Yüksek Seçim Kurulu(YSK)nun 22.03.2017 tarih ve 368 sayılı kararını, 24.03.2017 günü yayımlanan bir yazımda ayrıntılı olarak ele almış, seçim torbalarıyla sokaklarda dolaşmanın sıkıntılarını dile getirmiştim.

 

   (http://www.huseyincanerik.com/index.php/111-secim-torbalari-nasil-alinacak)

 

YSK, ilgili kararla, seçim kurullarına iki seçenek sunuyor. Birinci seçenek, torbaların, seçimden bir gün önce okullara teslim edilmesidir. İkinci seçenek ise, seçim sabahı saat 05.00’te, torbaların, ilçe seçim kurullarının belirlediği yerlerden bina görevlileri tarafından teslim alınmasıdır

 

            16 Nisan’daki halkoylamasında bina görevlisi olarak görevlendirildim. Doğrusu, seçim torbalarının taşıma görevinin bana kalacağını hiç düşünmemiştim. Torbaların, görevli olduğum okula teslim edileceğini düşünerek rahat bir nefes almıştım. Bu sevincim fazla sürmedi! Sevincime nokta koyan gelişme, çalıştığım okulda bana yapılan yazılı bildirimdi.

 

4 Nisan 2017 günü, çalıştığım okula gelen bir görevli, elindeki yazıyı bana imzalatmak için sabırsızlanıyordu. İlçe Seçim Kurulundan geldiğini söyleyince, bütün işlemlerin tamam olduğunu söyledim. Değilmiş! Çünkü elindeki yazıya göre 16 Nisan 2017 günü, sabah 04.30’da, Yahyakaptan Şehit Recep Topaloğlu Spor Salonunda hazır olmam ve herhangi bir aksaklığa meydan vermemem gerektiği belirtiliyordu! O saatte hazır bulunmamın nedeni, seçim torbalarını almaktı!  Yazıyı Derince İlçe  Seçim Kurulu Başkanı Gülay Öztürk imzalamıştı:

 

….Sorumlu olduğunuz sandık alanlarına ait seçim torbalarını teslim alıp, sandık kurulu başkanlarına teslim etmek üzere 16 Nisan 2017 Pazar günü sabah saat 04.30’da Yahya Kaptan Mahallesi, Şehit Recep Topaloğlu Spor Salonunda herhangi bir aksaklığa meydan vermemeniz için hazır bulunmanız hususu tebliğ olunur. 31.03.2017

 

Gülay Öztürk

 

İlçe Seçim Kurulu Başkanı

 

Derince İlçe Seçim Kurulu, seçim torbalarını Derince’den 13-15 km uzaklıktaki bir mahalledeki spor salonuna bırakıyor. Üstelik mahalle Derince’ye değil, İzmit’e bağlı! YSK,  torbaların nereye bırakılacağı yetkisini ne de olsa ilçe seçim kurullarına vermiş. Bu konuyu, seçim kurulu başkanlarından daha iyi düşünecek değiliz.  Konuyu ilettiğimiz yetkililer önümüze hemen YSK kararını koyuyorlar;

 

Bu kararda, başka bir ilçeye torba konulamayacağına ilişkin bir madde var mı?

 

Haklılar, yok! Torbaları Yahyakaptan yerine  bize daha uzak bir ilçeye, sözgelimi Kandıra’ya bırakmadıklarına şükrediyorum. İşgüzar bir başkan, çeşitli gerekçelerle,  torbaları komşu il Sakarya’ya da bırakabilirdi.  Biz o zaman ne yapabilirdik? YSK’nın kararları konusunda boynumuz kıldan ince.

 

Demek ki Yahyakaptan’ın torba merkezi olarak belirlenmesi, mevzuata tamamen uygun.  Adını, Kuvayı Millîye’nin gözü pek kumandanı Yahya Kaptan’dan alan bu mahalle, İzmit’in doğusunda yer almakta.Körfez’e oldukça uzak bir mahalle. Aslında koca bir kent sayılır.  Yahyakaptan’a gece gitmek, torba alıp geri dönmek sıkıntılı bir durum.

 

Ben sırtındaki bir seçim torbasını yitirme korkusuyla kalp krizi geçiren seçim mağdurlarındanım. Yüreğim, okulun bütün torbalarının sorumluluğunu kaldırabilir mi? Bu ağır yükün altında ezilirim! Çok sayıda torbayla başa çıkmak kolay mı? Hangi birine sahip çıkabilirim. Sağlık sorunlarımı sabırla dinleyebilecek bir insanla karşılaşma umudumu korusam da sonuç alabilmiş değilim. Bel ve boyun ağrısı, nefes darlığı, görme bozukluğu… Aklıma gelmeyen başka hastalıklar… Kısacası, torba işi beni dönüşü olmayan bir yolun yolcusu yapabilir.

 

  

Eşime ve çocuklarıma vasiyette bulunuyorum. Seçim torbası hayatıma mal olursa beni seçim lafının bile edilemeyeceği bir yerde gömün.

 

Sorunlarımı, bana yazıyı imzalatan görevliyle de paylaşıyorum. Aracımın olmadığını, o saatte Yahyakaptan’a gitmenin mümkün olamayacağını, torbaların seçim kurulunca okula teslim edilmesi gerektiğini vb. boşuna anlatıyorum.

 

O, bu sorunlara çözüm üretebilecek konumda değil.

 

Sorun, torbalara ulaşmakla da sınırlı değil.

 

İçimi kemiren kuşkulardan biri de yanlış torba almak. Ne yakını görebiliyorum ne de uzağı. Doktorun verdiği gözlüğün camı, zırhlı araç camlarından farksız. Kalın camlı gözlükleri dışarıda takamam. Evde TV izlerken ya da gazete okurken kullandığım gözlüklerim de yok artık.  Gözlük kırma sanatını ağabeyine borçlu olan kızımın cam-çerçeve tutkusu bana pahalıya mal oldu. Kızım, gözlük kırmayı alışkanlık hâline getirdiği için devletin bana tanıdığı gözlük hakkımı fazlasıyla kullanmış oldum. Geçen gün göz doktorundan gözlük istediğime pişman oldum. Gözlük istedim diye başıma gelmeyen kalmadı.Devleti ne kadar zarara uğrattığım konusunda küçük bir ‘brifing’ bile aldım! Ayrıca azar işittim ve hastaneden kovuldum. Devletin bana ücretsiz gözlük vermesi için iki koca yılın geçmesi gerekiyor.

 

Aklım fikrim torbalarda…  Torbaların toplandığı merkeze nasıl ulaşabileceğim sorusu bende huzursuz bacak sendromunu tetikliyor. Uykuyu unutuyorum ve daracık odalarda ‘volta’ atıyorum. Gece evde yürürken ses çıkarmam, komşularımızla aramızın açılmasına neden oluyor.

 

            Körfez’de oturuyorum. Özel aracım yok. Saat 04.30’da belirtilen yere nasıl ulaşabilirim? Belirtilen saatte torbalarla özlem giderebilmek için en geç 03.30’da araca binmem gerekir. Peki hangi araca? O saatte ne belediye arabası var ne de başka bir araç.

 

            Kocatepe köyüne ilerlerken Mezra’yı toz içinde bırakan o yeşil ‘jip’ de yok artık. Hangi jip mi? Mahmut’un jipi…Çocukluğumda, askeri araçları çağrıştıran o ‘jip’e bindiğim için  bahtiyarım! 1977 ya da 1978 yıllarıydı…Jipin şoför mahallinde annemle babam, brandayla örtülü kasasında ise anneannem ve tanımadığım bir başkasıyla birlikte Pülümür’e yaptığımız yolculuğu unutamam. Yanımızdaki delikanlı Danzik  köprüsünde inmek istemiş, sürücüye sesini duyuramayınca araçtan atlamıştı! Araçtan atlayan delikanlı, yüzükoyun yere yapışmıştı. Delikanlının hayati bir tehlikesinin olmaması, hepimizi sevindirmişti.

 

40 yıl önce köy yollarında fırtına gibi esen jipimiz yok artık.          

 

            Çocukluğumun ilk 10 yılının geçtiği Mezra köyü, ardından Kırmızıköprü’de ulaşım deyince, akla ilk gelen isimler  rahmetli Gülbey Anuk ve Rıza Coşkun’du. Köyden Pülümür ya da Erzincan’a gitmek için sabah erken saatlerde otobüse binmek gerekirdi.Kırmızıköprü’de art arda  iki otobüs yolcu beklerdi. Bunlardan biri Rıza Coşkun’a, diğeri ise Gülbey Anuk’a aitti. Rıza Coşkun’un otobüsünü tercih edenler fazla olsa da, haksızlık olmasın diye, dönüşümlü olarak, her iki otobüse binenlerin sayısı azımsanmayacak kadardı. İlkokul öğretmenimiz Gülseren Aydın’ın yer ayırtmak için bizi görevlendirmesi, olağanüstü bir mutluluktu. Köyde bilet kesilmezdi. Koşa koşa otobüse biner, soğuk günlerde kalorifere en yakın koltukta oturarak öğretmenimizi beklerdik. Öğretmenimiz otobüse binince yerimizden kalkardık.

 

            Nerde o eski günler…

 

Her yer araç kaynıyor, ama sizi  15 km uzaktaki Yahyakaptan’a götürecek bir tane bile yok.

 

Ne yapabilirim?

 

Bizim taksici Poyraz Engeltanımaz’ı arıyorum:

 

-Merhaba Poyraz, Körfez’den Yahyakaptan’a taksimetre kaç TL yazar?

 

-Uzun bir mesafe, ama hiç gitmedim. Tahminen 150-200’ü bulur.

 

-Akşam saatinde fiyatlar değişir mi?

 

-Saatine bağlı…

 

-Sözgelimi 03.30’da yola çıksan, kaç TL alırsın?

 

-250’den aşağı olmaz…

 

Ceplerimi yokluyorum, sadece 100 liram var. Üstelik, İlçe Seçim Kurulunun,  270 TL’yi bana ne zaman ödeyeceği de belirsiz.

 

Taksiciye veresiye olmaz!

 

Telefonu kapatıyorum.

 

Peki nasıl gidebilirim? Araç bulsam bile evde 03.00’e kadar uyumak, riskli bir eylem sayılır. Uyanamamak ya da alarmın çalmaması, felaketim olabilir. Seçimin olası sonuçları bana fatura edilebilir. Başarısızlıktan sorumlu tutulursam, bana vaat edilen genel müdürlüğü rüyamda bile göremem.    Bana imzalatılan yazı, askerlik görevinden farksız. İtiraz edemem. Devlet bana emir vermişse gereğini yerine getirmek zorundayım. Aklıma parlak bir fikir geliyor. O gün İzmit Otogarında sabahlayabilirim! İzmit Otogarında çayımı yudumlayarak, seçim torbalarına daha yakın olmanın mutluluğunu yaşayabilirim.

 

Haritaya bakıyorum. İzmit Otogarı bize yaklaşık 15 km uzak. Belediye otobüsleriyle ortalama bir saatte ulaşılabiliyor. Derhal otobüslerin hareket saatlerine bakıyorum. Geç saatlerde otogara gitmek sanıldığı kadar kolay değilmiş. Belli bir saatten sonra otogara gitmek imkânsız. Çok erken gidersem, bana pahalıya patlayacağından eminim. Çay ve yemek ücretleri yüksek. Yemeklerin sizi hastanelik etmesi de yüksek bir olasılık. Tuvalet paralı.

 

Bu düşüncemden vazgeçiyorum.

 

Çevremdeki bazı arkadaşlara danışıyorum. Birinin aklına özel araç geliyor. Özel araç da pek gerçekçi değil. Neden mi? Gideceğiniz otomobille geri dönemezsiniz. Torbalar, İlçe Seçim Kurulunun belirlediği araçlardan başka araçlarla taşınamaz! Sizi torbalara kavuşturan otomobiller, torba teslimine kadar orda bekleyecek. Aracınızı Şehit Recep Topaloğlu Spor Salonuna yakın bir yerde park edeceksiniz. Araçlar, seçim bittikten sonra alınabilir. Bunun için belediye otobüsüyle yaklaşık bir saatlik yolculuğu göze almanız gerekir. Aracınızı, kazara, paralı bir otoparka park ettiyseniz, yandınız demektir.ÇünküYSK’nın ödemekalemlerinde otopark ücreti bulunmuyor.

 

Özel araçla gidemeyeceğimi anlayınca farklı seçeneklere kafa yormaya çalışıyorum.

 

15 km’lik yolu yürüyebilir miyim? Fena bir çözüm değil. Peki, 4 km’lik yolu kaç saatte kat edebilirim? Beden Eğitimi öğretmenimiz Dilek Aydın’a soruyorum. Bir saatte ortalama 4 km yol alabileceğimi söylüyor. Bir de uyarıda bulunuyor Dilek Hanım:

 

Yürüyüş mutlaka doktor kontrolü altında yapılmalı!

 

Bu zamanda sağlam raporu almak kolay mı sanırsınız. Yaşamınızdan eksilen her gün sağlığınızı tartışılır hâle getirir. Fakat ben kendime güveniyorum, yürürüm! Dilek Hanım’ın hesabına göreyaklaşık 4 saatte Yahyakaptan’a gidebilirim. İnsanın kendi öz gücüyle görevini yerine getirmiş olmasının mutluluğu bir başka olur! Gece saat 00.00’da yola koyulursam, vaktinde torbalarıma kavuşmuş olurum. Üstelik gece trafik derdi de yok. Fakat gece vakti başka riskler var.

 

 Sokak köpekleri… Gece ısırıldığınızı düşünün. Bunu İlçe Seçim Kuruluna nasıl anlatacaksınız? Tinerciler… Ceketini omzuna atıp bela arayan külhanbeyleri.O saatte ‘uygulama’ yapan polislerin sizi hırsız diye gözaltına alma olasılığı.

 

Benim aklıma bu kez başka bir fikir daha geliyor. Otel! Oteller ne güne duruyor? Yahyakaptan’dabir  otelde barınabilirim. Otelcilerin bugünler için teyakkuzda olduklarını bilmiyor değilim. Hem benim otelcilik deneyimim yabana atılacak gibi değil. Çocukluğumda, Kırmızıköprü’de 16 yataklı “Hotel Konak”ı işletmiş biriyim. Erzincan’da kısa süre çalıştığım “Hotel Beyti” de deneyim hanemdeki yerini koruyor. Bütün bu deneyimlerin Yahyakaptan’daki otel görevlilerince dikkate alınacağını umuyorum. Meslek dayanışmasının bütçeme sağlayacağı olası katkının beni heyecanlandırdığını söylemeliyim.

 

O hâlde hiç beklemeden kendime yer ayırtmalıyım ve seçim görevimi kusursuz yapmalıyım.

 

Yahyakaptan’daki otel fiyatlarına bakıyorum. Fiyatlar 250 TL dolayında. Bana göre oldukça yüksek. Otelde en çok 4-5 saat kalabilirim. Bunun da, otelcilik deneyimim gibi, ‘iskonto’da göz önünde bulundurulacağını düşünüyorum. İlgili otelin görevlisini arıyorum. Gayet kibar olan görevliye, eskiden otelci olduğumu, bir kamu görevi için otelde kalacağımı söyleyerek indirim talebinde bulunuyorum.

 

Söylemez olaydım!

 

‘Kamu’ sözcüğünü duyan görevli hemen fiyatlar ve hizmetler konusunda beni bilgilendiriyor. Sabah kahvaltısı vb. hizmetler hakkında bilgilendirildikten sonra can alıcı soruyla karşılaşıyorum:

 

Fatura hangi kurum adına kesilecek?

 

Sizin anlayacağınız, fatura yine kamuya kesilecek!

 

Kabul etmiyorum.

 

Otelde kalsam bile torbalara ulaşmak için yine araç gerekecek. Barınma masrafına yol giderlerini de ekliyorum. Hayır, bu da olmayacak!

 

Yahyakaptan’a bir gece vakti ulaşma sorunu  millî mesele hâline geleli çok oldu.  Yatıyorum kalkıyorum Yahyakaptan.Param olsaydı Yahyakaptan’da ev alırdım. Böylece torbalara ulaşım derdini kökten çözerdim. Ev alsam bile yerleşmek için zamana ihtiyaç var. Temizlik, bakım ve onarım zaman ister. Eşya taşımak ayrı bir sorun. Bütün bunları, kendisini Cumhuriyete ve Atatürk devrimlerine  adamış öğretmen Dilek Livaneli’nin konferansından çıktığım gün yeniden düşündüm. Derince’deki bina görevlileriyle bir olup ortak araçla Yahyakaptan’a gitmek, pratik bir çözüm olabilirdi. En iyisi araç kiralayıp torbaların huzuruna topluca çıkmaktı. Göksel Taş,  Adnan Balkan ve  birkaç arkadaşla bu öneri üzerinde uzlaştık. Öneriye sıcak bakmayanlar da oluyor.  Belediyeden ücretsiz araç talebinde bulunacak olanların  tercihine saygı gösteriyoruz. Arkadaşım Göksel Taş kolları sıvıyor ve araç bulma işini üstleniyor.

 

Adnan Balkan, aracın tutulduğunu, hareket yeri ve saati konusunda daha sonra bilgi verileceğini söylese de  çok rahatlamış değildim. Araç bu, o gün bozulabilir ya da sürücüsü uykuda kalabilirdi. Ya gecenin karanlığında bizi fark etmeden geçip giderse... Cumartesi günü endişelerimi Adnan Balkan’la da paylaştım. Neyse ki onun otomobili var. Olası bir olumsuzlukta otomobille gideceğimizi hatırlatınca rahatlıyorum.

 

Cumartesi akşamı heyecanlı bekleyiş başlıyor.  Cumartesiyi pazara bağlayan gece saat 02.00’de ayakta olmam gerekiyor. Araç beni saat 03.30’da duraktan alacak. En az yarım saat önce yola çıkmam gerekiyor. Hiç olmazsa iki saat uyumalıyım, ama uyuyamıyorum. Derken telefon çalıyor.

 

Adnan, seçim  yolculuğunu hatırlatıyor.

 

Hazırlanıp yola düşüyorum. Hava soğuk sayılmaz. Nihayet  araç geliyor ve Yahyakaptan’a doğru yola koyuluyoruz. Yaklaşık 16 kişiyiz. Şehit Recep Topaloğlu Spor Salonuna sat 03.50’de varıyoruz. Belirtilen saatten 40 dakika önce gitmenin tek avantajı, 40-45 dakika bekletilmek oluyor. Biz erken gittiğimiz için en azından bir bardak çayla ödüllendirileceğimizi düşünmüştük. Yanılmışız.

 

Salondaki görevlilerin büyük bölümü özveriyle çalışıyor. Bazı görevlilerin kılık kıyafeti dikkatimizi çekiyor. Sakallı olanların kim olduklarını merak ediyoruz. Bunlar, kamu görevlileri mi? Olabilir mi? İnanmak istemiyoruz. Bazı görevlilerin eşofmanlı olmaları da gözden kaçmıyor. Son yıllarda ‘özgürlük’ adına kamuda kılık kıyafet karmaşası yaşandığı, bunun sistem tarafından teşvik edildiği biliniyor.

 

Bir masada,bant vb. kırtasiye malzemeleri dağıtmakla görevlendirilen memur görev yapıyor. Her bina görevlisinin sadece bir bant alabileceğini söylüyor.  Masaya uzanan bazı uyanıkların birden çok bant aldıklarını gören görevlinin uyarıları sonuçsuz kalıyor. Ceplerini bantla şişiren bina görevlilerinin mutluluklarına diyecek yok doğrusu. El çabukluğuyla kayıplara karışan  malzemelerin dökümünü ancak bilirkişiler yapabilir.

 

Masadan ne bir bant ne de kalem alabiliyorum.

 

Görevlinin açığını kapatmak yine bana  düşüyor.

 

Yüzümü kızartan davranışların ceremesini çekiyorum.

 

Birbirine bağlı ve ağzı mühürlü torbaların içindekileri sayma olanağımız yok. Seçim Kurulu, kapalı  torbaların içindeki malzemelerin  listesini önceden hazırlamış. Mühürler, zarflar, pusulalar... Tamamının sayısı tutanakta mevcut, ama biz göremiyoruz. Tutanağı hazırlayanların aceleci olmaları işin doğasına uygun.

 

Şuraya bir imza...

 

İşaret parmağıyla gösterilen yeri/yerleri imzalıyoruz.Sizin anlayacağınız, imzaya doymuyoruz!Neyi, niçin imzaladığımızı düşünecek durumda değiliz. O saatte, herhangi bir borç senedi ya da istifa dilekçesi bile imzalayabiliriz. Ne kadar eleştirsek de devlete olan güvenimizi koruyoruz.

 

Malzemeleri sayma olanağımız olmadığı hâlde tutanakla teslim alıyoruz.

 

Devlet işini sağlama alır!       

 

İlçe  Seçim Kurulunun işi sıkı tutması, gözlerimizi yaşartıyor.

 

Kurulun iyi çalışmadığını öne sürenler mahcup oluyor.

 

Saymadan aldığımız torbaları, tutanakla, saymadan sandık başkanlarına teslim ediyoruz.  Onlar da saymıyor. Böylece biz de kendimizi  sağlama almış oluyoruz. Sistem böyle işliyor. Siyah poşetlere koyduğumuz torbalarla okulumuza dönüyoruz. Siyah poşet uygulaması, bu seçime özgü olmalı. Beyaz seçim torbalarının tamamı, zifti çağrıştıran siyah torbaların içinde kayboluyor.

 

Büyük bir belediye otobüsünde, sürücü hariç,  sadece üç kişiyle keyifli bir yolculuk geçiriyoruz: Hikmet Uluğbay İlkokulu/Ortaokulu Müdürü Suat Yazan, 19 Mayıs Anadolu Lisesi Müdürü Osman Yalnız ve ben.

 

Okula 05.17’de varıyorum.Henüz gün ışımamış. Işıkları yakıyorum. Okulda benden başka kimse yok. Okulumuzun ‘hızır acil servisi’, deneyimli ustamız Hayati Ayhan’ın haftalardır tamir etmediği kapı gıcırtısı beni endişelendiriyor. Hain bir kemirgen seçim pusulalarının pususuna yatmış olmasın? Pusulalar ve zarflar, insanlık düşmanı bu mahlukatın sabah kahvaltısı olursa ben ne yaparım? İhmal, tedbirsizlik, seçim güvenliğini tehlikeye sokmak vb. suçlardan dolayı başım belaya girer. Ayrıca, kemirgenlerin  sağlıksız beslenmelerine sebebiyet verdiğim için  hayvan hakları savunucularıyla  yaşayacaklarımı düşünmek bile istemiyorum.

 

Bunları düşünürken uykuya karşı direniyorum. Yahyakaptan olayı gündeme geldiği günden beri uykum kaçtı. Defalarca sabahladığım günler oldu. Torbalara kavuşmuş olmanın verdiği mutlulukla üst kata çıkıyorum.

 

Artık dinlenebilirim.

 

Yumuşacık koltuğa oturunca endişelerden uzaklaşıyorum.

 

İşte mutluluk!

 

Koltuk sevdam yok, ama itiraf etmeliyim ki şu an koltuğu çok seviyorum.

 

Seçim yorgunluğunu atmanın en etkili yolu, koltukmuş meğer.

           

          Sevincimin kısa sürebileceğini hiç düşünmemiştim. Çünkü torbaların bulunduğu odadan gelen gürültü huzurumu kaçırıyor. Koşarak odaya giriyorum. Aman Tanrım! Onlarca kemirgen torbaların başına üşüşmüş. Torbalar paramparça, Her bir farenin ağzında tomar tomar seçim pusulası. Uzmanlar, süpürge ve faraşı,  farelere karşı en etkili taarruz silahlarından biri olarak kabul ediyor. Süpürge arıyorum, yok! Peki, faraş nerede? O da yok! O sırada, okulumuzun çalışkan görevlisi Havva Hanım’a sesleniyorum, ama ulaşamıyorum. Süpürge ve faraş çığlığım bomboş binada yankılanıyor.   Bu durumda fare kuşatmasını nasıl yarabilirim? Okulumuzun Sivil Savunma Uzmanı Baki Gülmez’in  bu konuda bize seminer vermemesi de aleyhime işliyor. AFAD’ın taktikleri de işe yaramıyor. Askıda duran kayıp hırka ve  pantolonu silah olarak kullanıyorum. Farelerin bu kadar cesur ve obur oluşları beni çileden çıkarıyor. Birini uzaklaştırırken diğeri saldırıyor. Buna örgütlü  kalkışma denir. Mükemmel bir görev dağılımı ve  istikrarlı saldırılarla, seçim malzemeleri kullanılamaz hâle getiriliyor. Kemirgenler, zarfları ve seçim pusulalarını öğütüyor ve  midelerine indiriyor. 

 

Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, ama sesimi kimseye duyuramıyorum.

           Bu mücadele sırasında çalan kapıyla kendime geliyorum. Oturduğum koltukta uyuyakalmışım. Beni bu kâbustan uyandıran genç polis memuru Bahadır  Bey’e teşekkür ediyorum.

  

21.04.2017/Körfez

    

Kaynakça:

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Yahya_Kaptan.jpg   Erişim: 16.04.2017.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault