1974 yılıydı. Pişi’den (Pülümür Atatürk Mahallesi) Kayırlar (Kayire) köyüne yorucu bir yolculuk geçirmişti. Kara çarşaf giydirmişlerdi. At sırtındaydı. Atın eyeri, yuları, üzengisi, kolanı yepyeniydi. Komşu kadınlardan birinin, keçi kılından dokuduğu kolan siyah ve kırmızı renklere boyanmıştı. Atın boynunu süsleyen boncuklar rengârenkti. Kara çarşaflı genç kız, özenle süslenmiş at sırtında yaklaşık 15 km yol almıştı. Yolculuk süresince attan inmemişti. Atın yularını çeken kişi, at sırtında yolculuk yapan Pülümürlü kıza dönüp bakmamıştı.
Pişi’deki baba evinden Kayırlar’a beş saatte ancak varabilmişlerdi. Beş saatte insan acıkır, susar, soluklanmak ister. Pülümürlü kız da acıkmış, susamış, attan inip biraz dinlenmek istemişti. Çarşaf içinde kımıldamadan duran kıza bir bardak su vermek kimsenin aklına bile gelmemişti. O yıllarda baba evinden uğurlanan kızların acıkması, susaması, soluklanması, birkaç laf etmesi ayıplanırdı. Bazı suskunluklar can sıkıcı, uzun süreli suskunluklar ise kahredicidir.
Pişi’den yola çıkan kız, ata bindirilmeden önce susmuş, âdeta küsmüştü.
Genç kızın çeyizi katırlara yüklenmişti. Önde at, arkada art arda dizilen katırlarla yola çıkılmıştı. Pişili kızın el işlemeleri, çeyiz sandığı, yün yatağı, üstü başı katırlara yüklenmişti.
Pişi’den bir sabah vakti yola çıkan bu genç kız 21 yaşındaki Hanım Şanlıoğlu’ydu.
Hanım’ın babası, kızını evlendirmeye karar vermeden önce kimseye danışmamıştı. Sebahattin Şanlıoğlu, babasının isteğiyle Hanım’ı görmek için Pişi’ye gittiğinde yirmi yaşında, utangaç bir gençti. Askerliğine sayılı günler kalmıştı. Hanım, kendisini görmeye gelen Sebahattin’e çay ikram ettiğinde gördüklerini yaşamı boyunca unutmayacaktı. Ahşap kapının önündeki kara lastik, bu genç görücünündü. Kayırlar’dan yürüyerek gelen delikanlının yıpranmış kara lastiği toz içindeydi. Kız istemeye gelen gence giydirilen kara lastik, Hanım’ın gözünden kaçmamıştı. Beyaz çinko tepsi içindeki ince belli bardaklar ağzına kadar doldurulmuştu. Erzurum kesme şekeri kâseye özenle yerleştirilmişti. Porselen çay tabakları kırmızı beyaz renkliydi. Hanım, utangaç görücüye çay uzattığında bu kez kravat dikkatini çekti. Atkıyı aratmayan kravat upuzundu. Sıkılgan görücünün kravatının ucu, pantolonunun ön ceplerini geçiyordu. Hanım’ın uzattığı çayı elleri titreyerek alan Sebahattin’in ceketi paltoyu çağrıştırıyordu. Sebahattin, ceketin içinde kaybolmuştu. Ceketin uzun kollarından ellerini çıkaran delikanlı, ter içinde kalmıştı.
Minik bardaktaki çay tükenmek bilmiyordu.
Görücü, kara lastiğini giydikten sonra köyüne döndü. Hanım, babasının verdiği karara direnç geliştirdiyse de sonuç alamadı. Kısa bir süre sonra düğün hazırlıkları başlamıştı. Pişi’de çalan davul zurna sesi, kavak ve meşe ağaçlarını aşarak yankılanıyordu.
Hanım’la Sebahattin, kendilerinden habersiz, Almanya’da kararlaştırılan birlikteliğe adım atmıştı.
Hanım, dışa dönük, sözünü sakınmayan genç bir kadındı. Sebahattin, içe dönüktü. Duygu ve düşüncelerini rahat ifade edemiyordu. Onun bu özelliği, eşiyle yaşadığı tartışmaları güç kullanarak çözmesine neden oluyordu.
1880 rakımlı Kayırlar’da yıllar birbirini kovalıyordu. Dağınık yerleşim birimi olan köyde yaşamak kolay değildi. Uzun ve sert kış mevsimi, yaşamı olumsuz yönde etkiliyordu. Aile, yaşamını küçük çaplı tarımsal üretim ve hayvancılıkla sürdürüyordu. Kışın aylarca içeri kapatılan hayvanları beslemek zor ve yüksek maliyetliydi.
Sebahattin, zor bir çocukluk geçirmişti. Çarık giymişti. Çayını, annesinin, yokluk nedeniyle, tavana asılı Erzurum kesme şekerinden verdiği iki adet şekerle içerdi. Şanlıoğlu ailesi, 1969 yılında, kesme taştan iki katlı toprak damlı bir ev yaptırmıştı. Ekonomik zorluklardan dolayı evin üstüne çatı yapılamamıştı.
Kayırlar’da olağan bir yaşam sürdüren aile için 1980’li yılların sonunda zor günler başlamıştı. Özgürce gezip dolaştıkları dağlar ürkülür hâle gelmişti. Sebahattin, köy muhtarı olmuştu. Hanım, ev işlerini hallediyor, hayvanlarının bakımıyla ilgileniyordu. 1994 yılında köyde barınma olanağı ortadan kalkmıştı. Aileye, ‘evinizi boşaltın’ talimatı verilmişti. Direnecek durumda değillerdi. Aile, iki katlı, toprak damlı eve, bahçedeki erik ve ceviz ağaçlarına gözü yaşlı veda etmişti. Sebahattin, kamyona apar topar yüklenen ev eşyasının üzerine branda çekilir çekilmez son bir kez evini yokladı. Bütün pencereler kapatılmış, kapılar kilitlenmişti. 1970 yılında, henüz 16 yaşındayken diktiği kavak ağacının gövdesine sarılıp birkaç damla gözyaşı döktükten sonra kamyona bindi.
Şanlıoğlu ailesi, 1994 yılında, baba ocağı Kayırlar köyünden Pülümür Dağyolu (Seteriye) köyüne yerleşmek zorunda kalmıştı. Yer değişikliğiyle birlikte Sebahattin Şanlıoğlu’nun muhtarlık görevi de sona ermişti. Kayırlar’da kimseye muhtaç olmadan yaşamını sürdüren aileyi, Dağyolu’nda zor günler bekliyordu. İki katlı evini terk etmek zorunda bırakılan aile, Dağyolu’nda kiracı olmuştu. Yokluk ve zorluklara karşı yirmi bir yıl mücadele veren aile, 2015 yılında Kayırlar’a geri dönmüştü.
1994 yılında terk edilen Kayırlar’dan eser yoktu.
Evin toprak damı çökmüş, viran olmuştu. Bazı ağaçlar kurumuştu. Sebahattin, kavak ağacına doğru koştu, kırk beş yaşındaki kavak ayaktaydı! Kavağın gövdesine sevgiyle sarıldı bu kez. Sevinç gözyaşları döküldü toprağa. Kayırlar, insansız geçen yirmi yılın tüm acılarını yüreğine gömmüştü. Köy mezarlığı ve Kayırlar İlkokulu, terk edilmişliğin acı izlerini taşıyordu.
Kollar sıvandı, evin onarımı için harekete geçildi. İki katlı evin üst katı tamamen yıkıldı. Güzelim kesme taşlar evin ilerisine taşındı. Pülümür Kaymakamlığı, geçici barınma için aileye konteynır ev vermişti. Kayırlar köyünde hayvancılık ve arıcılık yapan aile, eski güzel günlerine dönmek için yoğun çaba harcadı. Arı kovanlarının sayısı kısa sürede yüzü buldu.
Kayırlar’da yaşam normale dönerken gelen acı bir haber aileyi sarstı. Şanlıoğlu ailesinin kırk yaşındaki oğlu hastalığa yenik düşmüştü. Evlat acısıyla sarsılan aile içe kapandı. Boncuk işlemeli tülbendiyle gözyaşlarını silmeye bile vakit bulamayan Hanım’ın göz pınarları kurumuştu.
KAYIRLAR KÖYÜ
9 Ağustos’ta, Pıriye (Beyce) ziyaretinden sonra, iki ayrı araçla, Kayırlar köyüne doğru yola çıkıyoruz. Şanlıoğlu ailesinin öyküsünden habersiz, meşe ormanını, kavakları, tek tük çam ağaçlarını geride bırakarak yol alıyoruz. Yıkılan Pülümür Yatılı İlköğretim Bölge Okulunun önündeki güvenlik noktasından geçtikten sonra Pülümür Çayı’nın Bağırpaşa kolu Turnadere Çayı’nı izleyerek Kayırlar yönüne ilerliyoruz. Saatlerimiz 17.00’yi gösteriyor. Sıcak asfalta seçenek olarak sunulan ve Turnadere köyüne kadar dökülen beton yol tahrip olmuş. Turnadere köyünü geçiyoruz. Yolun solundaki bir tabela Hasangazi, Kırklar, Kızılmescit ve Şampaşakaraderebendi’nin uzaklığını gösteriyor. Tabelaya yakın bir yerde çalışan köylüden, Turnadere’ye dönüp yola devam etmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Geri dönüyoruz. Yolumuz bir hayli uzuyor. Turnadere köyünün tam ortasından geçen yol, köy sakinlerini rahatsız ediyor. Köylüler tozdan ve gürültüden olumsuz yönde etkileniyor. Araç trafiği, yaya güvenliği için de tehlike yaratıyor. Köyde yürür gibi hareket ediyoruz. İki köylü kadın, araçların çıkardığı tozla ilgili rahatsızlığını dışa vuruyor. Aracın açık penceresinden, konuşulanları duyuyoruz. Sürücümüz Hasan Canerik, aracı dikkatli kullandığı için üstümüze alınmıyoruz.
Yokuş yukarı çıkıyoruz. Yolun her iki yanı ormanla kaplı. Meşe, ormanın ana ağaç türü. Ormanda iki ayrı meşe türüne rastlanıyor. Kavak ve çınar, meşe ormanından ayırt edilebilen diğer ağaçlardan. Yol bozuk. Araçlar arasındaki mesafe kısaldığında tozdan etkilenmemek mümkün olmuyor. Sürekli yükseliyoruz. Turnadere’nin ardından, bir yamaca kurulmuş Çağlayan (Ferxeddine) köyüne el sallıyoruz.
Yükseldikçe ormanlar seyreliyor. Çıplaklık, saçları zamana yenik düşmüş orta yaşlı birinin kafasına benzetilebilir. Sert kışa meydan okuyan ardıç ve bodur çamlar, çıplak doğaya renk katıyor.
Kayırlar, dağınık bir köy. Evler, kesme taştan yapılmış. Beş haneli köyün nüfusu çok az. Kayırlar’da kayıtlı seçmen sayısı, sekiz. Kayırlar Köyü Muhtarı Ahmet Himmet Belek. Pülümür-Kayırlar arası yaklaşık 13 km. Köyün toplu ulaşım aracı yok. Pülümür-Kayırlar arası taksi ücreti 50 lira. Alışveriş için ilçe merkezine gidenlerin yüz lira yol ücretini gözden çıkarmaları gerekiyor.
Aşağı Kayırlar’da, bir çeşme başında, kısa süreli mola veriyoruz. Duvar taşına kazınan tarih, evin 1974 yılında yapıldığını gösteriyor. Evin duvarındaki yazıdan mahallenin adını da öğreniyoruz:
Seyitler Mahallesi
Seyitler Mahallesi’nden ayrıldıktan bir süre sonra Kayırlar Köyü Mezarlığından sağa sapıyoruz. Mezarlığın etrafı çevrilmiş. Oldukça bakımlı görünen mezarlığa büyük emek verildiği anlaşılıyor. Mezarlığı geçtikten sonra Şanlıoğlu ailesinin evine ulaşıyoruz.
HANIM’IN GÖZYAŞLARI
Kayırlar’da, 1969 yılında yapılan, 1990’lı yıllarda yıkılan evin bahçesinde ağır adımlarla ilerliyoruz. Beş yıl önce onarılan binaya giden yolun sağ tarafında ceviz, şeftali, kiraz, erik, elma ve armut ağaçları art arda dizilmiş. Koridoru çağrıştıran yolun üst tarafında boyası dökülmüş arı kovanları ve çam fidanları yer alıyor. Yüzün üzerindeki arı kovanından geriye yirmi dolayında kovan kalmış. Şanlıoğlu ailesinin evine doğru yürürken çevredeki çiçeklerle mutlu oluyoruz. Kullanım dışı kalmış leğen, çöp kovası, tencere, alüminyum kazan vb. nesneler birer saksıya dönüştürülmüş. Belki elli yaşındaki bir alüminyum kazanda boy veren kadife çiçekleri ve çinko bir tencereden gülümseyen sarmaşıklarla büyüyor sevincimiz.
İnsan yaratıcılığıyla güzelleşen koridorda ilerlerken 1974 yılında eve gelin olarak gelen Hanım Şanlıoğlu, eşi Sebahattin ve oğlu Metin karşılıyor bizi. Hanım, kırk üç yıl önce köyden ayrılmak zorunda kalan konuklarına sarılıyor. Çoğu çocuk yaştaydı o zaman. Çocuklukta zorunlu ayrılığın acısını yaşayan konuklarına sarılırken gözlerinden damlalar süzülüyor. Islanıyor kirpikler. Gözlerinden akan yaşları yazmasıyla siliyor. Gözyaşlarına, kırk altı yıllık sevinç ve keder karışıyor. Kırk altı yıl önce, bir at sırtında, kara çarşaf içinde köye gelin geldiği yıllara dönüyor yeniden.
Akşamüzeri… Hava kararmaya başlıyor. Köpekler, hayvanları otlatma nöbetinden dönüyor. Fifi, Barınak ve Ateş, gece ayılara karşı verilecek mücadele için evin önünde bir araya geliyor. Üç arkadaş, geçen yıl ayıya kaptırdıkları arkadaşlarından dolayı şimdi daha dikkatli.
Şanlıoğlu ailesine, Kayırlar’a veda zamanı geliyor. Aileyi ziyaret eden konuklardan bazıları İstanbul’da yaşıyor. Hanım, “Allah kimseyi İstanbul’a düşürmesin!” diyor. Evin önünde akan iki musluklu çeşmeden son bir kez daha su içiyoruz. İyi demlenmiş çay eşliğinde sürdürdüğümüz sohbete ara veriyoruz. Bu unutulmuş köyde, ara verdiğimiz sıcak sohbeti bir başka buluşmada sürdürme umuduyla ayağa kalkıyoruz.
Hanım, konuklarına sarılıyor, onları gözyaşlarıyla uğurluyor. Kırk altı yıl önce nemli gözlerle gelmişti köye. Köyden ağır ağır uzaklaşan konuklarına el sallarken nemleniyor gözler… Islak kirpiklerinden süzülüyor yaşlar.
Neşet Ertaş’ın bir türküsüyle Kayırlar’a veda ediyoruz:
Zülüf dökülmüş yüze aman
Kaşlar yakışmış göze aman
Usandım bu canımdan aman
Dert ile geze geze
(Erzincan Çağlayan, 29 Ağustos 2020)