İsmail Adil Güven (Eski Kastamonu Valisi, 1877-1943)
İsmail Adil Güven (Eski Kastamonu Valisi, 1877-1943)
Ömer Faruk Yelkenci (İstanbul Millî Eğitim Müdürü)
Ömer Faruk Yelkenci (İstanbul Millî Eğitim Müdürü)
Mehmet Rauf İnan (Eski Manisa Millî Eğitim Müdürü)
Mehmet Rauf İnan (Eski Manisa Millî Eğitim Müdürü, 1905-1996)

Cumhuriyet henüz dört yaşında. Ölü toprağını üzerinden atan Türkiye, yeniden ayağa kalkıyor. Cumhuriyet Devrimi coşkusu, kadını ve erkeğiyle Türk Milletini yeni baştan yaratıyor. Toplum, uyuşukluk ve  tükenmişlik duygusundan kurtulmak için yoğun çaba harcıyor. Kastamonu halkı da bu çabaya omuz veriyor. Kent, işte bu koşullarda coşkulu bir kutlamaya hazırlanıyor.  Kastamonulular balo için bir araya geliyor. Cumhuriyetin dördüncü yıl dönümü. O gün bütün davetliler en güzel kıyafetlerini giyiniyor. Giyim kuşama gösterilen özen, Cumhuriyete duyulan sevgiden kaynaklanıyor.

Her şey hazır. Davetliler, balonun başlaması için valiyi bekler.  Nihayet Vali, salona girer.  O sırada oturan konuklar ayağa kalkar.

Genç bir öğretmen vali girdikten kısa  süre sonra ayağa kalkmıştır. Öğretmen, valiyi hemen fark edememiştir. Vali, öğretmenin birkaç saniye sonra ayağa kalkmasına öfkelenir. Millî Eğitim Müdürünü yanına çağırarak uyarır. Amacı, öğretmenin görevden alınması ya da ağır bir cezayla cezalandırılmasıdır. Müdür işi ağırdan alır,  öğretmenin kasıtlı davranmadığını anlatmaya çalışır, olayın soğumasını bekler. Fakat Vali, öğretmeni cezalandırma konusunda sabırsızdır.

Muallimler Birliği Başkanı Rafet Sadetin (Tok), Vali’yle görüşerek yatıştırmak ister. Vali, direnir. Konu, Bakanlığa bildirilir. Ankara’ya, Millî Eğitim Bakanlığına konuyu bildirerek öğretmenle ilgili işlem yapılmasını ister. O tarihlerde Mustafa Necati, Millî Eğitim Bakanı’dır. Soruşturma açılır. Müfettiş, Vali’nin isteğini yersiz görür. Sorun iki bakan (Dahiliye-Milî Eğitim)  arasında çekişme konusu olur. Bir gün Gazi’nin önünde konuşulur.  Gazi Mustafa Kemal Atatürk, böyle önemsiz ve değersiz bir sorun çıkarıp,  onunla böylesine uğraşan Vali’nin oradan alınarak sorunun çözülmesini buyurur (M. Rauf İnan, Mustafa Necati, s. 29-30).

Tartışma, Kastamonu Valisi'nin  görev yerinin değiştirilmesiyle   sonuçlanır!

1927 yılında Kastamonu’da üç vali görev yapmıştı:  Müştak Lütfü Gürsan, Ahmet Mithat Kalabalık ve İsmail Adil Güven.  Dr. Recep Murat Geçikli’ye göre, Vali Müştak Lütfü Gürsan’ın görev yeri değiştirilmişti.

Yrd. Doç. Dr. Recep Murat Geçikli, bir araştırmada,  balo olayının farklı biçimde yaşandığını işler:

 “Kastamonu Himaye-i Etfal Cemiyeti, bir balo tertip etme kararı alır ve baloya katılımın eşli olması istenir. Kastamonu Valisi Müştak Lütfü Bey’in ailesi Kastamonu’da olmadığı için bu baloya davet edilmez. Vali Müştak Lütfü Bey, balonun tertip edildiği akşam, polis müdürünü görmek bahanesiyle balo mahalline gelir. Vali’nin baloya geldiğini öğrenen balo katılımcıları bu duruma tepki göstererek Vali’den baloyu terk etmelerini isterler. Bunun üzerine Vali Müştak Bey, kendisinin vilayetin valisi olduğunu hatırlatarak bu teklifi reddeder. Bundan sonra baloyu terk eden katılımcılar, belediye salonundan ayrılarak Muallimler Birliği’ne giderler ve orada Vali’nin aleyhinde konuşmalar yaptıktan sonra Dâhiliye Nezareti’ne şikâyet telgrafı gönderirler.” https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26229

 Köylüye ‘Takla Attıran’ Nazırlar Dönemi

Aradan yıllar geçer. Nice valiler, kaymakamlar, millî eğitim müdürleri koltuğa oturur.  Koltuklar eskir ve yıpranır. Koltuklarla birlikte oturanların da yıprandığı olur. Koltuğa oturup da yıpranmayanlar da vardır.  O koltuklara oturanların bir kısmı halka hizmet duygusuyla görev yapmaktadır. Makama saygınlık kazandıran, toplumun unutamadığı idealist kamu yöneticileridir onlar.

Toplumsal bellek, gücünü koltuğa borçlu olanların kaydını tutmamaktadır.

Silinip gitmişlerdir. Utanç verici eylemleriyle, yapayalnız kalmışlardır.

Koltuk, üzerindeki ağırlığı bazen taşıyamayabilir, çöker! Kişinin günahı, kiri pası,  iskelet sisteminden yoksun oluşu vb. niteliklerine koltuk bile dayanamaz. Cumhuriyete sırtımızı döndüğümüz koşullarda, koltuklar bile isyan etmektedir:

Köylüye takla attıran nazırlar (Haydi takla at da görelim),

Hizmetliye tekme tokat girişen belediye başkanları,

Zabıtayı yumruklayan daire başkanları,

Ağzı kokan küfürbaz  yöneticiler,

Gece yarısı kız yurdunu basan savcılar,

Sahilde ‘bira içen’ bayan doktorları hedef alan mülki amirler,

Kendisine ‘yüz vermeyen’ kadını ormana kaçırıp yumruklatan ve ayakkabısını yalatan valiler,

Yasaları uygulayan  polisi şımarık suçluya ‘teşhis’ ettiren amirler…

Listeye eklenecek o kadar çok olay var ki…

Aklı başında devlet adamlarının bu listeye dikkat etmeleri gerektiği açık. Hemen herkes, listenin niçin kabardığı sorusunun cevabını merak etmektedir:

 -Bize ne oldu da bu hâle geldik? Bu çılgınlığın kaynağı nedir? Hanımefendilik, beyefendilik  tarihe mi karıştı?

 Millî Devlet Yıkıcılığı Kişiliği Tahrip Ediyor

Cumhuriyetin karşısında konumlanır ve üretimden koparsanız, sahilde oturan insanlara sataşmayı meslek hâline getirebilir, yasaları çiğneme ayrıcalığını son limitine kadar kullanabilir, görevini yapan kamu çalışanına ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ diye efelenebilir, vatandaşa hakareti ‘vazife’ olarak görebilirsiniz.  Ülkede Amerikan destekli yıkıcı-bölücü-irticai teröre karşı vatan savaşı verilirken, gömüldüğünüz ceylan dersi koltuklarda, bütün enerjinizi  fuzuli işler için harcayabilirsiniz. Daireye giren köylüyü tersleme, sokak simitçisini kovalama, pazarcıya ceza kesme vb. icraatlarla sistemin  üstün hizmet madalyasını hak edebilirsiniz. Çevre temizlik işçisinin yüzüne indirdiğiniz yumruk darbesiyle, boks şampiyonluğu kürsüsünde ağırlanabilirsiniz. Özetle, Millî Devleti yıkıma uğratma sürecinde altınıza sürülen koltuğun hakkını verdiğiniz için ‘sertifika’ ve ‘ödül’e boğulursunuz. Yabancı süpermarketleri niçin denetleyemediğiniz sorusunu akla  getirmemek üzere kurgulandığınızı bir türlü kavrayamazsınız.  Suça bulaştırılarak yakası ele geçirilen koltuk bağımlılarının direnme yetenekleri sıfırlanmıştır. Bir tür kişiliğin sıfırlanmasıdır yaşanan. Çekmecede bekletilen suç kayıtlarıyla, ucu açık bir şantaj süreci tetiklenmekte ve insana dair erdemler  alzaymıra yakalanmaktadır.

 Millî Devletle Birlikte İnsanımız da Tahrip Edilmektedir

Geçen günlerde gazete ve TV’lere yansıyan bir olay,  kamu yönetiminde yaşanan sorunları ve kamu yöneticilerinin niteliklerini gözler önüne serdi. Sözü edilen olay, insan kaynaklarımızın nasıl tahrip edildiğini de ortaya koymaktadır.

İstanbul’da kimlik kontrolü yapan Başpolis “N.Ç”, şüpheli bir aracı durdurarak kimlik kontrolü yapmak ister. Araçtaki kişilerin kamu yöneticisi olması, olaya farklı bir boyut kazandırır ve görevini yapan polis memuru ekmeğinden olur.

Başpolis “N.Ç”nin basına yansıyan ifadesine göre  olay şöyle gelişmiştir:

“28 Şubat 2018 tarihinde, saat 20.20 civarında Avrasya Tüneli Avrupa girişi Yenikapı uygulama noktasında emniyet şeridini ihlal ederek hızlı bir şekilde çakarlarını yakarak gelen 34 M.. plakalı siyah renkli, ...marka, camları siyah film kaplı olması nedeniyle içerdeki şahıs veya şahısları göremediğim şüpheli aracı durdurarak kimlik kontrolü yapmak istedim. Sürücü ehliyetini vermesine rağmen arkada oturan 2 şahıs ‘İstanbul İl Millî Eğitim Müdürü’ olduğunu iddia ederek kimlik vermediği gibi ‘Sen millî eğitim müdürünün görevini biliyor musun? Seninle görüşürüz’ diyerek cep telefonundan birilerini aradı. Arkada oturan diğer şahıs da ‘Adını soyadını ver’ diyerek kimlik vermedikleri gibi üst araması ve araç kontrolünü de yaptırmadı.” (Hürriyet, 14.03.2018).

Polis memuru, görevini engelleyen kişiler hakkında suç duyurusunda bulunur:

“İstanbul İl Millî Eğitim Müdürü ile tartıştı diye açığa alınan polisten dava. Durdurduğu çakar lambalı araçta bulunan İstanbul İl Millî Eğitim Müdürü ile tartıştı diye açığa alınan başpolis memuru N.Ç. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. ‘Polise karşı gelerek kimlik vermeyen, aracını aratmayan, beni görevim başında tehdit eden araçtaki 2 şahıstan ve bu 2 şahıs hakkında işlem yaptırmayan İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı M.Ç.’den davacıyım’ dedi.” (Posta, 14.03.2018).

Makam Aracına Mecbur muyuz?

Gazete ve TV’lere yansıyan ifade kısaca şöyle özetlenebilir:

  • Millî Eğitim Müdürünün makam arabasında, yasak olduğu hâlde, çakar lamba kullanılmıştır.
  • Emniyet şeridi ihlal edilmiştir.
  • Aracın arka camları filmle kaplanmıştır.
  • Polis, şüpheli aracın arkasında oturan iki kişinin kimliklerini kontrol etmek istemiş, kendisini İstanbul Millî Eğitim Müdürü olarak tanıtan kişi kimlik vermemiştir.
  • Kimlik göstermeyen kişiler, “Sen millî eğitim müdürünün görevini biliyor musun? Seninle görüşürüz’”diyerek cep telefonundan birilerini aramıştır.

Cep telefonu işe yaramış, polisi korumakla yükümlü görevliler, Millî Eğitim Müdürünü haklı çıkaracak açıklamalarda bulunmuştur. Peki, sonuç? Başpolis “N.Ç”, jet hızıyla açığa alınmış ve hakkında idari soruşturma açılmıştır!

Tek suçu, İçişleri Bakanlığının yayımladığı genelgeyi uygulamak olan bir polis memurunun karşı karşıya kaldığı uygulama, hepimizi düşündürmelidir.  İfadeye yansıyan, “Sen millî eğitim müdürünün görevini biliyor musun”  sorusunun cevabını, tehdit niteliğini bir yana bırakarak, Millî Eğitim Bakanlığı İl ve İlçe Millî Eğitim Müdürlükleri Yönetmeliği’nde arıyoruz.

Müdürler, Yasaları İhlal Edebilir mi?

Millî Eğitim Bakanlığı İl ve İlçe Millî Eğitim Müdürlükleri Yönetmeliği 29 maddeden oluşuyor. Yönetmelik’te, il ya da ilçe millî eğitim müdürlerine şerit ihlali, polisle tartışma, yasaklanan çakar lambayla seyahat hakkı, kimlik göstermeme, memuru görevden alıkoyma vb. ‘hak’lardan söz edilmemektedir.  Türkiye’nin en büyük şehrinde eğitimi  yöneten görevliden  Devlet adamlığı, soğukkanlılık, ağırbaşlılık, mütevazılık vb. niteliklere sahip olması beklenir. 

İstanbul İl Millî Eğitim Müdürü Ömer Faruk Yelkenci’nin adının karıştığı olay, 1927 yılında, Kastamonu Valisi ile genç bir  öğretmen arasında yaşanan bir tartışmayı hatırlatmış oldu. Türkiye’nin en büyük ilinde, eğitim yönetiminin tepesindeki bir görevlinin aracına ‘çakar’ taktırması ve camlarını filmle kaplatmasının mantığı sorgulanmalıdır. Kimden, niçin saklanıyoruz? Görevimiz ve konumumuz, Cağaloğlu’nda bir çay ocağında oturup dinlenmeye niçin engel olsun. Yanı başımızda çaylarını yudumlayan esnafla sohbet etmenin ne zararı olabilir?  Trafik sıkışıklığından etkilenen herhangi bir İstanbullu olmak, bize ne kaybettirir? Makamdan çıkar çıkmaz kara gözlüklü korumalar eşliğinde filmle kaplanmış makam araçlarının camlarının ardında ayrıcalıklı bir yolculuğa niçin mahkûm edildiğimizi düşünmek zorundayız. Halktan kopmak ve yabancılaşmak… Bu mudur yaşamdan beklentimiz.  Bunlar, kurumların halka yabancılaşmasına kafa yormak isteyenlerin dikkate almaları gereken olgulardır. Kamu görevlilerinin, halka hizmet  bilinciyle çalışması gerekir. Bu aynı zamanda vatana ve millete bağlılığın, adanmışlığın da ölçüsüdür. Bir eğitim yöneticisinin,  trafikte kendisine ayrıcalıklar sağlayan ‘çakar’lı araçla şerit ihlalinde bulunması ve polis memuruyla tartışması, bunu hak olarak görmesi, sıradan bir olay değil, kamu yönetiminde nükseden  bir hastalık belirtisidir. Kırmızı ışık ya da şerit ihlali sadece ‘ayak takımı’ için mi bir ceza konusudur. Görev başındaki memura hakaret de öyle… Başpolisle tartışan bir  temizlik işçisi olsaydı, amirler, olay yerine kısa sürede gidip müdahale eder miydi? Bu ve benzer soruları milletçe kendimize sormalı ve serinkanlılıkla cevap vermeliyiz. Bu tartışmaya, sürücü eğitimlerinden de sorumlu bir eğitim yöneticisinin adının karışması, Türk eğitim sistemi adına üzüntü vericidir.  

Sürücü Eğitiminden Sorumlu Müdür, Trafik Kurallarını İhlal Edebilir mi?

Millî Eğitim Müdürlüğü, sürücü okullarının yönetiminden de sorumludur. Söz konusu okullar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlıdır. Sürücü yetiştiren, sürücülere ehliyet veren bir kurumu yöneten bürokratın trafik kurallarını ihlal etmesi ve görev başındaki polisi hedef alması,  olağan bir davranış olarak görülemez. Bu davranışla  kural  ihlalleri özendirilmekte, potansiyel  trafik suçluları cesaretlendirilmektedir.

Özür Dilemek Erdemdir

Kural ihlalinde, yasaları uygulamakla yükümlü görevliyle tartışmak yerine özür dilemek daha erdemli bir davranış olurdu. Kamuoyu, işte o zaman eğitim yöneticisinin büyük bir adam olduğuna inanırdı.  ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun! Seninle görüşürüz!’ gibisinden üçüncü sınıf tehdit,  kamu yöneticilerinin asla tenezzül edemeyecekleri bir yöntemdir.  Bu olay, 1988 yılında, Erzincan’da, ‘ağzında sakız olan’ 20’li yaşlarda  bayan öğretmenle karşılaşan dönemin Millî Eğitim Müdürü “B.K”nin, öğretmene yönelik hakaretlerini  akla getirdi:

-Çıkar o sakızı ağzından! Yoksa ağzını yırtarım!  

1987 tarihli TBMM tutanaklarından, dönemin valisi yalanlasa da, “B. K”nin, saygı sınırlarını zorlayan başka  marifetlerini de öğreniyoruz. Bir eğitim yöneticisinin, kızı yaşındaki bir öğretmene ettiği bu hakaret, ülkemizin içine düşürüldüğü acı durumu özetlemekteydi. 1928 yılında, Viyana Pedagoji Enstitüsünde  eğitime gönderilen Türk öğrenciler, Avusturya’da, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ettikleri bilinciyle hareket etmiş, sokakta attıkları adımlara bile özen göstermişlerdir. Bir dönem Manisa Millî Eğitim Müdürü olarak görev yapan ünlü eğitimcilerimizden M. Rauf İnan, Avusturya’daki eğitim yıllarına da değindiği “Bir Ömrün Öyküsü”nde konuya ilişkin duyarlılıklarını okurlarıyla paylaşır. O yıllarda görev yapan millî eğitim müdürlerinin büyük bölümünün  eğitimle ilgili  eserlere ve çeviri kitaplara imza attıkları da biliniyor. Cumhuriyetin, eğitim yöneticiliği görevini en nitelikli ve birikimli öğretmenlere vermesinin önemi bugün daha iyi kavranmaktadır.

 Polis, Şüphelendiği Araçları Durduramayacak mı?

Bu olaydan polis memurunun zarar görmesi, benzer durumlarda polisi görev yapmaktan alıkoyacaktır. Bundan böyle aracına ‘çakar’ taktırıp, camlarını filmle kaplatan şüphelileri durdurmak ve haklarında yasal  işlem yapmak, öyle kolay olmayacak:

-Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Asıl sorun, durdurulanın kimliğini öğrenmektir. Şüpheli bir durumun aydınlatılmasına yönelik bir çalışmanın suç kapsamına alınması,  ülke güvenliği ile ilgili ciddi zafiyet yaratır. Bu nedenle, kolluk güçlerini görev yapamaz hâle getiren uygulamalardan kaçınılmalıdır. Yetkililerden, memurlarını korumaları ve onlara güven vermeleri beklenir. 

 

Başpolis, Müdürlüğü Hak Etmektedir

Başpolis “N.Ç”nin, görevinden dolayı uğradığı muamele, kamu vicdanında rahatsızlık yaratmıştır. Vatandaşların haklı tepkileri de bunu doğrulamaktadır. Bir polis memurunun, İçişleri Bakanlığı genelgesine dayanarak yürüttüğü işlemden dolayı yaşadığı sorun, yetkililerin olaya el koymasını zorunlu kılmaktadır.  Terfi etmesi gereken bir polise reva görülenler, güvenlik birimlerinde güven duygusunun sarsılmasına sebebiyet verecek türdendir.

Bana sorulacak olursa, Başpolis “N.Ç”, kuralları uygulama konusundaki kararlılık ve cesaretinden dolayı müdürlüğe terfi ettirilmelidir.   

 

(Körfez, 22 Mart 2018)

 

Kaynakça

M. Rauf İnan,  Mustafa Necati/Kişiliği, Ulusal Eğitime Bakışı, Konuşma ve Anıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Ankara: 1980.  

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/cakardan-aciga-alinan-polisten-mudurlere-suc-duyurusu-gorevimi-engellediler-40771180 Erişim: 18.03.2018.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/istanbul-emniyet-muduru-cakardan-aciga-alinan-polisle-ilgili-ilk-kez-konustu-40772800 Erişim: 18.03.2018.

http://www.posta.com.tr/istanbul-il-milli-egitim-muduru-ile-tartisti-diye-aciga-alinan-polisten-dava-haberi-1392329 Erişim: 18.03.2018.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/735092-pala-mustafa-oldu-taklaci-mustafa Erişim: 20.03.2018.

http://www.milliyet.com.tr/-takla-vakasinin-sirri-cozuldu-siyaset-1530163/  Erişim: 20.03.2018.

http://www.kastamonur.com/gecmisten-bugune-kastamonu-valileri/  Erişim: 19.03.2018.

http://www.aciksoz.com.tr/ataturkun-kastamonu-valisi-icin-sozleri-makale,329.html  Erişim: 19.03.2018.

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/11/20121118-2.htm Erişim: 18.03.2018.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Rauf_%C4%B0nan Erişim:22.03.2018.

http://www.corumlu.com/aa-g.htm#guvenismail Erişim: 22.03.2018.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault