Aşk, Arapça kökenli Türkçe bir sözcük. Arapça kökenli olması, bize ait olmadığı anlamına gelmez. Hangi kökenden gelirse gelsin, Türkçeleşmiş sözcükleri kendimize ait kabul etmeliyiz. Türk Dil Kurumu (TDK), 1974 yılında, aşkı şu sözlerle tanımlamıştır: Güçlü sevgi ve bağlılık duygusu (TDK, 1979, s. 63). TDK Genel Ağ sayfasında, aşk, şöyle tanımlanmaktadır: Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor. Amour, aşkın Fransızca karşılığı, ancak bugün pek kullanıldığı söylenemez. Frenk hayranlığının olduğu yıllarda aşk yerine amor/amur sözcüğünün de kullanıldığını öğreniyoruz. Hüseyin Rahmi Gürpınar, ‘hakiki amor’u, entrikalardan ayırır: “Kadınlarla münasebetlerine amil olan şey hakiki amor değil, çevirmek istediği bazı entrikalardır.” (TDK, 2016). Recaizade Mahmut Ekrem’in ölümsüz eseri Araba Sevdası’nın (2004) unutulmaz karakteri, Fethi Naci’nin ifadesiyle, alafranga züppe Bihruz Bey’in bu sözcüğü dilinden düşürmediğini biliyoruz:
Dö kel amur vule vu kö jö parl? (Hangi aşktan söz etmemi istiyorsunuz?) (s. 81).
Dö lâmur, dö fam! (Kadın aşkından!) (s. 81).
Kes köse kö lâmur? (Aşk da nedir ki?) (s. 84).
Amur dö fam (Kadın aşkı) (s. 86, 291).
Amur dö fam(la) (Kadın aşkıyla) (s. 109).
Amur dö fam(la) (Kadın aşkıyla) (s. 110).
Sâfi amur! (Katıksız aşk!) (s. 147).
Amur! Amur! Kes kö se kö lâmur? (Aşk! Aşk! Aşk da nedir ki?) (s.148).
Amur aşarne (Tutkulu aşk) (s. 290).
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin “Ecinniler”indeki ilginç karakter Stepan Trofimoviç’in Fransızca cümlelerle süslediği konuşmalarıyla (s. 28, 31, 36, 40, 71, 73, 88, 114, 115, 116, 132, 149, 150, 151, 152, 153, 199, 268, 269, 425 vd.), bizim Bihruz Bey’i aratmadığı söylenebilir. (Trofimoviç’e, Rusların biraz okumuş Bihruz Bey’i de diyebiliriz).
Aşk dediğimiz bağlılık duygusu bugün ne durumda? Kime, neye ve niçin bağlanıyoruz? Bağlılıklarımızın, çağa ve koşullara göre değiştiğini söyleyebiliriz. Doğadaki evrim, bütün canlılar gibi, insanın da yakasını bırakmaz. İnsan duyguları da evrim geçirir. Sevgi, özlem, acı, tutku ve aşk… Bütün bu duyguların ‘evrim’ geçirdiğine, kısacık ömrümüzde biz bile tanıklık edebiliriz. Şu soru, ‘evrim’ ya da değişikliğin anlaşılmasında belki bize ışık tutabilir:
Bir sevda uğruna dağları delme zahmetine kaç kişi katlanabilir?
Bir dönem İspanyol paça, bir tür aşktı. Ülkemizde 1970’lerin modası, İspanyol paçaydı. Paçaları dizden itibaren genişleyen İspanyol paça pantolonlar, bir dönem revaçtaydı. Rüzgârın dalgalandırdığı bu pantolonları, ilk olarak Terzi Ahmet amcanın (Çelik), Kırmızıköprü’deki dükkânında gördüğümü hatırlıyorum. Ahmet amca ile Kadısırtı (Beğendik) köyünden bir genç müşterisi arasındaki ‘paça’ tartışmasını unutmuş değilim. Müşteri, paçanın 65 cm olmasını istiyordu. Müşterisinin beden ölçülerini alan Ahmet amca ise bunun çok uzun olacağı kanısındaydı. İspanyol paça konusundaki ısrarın nasıl sonuçlandığını bilemiyorum, ama Ahmet amcanın, paçayı 65 cm’nin altında tuttuğundan eminim.
Bugün İspanyol paça ‘aşkı’ndan eser yok.
Paçalarımız, poyraz ya da lodosun dalgalandıramayacağı kadar kısaldı.
Bihruz Bey mi? O, kılık değiştirmiş hâliyle yine aramızda. Bihruz Bey ve arkadaşının hayranlıkla baktıkları ‘landon’lar mazide kaldı, ancak onların yerini alan otomobiller baş döndürücü bir hızla yayılmakta ve günümüz insanının hayal dünyasını süslemektedir. Bihruz Bey yaşasaydı, atlar tarafından çekilen ‘landon’un yerine hangi marka otomobili tercih ederdi, bilinmez.
Evinizde bile huzurunuzu kaçıran TV dizilerindeki mafya karakterlerine hiç dikkat ettiniz mi? Asla çalışmazlar, villalarda otururlar, hizmetçileri vardır, evlerinde ayakkabılarla dolaşırlar, işledikleri suçlar ceza yasası kapsamı dışındadır, lüks tüketim giderlerinin hangi kaynaklarla karşılandığı sorusu yanıtsız kalmaktadır vb. Bu mafya elemanlarının ellerinden düşürmedikleri üç nesne bulunmaktadır: Pahalı cep telefonu, yabancı sigara, otomobil anahtarı. Otomobilleri pahalı ve gösterişlidir. Hemen hepsinin bir ‘şoför’ünün olması, âdettendir. Mafya elemanlarına ‘eşlik’ eden ‘manken’ sevgililerin neye âşık olduklarını anlamak için kafa yormaya gerek var mı? Görgüsüzlükleriyle tavan yapan bu mankenlerin, lüks arabaların aksesuarlarından ayırt edilmeleri pek de kolay değildir.
Çevrelerini ‘gülücük’lere boğan bu duygusuz yaratıkların ‘aşk’ları, bindikleri arabaların garanti süresinden de kısadır.
Orta yaşlarda bir emekli olmama rağmen henüz bir arabamın olmaması, feleğin cilvesi mi? Arabam olmadığı için neler kaybettiğimi bir tek ben bilirim. Henüz 23 yaşındayken çekildiğim otomobil sorgusunu unutabilmiş değilim. Naciye’yle beni tanıştıran Hüsnü dayım, otomobil konusunda başıma geleceklerden habersizmiş meğer. Haberdar olmuş olsaydı, beni ön koltuğuna oturttuğu Murat 124 hakkında gerekli açıklamalarda bulunur ve ‘evlilik’ sorgusundan alnımın akıyla çıkmamı sağlardı. O gün Naciye’nin annesi Nursen teyze çay ikramından sonra bizi baş başa bırakmıştı.
Naciye’yle baş başa kalmak benim felaketim olmuştu!
Naciye’nin ardı arkası kesilmeyen soruları karşısında ecel terleri dökmeye başlamıştım.
Önce ellerim titredi ve üzerime çay döktüm. O gün giyinmek için aldığım beyaz ‘konvers’ pantolonum lekelenmiş ve bacağımda hafif yanık oluşmuştu. Ellerimi titreten soruyu asla unutamam:
Hızlı araba kullanmaktan hoşlanır mısın?
Bu sorunun bana sorulduğu yıllarda okula her gün en az 6 km yürüyerek gidiyordum. Cebimde otomobil almak için ayırdığım beş kuruşum bile yoktu. Görev yaptığım köye yakın bir yere minibüsle gidiyor, yolun geriye kalan yaklaşık 6 km’sini ise yürüyerek tamamlıyordum. Otomobil almayı hiç düşünmediğim gibi hayatım boyunca otomobil de kullanmamıştım. Naciye, benim otomobil kullanmadığımı bile aklından geçirmemiş, direksiyon tutkumu test etmişti!
Naciye’ye otomobil kullanamadığımı söylemek yerine, hızlı araba kullanmadığımı söylemekle yetindim. ‘Mülakat’ çok ağırdı. Memur alımını aratmayan bir mülakat! Görüşmeden sonra bir daha Naciye’yi aramadım. Naciye de beni aramadı. Zaten görev yaptığım köyde sadece bir telefon vardı. Muhtarın evindeki telefonda konuşurken bütün dostlarımız çevremizde olurdu. O ortamda konuşmak hiç de kolay değildi. Kimle konuştuğunuzu merak eden izleyicilere açıklama yapmak, muhtarın oğlu Necmettin’e ‘tafsilat’ vermek gerekirdi.
O nedenle Naciye’nin peşine düşmedim.
Otomobil cehaleti aşk yenilgisiyle sonuçlandı.
Evlenmek mi, asla! Mülakat korkusu yüzünden bir daha kızlarla görüşmeye cesaret edemedim. Teknoloji uzmanı kadınların kafa karıştıran sorularıyla baş başa kalma korkusuna teslim olmuş durumdayım.
30 yıl önce okula yürüyerek gidiyordum, bugün de yürüyorum. O yıllarda yürümek belki daha keyifliydi. Masmavi göğün altında, yemyeşil tarlaların kıyısında geçirilen günler… İşte o günleri özlüyorum. O yıllarda dilimden düşürmediğim şarkıyı hâlâ unutmuş değilim:
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
24.02.2017, Körfez
Kaynakça
Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç. (2012). Ecinniler (1. Basım), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Recaizade Mahmut Ekrem. (Tarihsiz). Araba Sevdası (1. Basım), İstanbul: Boyut Yayıncılık.
Recaizade Mahmut Ekrem. (2004). Araba Sevdası, Bordo Siyah Klasik Yayınlar.
TDK. (1979). Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5729f2b39bf3b4.67431171
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5729f17276e798.41169004