Tacir, Arapça kökenli. Ticaretle uğraşan kimse, tüccar anlamında kullanılıyor. Ticaret ekonominin konusu… Alım-satımla ilgili hemen her şey ticareti ilgilendiriyor. Ticaret, aynı zamanda hukuk demektir. Hukuku olmayan, kuralları olmayan bir ticaret düşünülemez. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda, ticari faaliyetlerin sınırı çizilmektedir.
Çocukluğumuzda ‘tacir’ yerine ‘tüccar’ derdik. Tüccar, köylerimizden taze çökelek ve ceviz toplardı. Bazı tüccarlar da canlı hayvan alımıyla ilgilenirdi. Köy köy gezen tüccar, büyükbaş ya da küçükbaş hayvanları satın alır ve kamyona yükleyip götürürdü.
Kamyon kasasından çevresini şaşkın ve korku dolu bakışlarla seyreden hayvanların nereye götürüldüğünü bilemezdik. Hayvanların, ulaşım olanaklarının yeterli olmadığı dönemde kamyona bindirilmeleri bize nedense ‘ayrıcalık’ gibi gelirdi. Kamyon, arka kapağı gürültüyle kapatıldıktan sonra hareket ederdi.
Toz savuran kamyonların peşinden koşar, gözden kayboluncaya kadar izlerdik.
Kasadaki hayvanların ayakta kalma çabasını keyifle izlerdik. Hayatında ilk kez kamyona bindirilen hayvanların bozuk köy yollarında düşmeden yolculuk yapması, olağanüstüydü.
Tüccarın ahlaklı olması gerekir. Binbir emek ve zahmetle yetiştirilen hayvanlara, uygun fiyat biçmesi beklenir.
Satın alınan mal ya da ürüne değerinin altında fiyat biçilmesine, dolandırıcılık denir.
Biz hayvan, ceviz, çökelek, odun vb. tüccarlarını tanırdık. Köyden kente adım attıkça onlarca değişik tüccarın varlığından da haberdar olduk. Erzincan Buğday Meydanı’nda kayısı, un, buğday, tereyağı, gübre vb. işlerle ilgilenen tüccarlarla tanıştık.
Günümüzde akıl almaz ticari faaliyetlere tanık olmaktayız. Bu ‘yenilik’ yeni bir tüccar kimliğinin de altyapısını oluşturuyor. Küreselleşme adı verilen emperyalist dalga, ülkelerin kaynaklarını talan etmek için kulağa hoş gelen bazı söylemlere vurgu yapıyor. Milleti bir arada tutan değerleri yıkıma uğratma çabası, millî boğazlaşmaları kışkırtma çabasıyla eş zamanlı yürütülüyor.
Son yıllarda ‘Dersim tacirliği’nden ‘ekmek yiyenlerin’ sayısında artış var. Gazeteci, siyasetçi, akademisyen, esnaf, öğretmen, avukat, memur… Bunlar aklıma gelenler. Farklı meslekleri icra eden ‘Dersim tacirleri’nin ortak noktası, feodalite tutkusudur. Büyük kısmı, henüz lise çağlarında Bilimsel Sosyalizmle tanışmışlardı. Gazete ve dergi okuyor, ellerinden kitap düşürmüyorlardı. Etnik temelli siyasetle henüz tanışmamışlardı.
Onların yakınlık duyduğu grupların Türkiye gerçeğine yabancı siyasetleri tükenmişliği de beraberinde getirdi.
Bir dönem çok hızlıydılar.
Bizim Kırmızıköprü’ye 2 km uzaklıktaki tünellere yağlı boyayla yazdıkları sloganlardan bazıları hâlâ yerinde duruyor!
Ne Amerika Ne Rusya! Bağımsız Türkiye!
İş Toprak Hürriyet, Faşizme Nihayet!
Delegeler Satıldı, Ama Halkımız Satılmayacak!
NATO’ya Hayır!
Bu sloganların ne zaman yazıldığını görmezdik. Mezra köyünden hayvanlarımızı otlatmaya götürdüğümüzde yeni yazılarla karşılaşırdık. Yazıların büyük kısmı kırmızı renkle yazılırdı, ama mavi renkle yazılanlar da olurdu.
Yazıların nasıl olur da tünelin en yüksek yerine yazıldığını anlayamazdık.
Yazılarda Amerikan hayranlığı, NATO aşkı, ayrılıkçılık vb. ifadelere rastlanmazdı.
12 Eylül Darbesi, sokakta insan bırakmadı. Darbeciler, tünellerdeki yazılara da el attılar! Kovalar dolusu boya ve fırça, yazıların kapatılması için kullanıldı. Erlerin bu işten dolayı oldukça yoruldukları ve sloganları yazanlara öfkelendikleri konuşuluyordu.
O tarihlerde siyasi faaliyetlere hızlı adım atanlar, Türkiye koşullarıyla örtüşmeyen taleplerin sonuçsuz kalışından dolayı yoruldular… Çabuk tükendiler ve büyük umutsuzluğa kapıldılar. Faaliyetle orantısız cezalar, yılgınlığa yol açtı. Cezaevinden çıkanların bazıları soluğu yurt dışında aldı.
Mültecileştiler…
80’li yıllarda Türkiye’de tırmandırılan etnik terör, mültecileri umutlandırdı. Bir zamanlar savundukları Bilimsel Sosyalizmi unutmuşlardı artık. Kürtlüklerini, Aleviliklerini keşfetmişlerdi.
Türkiye’de ‘önder’ konumunda olanlar, Avrupa’da ‘Alevi’ derneklerini kurdular. Kendilerine mülteci aylığı bağlayan Almanya, Avusturya vb. ülkeler, kurdukları derneklere de yardım ediyordu.
Mültecileşmeyi yaşamın olağan bir akışı olarak gördüler.
Avrupa’da görece rahat koşullarda yaşayan mültecilerin Türkiye’ye olan ilgisi devam etti.
Onlar Avrupa’ya adım attıkları anda Türkiye’de yaşamın durduğunu sandılar.
Kırmızıköprü kahvehanelerinde farklı görüşlerdeki insanlara meşrubat şişeleriyle saldırdıkları atmosferden bir türlü kurtulamadılar. Kendilerini o öfkeli tartışmalardan bir türlü kurtaramadılar. Farklı düşünen, eleştiren, yanlışa yanlış deme cesaretini gösterenler, onlara göre ajandı ve yok edilmeliydi!
Avrupa’daki gencecik çocukları ateşe sürenlerin saltanatı devam ediyor.
Başkalarının ‘ajan’lığı üzerine kurulan stratejinin bugün de ‘prim’ yapıyor olması, üzüntü vericidir.
Tunceli kökenli bazı hemşehrilerimizin Avrupa’daki yaşantıları ibret vericidir. Yönetimini ele geçirdikleri Alevi derneklerini, ayrılıkçılığın karargâhı hâline getirmişlerdir. Kültürel amaçlarla bu derneklere üye olan insanlarımızı, ‘Dersim katliamı’ üzerinden ayrılıkçılığın peşine takma çabalarını iyi niyet çerçevesinde değerlendirmek olanaklı değil.
Derneklerde gözünü açan çocuklara verilen ilk ders, ‘Dersim katliamı’dır. Acılı öyküler, cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk’e hakaret dersin ana başlıklarıdır. ‘Dersim’, aydınlıktan karanlığa geçişin bahanesidir ve feodaliteye teslimiyettir.
Dersim tacirlerinin ‘profil’ resminde feodal beyler ve şeyhler yer almaktadır.
Atatürk’e, feodal gericilikten kuvvet alarak savaş açıyorlar. Atatürk’ün emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı’na önderlik etmesi, gericiliği tasfiye etmesi, laik sistemi kurması, onlar için hiçbir şey ifade etmiyor.
Atatürk’ü ‘Dersim katliamı’ndan sorumlu tutanlar, bu işten ekmek yiyor!
Bu kışkırtıcı ve düşmanca eylemle neleri hedefledikleri kendilerine sorulmalı. Tunceli’ye, ‘Dersim katliamı’ üzerinden sokulan nifak kimin/kimlerin işine yarıyor?
Birkaç yıl önceydi. Azer Bülbül’ün kötü kopyası bir şarkıcı, ‘Dersim katliamı’na ait olduğunu öne sürdüğü bir demet insan kemiğiyle poz vermişti! Mağarada çekilen fotoğraftan sonra ‘Dersim mebusu’ olmak için yola koyulmuştu.
Düşmanlık, kin, öfke ve nefret duygularını güçlendirmek, milletvekilliği koşullarından biri olmalıydı.
İnsan kemikleriyle poz vermek de bir kültür… Çağdaş değerlere, insanlığa, manevi değerlere yabancı bir kültür. Kemikli poz, ‘Dersim tacir’liğinde zirve yapan davranışlardan biridir.
Bu tacirlerin, ‘Dersim’de kurşuna dizilen 21 yaşındaki öğretmen Ali Boşgelmez’le ilgilendiklerini duyan, bilen var mı? Dersim tacirleri’nin, 16 Haziran 2017 tarihinde, tatil dönüşü Tunceli’de yolu kesilen, arabası yakılan ve ‘ajan’ olduğu için katledilen 23 yaşındaki öğretmen Necmettin Yılmaz için de söyleyecekleri olmalı.
Şanlıurfa’da görevli öğretmeni ‘Dersim’de ajan diye öldürmek ve buna tek kelimeyle bile itiraz etmemek!
Bu derneklerde yuvalanan ‘keskin’ solcular, görevi başında katledilen Erkan Aydın, Ali Boşgelmez ve diğer şehit öğretmenlerin görev yaptıkları okullarda okuma yazma öğrendiler. Yakılan okulların bahçelerinde oynadılar, sıralarında büyüdüler. Köy okullarında edebiyatla, sanatla tanıştılar. Hayatlarında ilk okudukları şiir, okulda ezberledikleri şiirdir. O okullar olmasaydı, bugün Atatürk’ü ve cumhuriyeti hedef alan suçlayıcı yazıları bile kaleme alamayacaklardı. Çünkü okur yazar olamayacaklardı. İnsan okuduğu okulu yakanlara sempati duyabilir mi? Bunlar, Türkiye’de, 1950’li yıllarda, okullaşma oranının en yüksek ilinin Tunceli olduğundan haberdar bile değillerdir. Tunceli şimdi okulsuz ve öğretmensiz. Bunu kutlayabilirler. Oturup keskin tartışmalar eşliğinde bu başarıya kadeh kaldırabilirler. Tunceli’ye güle oynaya gelen genç öğretmenlerin tabutlar içinde ailelerine gönderilmesinin utancını hangi konukseverlikle açıklayacaklarını merak eden var mı? Canını Tunceli halkına emanet eden gencecik öğretmenlerin şehit edilmesi, paslı vicdanlarda bir rahatsızlık yaratmış mıdır? Çocuklarını Tunceli insanına emanet eden acılı anne ve babalara söyleyecek bir sözleri var mı?
Şehirden geçen misafir bir öğretmenin canını alanlara körü körüne bağlılık, sıradan bir politik kusur olarak görülebilir mi?
Bu konulara kafa yormaları için, dernek mesailerinin vazgeçilmez konusu olan Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığından vazgeçmeleri gerekir.
Şu soruları sormak gerekiyor:
Atatürk’e ve cumhuriyete karşı konumlanmak,
Cumhuriyet gazetesini çökerten firari ‘gazeteci’ Can Dündar’ı ağırlamak,
Türkiye karşıtı faaliyetlerde bulunmak,
Yurt dışında Türkiye’yi aşağılamak ve suçlamak,
Gençleri ‘Dersim katliamı’yla zehirlemek,
Aleviliği ayrılıkçılığın peşine takmak, solculuk mudur?
VELİ AYDIN’IN AÇIKLAMALARI
Yaklaşık 15 yıl Duisburg (Almanya) Alevi Toplumu başkanlığını yürüten hemşehrimiz Veli Aydın, geçen hafta sosyal medya hesabından (Facebook) bazı açıklamalarda bulundu. Aydın’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le ilgili açıklamaları dikkat çekiciydi. ‘Dersim’ vurgusunun yer aldığı açıklamaya göre, Almanya’da, Cumhurbaşkanı’nın konuşma yapacağı salon bulunamıyordu!
Türkiye Cumhurbaşkanı’na, Almanya’ya gideceği tarihlerde konuşma yapabileceği salon tahsis edilmiyordu.
Veli Aydın’ın haber kaynağı, bir Alman gazetesi.
Peki Veli Aydın bu duruma tepki gösteriyor mu?
Duisburg Şehir Meclisi üyesi Veli Aydın’dan, siyasetçi kimliğini kullanarak Türkiye Cumhurbaşkanı’na salon tahsisi için çaba göstermesi beklenir, değil mi? Cumhurbaşkanı’nın düşünceleri vb. gerekçeleri bir yana bırakarak, bu hukuk dışı engellemeye karşı mücadele etmesini beklemek, abartılı bir davranış mıdır? Almanya’da girişimde bulunarak bu hukuksuz engellemeye karşı mücadele yürütmesi, Veli Aydın için açıklanamayacak bir durum mu?
O, bunların hiçbirini yapmıyor ve bu engellemeye destek vermeyi tercih ediyor!
Bir Avrupa ülkesinin, düşünceleri ne olursa olsun, Türkiye Cumhurbaşkanı’na takındığı olumsuz tavırdan rahatsız olması gerekenler, engellemelerden mutlu oluyor ve takipçileriyle paylaşıyor!
İnsan, Duisburg Şehir Meclisinde neyin mücadelesinin verildiğini ister istemez merak ediyor.
Söz gelimi, sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı tutum, terör örgütüne silah ve cephane veren ABD’ye tavır, Türkiye’nin üniter yapısı vb. konulardaki düşüncelerini de bilmek istiyor.
Veli Aydın, isim vermeden, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alıyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la iş birliğiyle suçluyor! Zamanlamaya dikkat! Açıklamanın, Rubin’in, Cumhurbaşkanı ile Vatan Partisi liderini hedef aldığı sırada yapılması kuşkusuz bir rastlantı değil.
Amerika’ya direnen Türkiye hedef alınıyor.
Veli Aydın, Erzincan Lisesinde öğrenim görmüş. Kendisinden, ‘Dersim’ tartışmalarının Tunceli’ye ve ülkeye bir yarar sağlamayacağını bilmesi beklenir. Üyesi olduğu Duisburg Şehir Meclisinde Türkiye’nin çıkarlarını savunması, ülkeyle ilgili değerlendirmelerini daha sağlıklı yapması uygun olur. Sosyal medya hesabındaki takipçilerinin gerçek dışı, hakaret içeren açıklamalarına yer vermemesi de sorumlu siyasetçi tutumudur.
Vicdanını yitirmiş, Türkiye’ye yabancılaşmış marjinal grupların izlediği çizgide ısrar, Avrupa’ya demir atmış eski solcuları çürütmekten başka bir işe yaramayacaktır.
‘Dersim’, Tunceli’yi, Munzur’a hapseder, yalnızlaştırır. ‘Dersim’, Tunceli’yi bile birleştirme yeteneği olmayan bir projedir. Tunceli’yi bölen bir projenin Türkiye’de hayat bulma olasılığı, sıfırdır. ‘Dersim’ kışkırtıcılığı, bugün Tunceli’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Feodalitenin peşine takılarak aydınlığa çıkma olanağı yoktur.
Feodal beylerin elini öpme yarışına girmek, Tunceli aydınından beklenmeyen bir davranıştır.
25.06.2017/Körfez
Kaynakça:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.594f860b800781.46288241 Erişim: 25.06.2017.
http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6102.pdf