13 yıl önce kaleme alınan bu yazı,,  Öğretmen Dünyası’nın  Şubat 2004 tarihli 290. sayısında   yayımlanmıştır. Yazı, eğitime darbe sürecinde Türk eğitim sisteminin  Atatürkçü, bilimsel, millî, halkçı ve  laik niteliklerini hedef alan uygulamalarda, merkez medyanın rolünü hatırlatmak için yeniden yayımlanmaktadır. Yazı, dil ve yazım yönünden Türk Dil Kurumunun güncel Yazım Kılavuzu esas alınarak düzenlenmiştir.  

Abbas Güçlü... Milliyet gazetesinin  eğitim yazarı. Türkçenin eğitim dili olmasına tepki gösteren;   eğitimi  devletin sırtında yük olarak gören; devlet okullarında ücretsiz kitap dağıtılmasına karşı çıkarken, özel okullara parayla satılmasına ‘isyan’ eden; liselerin dört yıla çıkarılmasını angarya olarak nitelendiren; özel okullara vergi ‘kıyağı’ için Maliyeyle   pazarlığa girişen   bir  yazar...  Yazar, ‘gücünü’  yetenek ve birikimlerinden  mi, yoksa patronundan mı  alıyor? Ulusal eğitimi savunan Cumhurbaşkanımızı, ‘bilgisizlik’le suçlama cesaretini kimlere borçlu?  Diyalog,  ulusal  ve halkçı eğitim davasına neden ilgisiz? Köşe, hangi toplumsal kesimlerin eğitime bakış açısını yansıtıyor? Velileri torpile yönlendiren  yazara göre, Aydın Doğan işlerini neden büyütüyor? Abbas Bey’le ulusal devlet düşmanlarını buluşturan  gerçekler... Bir zamanlar Abdi İpekçilerin  yönettiği gazetenin  eğitim yazarı,  basın  özgürlüğünü Aydın Doğan’a  borçlu olduğunu nasıl  söyleyebiliyor? Öğretmen ve öğrencilerle  ‘dalga’  geçilen köşeye  ciddi araştırmalar mı,  yoksa yüzeysel yaklaşımlar mı damgasını  vuruyor? 

Gazetelerin köşe yazarlığı  ile  ilgili  temel  ölçüt  nedir?  Başarılı  çalışmalara imza atmak,  mesleki  birikim ve deneyime sahip olmak,  köşe yazarı olmak için yeterli midir?  Gazeteler, işlevi önceden  belirlenen köşeye uygun bir ‘yazar’ mı  arıyor, yoksa  köşe, kendi  yazarını mı  yaratıyor?

Bir gazeteciyi, ulusal çıkarlarımız  yerine  yabancı ülkelerin çıkarlarını savunmaya zorlayan etken ne olabilir? Ulusal kültüre karşı  kozmopolit kültürü savunmak, yurtsever  bir gazetecinin  görevi olarak kabul edilebilir mi?  Bu soruların hepsinden daha önemlisi,   Türk   yayın organlarında Türkiye  karşıtı  yazılar  yazma özgürlüğü  hangi  gereksinimden kaynaklanmaktadır? 

Yayın organlarının bu ‘özel’ sütunlarıyla ilgili onlarca soru uzayıp gidiyor. Sorular,   kamuoyu yaratma ve yönlendirme  işlevi gören  ‘köşe’lerde ciddi sorunların varlığına işaret etmektedir. Zaman zaman    bazı  yazı ve yorumlar,  insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Özellikle son yıllarda köşelerin saygınlığı azalırken,  gazeteler, sütunlara ‘eleman’ kazandıran  kuvvetlerin programına  alet olmaktadır.  

Sütunlara yüklenen işlev, ulusal devletin tasfiyesi olunca, bu  doğrultuda yapılan her yayın  basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. Kıbrıs’a ihanet ve ulusal kurumların yıpratılması ile ilgili   yayınlar  doğal  karşılanır. Kimi yayın organları bu konuda  bütünüyle  fethedilmiştir. 

 Köşelerden  Türkiye’ye hücum  yapılırken ölçü  kaçırılmaktadır.  Gazete sayfaları, ülkemizi hedef alan dış  güdümlü saldırıların mevzisi  haline getirilmiştir. 

Düşman, fethettiği  gazetelerden Türkiye’ye kurşun  yağdırmaktadır! 

Ulusal bir televizyonda,  halkın çoğunluğunun  pek de haberdar olmadığı  bu yazılar gündeme getirildiğinde,   milletimizin   duyarlılığı  ve gücü  de  ortaya çıkarılmış  olur!

Ulusal devletin son kalelerinin  henüz düşürülemediği  o zaman görülecektir! 

Bu yazıda, yukarıda özetlemeye çalışılan  genel durum, eğitim boyutuyla  ele alınacaktır. Milliyet Gazetesi’nin  Diyalog  köşesinde düzenli yazılar yazan, Kanal D’de eğitimle ilgili programlar sunan Abbas Güçlü’nün,    bu yazının konusu olmasının birkaç nedeni   bulunmaktadır: Milliyet  eski ve  etkili  bir gazetedir;  yüz binlerle ifade edilen okuyucu kitlesine  ulaşmaktadır.  Ayrıca, etkili bir gazetenin eğitim yazarının görüşleri,  Türkiye hakim sınıflarının bir kesimini ifade etmesi bakımından   da  büyük  önem  taşımaktadır.

Bu yazıda Abbas Güçlü’nün,  Milliyet’in   Diyalog köşesinde yayımlanan yazıları ile ilgili değerlendirmelere yer verilecektir. Bütün yazılar Milliyet’te yayımlandığından dolayı, ayrıca kaynak  belirtilmeyecek ve  sadece tarihlere yer verilecektir. 

 

Cumhuriyeti Savunmak, İnatlaşmak mı?

Üniversitelerde  2003-2004  eğitim-öğretim yılına  başlanırken, rektörlerin Cumhuriyeti savunma  konusunda yaptığı konuşmalar  A.Güçlü’yü  rahatsız etmiştir. 9 Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı’nın, “Temel hedefimiz aklı ve bilimi temsil eden Atatürkçü düşünceyi Türkiye genelinde  korumak. Bu uğurda yeni Kubilay’lar gerekiyorsa, biz yeni Kubilay olmaya hazırız.” (Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, 25-26.09.2003)  demesi,  A. Güçlü’ye göre “Birinin abartılı konuşması”dır (26.09.2003). Rektörlerin Cumhuriyete olan  bağlılıklarını dile getirdikleri konuşmaların Başbakan tarafından “edepsizlik” olarak değerlendirilmesi (Cumhuriyet, Hürriyet, Yeniçağ, Milliyet,  25-26.09.2003), üzerine rektörlerin  tepki göstermesi Milliyet’in Diyalog  köşesinde (27.09.2003)  “inatlaşma”  biçiminde yorumlanıyor! A.Güçlü, aynı  tarihli  yazısında,  rektörlerin Cumhuriyet Devrimini savunma kararlılığına  bir de tehdit savuruyor: “ … İş daha fazla çığırından çıkmadan akıl ve sağduyunun öne çıkması gerekiyor.”  Yazara göre, Cumhuriyeti savunma kararlılığı, akıl ve sağduyudan yoksunluk anlamına geliyor!

ADD  ve  üniversitelerin öncülüğünde  25 Ekim’de   Anıtkabir’e  yapılan büyük  ve görkemli Cumhuriyet yürüyüşü, Abbas Güçlü tarafından  tepkiyle karşılanmıştır: “Durduk yerde  gerginlik yaşanıyor. Rektörlerin yürüyüşü  tartışılabilir.   ….  Hükümet, bilerek isteyerek, inatla  onları bu noktaya  çekti. Sanki kriz istiyor. Kriz yaratma konusunda  rektörler  ve Çankaya’nın  tutumu da  hükümetinkinden farklı değil. Kısasa kısas. Olay giderek  rejim kavgasına dönüşüyor.  Aklıselim artık galip gelmeli. … Şu günlerde  rüzgar eken fırtına biçer.” (26.10.2003).

Görüldüğü gibi, köşede, ulusal devletin kazanımlarının tasfiyesi bir rejim sorunu olarak  algılanmamakta, Cumhuriyet için ayağa kalkan  üniversiteler ‘kriz’ yaratmakla suçlanmakta ve tehdit edilmektedir! 

Yazar, ‘Özgür Ortam’ı  Patronuna  Borçluymuş!

Abbas Güçlü,  patronu Aydın Doğan’la ilgili olarak şunları  yazmaktadır: “Babacandır, dürüsttür, girişimcidir, paylaşımcıdır, yüreklidir, ülkesini, dostlarını, çalışanlarını, hemşerilerini fazlası ile sever.Biz gazeteciler açısından onu farklı kılan ise, basın için en temel koşullardan birisi olan, özgür yayın ortamını  yaratmasıdır” (28.09.2003).   Aynı yazıda, A.Doğan’ın, özgür  basın için işlerini büyüttüğü  de öne sürülmektedir! 

Diyalog,  bir tür  Aydın Doğan  biyografisidir. Patron, satır aralarında değil, ‘başköşe’de ağırlanmaktadır. Sütunun yazarı, patronuyla neden gurur duyduğunu  açıklamak için   dizi  bile  hazırlamaktadır: Köşeyazarı, “Patronumla gurur duyuyorum (5). Çünkü…” diye  başlayan  yazısında,  patronuyla ilgili olarak şunları belirtiyor: “Evet, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz derler. … Evet patronumla gurur duyuyorum. Onun yaptıklarını, diğer patronların yapmadıklarını gördükçe bu gururum daha da artıyor.” (27.07.2002).

Türkçe Eğitim Rahatsızlığı

Diyalog, eğitim sorununa Türkiye’den    değil, çok uluslu şirketlerin  penceresinden bakmakta  ve bu  bakış açısı  köşeye  damgasını vurmaktadır. Yazar, her fırsatta yabancı dille eğitimi savunmakta ve ulusal dille eğitimi savunan yurtseverleri   suçlamaktadır.

MEB’in,  fen ve matematik derslerini  Türkçe okutma kararı, Abbas Güçlü  tarafından “Anadolu liselerini çökertme” biçiminde  yorumlanmıştır (30.04.2003). Yazının devamında, liselerin 4 yıla çıkarılması üniversiteye devam etmeyecek öğrenciler için angarya olarak nitelendirilmiştir!

Zorunlu  eğitimin  kapsamı  üniversiteye girecek öğrencilerle sınırlandırılırsa,   temel eğitimin  8 yılın  üzerine çıkarılması olanaksız hale gelir. Bu  açıdan  bakıldığında,  yazar, nesnel olarak  zorunlu eğitimin süresinin uzatılmasına karşı  çıkmaktadır! 

Yazar, “Anadolu liseleri ne olacak?”  (01.05.2002) başlıklı  yazısında, liselerin 4 yıla çıkarılmasıyla birlikte  Anadolu Liselerinde yabancı dille eğitime son verileceği, buna gerekçe olarak da öğrencilerin üniversite sınavlarında zorlanmalarının  gösterildiğini belirttikten sonra şunları  yazıyor: “Siz bunu külahıma anlatın! Dershaneye giden  öğrenciler arasında  Anadolu lisesi öğrencilerinin oranı yüzde 3’ü bulmaz.”  (Bu  oranın   nasıl  belirlendiği,  herhangi bir  bilimsel araştırmaya mı, yoksa ‘tahmin’e  mi dayandığı  belirsizdir). Anadolu liseleri ile ilgili söz konusu  makalede,   zorunlu eğitimin  12  yıla çıkarılmasına duyulan tepkinin  diğer bir nedeni de  yabancı okulların kapanma olasılığıdır.

Denebilir ki, köşe, okullarda Türkçe eğitim yerine yabancı dille eğitimin savunulması için özel olarak  ‘tahsis’ edilmiştir! İşte konuyla ilgili birkaç cümle: “İlle de Türkçe eğitim deniliyor.  … Yabancı dil öğrenmenin, yabancı dille eğitimin, çocuklarımızı milli kültürümüzden  uzaklaştırdığı, ana dilimizi körelttiği ise tam anlamı ile  bir safsatadır.” (19.03.2003). Yazar,  dolaylı olarak,  yabancı dille eğitime  karşı  yürütülen ulusal eğitim mücadelesini  yabancı dil öğrenmeye  karşıymış gibi göstermeye çalışmaktadır.  Oysa Türkçe eğitimi savunan aydınlar, yabancı dil eğitimine değil, yabancı dille eğitime  karşı çıkmaktadırlar.

 Cumhurbaşkanımızın,  Eğitim Hakkını Savunma Komitesi (EHSK)’ni kabulünde,  kurul temsilcilerine yabancı dille eğitim  ve vakıf üniversitelerine karşı  olduğunu  ifade etmesi “patronuyla gurur duyan yazar”ın,  işi Cumhurbaşkanına  hakarete kadar  vardırmasına neden olmuştur: “Anlaşılan Cumhurbaşkanı Sezer'in de eğitim konusunda fazlaca bilgilendirilmesi gerekiyor. Söyledikleri ilk bakışta alkışlanacak gibi gelse de, önemli bir bölümü polemik yaratmanın ötesinde yeni bir şey değil. Kimlerdir bilmiyoruz ama bu konuda eğitim  danışmanlarına önemli görevler düşüyor.”   ( 09.11.2000).

Eski  MEB Müsteşarı Bener Cordan’ın, EHSK üyelerinin  ziyareti sırasında,  yabancı dille eğitime  karşı olduğunu açıklaması da Diyalog’u rahatsız etmiştir: “Türk millî eğitimini on yıldır … Cordan yönetiyor. Bakanlar sadece gelip gidiyor. Sonuç ortada. Siz hâlâ eğitim sorunlarının  çözüleceğinden  umutlu musunuz?”  (11.07.2001).  

 

Özel Okul  Sözcülüğü

Milliyet’in eğitim  sayfası ulusal, halkçı  ve  parasız  eğitimle ilgili konularda ‘diyalog’a  kapalıdır. Çünkü köşeye göre, eğitim devletin üzerinde bir yüktür. Bu nedenle özel okulların önündeki engeller kaldırılmalıdır  (24.04.2002).

Yazar bir  başka yazısında da benzer görüşler  dile getiriyor: “Devlet tek başına eğitim yükünün altından kalkamıyor. Özel okulculuk da gelişeceğine batma noktasına geliyor. Devletin üzerindeki eğitim yükünün azalması ve sunduğu olanakların daha iyi duruma gelmesi için kaliteli özel okulların sayısının artması, olmazsa olmaz kural.”  (13.05.1999).

Diyalog’un  yazarı, kolej zamları gündeme geldiğinde,   adeta okul yöneticileriyle pazarlığa kalkışıyor!  Özel okulların büyüsüne kapılan yazar, Maliye’nin vergi oranlarını düşürmemesine tepki gösterirken, çocuklarını özel okuldan almaları durumunda velilerin psikolojilerinin bozulacağını   ileri sürüyor (19.04.2002).

Özel okullardan ilgisini esirgemeyen  Abbas Güçlü,  kolejler adına Maliye’yle  yürüttüğü KDV pazarlığını  her yıl sürdürüyor: “Eğer, KDV  ve fantezi sever  okul sahiplerinin  keyfi harcamaları  asgariye indirilmez ise özel okullar bu yıl da  kan kaybetmeye devam eder. Bu da hiç iyi olmaz.” (27.06.2003). 

Yazar KDV pazarlığını bir başka  yazısında da sürdürüyor. Kolej ücretlerinin 20 milyara kadar çıkması, özel okulları eğitimin olmazsa olmaz koşulu olarak gören  yazarı harekete geçiriyor: “Şimdi  bu durumda bazılarınız parası olmayan  çocuğunu koleje göndermesin diyebilir.Ama kazın ayağı öyle değil. Türkiye’de ailelerin çoğunluğu çocuğunu keyiften değil zorunluluktan  koleje gönderiyor. … Velilerin en çok ağrına giden de  devletin olaya bakış tarzı. Hemen her sektörü destekleyen devlet, öğrenciler sanki beş yıldızlı   restoranda keyif için yemek yiyorlarmış gibi yüzde 18 KDV alıyor. Aynı şekilde okul servislerinden de. Öğretim ücretinden bile yüzde 8 KDV alıyor. Birçok ülke üzerindeki yükü hafiflettiği için özel okullara çocuklarını gönderene katkıda bulunurken, bizimkilerin  vergilendirmesi anlaşılır gibi değil. Türkiye’de eğitimin sorunları neden azalacağına çoğalıyor? İşte bu kafa yüzünden.” (31.05.2002). 

Özel okul sahipleri sorunlarına çözüm aramak için  sık sık Diyalog’a gereksinim duymaktadır: “Ücretler konusunda, kolej sahipleri ‘aldığımız paranın yarısı devlete vergi olarak gidiyor’ şeklinde yakınıyorlar”  (13.05.1999).

Yazarın düşünceleri art arda sıralandığında, bir dizi çelişki ve tutarsızlık  karşımıza çıkıyor.  Ailelerin çocuklarını zorunluluktan (hangi zorunluluk?) kolejlere gönderdiği, bazı ülkelerde (hangi ülkeler?) devletin sırtındaki ‘yük’ü  üzerinden atmak için  özel okullara  destek verildiği (bizde de fazlasıyla veriliyor!), bizde ise  yemeklerden bile KDV alındığı, bu nedenle eğitimin sorunlarının arttığı öne sürülüyor!   Hem  eğitimi  devletin sırtında  yük olarak kabul edeceksiniz hem de  özel okullara  destek isteyeceksiniz!  Devlet, misafirini  otelde yatıran ev sahibi konumuna düşürülüyor. O zaman devletin sırtından hangi ‘yük’ kalkmış olacak? Türkiye’de bütün devlet okullarında öğrenciler  yedikleri yemeğin, bindikleri taşıtın KDV’sini ödemektedir. Sadece özel okul öğrencilerini KDV’den muaf tutma düşüncesi  tek sözcükle ifade edilecek olursa, gülünçtür.

Her fırsatta  özel okulların  ödedikleri vergileri gündeme getiren Abbas Güçlü, özel okullara olan talebin artırılmasının devletin görevi olduğunu, bu nedenle  vergi oranlarının sıfırlanması gerektiğini belirtiyor: “Böylece aklından hiç özel okulu geçirmeyen veliler de  bu okullara yönelebilir ve böylece hem boş kontenjanlar dolar hem de sektör büyür. Dolayısı ile devletin sırtındaki eğitim yükü  de hafiflemiş olur.” (11.05.2003).  Birazcık ekonomi bilgisi olan kişi bile, bu önerilerle devletin sırtındaki ‘yük’ün  azalmak bir  yana daha da artacağını rahatlıkla  söyleyebilir.

TED Ankara Koleji,  bir yıllık anasınıfı ücretini 24 milyar olarak belirleyince, yazar, eşitlik ilkesini ve Anayasa’nın  hiç kimseye ya da bir gruba ayrıcalık tanınamayacağı maddesini hatırlıyor! Yazara göre, bu rakam, eşitliğe aykırıdır. Demek ki  bu rakam birkaç milyar aşağı çekildiğinde  ‘eşitlik’ sağlanacaktır! 

Eğitim,  Belediye Başkanlarının Asli Göreviymiş!

Abbas Güçlü, devletin, eğitim yükünün (?)  altından  tek başına kalkamayacağını öne sürerek,  okul binalarının halk desteği ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerektiğini  dile getirmektedir (24.04.2002).  Bir gazetenin köşe yazarının, eğitimi devletin sırtında  yük olarak görmesi,  ‘cehalet’le açıklanamaz. Bu yaklaşım,  Türkiye’nin  işbirlikçi  kesimlerinin  (Avrupacı -Amerikancı) eğitime  bakış açısını yansıtmaktadır. Eğitimi  devletin sırtında ‘yük’ olarak görenlere projektör tutulduğunda, ortaya, hortumculuk, ulusal devlet düşmanlığı, mezhepçilik ve etnik ayrımcılık olgusu  çıkar.

Benzer  düşünceler bir başka yazıda da dile getirilmiştir: “Eğitim seferberliği,  kaymakam  ve belediye başkanlarının asli görevi olmalıdır. … Yoksa bu ülkede  eğitimden ve kalkınmadan  söz etmek  hoş bir seda olmanın ötesine geçemez..   ...  Eğitimin Ankara’dan düzeltilmesini beklemek, yeni hayal kırıklıkları   yaratmanın  ötesinde  hiçbir şey kazandırmaz.” (06.09.2003).   

Eğitimi yerel yönetimlere devretmek, hükûmetin  bugüne kadar başaramadığı  projelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin bölünmesine hizmet edecek bir ‘reform’ kabul edilebilir mi?  Eğitim-öğretim hizmetlerinin fiilen   mezhep, tarikat ya da etnik  grupların  denetimine  bırakacak bir girişimin demokrasi adına  desteklenmesine olanak yoktur. Eğitim devletin görevi olmaktan çıkarıldığında,  geriye,  ne savunulacak bir devlet   ne de  Cumhuriyet kalır. Cemaatlerin, alt-üst kimliklerin müdahalelerine açık bir eğitim  Türkiye’nin  millî direncini kırar, felç eder!

 “Diyalog”un Anahtarı: AB

Abbas Güçlü, hükümetin eğitim programına ciddi bir eleştiri yöneltmek bir yana, destek vermektedir. (Hükümetin doğru  uygulamaları elbette desteklenecektir. Fakat  ulusal devleti yıkıma sürükleyen, eğitimde  ulusal kimlik yerine,  yerel yönetimler yoluyla  etnik kimlik  ve   mezhepçiliğin   ‘ikame’ edilmesi vb. stratejik öneme sahip  kararları alkışlamak, eğitim yazarının görevi olarak kabul edilebilir mi?). Köşeden, Cumhuriyeti ve ulusal devleti  hedef alan sözde reformlara karşı direnen üniversiteler ve YÖK,  gerginlik yarattıkları  savıyla,  yaylım ateşine tutulmaktadır. Güçlü’nün,  özel okullara devlet  olanaklarıyla öğrenci alınması, eğitimde özelleştirme,  eğitim hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilmesi, yabancı dille eğitim vb. konularda  hükümetten farklı bir tek düşüncesi  bile yoktur! 

Hükümetle AB konusunda uzlaşan,  AB’nin eğitimle ilgili dayatmalarına da koşulsuz   olarak teslim olur. Çünkü Kemalist eğitimin bütünüyle tasfiyesi, ulusal eğitimin yerine vatansızlığın ‘ikamesi’,  devlet okullarının  çökertilmesi   AB  programının doğal bir sonucudur. 

Eğitimle ilgili özgün  düşünceler ve çözüm önerileri üretemeyen yazarın,  günlük  yazı yazma zorunluluğundan olsa gerek, birçok yazısının  da ciddi araştırmalara dayandığını söylemek olanaksızdır.

Diyalog,  önemli   eğitim sorunlarında  tarafları  “uzlaştırma”ya çalışırken,  bir anlamda, hükûmet adına kamuoyunu ikna etme  rolünü üstlenmektedir.  Hükûmetin bile  çekinerek dile getirdiği   bazı  tasarılar,  sütunun yazarı  tarafından  rahatlıkla   savunulabilmektedir. İktidarla YÖK’ü  karşı karşıya getiren meslek lisesi   öğrencilerine   diledikleri  fakülteye girme hakkının tanınması  girişimi,  Güçlü’nün köşesinde şu ‘ara formülle’  yankı bulmuştur: “Bir defaya  mahsus olmak üzere tüm öğrencilerin önü açılabilir.” (04.10.2003). 

Yazıda,  ‘ara formül’e direnmenin, gerginliğe davetiye çıkaracağı  öne sürülerek,  iktidarın dayatmalarına direnen  üniversiteler  hedef alınmıştır. Ciddi bir eğitim yazarının, ÖSS gibi önemli bir sınavda ‘bir defalık’ çözümün  mümkün olamayacağını  bilmesi gerekir.  

 Yazar, MEB’in   meslek liseliler  yararına (?) katsayı artışı ile ilgili   girişiminin  2004 ÖSS’ye yetiştirilemeyeceğinin anlaşılması üzerine,  ÖSYM’nin  başvuru kılavuzlarının  zamanında basımını  engellemek  amacıyla  yine  YÖK’ü  hedef  almıştır: “YÖK’ün kılavuz oyunu. ....    YÖK .... sınav sisteminin değiştirilmesini sekteye  uğratma içerisinde. YÖK ay sonunda toplanarak  ÖSS kılavuzlarının  basımı için karar alacakmış. Eğer her yıl olduğu gibi kasım başında basılmaz ise  ÖSS sekteye uğrar demişler. Bu söze, bugün  artık sadece  kargalar  inanır. Sınav haziranda ve  daha  sekiz ay var. Bu süre içerisinde  sınav sistemi  on defa değişir, kılavuzlar da on defa basılır.” (19.10.2003).

Görüldüğü gibi,  yazar da,  kılavuzların ÖSYM  tarafından   her yıl  kasım  ayı başında  basıldığını kabul ediyor. Demek ki ne YÖK ne de ÖSYM herhangi bir oyun içerisinde değil; bu kuruluşlar olağan görevlerini yapıyorlar. Türkiye’de mesleki ve teknik eğitime darbe vuracak (Soruna sadece İHL  boyutuyla  bakılamaz)  bir girişimin  kısa vadede  başarıya ulaşamayacağının  anlaşılması,   sınavda   ‘bir defalık çözüm’ün  ‘mucidini’ çileden çıkarmıştır!

TÜBİTAK  Bilim Kurulu  tarafından başkan adayı  olarak seçilen ve dosyası aylarca Başbakanlıkta  bekletilen   Prof. Dr. Namık Kemal Pak’ın  yerine hükûmet tarafından Prof. Dr. Nükhet Yetiş’in  önerilmesi, Diyalog tarafından olumlu karşılanmıştır! 

Yazarın, TÜBİTAK’ın özerkliğine darbe niteliğindeki  müdahaleye onay vermesi, rolünün  anlaşılması bakımından  da ilginç bir örnektir. 

Köşede,  Nükhet Yetiş’le  ilgili  tarikatçılık iddialarının somut olmadığı,   söz konusu  öğretim üyesinin  yazarı   rahatsız eden  bir hareketine rastlanmadığı  ifade edilmektedir (05.10.2003). (Yazarın, hangi hareketlerden rahatsız olduğu/olacağı da  merak konusudur. Çünkü YÖK, TÜBİTAK ve üniversiteler, ulusal devleti savunmak için ayağa kalkınca, yazar tarafından gerginlik yarattıkları ve ipleri gerdikleri savıyla suçlanmışlardır). 

İstiklal Marşı’nı  8-10 Kişi Söylüyormuş!

Yazar, adını açıklamadığı bir okulda bin kişilik öğretmen, öğrenci,  veli grubundan İstiklal Marşı’na katılanların sayısının 8’i, 10’u bulmadığını öne sürüyor (16.09.2003).  Yazıda  bu ‘heyecansız’ törenin hangi okulda  gerçekleştirildiği belirtilmemiş. Doğrusu, eğitimle ilgili konularda  sürekli  yazı yazan bir gazetecinin,  okullarda İstiklal Marşı törenlerine  katılım olmadığını  belirtmesi, bir gerçeği değil,  ‘özlem’i  ifade etmektedir. 

Abbas Güçlü’ye,  pazartesi  sabahı herhangi bir  ilköğretim okulunda İstiklal Marşı törenini izlemesini öneririz.  O zaman görecektir ki, her şeye rağmen,  ilköğretim öğrencilerinin  ulusal duyguları  İstiklal Marşımıza  güçlü bir biçimde yansımaktadır, yansımaya da devam edecektir!

Özel Okullara Bedava Kitap!

Milli Eğitim Bakanlığının, devlet okullarında parasız kitap dağıtması, Diyalog’da rahatsızlık yaratmıştır. Yazar, ücretsiz dağıtılan kitaplardan dolayı oldukça öfkelenmiş ve MEB’i  suçlamıştır:  “Zengin fakir demeden  her öğrenciye  bedava kitap vermek için yüzlerce  trilyon lirayı  havada savuran bakanlık…” (16.09.2003).

Devlet okullarında öğrencilere  bedava kitap  dağıtılmasına tepki gösteren sütunun yazarı, kitapların özel okul öğrencilerine ücret karşılığı  verilmesine isyan etmiştir! “Devlet okullarında bedava dağıtılan kitaplar, özel okul öğrencilerine parayla satılıyor.” (19.09.2003).  Yazının devamında, velilerin, çocuklarını özel okullarda kıt kanaat okuttukları öne sürülmektedir.

Devlet okulunda kitap dağıtılırken, zengin-yoksul ayrımı yapılması önerisi ilk anda olumlu bulunsa da, uygulama olanağından yoksundur.  Öneri,  ücretsiz  kitap projesi  başta olmak üzere,  parasız eğitim olanaklarının yaygınlaşmasını engelleme  girişimi olarak da değerlendirilebilir. Okul ortamında, oyun çağındaki çocukları zengin-yoksul biçiminde ayırmak gerçekçi değildir. Örneğin  okullarda  öğrencilere  süt dağıtılırken,  ‘zengin’ çocuklarına  verilmeyecek mi? Ulusal gelirin dengeli dağıtılması ile ilgili tek satır yazmayanların, öğrencilere  ders araç-gereçleri  dağıtılırken  ‘eşitlik’te ısrar etmeleri,  ciddiyetten  uzaktır.   Düşünceyi ‘piyasa’ belirleyince,  bütün insancıl değerler tartışılır hale geliyor.

 

Öğretmen ve Öğrencilere Alaycı Yaklaşım

Eğitim yazarı,  fazla emek  harcamadan yazdığı  yazılarında öğretmen  ve öğrencilerle  sık sık ‘dalga’ geçmektedir: “Çalışanlar gibi  öğrenciler de  tatili çok seviyor. Yılın  yarıdan çoğu tatille geçiyor ama yine de mutsuzlar. Hele hele son yarıyıl tatilinden  hiçbir şey anlamadılar. Haklarının yenildiği görüşündeler. 15 günlük tatilin 9 günü zaten tatildi. Ayrıca okullar açık olsaydı, ne  güzel kar tatili de  olacaktı. Hepsi boşuna gitti diye sızlanıp duruyorlar.” (16.02.2003).

Atamalar  konusunda öğretmenleri  çirkin  oyunlar içerisine girmekle suçlayan yazar,  hızını  alamayarak şunları  söylüyor: “Parayı  bastıran, beğenmediği  tayin yerini  rahatlıkla  değiştirebiliyor. Bakanlığın … becayiş yolunu açık bırakması en fazla  uyanıkların işine yarıyor. İyi kentlerden  bir yere tayini   çıkan, burayı  500  milyon lira  ile bir milyar  lira arasında  başka bir yere  pazarladıktan sonra, artık öğretmenlikten vazgeçip  yeni tayin yerine gitmiyor” (30.11.1996).  Bu   yazıda da  herhangi  bir kanıta  dayanmadan  öğretmenlerin  para  karşılığında  görev yerlerini  ‘sattıkları’, para aldıktan sonra  da   öğretmenlikten vazgeçtikleri öne sürülmektedir! Kaç öğretmenin  bu yöntem  sonucunda görevinden ayrıldığı belirtilmemiştir.  Görüldüğü gibi, suçlamada, bir haberin taşıması gereken  özelliklerden  (kim, ne, nerede, ne zaman)   hiçbirine rastlanmamaktadır. 

Abbas Güçlü, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı  için kaleme  aldığı yazısında  bakın neler anlatıyor: “Bugün gençlik bayramı. Ne güzel. Hangi ülke gençliğinin bizim gibi bayramı var? Oh olsun onlara. Ne çocuk bayramları, ne de gençlik bayramları var. Bayramı olmayan gençliğe gençlik mi denir!.. Eh, bu arada gençliğin dağ gibi sorunları varmış. Olsun. Sanki büyüklerin sorunları yok mu? Ayrıca sorunsuz olur mu? Büyüklerimizin şimdi onca işi gücü varken, bayram da olsa, şimdi ortaya çıkıp "ne olacak bizim bu sorunlar” demek  ayıp olmaz mı? (19.05.1999).

 

Yayınevi Patronunun Olunca…

Eğitime  ayrılan köşe,   zaman zaman  reklam panosuna dönüşmektedir. Sözgelimi   Nutuk   çok sayıda  yayınevi  tarafından  basıldığı halde, Güçlü, Milliyet okurlarına AD Yayıncılık’ın  yayınladığı  kitabı  önermektedir (30.11.1996). 

Milliyet,   kupon karşılığı ÖSS  hazırlık seti  verince, Abbas  Bey hemen harekete geçiyor. Köşede, ÖSS setinin, sosyal adaleti   gerçekleştireceği   öne sürüldükten sonra  şu  görüşlere  yer veriliyor: “Milliyet’in ÖSS Hazırlık Seti’nde yok, yok. Konu anlatımları, soru bankaları, her ders ve her konu için  ayrı ayrı altın değerinde püf noktaları  ve daha neler neler. Hem de  öyle yüzlerce kupona ve aylarca süren  eziyete ve  ekstra paraya  değil. Milliyet ile birlikte bedavaya…”  (01.10.2003).

 

Velilere Öneri:Torpil Bulun!

Yazar, çocuğunu iyi bir okula  kaydetme konusunda görüşünü soran velilere şu önerilerde bulunuyor: “Yolunu, yöntemini, açıkladıkları kuralları söylüyoruz. Sınav varsa sınavı kazanmalarını, yoksa iyi bir torpil bulmalarını, o da yoksa yüklü bir bağış yapmalarını öneriyoruz”  (13.05.1999). 

 

“Özetin Özeti”:İstifa!...

Diyalog,  genelde,  “özetin özeti”yle   noktalanmaktadır. Bu yazı da  kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’nin  derinleşen eğitim sorunlarına somut  hiçbir çözüm üretemeyen,  Türkçenin eğitim dili olmasına tepki gösteren,  eğitimi devletin sırtında yük olarak gören, kendisini özel okullara ve patronuna adayan, öğretmen ve öğrencileri aşağılayan,  ciddi araştırmalara dayanmadan   kaleme aldığı  yazılarında kendisiyle bile çelişen  Abbas Güçlü’nün  eğitime yapabileceği en büyük katkı, kuşkusuz,  derhal istifa etmesi  olacaktır.  

Cumhuriyeti savunduğunu öne süren  bir gazetede,  Cumhuriyet savunucularını ve ulusal eğitimi çapraz ateşe tutan  Diyalog; ulusal devlet düşmanlığıyla,   Kemalist  Devrim’in   eğitim alanındaki  kazanımlarının  korunamayacağının  en önemli kanıtıdır. 

Bu olgu, ulusal eğitimin olmazsa olmaz koşulunun  ulusal  devlet olduğu gerçeğini  gözler önüne sermektedir.

Batıya yaslanarak ulusal eğitimi tırtıklayanları  büyük bir yenilgi   bekliyor. 

Bütün olgular,  Türkiye’nin kesinlikle kazanacağı  tarihsel bir sıçramanın eşiğinde olduğunu gösteriyor

 

(*)  Huriye Pak İlköğretim Okulu  Derince/KOCAELİ

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault