayan bir tür zorunlu iskânıdır artık.
Babanın ölümünden sonra çocukları yoğun emek gerektiren işlerde çalışmaya başlar. Aslan ailesi, Gümüşhacıköy’de yapı ustalığı, marangozluk vb. işlerle yaşamını sürdürmeye çalışır. Onlardan biri de Hüseyin’dir.
Hüseyin Aslan, Gümüşhacıköy Beden köyüne sürüldüğünde 10 yaşındaydı. Düzgün tutulmayan kayıtlar göz önünde bulundurulduğunda en çok 15’indeydi. Çocuk yaşta babasız kalan Salördekli sürgün, ağabeyleri ve kardeşleriyle ayakta kalma mücadelesi verir.
Resmî kayıtlara göre, 1928’de, Pülümür Salördek köyü Kewl’de dünyaya gözlerini açan Hüseyin Aslan, Ğeyal ve Ahmet çiftinin oğluydu. Çift, 4’ü erkek, 8 çocuk sahibiydi. Ğeyal Hanım, Ahmet’in ikinci eşiydi. Keko oğlu Ahmet’in ilk eşi Gülüzar Hanım’dan bir kız bir de erkek çocuğu dünyaya gelmişti.
Hüseyin Aslan, çocukluğunu Salördek Kewl’de geçirir. Aile, 1938 yılında, köylüler arasındaki çelişkiler ya da Keko oğlu Ali’yi hedef alan operasyondan kaynaklandığı düşünülen nedenlerden dolayı, sürgünle tanışır.
Hüseyin’in yolu, Gümüşhacıköy Keçiköy’de, Dersim’in kayıp kızlarından Huriye Hanım’la (1920-2019) kesişir. Ovacık Mergasureli bir askerin vesile olduğu tanışma, 1943 yılında evlilikle sonuçlanır.
İki sürgünün evliliğinin ikinci yılında, 1945’te Kazım dünyaya gelir.
Aile, sürgünde olduğu Amasya Gümüşhacıköy Beden köyünden, 1947 yılında memlekete döner. Aslan ailesi, 18 Haziran 1947 tarih ve 5098 sayılı İskan Kanunun Bazı Maddelerinin Kaldırılmasına, Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Yeniden Bazı Madde ve Fıkralar İlavesine Dair Kanun’un 24 Haziran’da yürürlüğe girmesinin ardından memlekete dönen ilk aileler arasında yer alır.
10 kişiyle sürgüne gönderilen aile, baba ve 3 torununu Beden’e emanet etmiş, 16 kişiyle geri dönmüştür.
Sürgün yıllarında ustalık deneyimini geliştiren Aslan kardeşler, kereste biçme hızarı, farklı ağırlıklarda balyozlar, düz-sivri-tarak uçlu murçlar (keski), gönye, metre, çekül (şakul), su terazisi ve madırgalarıyla Salördek’e geldiklerinde yıkılmış evlerle karşılaşır.
Toprak damlı taş yapı, 9 yıllık ayrılığın hasretine dayanamamış, yerle bir olmuştur.
Ali, Hıdır, Hüseyin ve Musa Aslan kardeşlerin hepsi evli ve çocukludur.
Aslan ailesinin Salördek’te terk edilen evi zamana yenik düşmüş, harabeye dönmüştür. Bir süre yakınlarıyla bir arada kalırlar. Usta kardeşler, bir yıl içinde ilk evi, ardından ikinci evi inşa eder.
O yıllarda sürgünde yaşayan bazı kişiler, memlekete döndükten sonra askere gönderilir. Mezra köyünden Kamber (Çavuş) Canerik (1912-2005), sürgün dönüşü, 1950 yılında, 38 yaşında silah altına alınır. Hüseyin Aslan, sürgün dönüşü, 1950 yılında askere gider. 22 yaşında Hatay Dörtyol’da askerlik görevine başlayan delikanlı, marangozluk vb. işlerde görevlendirilir. Aslan, askerlik görevi sırasında yaptığı işlerden cep harçlığı kazanır.
1959 yılında bucak statüsü kazanan Kırmızıköprü, çevre köylerin ortak buluşma noktası olarak yıldızı parlayan yerleşim birimi olmaya adaydır. Kasaba, ticaret ve ulaşım olanakları yönünden gelecek vadeder.
Hüseyin Aslan, 1958’de Akdik Şihanlı Ali (Hıdır) Pekin’le (1936-2014) ortaklaşa ticarete adım atar. Aslan-Pekin ortaklığında açılan bakkaliye ve kahvehane, Hıdır (Müdürağa) Sadıkoğlu’nun (1919-2002), Salördek köprüsü yakınlarındaki binasında faaliyet yürütür. Kazım Aslan, kahvehanenin açıldığı ilk gün çalışmaya başlar. Ali Pekin’e özenerek bir elinde 3 çay bardağını taşımak isteyen 13 yaşındaki kahveci, bardaklardan ikisini yere düşürür. Pekin, çocuğun sırtını sıvazlar, bu işi öğreneceksin, diye teselli eder.
Ortaklar, günümüz süpermarketlerini aratmayan ürünlerle müşterilerinin karşısına çıkar. Hüseyin Aslan, saman, buğday, un, şeker, çay, manifatura, gıda, kuruyemiş (leblebi, üzüm), sigara, kara lastik vb ürünlerin satıldığı dükkân ortaklığına, ağabeyinin isteğiyle nokta koyar.
Usta kardeşler, Ali Aslan’ın önerisiyle, 1960’ta, el birliğiyle Kırmızıköprü’de kendilerine ait alanda tek katlı taş yapıya imza atar. Yapının temelinde Ahmet Dikme çalışır. Çalışmalar, el altından şikâyet edilir. Kara yolları ve orman işletmesinden iki yetkili, yanlarında Ali adlarında, biri Kureyşanlı, diğeri Yusufanlı orman muhafaza memuruyla birlikte alanda inceleme yapar.
Hüseyin Aslan, yetkililere, “Bizi 1938’de ormana sürdünüz, biz medeniyete gelmek istiyoruz ama siz izin vermiyorsunuz!” diye seslenir. Yetkililerin oluruyla inşaata izin çıkar ve çalışmalar tamamlanır.
Salördek köylüsü, 1963 yerel seçimlerinde, Hüseyin Aslan’ı muhtar olarak seçer. 35 yaşında göreve başlayan muhtarın ilk işi, köyü okula kavuşturmak olur. Şiya Gewre, Kewl, Torne Ap, Kulık, Gavrag (Bektaşlar) ve Gavrag (Pınarlar-Doğanlar) vd. mezra-mahallelerden oluşan dağınık köyün okulu için en uygun yerin Kırmızıköprü olduğu düşünülür.
Pülümür Salördek İlkokulu, Kırmızıköprü’de, 1964 yılında, iki derslikli okul binası ve bir lojmanda hizmet vermeye başlar.
Salördek İlkokulunun ilk ders zili çaldığında Köy Muhtarı Hüseyin Aslan’ın iki oğlu Ali Rıza ve Ahmet Aslan, yeğeni Hasan Hayri Aslan, Hasan Gül (Ferhat oğlu), Rıza Doğan (Hasan Ali oğlu), Musa Doğan (Baki oğlu), aralarında Kırmızıköprülü öğrencilerin de yer aldığı bir grup ders başı yapar. Bu öğrencilerden bazıları daha önce çevre okullarda (Çatalyaka İlkokulu) eğitim görmüştü. Yaşı ilerleyen öğrenciler sınıf yükseltme sınavları sonucu bir üst sınıfa geçirilir. Üst sınıfa geçirilen ya da başka okullardan gelen öğrenciler, 1965- 1966 eğitim-öğretim yılında mezun olur.
Salördek Köyü Muhtarı, köy okulunun ardından, su sorununa el atar. 1947’de, kilometrelerce uzaklıktaki Korte Yaylası’ndan, Ali, Hıdır, Hüseyin ve Musa kardeşlerin kol gücüyle açtığı kanaldan (ark) köye su getirilir. Bu çalışmadan birkaç yıl sonra, tahminen 1953’te, devlet desteğiyle kanala beton borular (künk/büz/pöhrenk) döşenir.
Muhtar, 1953’te, beton borularla sadece iki mahalleye, Şiya Gewre ve Kewl’e, akıtılan suyu diğer mahalle/mezralara ulaştırmak için kolları sıvar. 1967’de, beton boruların tamamı demir borularla değiştirilir. Köydeki çeşme sayısı zamanla 2’den 9’a yükselir. Kulik, Gerise, Tale, Çengel, Kewl, Şiya Gewre, Dewa Bınene ve Torne Ap çeşmelerinin lülesinden sevinç dalgası yayılır.
Salördek Köyü Muhtarı’nın köyde çalışma yürüttüğü yıllarda, Almanya ve Avusturya’dan izne gelen gurbetçiler köylülerin dikkatini çeker. Yoksul köylüler, boyunlarında dürbün ve fotoğraf makinesi, omuzlarında teyple köyde heyecan yaratan Almancılara gıpta eder. Köye izinli gelen gurbetçilerin yarattığı Avrupa algısı, kötü koşullarda yaşayan köylüler üzerinde mıknatıs etkisi yaratır.
1950’li yıllardan itibaren iş için İstanbul’a akan, genellikle hamallık vb. ağır işlerde ter döken Pülümür köylüsü, rotayı bu kez Avrupa’ya çevirir.
Hüseyin Aslan, Çatalyakalı aile dostu Hıdır Geyik’in desteğiyle, bavulunu alır, Fransa yoluna düşer. 12 Ağustos 1968’de Fransa’ya giden Aslan, yaklaşık iki ay burada çalışır. Aynı yıl Almanya’ya gider. Stuttgart’taki Erns Herre adlı inşaat kuruluşunda 1 Ekim günü iş başı yapar.
Erns Herre’den 10 Ocak 1969’da ayrılır, Bad Cannstatt’ta Streicher Demir Çelik Fabrikasının (Streicher Group) Asperg kolunda, 13 Ocak 1969’da iş başı yapar. Fabrikadaki görevi, toprak kapların içine döküm dökmekti. Hava basıncıyla çalışan bu makinede yıllarca ter döker.
1970 yılında oğlu Kazım’ı yanına getirir. Baba-oğul birlikte kalmaya başlar. 1972’de, oğlu Ali Rıza’yı da Almanya’ya davet eder. Ali Rıza, asfalt işi yapan bir kuruluşta çalışmaya başlar. Onun iş yeri uzak olduğundan, başka bir evde kalır. Baba ve iki oğlu, hafta sonlarını bir arada geçirir.
Evde baba ve oğlu Kazım’ın dışında kardeşi Musa Aslan, yeğenleri Hasan ve Aşur Aslan, Nazımiye Eğribelen (Koyeser) köyünden Ali Sarı birlikte yaşar. Hüseyin Aslan, ailenin ‘kasa’ yönetimini oğlu Kazım’a devreder.
5 işçi, 5 yataklı odayı paylaşır. Hüseyin, odanın solundaki tek yatakta, diğerleri iki katlı ranzalarda yatar.
Ali Rıza, bir süre babasının yanına taşınır.
Hafta sonu alışverişleri, et dâhil, her tür yiyecek ve içeceğin bulundurulduğu satış arabalarından yapılır.
Streicher Demir Çelik Fabrikasının Asperg şubesinde çalışan yüzlerce işçinin büyük bölümünü Türkiye’den gidenler oluşturur. Fabrikada çoğunluğu oluşturan Dersim kökenliler, Muharrem ayı ve Kurban Bayramı’nda geleneksel inançlarının gereğini yerine getirir. Aşure dağıtmak, kurban kesmek de onlardan biridir. 1970’li yılların başında fabrika pansiyonunun (heim/haym) arkasında üç kuzuyu kurban eden işçiler, eti aldıktan sonra sakatatlarını deri içinde toprağa gömer. Hayvan ‘katliamı’, polise bildirilir.
Polis, olay yerinde inceleme yapar.
Fabrikanın çevirmeni Pülümür Çatalyakalı Hüseyin Düzgün, yapılanları uygun dille anlatır. Polis, elverişsiz koşullarda kesilen hayvanların sakatatının niçin toprağa gömüldüğünü merak eder. Çevirmen, kesilen hayvan etinin paylaşıldığını, sakatatının da deriyle birlikte gömülerek, toprakta yaşayan canlıların beslenmesinin amaçlandığını belirtir. Polis, uygulamayı doğru bulmakla birlikte, tekrar etmemesi uyarısında bulunur ve olay atlıya bağlanır.
Streicher Demir Çelik Fabrikasının Asperg şubesi, işçilerin bir tür haberleşme merkeziydi. Tek iletişim aracı olan mektupların kaplumbağa hızıyla ulaştığı yıllarda, izne ayrılanlar gönüllü birer postacıydı. İşçiler Almanya-Türkiye arasında iletişim sağlayan önemli kanallardan biriydi. Mektuplarla memlekete giden işçiler, mektup yüküyle dönerdi.
Hüseyin Aslan, 31 Ocak 1974’te, sabah saatlerinde uyanmış, işe gitmek için son hazırlıklarını yapmıştı. Günlerden Perşembe’ydi. O sırada bir rahatsızlık geçirir. Çatalyakalı Hıdır Düzgün (Başbakan), arabasıyla hastaneye kaldırır. Ludwisgburg Hastanesinde tedavi altına alınan Aslan’ın beyin kanaması geçirdiği anlaşılır.
Ali Rıza Aslan, geceyi hastanede babasıyla geçirir. Hasta yatağında huzursuz, acı içinde kıvranmaktadır.
Hastanın beyin atardamar duvarının zayıflaması sonucu (Anevrizma) baloncuk oluşmuş, beynine iki damla kan damlamıştır.
Hastanın sakin olması gerekir. Canı yanan hasta yerinde duramayacak durumdadır. Oğlu Ali Rıza ve yeğeni Mehmet Ali Aslan, başında nöbet tutar.
Durumun ciddileşmesi üzerine 19 Şubat’ta, Stuttgart Katharinen Hospitale sevk edilir.
Hastanenin Nöroloji kliniğinde tedavi görmeye başlar.
Adı geçen hastanede çalışan Dr Atalay Bulut, gelişmeleri aile bireyleriyle paylaşır. Hastanın ameliyattan başka bir seçeneği olmadığını, ameliyatın yüzde 95 oranında risk içerdiğini anlatır. Çocukları, babaya, doktorun anlattıklarını iletir. Yüzde 95 kurtulursun, yüzde 5 ameliyattan uyanamazsın, derler. Baba, narkozun başlı başına bir risk olduğunu belirtir ve ameliyat olmayı kabul eder.
Prof. Dr. ameliyatın 8-10 saat sürebileceğini, ameliyat sonrası organlardan herhangi birinin (el, kol, bacak) işlevsiz kalabileceğini belirtir. Almanya’da hasta başında beklemeye gerek olmasa da salonda kaygılı bekleyiş başlar.
Akşam saatlerinde Dr. Atalay gelir, müjdeyi verir:
“Ameliyat başarılı geçti, gözünüz aydın! Yarın gelmenize gerek yok.”
Beyin ameliyatlarından sonra yaklaşık 48 saat süren ‘uyku’ hâli, Pülümürlü hastada bir gün bile sürmez. Hasta 23. saatte uyanır. Prof. Dr. bunun, hastanın iç organlarının çok sağlam oluşuna bağlar.
Hasta uyandıktan sonra çocukları ziyarete gider. Kafası tamamen sargıda olan hasta konuşsa da bilinci yerinde değildir.
Dr. Bulut, hastanın beyninde oluşan hasardan dolayı algı sorunu yaşayacağını, yaşamını ancak hastane koşullarında düzenleyebileceğini aktarır. Hastanın belleğinde, beynin beslenmesinde oluşan hasar nedeniyle gerileme olur.
Türkiye, o tarihte Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirir. Dr. Atalay Bulut ile aile üyeleri, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in, “Ayşe tatile çıksın!” parolasıyla ilgili sohbet eder.
Hüseyin Aslan, Katharinen Hastanesinden, Winnenden Hastanesine sevk edilir.
Almancası yetersiz, ameliyat yarası kapanmamış babanın Winnenden Hastanesine sevki, çocuklarını derinden üzer.
Ali Rıza, babasına daha çok zaman ayırmak için çalışma saatlerinin düzenlenmesini sağlar. Akşam vardiyasında, 18.30-05.15 saatlerinde çalışır. 2-3 saatlik uykunun ardından, 09.00’da, hastane yoluna düşer. Arabası olmayan delikanlı, trenle Asperg, Stuttgart ve oradan da ikinci trenle Winnendene’ye gider. Günün yaklaşık 4 saati yolda geçer. Dönüşte birkaç saat uyuduktan sonra yeniden fabrika yolunu tutar.
Babanın sağlığındaki en küçük iyileşme günün yorgunluğunu unutturur.
Baba, hastane ortamında kalmak istemez. Çocukları, yabancısı oldukları bir ülkede babanın isteklerini yerine getirebilecek konumda değildir. Almancaya hâkim olamamak, başlı başına bir sorundur.
Aile, doktorlardan, babanın kısa süreliğine eve gönderilmesi, eş dostla görüşmesine izin verilmesi talebinde bulunur. Yaklaşık bir aylık tedavi sürecinden sonra bu talebe olumlu yanıt verilir. Hastaya, Cumartesi günü 6 saatlik izin belgesi düzenlenir. Ali Rıza Aslan, amcasının oğlu Aşur Aslan’la birlikte babasını almaya gider. Baba, Aşur’un arabasıyla eve getirilir. Musa Karagöz ve Hıdır Bektaş, durumdan haberdar edilir. Onların da yer aldığı kalabalık bir ziyaretçi topluluğu, evde bir araya gelir.
Tedavi sürecindeki ilk ev izni olumlu sonuçlanır.
Ev ziyaretinden sonra hastanın durumunda gözlenen olumlu gelişmeler, doktorların dikkatini çeker. Böylece ev ziyareti için verilen iznin süresi uzatılır. Hasta, Cuma akşamından Pazar akşamına, ilerleyen günlerde ise Pazartesi sabahına kadar evde kalmaya başlar.
Evine gelen baba, çocuklarıyla birlikte yürüyüşe çıkar, geleceğe ilişkin planlar yapmaya başlar.
27 Temmuz 1974 tarihinde hastaneden taburcu edilen baba eve döner.
Baba hastalıkla mücadele ederken anne Huriye Hanım, Almanya’ya gelmek için son hazırlıklarını yapar.
16 Ağustos’ta İstanbul’a gitmeyi planlayan Kazım Aslan, 18 Ağustos’ta annesiyle Almanya Stuttgart’a dönme konusundaki çalışmaları tamamlar.
Biletler alınmış, gün sayılmaya başlanmıştı.
Baba evde yalnız bırakılmaz. Ali Rıza, akşam vardiyasındaydı. Hasan Aslan ve Kazım Aslan, gün içinde dönüşümlü çalışıyordu. Biri sabah giderken, diğeri onun işi bıraktığı saatte çalışmaya başlıyordu.
İki odalı müstakil evin sahibi Katolik bir kadındı. Kadının köpeği vardı. Baba, dışarı çıktığında köpek havlar, olası tehlikeyi haber verirdi.
Bir gün saat 06.00’da Ali Rıza işten eve dönmüştü. Kazım o gün sabahçıydı. Öğleden sonra çalışan Hasan evdeydi. Saatler 09.00’u gösteriyordu. Baba, uyuyan oğluna şapkasının nerede olduğunu sordu. Ameliyattan dolayı saçı kazınmış, şapkasız dolaşmamaya başlamıştı. Oğlu, duvara asılı şapkanın yerini gösterdi.
Hasan, o sırada kahvaltı hazırlıyordu.
Ali Rıza, kısa süre sonra derin bir uykuya daldı.
Baba, şapkayı alıp sessizce dışarı çıktı. Mutfakta kahvaltı hazırlayan Hasan, herhangi bir gürültü duymadı. Köpeğin o gün âdeta dili tutulmuştu. O arada odaya gelen Hasan, amcasını göremeyince sokağa fırladı. İkiye ayrılan yollardan biri mezarlığa, diğeri kiliseye çıkıyordu. Amcasının izine rastlayamayınca hemen Asli Rıza’yı uyandırdı.
Polise hemen haber verildi. Polis, kaybolan babanın eşkâlini çizdi.
Ali Rıza, soluğu ağabeyi Kazım’ın çalıştığı Streicher’da aldı. Haber kısa sürede yayıldı. Duyan tanıdıklar bölgeye akın etti.
Asperg, nüfusu az, küçük bir yerleşim birimiydi. Streicher’da çalışan yüzlerce kişi arama çalışmalarına omuz verdi. Günde ortalama 150 kişi Asperg’i tarıyor, kayıp babayı bulmak için çaba gösteriyordu.
Aile üyeleri ve dostlar, 15 Ağustos günü öğle saatlerinde evde toplanmış, yeni bir rota belirlemeye çalışıyordu. O saatlerde evin önünde bir araç durdu. Araçtan inen sivil giyimli kişi, aracın yanına gelen Ali Rıza’ya üzücü haberi verdi.
Kazım ve Aşur Aslan, polis aracına bindi. Nereye götürüldüklerinden habersiz, yol alıyorlardı. Asperg’e 23 km uzaklıktaki Hessigheim’de araç durdu. Polis, yanına aldığı iki kişiyi hastane morguna götürdü. Buz gibi odada yatan ölüyü teşhis ettirmek için morgun kapısından içeri girdiler. Ali Rıza’nın gözyaşları, beynindeki klipsleri açılan babasının yattığı soğuk odanın yüzeyine damladı.
Boylu boyunca uzanan babanın sırtı mosmordu.
Polise göre, 13 Ağustos günü evden çıkan baba yaklaşık 50 metre ilerde sağa sapmış, küçük bir tepeye çıkmıştı. Oradan Tam köyüne dönmüş ve yürümüştü. O gün Asperg de sıcaklık 27 dereceydi. Endüstri bölgelerinde hissedilen sıcaklık 35-40 derece dolayındaydı. Nereye gittiğinin farkında olmayan baba, sıcak havada şapkasını düşürmüş, 2 km yürüyerek ana yola gelmişti. Yoldan geçen bir Mercedes sürücüsü, sarhoş olduğunu düşündüğü yolcuyu aracına almıştı. Sürücü, konuşamayan yolcuyu Hesigheim’de indirmişti.
O akşam Aspergli iki aileyle karşılaşmış, düşüncelerini ifade edememişti. Onlar da sarhoş olduğunu düşünerek ilgilenmemişti. Bir süre sonra bir bahçede yüzükoyun yere uzanmıştı. Yerde yatan babayı bir kadın görmüş, sarhoş diye müdahale etmemişti.
Kayıp olayı polise bildirildikten 3 gün sonra basına yansıtılmıştı. Bahçede yatan adamı gören kadın haberi okur okumaz olay yerine gitmişti. İlk gün gördüğü kişi aynı yerde hâlâ yatıyordu. Yerde yatan, yüzlerce kişi ve polis tarafından aranan Hüseyin Aslan’dı. Gazetedeki fotoğraf ve üzerindeki kazak, bire bir örtüşüyordu. Polisin, olay yerine gelmesiyle, yerde yatan kişinin aranan isim olduğu kesinlik kazanmıştı.
Olay bekletilmeden basına yansıtılmış olsaydı durum değişir miydi? Otopsi rapora göre, baba evden ayrıldığı günün akşamı yıldızlara kavuşmuştu.
Cenaze, otopsi işlemlerinin ardından bir hafta sonra yurda getirildi.
Anne İstanbul’da, kendisini Almanya’ya götürecek oğlu Kazım’ın yolunu gözlüyordu.
Acılı aile, Türkiye’ye giden Musa Karagöz’le, İstanbul’da bekleyen anneye haber yollar. Çatalyakalı Musa Karagöz, çocukların bir hafta sonra ülkeye geleceklerini, memlekete gitmesi gerektiğini söyler. Anne, çocuklarından yana kaygılanır, Karagöz yemin ederek genç kadını rahatlatır. Ahmet Aslan, annesini alıp memlekete döner.
Anne, acı olayı memlekette öğrenir.
Kara haber, Salördek’e ulaştığında ortalık hareketlenmişti. Gülüzar Fırat (1931-2019), ağabeyinin ölümünden habersiz, memlekete getirilmişti. Nazımiye Oğullar (Hılves) köyünden Şehriban (Aslan) Sağlam, kayınpederi Süleyman Sağlam, kayınvalidesi Elif Sağlam, Ahmet Sağlam, sabah erken saatlerde ağıtların yükseldiği Salördek’e ulaşır. Kırmızıköprü ve çevre köylerden çok sayıda köylü, Aslan ailesinin acısına ortak olmak için Salördek’e akın eder.
Gülüzar Fırat, kardeşinin ölümünü, cenazenin köye getirildiği gün yengesi Gülüzar Aslan’dan (1928-2006) öğrenir.
Çocukluk yılları çalınmış, babası ve amcası elinden alınmış, 46 yaşında gurbet elde son nefesini vermiş usta için dökülür gözyaşları. Ağıt yakanlardan Gülüzar Aslan, babası Baki ve amcası İbiş elinden alınmış sürgünlerdendi. Hıdır Arslan (Hıdıre Mustafaye Qek, 1914-1998), ağıda, genç yaşta yitirdiği oğlu Mehmet (Apıl) için başlamış, sonsuzluğa uğurlanan yakını Hüseyin için devam etmişti.
Hag’dan Kewl’e yayılan ağıtlar, koca bir coğrafyada dinmeyen yürek sızısıydı.
Babanın acı ölümü, ailede travma yaratır. 1925 ya da 1926 yılında doğmuş, kayıtlara 1928 tarihi işlenmişti. Resmî kayıtlara göre, oldukça genç sayılabilecek bir yaşta, 46 yaşında yaşama veda etmişti.
Bugün babanın sonsuzluğa uğurlanışının 50. yıl dönümü…
Salördek’in naif yapılı, edep erkân bilen yetenekli ustası, Hag’da, 2019’da eşi Huriye Hanım’a kavuşmuş, 45 yıllık ayrılık acısı ebediyen sona ermişti.
Eşi ve çocukları, yılda bir, 13 Ağustos’ta Salördek köyünde, meşe ve kavak ormanının kıyısındaki Hag Mezarlığında yatan babayı ziyaret eder, anıları tazeler. Birer birer azalıyor o ziyaretçiler şimdi. Her Ağustos’ta babaya gözyaşı döken İbrahim, 2015’te çekip gitti şu kahrolası dünyadan. Huriye Hanım, 2019 yılında, sıradan bir insanın kaldıramayacağı ağır yükten kurtuldu.
Anne-oğul, devraldıkları acı mirası geride kalan aile bireylerine bırakarak göçüp gittiler bu diyardan.
Acıların yükünü şimdi Kazım, Ali Rıza, Ahmet ve Şükrü kardeşler paylaşıyor. Haksızlığa uğramış, büyük acılar çekmiş bölge insanı, Şükrü Hoca’nın kalemiyle ölümsüzleşiyor. Kazım, yıllardır ayrı düştüğü anne ve babasının yanı başında geçiriyor ömrünün kalan yıllarını. Ağır adımlarla çıktığı Hag’da insan sesine hasret çiçeklere can veriyor. Bazen gözyaşlarıyla suluyor, acılı anne-babanın mezarında boy veren çiçekleri. Ahmet’in acıları, memlekete her geldiğinde Hag’da tazeleniyor.
Ali Rıza Aslan, her 13 Ağustos’u, baba acısıyla geçiren evlatlardan. Hüseyin Aslan ailesinin kendine özgü naif yapısı ve duyarlığına sahip oğlu, her kapı gıcırtısında uykusundan uyanır, Asperg’de ölüm yürüyüşüne çıkan babasının peşine düşer. Asperg’in tükenmek bilmeyen yollarında, ara sokaklarında, bağ ve bahçelerinde babasından armağan küçük bir ize rastlama umuduyla ömür tüketir. Aradan 50 yıl geçmiş, ama o gün yorgunluğa yenik düşen göz kapaklarından dolayı kendini sorumlu tutmaktan kurtulamamıştır.
1938 yılı Ağustos ayında Pülümür ormanlarında can derdine düşen Wuşene Hemede Qek, Hag’da sonsuzluğa uğurlandıktan 48 yıl sonra, 2022 yılından bu yana, aralarında amcası Ali’nin de yer aldığı, kefensiz 16 köylüyle koyun koyuna yatıyor şimdi.
2022 yılında, masum köylülerin toprağa karışan kemiklerinden ulaşılabilenler Kewl’in yanı başındaki Hag’da sonsuz uykuda şimdi. Hag’da yatan Keko Ahmet oğlu Hüseyin Aslan’ın, 50. ölüm yıl dönümünde, yanıtsız kalan sorular ve Kewl’den yükselen dumanlar, insanlığın vicdanını kanatmaya devam ediyor.
Bu çalışmaya sunduğu büyük katkıdan dolayı Sayın Ali Rıza Aslan’a candan teşekkür ederim. Sayın Aslan, yıllarca emek vererek oluşturduğu fotoğraf arşivini ve edindiği bilgileri paylaşarak, çalışmanın zenginleşmesine değerli katkı sunmuştur. Çalışmada ayrıca Sayın Kazım Aslan, Sayın Hıdır ve Emine Canerik, Sayın Hüseyin Arslan (Eski Tunceli İl Genel Meclisi Başkanı), Sayın İsmail Arslan, Sayın Kezban Fırat ve Sayın Şehriban Sağlam’ın sunduğu değerli katkı, övgüye değer. Kendilerine ayrı ayrı teşekkür ederim.