PERVANE

Ateş-i aşkla yananlar

Döner pervane pervane

Pir dergâhına varanlar

Konar pervane pervane

 

Sazlar kurulunca cemde

Benlik bulunur mu tende

Erenler yolunda ben de

Olur pervane pervane

                

Beline kemer sarılır

Alnı al yeşil görülür

Pirin darına durulur

Sızlar pervane pervane

 

Garip Ahmet pervaneler

Kırların bezminde döner

Aşkın ateşinde yanar

Döner pervane pervane

Ahmet Sağlam

 

Ahmet Sağlam’ın “Düçar”ında kulağım… Düçar;  tutulmuş, yakalanmış, uğramış anlamında kullanılıyor. Ahmet, albümüne bu adı vermek için kim bilir kaç gün düşünmüştür.          Bir çalışmaya ad vermek, çocuğa ad koymaktan daha zordur!

Çocuk doğar, ama anne ve baba ad vermek için bazen günlerce düşünür.

‘İlk’ler, zorluklarla birlikte anılır. Başarı, zorluklara göğüs germe sanatıdır. Zorluk, başarının tadı tuzudur.

Düçar, zorluklarla mücadeleden muzaffer çıkmış bir ozanın haklı gururudur.

Genç bir ozanın ilk göz ağrısıdır.

Uykudan çalınan zamandır.  

Bir dize için feda edilen uykudur.

Unutulan öğündür.

Bir nota uğruna maldan mülkten vazgeçmektir.

Düçar’da toplam 13  eser yer alıyor. Eserlerin tamamının söz ve müziği Ahmet Sağlam’a ait.  Ahmet, Düçar’la, Şah İsmail Hatayi’nin,  Pir Sultan Abdal’ın, Kul Nesîmî’nin, Kul Himmet’in, Hacı Bektaş-ı Veli’nin izini sürüyor.

Binlerce yıllık uygarlığa ev sahipliği yapmış bir ülkede, unutturulmaya çalışılan insanı yeniden arama çabasıdır bu.

Bir yandan da kendini yeniden yaratma çabası…

Sazı ve sözü, kendisiyle birlikte bütün insanlığı yeniden yaratıyor.

Bir hırka bir lokmayla Anadolu erenlerinin yoluna adım atıyor.

Çileli, zorlu, sıkıntılı bir yol…

Âşık Veysel’in uzun ince yolu…

Bütün varlığıyla yola koyuluyor.

Eli, dili, yüreği ve  gözüyle…

Bütün bedeniyle…

Parayı pulu, kısacası, bütün dünyalığı ayakları altına alarak ilerliyor.

Kapısından eğri odunların bile giremediği insanlık dergâhına, yıpranmış mintanıyla, arınmış olarak giriyor.      

Düçar, Ahmet’in ikinci çığlığıdır. Onun  ilk çığlığı, 19 Mayıs 1986 tarihlidir. Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a adım attığı 19 Mayıs, Ahmet’in yaşama merhaba dediği gündür. 

Ahmet Sağlam,  19 Mayıs 1986’da  Nazımiye Oğullar (Hılves) köyünde gözlerini açtığında, dedesi Süleyman yaşama veda etmiştir.  Dede Süleyman Sağlam, Ahmet’in doğumundan yaklaşık üç ay önce yaşama gözlerini yummuştur. Süleyman dededen geriye, üç telli saz kalmıştır. Bir de doğduğu evin duvarlarında yankılanan sesi.

O ses, sadece toprak evin tek göz odasının duvarlarında değil, Pülümür Vadisi’nde yankılanmaktadır.

Ben her yıl Hılves yol ayrımındaki görkemli kayalıklarda yankılanan o sesi duyarım…  Oli’nin mekânında, elinde saz,   bağdaş kurmuş dedeyi  yanık deyişleriyle düşlerim.

Süleyman dede, yokluk ve yoksulluğa karşı,  sesi ve sazıyla savaşanların sesidir.

Hılves köyünün üzerine düşen çığa direnen insanların sesidir.

Binlerce tonluk kar kütlesine yenik düşmeyi gururuna yediremeyenlerin sesi…

Çığa gömülen bedenden geriye kalan parmak ucuyla yaşama tutunmaya çalışanların sesi…

Bir gece vakti, karanlık ellerin işlediği zalim cinayete, eli kolu bağlı yoksul bir köylünün meydan okuyan çığlığıdır.

Masum bir insanın, zulme başkaldırısında ses en yenilmez silahtır.

Saza ve söze kurşun sıkanlar yenilmeye mahkûmdur!

Anadolu erenlerinin sazı ve sözü, zalimlerin en büyük korkusudur. Çağımızın en modern  silahları, sazla örülen dostluk ve sevgi karşısında çaresizdir.

Saz ve söz, insanlığın   yok edilemeyen direnç kaleleridir.   

Ahmet, duvarda asılı sazın olduğu bir evde dünyaya geldi. Dedesi yaşamış olsaydı en küçük torununu dizlerine oturtur ve her perşembe akşamı gözyaşları içinde okuduğu türküleri dinletirdi.

Ahmet, minicik elleriyle sazın tellerini titretir ve bebek çığlığıyla dedesine eşlik ederdi.

Dedesi,  bin bir derdin tutsak almaya çalıştığı Anadolu erenlerindendir. Gençliğinde yaşadığı kardeş acısı, bu yaşamı onun için çekilmez hâle getirmiştir.

Süleyman dede,  acıların üzerine sazıyla sözüyle yürüyen ozandır.

Kurşuna sazla karşılık verenlerin kültürüyle yetişmiştir.

Süleyman dede, Ahmet’i göremedi. O çok sevdiği üç telli sazını torununa veremedi. Her perşembe akşamı, 14 numaralı gaz lambasının ışığında seslendirdiği deyişleri dinletemedi. 

Bir sonbahar gecesi zalimlerin eline düşen oğlu için ağıt yakamadı.

Ahmet, dedesinden, yıllar sonra eline aldığı sazla Kütlenin Korunumu Yasası’nın mimarı Lavosier’i yeniden haklı çıkarıyor. .

Doğada hiçbir şey yoktan var edilemez, vardan da yok edilemez.  

Dede yadigârı sazı duvardan indiren Ahmet, Lavosier’i haklı çıkarmakla yetinmiyor.

Erenler dergâhına sokulmak istenen fitneye, yüreğini siper ediyor…

Onun, bizi birbirimize düşürerek ülkemizi cehenneme çevirmeye çalışanların karşısına Anadolu’da kök salmış kardeşlik kültürüyle çıkması, hepimiz için övünç vericidir.   Düçar, bunca acıya karşın ayakta kalmayı başaran Şehriban Ana’nın sevinç gözyaşlarıdır.  

Garip Ahmet, Düçar’la, sazın ve sözün yenilmezliğini kanıtlamakta ve yaşamın kıyısına sürülen insanlara umut olmaktadır.

https://www.youtube.com/watch?v=fKYWwg050XM&feature=share&fbclid=IwAR0s-mS3UUlwmVLndlvh5nnbRHmHQljzpJWJQ3u050gImdlN2Sqj3-A6dQw 

(Körfez,  2 Haziran 2017)

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault