Ulu ağaçlar… Anıt ağaçlar ya da… Doğanın insana yüzyıllık, binyıllık armağanı. Sadece insana mı, börtü böceğe, yaban hayvanlarına, soluk alıp veren tüm canlılara armağan ağaçlar.
Nice savaşların, acıların, yoklukların, zorbalıkların sicilini tutmuş.
71 yıl önce bir iftiraya kurban giden köylünün, Pülümür Çayı’nın azgın sularına atılan kız çocuğunun, evi ateşe verilen çiftçinin tanığı… Yağmurun, karın, sıcağın, soğuğun, vakitsiz sararan yaprağın dert ortağı.
Ulu Ağaç, Pülümür Vadisi’nin doğusunda, meşe ormanının ardıçla yer değiştirdiği sınırda. Ağır ve uzun kışın etkisinden yeni yeni kurtulmaya çalışan kavak ağaçlarıyla kuşatılmış. Az ötede yaylalar, yüreğimi sıkıştıran. Ocağında 40 yıldır süt kaynatılmayan, yayık yayılmayan yayla evleri… Üst üste yığılmış taşlardan oluşan yapılar. Her bir ‘oda’nın, taşın, paslanmış teneke parçasının, kapı niyetine kullanılan ardıç dalının öyküsünü dinliyorum, ulu meşe ağacından.
Dalına dolanan saç tellerinden tanıyorum, Pülümür’ün azgın dalgalarına yenik düşen kızı… Henüz 15’inde, ayağında erkek kara lastiği, kocaya verilen kızın gözyaşları damlıyor yapraklardan. Ulu Ağacın dallarından akıyor yüzyıllık sevinçler, acılar, kahkaha ve ağıtlar… Bir kartal yükleniyor tüm acıları, Pülümür Vadisi’nin sarp kayalıklarına doğru kanatlanıyor.
Kar sularının emzirdiği dereden yayılan sese karışıyor acı hatıralar. Koca kar kütlelerini yalayan rüzgâr, nevruz çiçeğine saklıyor öpücüğünü. Ya Sarı Kız? Rengârenk bir kelebek çırpıyor kanatlarını, bir öpücük kondurmak için yanağına… Yolu uzun mu uzun. Ömrü yetecek mi, kelebeğin… Ne fark eder, diyor, Ulu Ağaç, yüreğe işleyen sevdalar bir ömre bedel…
Koynumda ıslanan oya işlemeli yazmayı Ulu Ağacın dalına bağlıyorum.
Ömrümü sırtlayıp yeniden düşüyorum yollara…
(Pülümür Kırmızıköprü, 22 Mayıs 2022)