Ahşap kapılı, beş pencereli toprak bir köy evi. Yaklaşık otuz yıl önce terk edilmiş evin kapı kilidi yerinde duruyor! Asma kilit vurulmuş kapıya. Zamanla paslanmış kilit. Kapıdan sarkan zincir, kilitten daha eski. Kapıdaki elektrik levhası da pas tutmuş. Kapı kilitli, asma kilit hâlâ sağlam! Kapının solunda boyası dökülmüş bir elektrik direği. Çağlayan’dan Kalecik köyüne giderken yolun sağ tarafında. Tek katlı. Beş pencereden biri sacla kaplanmış. Çerçevesiz iki pencereye taş dizilmiş, ama yine de açık kalmış pencereler. Bir yavru kedi, taşların arasından çevreyi gözetliyor. Sadece kafasını ve sağ patisini görebiliyoruz. Ürkek mi ürkek… Acaba niye? Kimden korkar bu kedicik? Sakın bizden olmasın! Bağıra bağıra mı konuştuk yoksa? Köyün sessizliğe büründüğü bir saatte kediciğin keyfini mi kaçırdık? Usulca yaklaşıyoruz kediye. Yitip gidiyor birden. Ona uzanan ellerimiz havada kalıyor. Kediyi arıyor gözlerimiz.
Pencereden evin içine bakıyoruz. İçeriye bakarken aslında dışarıyı görüyoruz. Dam çökmüş, odadan gökyüzü görünüyor. Dolunay, odayı pencereden değil, evin damından aydınlatıyor. Bir oda mı burası? İçinde ot biten, koca merteklerin çürüdüğü… Yer yer sıvası dökülmüş… Taş duvarıyla zamana meydan okuyan evin toprak damı tamamen yıkılmış. Odaları birbirine bağlayan kapı çürümeye direniyor. Duvara gömülü dolap bomboş. Ne bir kitap ne de bir defter kalmış dolapta. Pencerenin korkuluğuna tutunarak son bir kez bakıyoruz odalara… İç içe geçmiş iki plastik kova, yağmurdan korunmak için kullanılan muşambadan geriye kalan birkaç parça, yıkıntılar, boy vermiş otlar… Ya kedi? Az önce içeri kaçmıştı hani. Ev demek bebek demektir, çocuk ya da… Taze ekmek kokusu ve sobada kaynayan tarhanadır, ev… Bebeksiz, çocuksuz, annesiz, babasız ev mi olur. Hem kedisiz! Ev dediğin, kış gecelerinde soba başında toplanan torunlara anlatılan masaldır. Sobanın yanında uyuklayan kedinin başını okşayan bir minik çocuk elidir. Kollarımızı korkuluklardan odaya doğru uzatıyoruz bu kez… Karlı kış akşamlarında kedisini okşayan çocuğu, masal anlatan büyükanneyi, ödevini yapan ağabeyi, yün çorap ören anneyi, ateşi besleyen babayı kucaklıyoruz.
O sıcaklığı özlüyoruz…
(Körfez, 7 Ekim 2019)