Çayın lafı mı olur!
Çayın lafı mı olur!

 

Öğretmenler odasındaki çay tartışmaları, eskiye dayanır. Tarihçilere göre, tartışmanın müsebbibi Muğlalı Zihni Derin ve Rizeli Hulûsi Karadeniz’dir. Ziraat Mühendisi Zihni Derin ile Avukat Hulûsi Karadeniz olmasaydı,   çay tartışmaları yaşanmayacaktı. Rusya’dan, 1920 yılında, ülkemize çay fidelerini getirmemiş olsalardı, biz bugün öğretmenler odasında barış içinde yaşıyor olacaktık.

Kahvehanelerde tekme tokat birbirimize girmemizin en önemli nedeni de, şüphesiz, çaydır. Her ne kadar adında ‘kahve’ olsa da, çay olmasaydı kahvehaneler olmazdı. Bu eğlence mekânlarında kahve içildiği pek görülmüş değildir. Çünkü kahvehanelerde ‘millî’ içecek, çaydır.

Komşumuz Naciye Hanım, orta yerde bıraktığı çaydanlığı deviren torununun haşlanmasından, çayı Türkiye’ye getiren ikiliyi sorumlu tutuyor. Geçen gün Zihni Bey’e beddua ettiğine tanık oldum. Hulûsi Bey’in adını bilmediği için Fadime’ye söylenmedik söz bırakmıyor. Fadime çay yaprağını toplamaktan vazgeçse, çay demlenmeyecek ve sevgili torunu Buse haşlanmayacaktı.

Yanık ünitesinin sorumlu hemşiresi de öfkeli. Yanıkların büyük bölümünün çaydan kaynaklandığını düşünüyor. Çayın ülkede tüketilmemesi için imza kampanyası düzenlediklerini, konuyla ilgili raporun,  Sağlık Bakanlığına iletildiğini söylüyor. 

Fadime’nin derdi başka… O bütün bunlardan habersiz, bu yıl toplayacağı çayın hesabını yapıyor. Çocukların okul masraflarını ve faturaları düşünüyor.

Çay ocağı sahibi Hasan Kaptan,  işlerin pek yolunda gitmediğini anlatıyor. Çok iyi çay yapan Kaptan, kuruş hesabı yapan müşterilerden yakınıyor. Parayı vermeden gidenler… Bir bardak çayda onlarca kusur arayanlar…  Sigarasını bardakta söndürenler…  75 kuruşluk çayı içtikten sonra annesinin kızlık soyadını soranlar...

Çay deyip geçmeyin. Kamu kurumlarının çay sorunu en önemli millî meselelerimizden biridir.  Doktorların, çay yüzünden, ameliyatlara geç girdikleri konusunda sayısız rivayete rastlanmaktadır. Uçak yolcuları, uçağın geç havalanmasının, pilotların çay sohbetlerinden kaynaklandığını düşünür. Fabrika sahibi, üretimdeki dalgalanmaları çaya bağlar. Doların yükseliş nedenlerinden biri de borsa görevlilerinin ellerinden düşürmedikleri çaydır. Rehberlik öğretmenleri, bazı okul başarısızlıklarının, anne ve babaların çaya düşkün oluşuna bağlamaktadır. Bizim İstanbul-Erzincan seferini yapan Cantur’un, saatinde otogarda olmamasının, sürücü Kamber Süratli’nin çay tiryakiliğinden kaynaklandığını düşünenlerin sayısı, oldukça fazladır. 

İtiraf etmeliyim ki, hiçbir tartışma öğretmenler odasındakiler kadar renkli ve uzun süreli olmamıştır. Bunları nerden bildiğimi mi merak ediyorsunuz?  Bunun gizlisi saklısı yok, herhangi bir öğretmenler odasına adım attığınızda kendinizi çay tartışmalarının içinde bulursunuz.

Geçen gün koridorda hizmetlimiz  Ahmet Tembeloğlu ile karşılaştığımda çok dertliydi:

“Hocam öğretmenler amma da cimri... Bir ay boyunca çay içerler. Sadece çay olsa iyi; kahve, kuşburnu, nane-limon ve daha neler... Paraya gelince çaycıyı deli ederler! Kimsenin eli cebine gitmiyor. Ceplerinde akrep var sanki.”

Tembeloğlu’nun işi asla bitmezdi, ama ne iş yaptığını da kimse bilmezdi. Çalışma koşullarından sürekli  yakınır, iş yoğunluğuna isyan ederdi. Gülümser Öğretmen, sınıfını temizlemesi için haftada bir ‘harçlık’ vermeyi ihmal etmezdi. Bizim Ahmet Bey’in, sünnet  düğünü için toplanan beş lirayı vermemek için rapor aldığını söyleyenlerin sayısı hiç de az  değildi.

Gülümseyerek uzaklaştım.

Sabahtan beri bir bardak çay içmemiştim. Boğazım kurumuştu. Öğretmenler odasına girer girmez hararetli bir tartışmanın içinde buluverdim kendimi. Birkaç dakika sonra konu anlaşıldı.          Okulumuzun emektar öğretmeni Semra Hanım, çay parası topluyordu. 40 kişiden para toplamak kolay mı? Kimi o ay henüz bankaya uğramamış, kimi de borcundan dolayı bir sonraki ay ödeme derdinde. Ücret hakkında önceden bilgilendirilmedikleri için sitem edenler de var.  Onlara göre, tedariksiz gelmelerinin nedeni ücretten habersiz oluşlarıydı. Semra Hanım, yaz tatiline girileceği için, sorunu tez elden çözme çabasında.

Hararetli tartışmada ilginç öneriler geliştiriliyordu. Örneğin Nurten Hanım, kişi başına 10 lira ödemenin haksızlık olduğunu, çünkü kendisinin  sadece sıcak su aldığını söylüyor. Oysa günde 30 bardak deviren çay tiryakisi Zihni Bey’in de 10 lira ödediğini, bunun haksızlık olduğunu ifade ediyor.

Semra Hanım, çayın ‘açık büfe’ olduğunu boşuna anlatıyor.

Mehmet Bey, 10 lira yerine ancak 9 lira verebileceğini, çünkü iki ay önce bozuk paraya duyulan ihtiyaç nedeniyle kendisinden 1 lira fazla alındığını hatırlatıyordu.

Almanca öğretmeni ise haftada üç kez okula geldiği için 7 liradan fazla ödemeyeceğini dile getiriyor.

Ev, araba ve yazlık taksitlerini aksatmayan Selamet Gözüaç, ödeme tarihine itiraz ediyor. Her ayın 15’ini izleyen ilk beş günde para toplamanın büyük haksızlık olduğunu belirtiyor. Ücret ödenirken kredi kartlarının hesap kesim tarihlerinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyor. Ona göre en uygun ödeme tarihi, 30 şubattır!

Aycan Hanım, günde bir ya da iki çaya karşılık 10 lira ödemenin haksızlık olduğunu söylüyor. Dışarıda bir bardak çayın en az bir lira olduğu hatırlatılsa da pek birşey değişmiyor.

Şehmuz Bey’in derdi başka... Bir gün bile ‘kaçak’ çay içememekten şikâyetçi. 

Nuri Hocaoğlu, çaycımız Aliye Hanım’a yüksek ücret ödendiğini düşünüyor. Yüksek ücretin çay fiyatına  yansıdığını, bu nedenle çaydan ağzının yandığını belirtiyor.

Semra Hanım, asgari ücret 600 lira olduğu hâlde Aliye Hanım’a 200 lira ödendiğini söyleyince tepki gecikmiyor:

“Sabahtan akşama kadar oturuyor. Daha ne verelim?”

Ücreti yapılan işe göre yüksek bulan bir başkası, elindeki bardağı havaya kaldırarak üzerindeki su lekesini gösteriyor:

“Bu ücret bile yüksek değil mi?”

Bu arada çayımın soğuduğunu hatırlıyorum. Bir bardak çay içince aklım başıma geliyor. 20 yıldır çayı şekersiz içtiğimi hatırlayınca, üç-beş kuruş tasarruf etme düşüncesi beni heyecanlandırıyor. Tam 20 yıl önceydi. Nedenini tam olarak hatırlayamıyorum. O gün arkadaşım  Ahmet’in unutkanlığından mı, yoksa Öncel’in ihmalinden miydi, bilinmez, şekersiz  kalmıştık. Bir gece vakti Dağkapı’daki büfeden şeker almak da cesaret işiydi, o nedenle vazgeçtik. Doğrusu, çayın şekersiz oluşu, pek de imrenilecek bir durum değildi. Bu denemeden sonra çayı şekersiz içme alışkanlığı kazandım. Öğretmenler odasındaki tartışma,  çaya şeker atmamanın bütçeme sağlayacağı katkıyı gündeme getirmişti. Hemen söze karıştım:

“Arkadaşlar, ben de arada bir çay içiyorum. Üstelik çaya hiç şeker katmıyorum. Bardağa bir avuç şeker atanlarla aynı ücreti ödemem, temel insan haklarına aykırı değil mi? İskender  kebabını tereyağsız yediğimde indirim uygulandığına göre, şekersiz çayda da indirime gidilmeli.”

Odada yaşanan kısa  sessizliği  Kimya Öğretmeni Necmi Bey bozdu:

“Haklısınız. Ben de şeker hastasıyım. Çaya, cebimde taşıdığım tatlandırıcıyı atıyorum. Benden de aynı ücret alınması haksızlık değil mi? Aylık şeker giderimi ikiye katlayan bu uygulamanın gözden geçirilmesi hususunda gereğinin yapılmasını yüksek müsaadelerinize arz ederim.”

Zühtü Bey, çay giderini azaltacak bir öneriyle tartışmayı dalgalandırdı:

“Çayı Aliye Hanım da içiyor, hatta bizden daha çok içiyor. Ondan da çay parası almamız gerekir.”

Ökkeş’in aklına başka bir öneri geldi:

“Bazı arkadaşlar, okula sık sık misafir davet ediyor. Gelene çay, gidene çay. Sendika üyeleri, sendikacılara bol bol çay ısmarlıyor. Okulda sendika üyesi olmayan öğretmenlerin günahı ne? Misafiri gelenlerin ücreti yükseltilmeli.”

Okul idaresiyle sürekli sorun yaşayan Deniz Hanım da katılıyor tartışmaya:

“Okul müdürünün odasına günde onlarca çay gidiyor. Özellikle sarışın kadınlar geldiğinde gelsin kahveler... Müdür yardımcıları da öyle. Okul idaresi, bizim bir ayda içtiğimiz çayı bir günde tüketiyor. Onlardan ücret alınırken bunların dikkate alınması gerekir.”

Okulda derslerin süresi, 40 dakikadır. Çay soğutan tartışma biraz uzamış ve derse beş dakika geç kalmıştık. 2. kattaki odamızdan ağır adımlarla sınıflara doğru yola koyulduk. Okulumuz 5 katlıydı. Benim dersim, 4. kattaki bir sınıfaydı. Ağır ağır yürüyerek beş dakikayı da yolda geçirmenin mutluluğu ile 4. kata girdim. 4. katta toplanan bir grup öğretmen, tartışmaya kaldığımız yerden devam ediyordu. Ben de sohbete katılmaya karar verdim. Sohbetimizin beş dakika sürdüğünü tahmin ediyorum. Devletin bir ders saati için bize ödediği ücret, 10 liraydı. Çay sohbetinden dolayı dersimize en az 15 dakika geç kalmıştık, ama kimsenin pes etmeye niyeti yoktu. 

Çay parası toplamada yaşanan sorun giderek büyüyordu. Aliye Hanım’a maaş verilememiş, bakkal Hüseyin amcaya olan veresiye kapatılamamıştı.

Tartışmanın sürdüğü gün,  semaverin bozulması, hepimizin sinirlerini alt üst etmişti. Tamir parasını da biz üstlenmek zorundaydık, ancak farklı düşünenler yok değildi. Bazı arkadaşlar, çaycımızın kusurlu olduğunu ve tamirciye ödenecek ücretin kendisine rücu edilmesi gerektiğini dillendirdiler. Devleti kasten ya da dikkatsizlik sonucu zarara uğratanlara, zarar nasıl ödetiliyorsa,   Aliye Hanım da semaverin zararını karşılamalıydı. Sonuçta o da bir kamu kurumunda çalışıyordu.

Aliye Hanım’la oğlu Erkin arasında geçen konuşma, hepimizin huzurunu kaçırdı. Çünkü Erkin,  okul çayı için, annesinden  10 lira istiyordu. Annesi de maaşını alır almaz vereceğini söylüyordu. Hemen çayımı alıp koridora çıktım. Necmi Bey, ne de olsa şeker ve prostat hastası, binbir zorlukla tuvalete attı kendini.   Rıza Bey, ellerini yıkama bahanesiyle lavaboya koştu. Aylin Hanım, emekli öğretmen Mehmet Bey’in okulda açtığı baharat sergisine gitti. (Aylin Hanım’ın, 10 yıldır okulumuzu mesken tutan  Mehmet Bey’den bir çöp bile almadığını, o gün de almayacağını  hepimiz biliyorduk).

Öğretmenler odası nerdeyse boşalmıştı. Odada Sema Hanım, Aliye Hanım ve Erkin’den başka kimse kalmamıştı. Ne meşgul insanlarmışız meğer! İşi çıkan çıkana...  Kulakları sağır eden zili güçlükle duymuştuk. Çay tartışması başlayalı kim bilir bu kaçıncı zildi? Bu arada tam bir haftadır, çay için, cebimde taşıdığım  10 lira yıpranmaya başlamıştı. Yine de vermeye kıyamıyordum, para kazanmak kolay mı?

Aliye Hanım, ihtiyaç yoksa, çay saatinde yanımızda durmazdı. Çayı demleyip bardakları yıkadıktan sonra merdiven altında hizmetlilere reva görülen yerde oturur, derse girmemizi beklerdi. Merdiven altında yok yok! Su damlatan paspaslar, kayıp giysiler, fırtınada hasar görmüş şemsiyeler, paslanmış çaydanlıklar, temizlik ürünleri ve daha neler neler...

Okul idaresine göre,  hizmetlilerin oturması mevzuata aykırıydı. Semra Hanım,  müdürden, konuyla ilgili  belge talebinde bulunmuş, müdür de vereceğini söylemişti. Aradan uzun zaman geçtiyse de belgeyle ilgili bir gelişme olmadı.  Tüm hatırlatmalara karşın müdür sözünü ettiği belgeyi bir türlü gösteremediyse de merdiven altı ısrarından vazgeçmedi. Ona bakılırsa hizmetli okula geliş saatinden eve dönüş saatine kadar ayakta olmalı ve hep çalışmalıydı. Onlara oda ayırmak, tembelliğe davetiye çıkarmak demekti. Hizmetli göz önünde olsun ki çalışsın. Bu yönüyle, merdiven altı ‘stratejik’ önem arz ediyordu.

Günler, ilkbaharda yatağına sığmayan bizim  Salördek deresi gibi akıp gidiyordu. Bakkal Hüseyin amcanın borcunu aylardır ödemiyorduk. Aliye Hanım’ın maaşı da geciktikçe gecikti. O sıralarda, okul çayı için aldığı biletin parasını ödemeyen Erkin’in müdür tarafından uyarıldığı haberi de ortalıkta konuşulmaya başlanmıştı.

Bir gün bakkalı müdür odasından çıkarken gördük! Veresiyenin kapatılması için uğramış. Öğretmenler odasına girdiğimde, bu kez büyük bir sessizlikle karşılaştım. Kimse konuşmuyor. Hemen herkesin yüzü asık. Daha sonra anladım ki, Semra Hanım, bakkalın okula uğramasından hemen sonra borcun tamamını kendi cebinden ödemiş. Aliye Hanım’ın maaşını da cepten vermek istemiş, ama o kesinlikle kabul edemeyeceğini söyleyince vazgeçmiş. Taksitlerinden dolayı sıkıntı yaşayan Selamet Gözüaç’ın, çay borcu için Sosyal Yardımlaşma Vakfına başvuruda bulunduğu, ancak  bir paket çaydan başka destek alamadığını yerel gazetedeki fotoğraftan öğrenmiştik.

Masada gözüm şu nota ilişti:

“Sevgili Öğretmenlerim, bugüne kadar keyifle yürüttüğüm çaycılık görevimden ayrılıyorum. Size daha önceden haber veremediğim için beni bağışlayın. Bir saniye bile çaysız kalmanıza gönlüm razı gelmez, ama mecbur kaldım. Uzun bir süredir eşim de işsiz. Evde yaşadığımız sıkıntılardan dolayı kendime yeni bir iş buldum. Bir iş merkezinin temizlik ve çay işlerini yapmaya karar verdim. Onlar  bana ayda 600 lira ücret verecekler. Artık mutluyum, çünkü oğluma 10 lira okul harçlığı verebilirim. Selamet Gözüaç öğretmenimizin bana yarısını verdiği çay paketi dolabın alt gözünde. Hepinize saygılar ve mutluluklar.  Aliye Gözütok”.

Sokağa çıktım. Karşıma kucağında bebeğiyle çıkan mülteci bir kadına rastladım. Cebimdeki 10 lirayı  kadına uzatırken yüzümün kızardığını hatırlıyorum. 

En son okulda ne zaman çay içtiğimi merak ediyorsanız, hemen söyleyeyim. Aliye Hanım, okuldan ayrıldığında henüz 35 yaşında gencecik bir kadındı. Kendisiyle aynı yaştaydım. O şimdi 50’li yaşlarda ve ben okulda ağzıma hâlâ çay almıyorum.

 (Körfez, 29.06.2016)  

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault