Sosun Erginoğlu (Memleket hasreti ve evlat acısı, bütün acıların toplamıdır)
Sosun Erginoğlu (Memleket hasreti ve evlat acısı, bütün acıların toplamıdır)
Sosun Erginoğlu (Ömür boyu süren yalnızlık)
Sosun Erginoğlu (Ömür boyu süren yalnızlık)

 

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.  Kadınlar hemen her yerde 8 Mart'ı kutlayacak. Fabrikalarda, tarlalarda, bürolarda, köylerde, kasabalarda, kentlerde 8 Mart kutlanacak. Sadece kadınlar kutlamayacak 8 Mart'ı… Eşler ve  çocuklar da yalnız bırakmayacak kadınları.  Sadece onlar mı, duyarlı tüm insanlar kutlayacak 8 Mart'ı.  Mart coşkusu  birlikte paylaşılacak.  Ne var ki, Sosun (Beser) Erginoğlu,  bu 8  Mart'ı kutlayamayacak.    Yetmiş-seksen yıl sonra ilk kez bir 8 Mart onsuz geçecek. 

Bu sabah erkenden uyanıp takvimin 7 Mart tarihli yaprağını koparamayacak. 

Bir takvim yaprağına ilk kez eli dokunamayacak. 20 Şubat'tan bu yana biriken yapraklar sararıp solacak. Takvim yaprağı  sürekli 20 Şubat'ı gösterecek. Duvarda asılı, çerçevesi işlemeli fotoğraf, takvimle birlikte yılların acımasızlığını, yalnızlığını, yorgunluğunu yansıtacak.

İki göz toprak evin girişindeki odanın kapısının üzerinde boydan boya uzanan  terek (raf), gelinliğinde baba evinden getirdiği desenli çinko kaplarla süslenmişti. Çinko tabaklar, soğuk kış günlerinde içimizi ısıtan tarhana çorbası demekti. Tereği baştan başa renklendiren işlemeler, çeyiz sandığından  yeni çıkarılmış gibiydi.

Köyde, birkaç adım uzaklıktaki baba evinden yeni evine taşınırken yalnızdı. Daha doğrusu, annesiz ve babasız çıkarılmıştı yola. O  yıllarda baba evinden  kızlar tek başına uğurlanırdı. Anne-babalar, kızlarını evlendirirken düğünlerine bile gitmezdi. Düğüne gitmek ayıplanırdı. At sırtında geçirmişti o yalnız yolculuğu.

Yürüyerek ya da at sırtında ne fark eder.

Yalnızdı…

Pülümür Mezra köyü (Memleket hasreti artık sona erdi)
Pülümür Mezra köyü (Sona eren memleket hasreti)

Yalnızlığı  bir ömür boyu devam etti. Üç çocuğunu büyütürken yalnızdı. Tarlada, yaylada, Gemaaynige'de yalnızdı. Bir elinde orak,  kucağında çocuğuyla tarlaya giderken  yalnızdı.  Bazen bir çaydanlıktı taşıdığı, bazen  sacda yeni pişirilmiş ekmek.  Hegaobınedeve'de, armut ağacının dallarından sarkıtılan salıncakta tek başına büyütmüştü çocuklarını.

Elde orak, kucağında bir demet otla yorgun argın  tarladan eve dönerken ağır ağır attığı adımlar, unutulacak gibi değildir. Onun yüreğime kazınan bakışları, çocukluğumdan bugüne sakladığım  acı hatıralardan biridir.   

Yaz sıcağında harman yerinden dönüşleri de belleğimdeki yerini korumaktadır. Mavi, kırmızı, yeşil, mor, sarı boncuk işlemeli tülbendi omzundan sarkmış, bir eliyle terini silmektedir. Sırtında  bir teneke buğday ya da  arpayla yürümektedir.

Sadece yaz mevsiminde değil, her mevsim yalnızdır. Aslında bütün bir ömür sürmüştür yalnızlığı. Kışın soğuk günlerinde keçilerine yaprak yedirirken, inekleri çeşmeye götürürken, sobayı yakarken yalnızdır.

Yapayalnızdır.

O, dünyaya sanki yalnızlıkla sınanmak için gönderilmiştir. 

O, henüz altı aylık bebekken  Pülümür Mezra köyünden Çanakkale Biga Karantı köyüne anne kucağında zorunlu yolculuğa çıkarılmıştı. Bir kara trenle ayrılmışlardı Erzincan'dan.  Biga'dan Pülümür'e döndüklerinde on yaşındaydı. Ağlayarak düşmüştü yola. Köyüne döndüğünde sevinç göz yaşlarıydı akıttığı.

Sosun Erginoğlu (Elde orak, kucağında bebekle tarlaya giden Anadolu kadını)
Sosun Erginoğlu (Elde orak, kucağında bebekle tarlaya giden Anadolu kadını)

Bir yaşını doldurmadan yaşadığı memleket hasretinden belki daha büyüğünü yıllar sonra İstanbul'da yaşamıştır. İş güç, çoluk çocuk derken  o koca kente, İstanbul'a düşmüştür yolu. İstanbul'da, bir apartman dairesinde çok sevdiği kızı Sevim'le hayata  tutunmuştur.  Sevim onun dilinde ve gönlünde hep Sevin olarak kalmıştır.  Kırk haneli Pülümür Mezra köyünden milyonluk bir kente göç etmek, onun için de  kolay olmamıştır. Bebekliğinin, çocukluğunun, ilk gençliğinin geçtiği Mezra'da kalmıştır yüreği. Apartmanda, hasret kaldığı eşe dosta, köye göz yaşı dökmüştür. Kim bilir kaç gününü ağlayarak, göz yaşı dökerek geçirmiştir. İstanbul'un boğucu sıcağında, köyünde serinlediği o ceviz ağacının gölgesini nasıl da özlemiştir. Gözlerinden akıp gelen yaşlar, bir ömür boyu süren zorlukları, acıları, yalnızlıkları ve  özlemleri ifade etmiştir.

Bir anne ve baba için evlat acısından daha  büyük acı olabilir mi?  O, hayattayken bu acıyı yaşamıştır. İstanbul'da yaşadığı evlat acısı, onun en büyük üzüntülerinden biri olmuştur. Sadık'ın zamansız  kaybıyla birlikte gözlerinin feri sönmüştür. Evladının kaybından sonra ayaklarını uzatarak oturmayı kendine yasaklamıştır:

"Benim oğlum toprak altındayken nasıl rahat oturabilirim!"

Bu 8 Mart, gözlerini  zorluklara açmış bir annenin  yokluğunda kutlanacak.  Çok sevdiği Sarı Kızı, annesine bir demet çiçek sunamayacak, kucağını açıp sarılamayacak.

O, İstanbul'da, komşularına, çocukluk arkadaşlarına, yakınlarına kavuşma umudunu  hep korumuştur. Elinde orak, başında rengârenk boncuk işlemeli tülbendiyle çilekeş Anadolu kadının tüm niteliklerini taşıyan anne, bu 8 Mart'ta aramızda olamayacak. Çok sevdiği Mezra köyünde huzur içinde  uyuyacak. Karlı bir kış günü, yıllar önce kaybettiği oğluna, eşe dosta ve köyüne kavuşan anne artık üşümeyecek ve yalnız kalmayacak.

Ali Erginoğlu'nun eşi, Sevim'in Sosun'u, Davut'un ve Sadık'ın annesi, Bedriye'nin kayınvalidesi, Hüseyin-Hanım Erginoğlu'nun hem gelini hem oğlu, Pülümür Mezra köyünün acılarla biçimlenmiş kızı Sosun (Beser) Erginoğlu, Taht'ta tüm sevenleriyle birlikte olacak.

Yalnızlığını, memleket hasretini, acılarını ve o yorgun bakışlarını yüreğimize kazıyarak…

Pülümür Mezra köyü
Pülümür Mezra köyü

(Körfez, 8 Mart 2019)

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault