ULUSAL BASINDA EĞİTİM VE ÖĞRETMEN *

 Bir  haberin ulusal basında  yer alması  için  farklı  ölçütler  uygulanmaktadır. Manşette  yer   alabilmek  için intihar etmek ya da soyunmak  zorundasınız. Eğer bu iki  seçenek  size uygun değilse,  palyaço  kılığına  bürünerek veya   kendinizi  yakma girişiminde  bulunarak da  şansınızı  deneyebilirsiniz. Bu ve benzeri  seçeneklerden  hiçbiri  size  mantıklı  gelmiyorsa,  ulusal basın  aracılığı  ile  derdinizi  anlatmaya  olanak  bulamazsınız.

Peki  gerçeklere  bu  kadar  yabancılaşan  ulusal  basın,  eğitim ve  öğretmeni  ne zaman  hatırlamakta ve  gündeme  getirmektedir?  Ülke  genelinde yayın yapan  gazeteler, öğretmen ve   eğitime  hangi  pencereden  bakmaktadır? Bu yazıda,  ulusal  basının haber-yorumlarından yola çıkılarak, yayınlarla   nasıl  bir  eğitim  hedeflendiği sorusuna  yanıt  aranırken,  yaratılmak istenen öğretmen  imajına da dikkat çekilecektir..

‘Sapık Öğretmen’ Koleksiyonculuğu   

Gazetelerde  öğretmenin  manşet olabilmesi, adeta, sapıklık koşuluna  bağlanmıştır!  Yayın  organları, cinsel  taciz vb.  haberlerde, sanığın    öğretmen olduğunu  özellikle  vurgulamaktadır.  Kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın,  öğretmeni  cinsel taciz vb. suçlamalarla  kamuoyuna  yansıtmada gösterilen duyarlılık,  ulusal  eğitimin temel  sorunları   konusunda  yok olmaktadır. Bu değerlendirmenin, basınımızın  tamamı için bağlayıcı  olmadığını belirtmeliyiz.

Öğretmenleri  mevcut  sosyo-ekonomik  sistemden  soyutlayarak  değerlendirmek  nesnel  bir  tutum  olamaz.Türkiye’de  67  bin  800  okulda  540 bin  öğretmen  görev   yapmaktadır.  Yarım  milyonu  aşkın   eğitimci  arasında    zaman zaman  suç  işleyenlere de  rastlanmaktadır. Eğer  öğretmenlerin  suç  işleme  oranı  diğer  meslek  dallarından  fazlaysa, bu  konu  üzerinde  ayrıca  kafa  yorulabilir.   

Yayın  organları  okulları birer ‘pembe  dizi’  mekanı  olarak  algılamaktadır.  Okullarda  yaşanan   bazı  olaylar,  genelde   çarpıtılmış  haberlerle  kamuoyuna  duyurulmakta ve  infiale  neden olmaktadır. Adana İnkılap İlköğretim Okulu’nda  meydana  geldiği  öne  sürülen   öğrenciye   ‘taciz’ ve  ‘tecavüz’  olayı  gazeteleri  günlerce  meşgul  etmiştir. Başlangıçta  kız  öğrencilerin  ifadelerine dayanılarak, hazırlık  soruşturması  süresince   ifadelerin  basına  yansıtılması  suç olduğu  halde,  ‘taciz’ ve  ‘tecavüz’e  en  ince  ayrıntısına  kadar   yer verilmiştir. Yüz kızartıcı  ayrıntıların (Milliyet, 30.04.2002) yer aldığı  haberlerde  okul  adı  açık  bir  biçimde yer almış, buna karşın  öğrencilerin kimliğini  ‘gizlemek’ amacıyla   ad ve soyadlarının baş  harfleri   kullanılmıştır. Gazetelerin   manşet   haberi,    hafta sonu eklerinde de   tam  sayfa  olarak  yer  almıştır (Hürriyet Pazar, 05.05.2002).

  Öğrencilerin  ifade  değiştirerek  komplodan  söz etmeleri ile  olay  yeni  bir  boyut  kazanmıştır. Olayla  ilgili  olarak  basında  çıkan  ilk  haberlerde “Okulda sapık  var” (manşet) (Milliyet, 30.04.2002), “Okuldaki  seksi  ele  veren not” (Hürriyet, 30.04.2002), “Okulda seks  rezaleti” (manşet),  (Posta,30.04..2002), “Seks skandalı  itirafı” (manşet) (Posta, 01.05.2002),  “4 ayrı okulda  aşk  yaptık” (Sabah, 03.05.2002) başlıkları  dikkat  çekmiştir.

Haberlerde, “iki  kız  öğrencinin,  sınıf  geçirme  vaadiyle, 3 yıl  boyunca  müdür, müdür  yardımcısı  ve  hizmetlinin  tecavüzüne  uğradığı”  belirtilerek,  iddia  konusu  olay pembe  dizi biçiminde  yayımlanmıştır.  Gazetelerin  olaya gösterdikleri ‘duyarlılık’,  kız  öğrencilerin  olayı  yalanlamaları  ve  okul  yöneticilerinin  tekrar  göreve  dönmeleri  üzerine,  yeniden   manşetlere  taşınmıştır (Milliyet, 01.05.2002; Takvim, 02.05.2002) .

Eğitim Sayfaları AB’ ye Emanet.

Gazetelerin eğitim sayfalarında  AB ile  ilgili  olarak  iki  ana konunun  tartışıldığı gözlenmektedir. Bunlardan birincisi,  eğitim  emekçileri ve öğrencilere  AB  sevdası  aşılamaktır. Bu haberlere göre, AB’ye  girersek,  eğitimde  yaşanan  sorunlar  çözülecektir. Daha ileri  gidenler, eğitimde yaşanan  sorunlardan,  AB’ye   tavır alan ‘statükocuları’  sorumlu tutmaktadır.

Ülkemizden  her  yıl  on  bin  öğrencinin   eğitim  için  Avrupa’ya  gönderilmesine  ilişkin AB Komisyonu  ile  DPT  arasında   imzalanan  anlaşmayı,    başlıklarını  AB  bayrağı  ile  süsleyerek  müjdeleyen  gazeteler  haberi  bayram  havasında  vermiştir (Güneş, Posta, Zaman,Yeni Şafak, 06.01.2003).  Avrupa ‘müjdesi’  veren bazı gazeteler,   öğrencilerin masraflarının  bir  bölümünün  Türkiye  tarafından karşılanacağına  hiç  yer  vermezken (Posta, 06.01.2003),  bir  kısmı da bu  durumu   ‘önemli  fırsat’  (Güneş, 06.01.2003 )   olarak  değerlendirmiştir.

 AB’de  Türkiye  parasıyla  eğitimi ‘müthiş fırsat’  olarak   değerlendiren  yayın organlarının, bu ‘fırsat’ın doğal  bir  sonucu  olarak  Batıya   göç eden   bilim insanlarımızla  ilgili  yakınmaları  konusunda   ne  kadar  samimi  oldukları  tartışma  konusudur: “Türkiye’nin  beyni  göçüyor.” (Akşam,26.04.2002).

 AB  projesine  destek sunan İpek Cem,  “Özerkliğimizi  kaybedeceğimizi   düşünenler   var. Sizce  dünyanın  bugünkü  resminde   tam  özerklik  diye  bir  olgu  kaldı mı?”  sorusuyla,   ulusal  egemenlik  kavramına tepki  gösteriyor   (Milliyet, 15.05.2002).

AB ile   ilgili   yayınlarda dikkati  çeken  ikinci nokta, ülkemizin  aşağılanmasıdır. Gazeteler,  her  fırsatı  ülkemizin  ezik, güçsüz  ve  çaresiz   olduğunu ‘kanıtlamak’ için  kullanmaktadır. Örneğin bazı  günlük  gazeteler,  yükseköğrenim  ve  genel  eğitimle  ilgili  yapılan  bir  araştırmaya  dayanarak,  “Avrupa’nın  en  cahili Türkiye(Radikal, 29.05.2002)  başlığını  kullanmakta  sakınca  görmemişlerdir. Öğrenci  taşımacılığı  konusunda   Türkiye  ile Avrupa’nın   karşılaştırıldığı  başka   bir  haberde   kullanılan  başlık  da      ilgi  çekicidir: “İşte Avrupa farkı”  (Sabah, 30.04.2002).

Okullarda her yıl  onlarca  şiir, makale, resim  vb.  yarışmalar  düzenlenmektedir. Basın bu yarışmalarla  pek ilgilenmemektedir. Fakat  yarışmalar  AB  ile  ilgili  olduğunda , basının olağanüstü  ilgisiyle  karşılaşmaktadır. Daha doğrusu,  basın, AB  ile  ilgili  haber  yapmak  için  yarışmalara  gereksinim  duymaktadır! Bugüne  kadar  ulusal  günlerde  düzenlenen    makale  yarışmalarında  dereceye  giren  eserler manşetten  verilmediği  halde, TÜSİAD’ın, “Avrupa Günü”nde  düzenlediği “Geleceğin Avrupası’nda  kendinizin  ve ülkenizin  yerini  nasıl  hayal  ediyorsunuz?”  konulu  makale  yarışmasında  3.  olan  Diyarbakır İmam Hatip Lisesi  öğrencis  Nur Betül Gem’in makalesinin “İmam Hatipli  kızın  Avrupa rüyası”   başlığıyla   1.   sayfaya   manşet  olması (Milliyet, 10.05.2002), eğitim-öğretime gösterilen  ilginin  değil, AB’ye olan  bağlılığın doğal  bir  sonucudur.Makaleyi  yazan  öğrencinin İHL’li  olması ve  türban  takması,   bazı  toplumsal  kesimleri AB’ye ikna  etmenin   aracı  olarak  kullanılmıştır.  Gazetelerin  AB  ile  ilgili  duygularına  ‘tercüman’  olan öğrencinin  ağzından  AB’yle  hayallerin  gerçek  olacağı, Avrupa’nın  cennet olduğu  vb. gerçekdışı ifadelere  yer  verilmiştir (Milliyet, 10.05.2002).

Öğrencinin AB  makalesi,  Türkiye’nin,    gençlerin  hayallerini  yıkan  bir ülke,   Avrupa’nın  ise  ‘hürriyetçi’  olduğu  iddialarına   dayanak  olarak  gösterilmiştir (Faruk Çakır, Yeni Asya, 14.05.2002)!

Avrupa’yı  kurtuluş  olarak  yansıtan  gazetelerde, AB’nin   ülkemizin  bütünlüğünü  ve  ulusal  çıkarlarımızı  hedef  alan  dayatmalarına  karşı  herhangi  bir direnç  göstermek  bir  yana, ülkemizi  yıkıma  sürükleyebilecek  taleplerin (Kemalizmin  tasfiyesi, Kıbrıs  ve Ege’de ödün)   yerine  getirilmesi  amacıyla yoğun  bir  propaganda  yürütülmektedir. Ulusal  devleti  bitirecek  ödünleri  ‘reform’ biçiminde  kamuoyuna  yansıtan yayın  organlarında,  AB’nin Türkiye  ile ilgili  hazırladığı 2003 yılı  raporunda,  Kemalizmi,  üyeliğin  önünde  engel  olarak  göstermekten  vazgeçmesi  ‘başarı’  olarak  nitelendirilirken; aynı  raporda  ordumuzun  suçlanması, Kıbrıs’ta ‘işgalci’  olarak  görülmemiz,  bölücü örgütlere  destek  vb. (Milliyet,13.05.2003)  ifadelere  herhangi  bir  tepki  gösterilmemiştir.  

Kesintisiz  Eğitim Düşmanlığı

Elde  tezek  okul  yoluna  düşen,   güvenli  olmayan  bir  köprüden  ya da salla   karşı  köy  okuluna  giden öğrencileri  görüntüleyen  gazetelere göre  sorumlu   kesintisiz  eğitimdir (A. Vakit, 27.05.2002).

  Batman  ve Diyarbakır’a  bağlı  12 köy  arasında  ulaşımı  sağlayan  köprünün  Batman Baraj Gölü  altında  kalmasından dolayı,  YİBO’da öğrenim  gören  öğrencilerin   okullarına salla  gitmek  zorunda  kalmaları,  gazetelerin   kesintisiz  eğitime  duydukları   tepkiyi  açığa  çıkartmaktadır: ‘Sal’lamalı  eğitim’ (Yeni Şafak,15.05.2002) .

Giresun’un Avluca  Köyü İlköğretim Okulu’nun  yıkılması  sonucu  geçici  olarak başka  binalarda  hizmet vermesi, “8 yıllık  kahır  eğitimi” (Yeni Şafak, 09.05.2002)  başlığıyla kamuoyuna  duyurulmuştur.

Taşımalı   sistemden  dolayı  arada  bir  kaza meydana  gelir ve  can kaybı  olursa, kazanın  sorumlusu  yine  zorunlu   eğitimdir.

Bilindiği gibi köy  okullarının  tamamında   yakıt  sorunu  çevre  koşulları  dikkate  alınarak çözülür. Orman  köylerinin  okullarında  odun;  bozkırda  tezek(***),  geven;   merkeze  yakın  köy  okullarında  ise  odun-kömür  vb.  yakılmaktadır.  Köy okullarında   tüketilen  kışlık  yakıt  tamamen  köylüler  tarafından  karşılanmaktadır. Bu  durum  kesintisiz  eğitimden  önce de böyleydi, şimdi de  böyledir. Bazı köy  okullarında  kullanılan   odun, tezek vb.   önceden    toplu  olarak  alınır,  bazı  köylerde ise  öğrenciler  her sabah  okula  odun  ya da tezekle  giderler. Demek ki   elde tezekle  görüntülenen  çocukları,  kesintisiz  eğitimin ‘kurbanı’  olarak  nitelendirmek  için  çok ‘özel’  bir  neden  vardır.

 ABD-AB’de gündeme  gelen ‘ev okulları’, ülkemizde  bazı  çevreler  tarafından  kesintisiz  eğitime ‘seçenek’  olarak  sunulmaktadır. “Baskıcı  ve dayatmacılara  karşı köklü  çözüm” (A. Vakit, 22.07.2002)   savıyla   tartışmaya  açılan  ev  okulları  projesi de  Batıyı ‘özgürlükçü’  olarak  göstermenin  bir  aracı  haline  getirilmiştir.

Hollanda’da Timotheus  İlköğretim Okulu  yöneticilerinin,    12 yaşındaki  Faslı  bir kız  öğrenciye  başörtüsü ‘izni’  vermesi   gazetelerimizin  gözünden  kaçmamıştır. Hollanda  Eğitim  Bakanı’nın,  okulların  kıyafet  kurallarına  öğrencilerin  uyması  gerektiğine  ilişkin  açıklamasına  rağmen,  haber, “Hollanda’da  başörtüsüyle  derslere  girme  izni çıktı” (Zaman, 16.01.2003)   başlığıyla  basına  yansımıştır.

 ‘Kesintisiz  eğitim  ısrarı’, 2002 yılı  ÖSS’de  8 bin  819  öğrencinin  sıfır  puan  almasının  nedeni  olarak  gösterilmiştir (A. Vakit,27.07.2002 ).

  Kesintisiz  eğitim 8 yıla  çıkarılmadan  önce   397 bin 212’si  kız  olmak  üzere toplam  782 bin  332  öğrencinin   okula  devam etmediği ülkemizde;    8  yıllık  temel eğitimden sonra   devamsız  öğrenci sayısının, Mayıs  2002    tarihi  itibariyle,  250 bin 360’a  düşmesi  bu  gazeteler  için  haber  değeri  taşımamıştır.  

 İşportaya  Sürülen  Fedakârlık   Duygusu

Gazetelerde   ‘fedakarlık’,  ‘kahramanlık’  vb.  kavramlara  yeni  anlamlar  yüklenmektedir. Öğretmen  ya da öğrenciler  olağan  görev  ve  sorumluluklarını  yerine  getirirken,  gazeteler,  model  olarak  seçtikleri  birkaç  kişinin  şahsında,  bu  özellikleri  topluma  değil   bireylere  mal etmektedir.

Görev  yaptığı  okulunun  boya ve  badanasını  yapmayan,  çatıya  çıkıp  baca  temizlemeyen, kırılan  araç-gereçleri   onarmayan  köy öğretmeni  var mı?  Hemen  söyleyelim, yok! Evet,   herkes  bilir ki  köy  öğretmeni  okulunun hem  müdürü,  hem  de  hizmetlisidir; okulun  eğitim, öğretim, bakım  ve  onarımından,  kısacası  her şeyinden   sorumludur.   Fakat  gazetelere  bakılırsa,  köy okulunda  onarımında  sadece   birkaç   fedakar  öğretmen sorumluluk  üstlenmiştir (Posta, 09.06.2003). Bu  haberler pekala  diğer öğretmenlerin  okullarına  sahip  çıkmadıkları   biçiminde  de  anlaşılabilir.

İlköğretim  okullarına sınırlı  yakıt  ödeneği  dışında  herhangi  bir  ödenek ayrılmamaktadır. Köy  okullarına, istisnalar dışında,  yakıt    parası da  ödenmemektedir. Demek ki   devlet  köy  okuluna tek  kuruş  bile ödememektedir. Fakat   köy öğretmenleri   ‘merkezden’  bir kuruş  bile  almadan  okulu  hizmete  açabilmektedir. Bu  nedenle, eğer bir  fotoğraf çekilecekse,  elde  fırça  birkaç  öğretmenin  değil  bütün  köy  öğretmenlerinin fotoğrafı  çekilmelidir!

 Özel   Okul   Avukatlığı

MEB’in   özel  okullara  sınavla  öğrenci  alma  kararı,  en  başta  gazeteleri  sevindirmiştir. Konuyla  ilgili  olarak  yer  alan  haberlerde,   “Özel  okul  treninin   ağustosta  (sınavın  yapılacağı  ay)  kalkacağı ve on bin  çocuğun  hayatının  değişeceği” (Milliyet , 21.05.2003) öne sürülmüştür.

Bazı  özel okullar  öğrenci  kaydı  için  5 bin  dolar  ‘bağış’    ( Fatih Altaylı, Hürriyet, 06.05.2002)     alırken,   yine de     devlet  okulları  “soyguncu” (Damga, 04.05.2002) olarak  gösterilmektedir.

Öğrenci  servislerinden  kaynaklanan  bazı  sorunlar  bile  devlet  okullarının  yıpratılması  amacıyla  kullanılabiliyor. İstanbul’da  okul  servisleri  ile  ilgili  olarak   yayımlanan  bir  haberde,  özel  okul  servisleri  ‘örnek’ olarak  gösterilirken,   devlet  okullarının servisler  konusunda  sahipsiz  olduğu  ve bu  okullarda  hiçbir  denetimin  olmadığı  iddia  edilmiştir (Sabah ,26.04.2002 ).

MEB’in  özel  okullara  ayrıcalık  tanıma  girişimlerini  alkışlayan  yayın  organlarının,  bu  okulları  öne  çıkarmak  için  akla  gelebilecek  bütün  yöntemlere  başvurdukları  gözlenmektedir. Trafik  kazasında  yaşamını  yitiren  Cansın  Barlık’ın  acı öyküsü,   özel  kolej    kimliğiyle      manşetlere  taşınmıştır. Gazete ölüm  haberini, “Robert Kolejli  Cansın’ın  ağlatan oyunu” (Milliyet, 30.06.2003)  biçiminde  duyurmuştur. Film  yapımcılarından  Binnur Karaevli  ile   Mehmet Eryılmaz’ın   filmlerinin  ödül  alması,  gazetelerde,   bu   iki  yapımcının  mezun  oldukları kolejin   hatırlanmasına  neden  olmuştur : “İki Robert Kolejlinin  filmlerine ödül”  (Pazar Milliyet, 06.07.2003).

Kullanılan  başlıklarla   olayın kendisi  önemsizleştirilmekte ve    okuyucunun  bilinçaltına  kolej   mesajı  iletilmektedir. Böylece  acı  olayın  kendisi  artık  hiçbir  önem  taşımamakta;  ölüm vb.  üzücü  olaylar, özel  kolej  reklamlarına  ‘meze’  edilmektedir.

 Fatih Altaylı, özel  okullarla   ilgili bir  yazısında,   devlet  okullarına  olan  tepkisini  şöyle  ifade  ediyor: “Milli Eğitim’miş! …Tecavüzcü, tacizci, öğrencisini  satan  müdür ve  müdür yardımcılarını  göreve  iade  eden bir  anlayıştan, Milli Eğitim beklemek  ise  bizim  saflığımız.”  (Hürriyet, 06.05.2002).  

 Sözde Soykırıma  Destek!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın, sözde  soykırım  iddialarının  çürütülmesi  amacıyla  okullarda   konferanslar    ve  kompozisyon    yarışmaları düzenlenmesi   amacıyla  yayımladığı 14.04.2003   tarih  ve 23 sayılı  genelgeyi  Ermeni  okullarına da    göndermesi,  basını   ayaklandırmıştır. Gazeteler,  “Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele” genelgesi doğrultusunda, Ermeni  gençlerden  ‘iddiaların  asılsız  olduğunu’ ortaya   koyacak  kompozisyon  yazmaları  talebini, Agos  Gazetesi’nin  “Gençlerin   travmadan  uzak  tutulması   ve  rahat  bırakılması” (Hürriyet, 13.05.2003) tepkisini  ‘paylaşarak’  duyurmuştur.

 Aslında  tepki  sadece   genelgeye de  değil;  basın  yayın  organları,   azınlık okullarını    ulusal  devletin  egemenlik  alanı dışında değerlendirmektedir.   Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’na  verilen  mesaj şudur: “Azınlık  okullarına  dokunma!” Bu  programın  kaçıncı ‘uyum’  paketinde  yer  alacağı  bilinmez, ama   ‘rota’  bu  doğrultudadır!

Kürşat Bumin,  genelgeye    duyduğu  tepkiyi, “Rum  okullarında da  ‘6-7 Eylül  Olayları’  iddiaları  çürütülsün!” (Yeni  Şafak, 13.05.2003) biçiminde  ifade  etmiştir.  Söz konusu  genelgenin  Ermeni  okullarına  da  gönderilmesini “kabus” olarak nitelendiren  Bumin,  20. yüzyılın  başında  emperyalizmin  ülkemizi parçalama  tehdidiyle   harekete  geçirdiği işbirlikçilere  karşı  verilen  vatan  savunmasını,   bir  provokasyon  sonucu gerçekleştirilen tertiple  aynı  kefeye  koyabilmiştir. Her  iki  olayda da  Batı’nın  rolünü  gizlemesi, yazarın  gerçek niyetini  ortaya  koymaktadır.

Murat Çelikkan’a  göre,  genelge,  “(…) Tartışmalı tarihi gerçekler üzerine tek yanlı bir beyin yıkamadan başka bir şey değil.”  (24/04/2003, Radikal)

Yayın  organları, MEB’i yöntemden  dolayı  değil,  soykırım   yalanına  bir  tür  destek  vererek  eleştirmektedir! 

MEB’in  genelgesine  en  büyük  tepki  ise  Diyarbakır  Barosu’ndan  gelmiştir. Baro, 29.04. 2003  tarihinde  Danıştay’a  başvurarak,  genelgenin  iptalini  istemiştir.  İptal  başvurusunun  gerekçeleri  ibret  vericidir. Baroya  göre,  genelge  ile ilgili    yürütmeyi  durdurma  kararı  verilmezse,  ileride  telafisi  güç  sorunlar  ortaya  çıkacaktır!     İnsan  Hakları Avrupa  Sözleşmesi   ve  uluslararası  sözleşmelere   dayandırılan  başvuru gerekçeleri,   sözde  soykırım  iddialarının asıl kaynağı olan AB  ve ABD’ye   bir  tür  müdahale  çağrısı  olarak da  değerlendirilebilir. Çünkü  sözü  edilen  uluslararası  hukuk  mazlum milletlerin   değil, AB  ya da ABD  hakim  sınıflarının  hukukudur. Nedense  AB  ve ABD’nin,  sözde Ermeni  soykırım  karar  tasarılarıyla   Türkiye’nin  ulusal bütünlüğünü  hedef aldığı    çabuk  unutulmaktadır.

 Uluslararası  Yardımlara  Vurgu

Basın, ulusal   dayanışma  ve  yardımlaşmayı değil    uluslararası  yardımları  öne  çıkarmaktadır. Bingöl’de  meydana  gelen  depremde  eğitime  ara  verilmesinin  ardından   12 Mayıs’ta  çadırda  eğitime  başlanmıştı. Gazeteler, okul  bahçelerine  kurulan  çadırların UNICEF’e  ait  olduğu  haberine  özel önem  vermişlerdir (Yeni  Şafak, 13.05.2003).

 Aynı  tarihlerde  sadece  bir  gazete çadır kentlerin  kurulmasında  askerlerin  yaptığı  çalışmalara  geniş  biçimde  yer  vermiştir (Yeni  Çağ, 09.05.2003).

 Ulusal   Devletlere  Düşmanlık

Gazeteler,  ulusal  devletlere  karşı  yürütülen ABD kaynaklı  psikolojik   savaşa  açık  bir  biçimde  destek  vermektedirler. Ulusal  liderler, emperyalizmin   bakış  açısıyla değerlendirilmektedir.   Irak’ı   işgal  eden ABD Devlet  Başkanı’ndan “Başkan Bush”   biçiminde  söz  eden günlük  gazeteler,   Saddam  Hüseyin’i  “diktatör”, “zalim”  vb.  biçimde   nitelendirmiştir.

 Sanılır ki Bush  ABD’nin değil, Türkiye’nin ‘başkanı’dır!

ABD’nin  Irak’ı  işgali  sırasında, Felluce kasabasındaki  bir okulu  karargaha  dönüştürmesini  protesto  eden  öğrencilere  kurşun  yağdırılmış,  saldırıda  6’sı  çocuk  18  öğrenci  yaşamını  yitirmiştir (Yeni  Şafak, 30.04.2003) .  Öğrenci  katliamına   basının  büyük  bir  bölümü  duyarsız  kalmıştır. Bu  olaydan  sadece  birkaç  gün  sonra,  Irak yönetiminin  baskısından  dolayı  Türkiye’ye  kaçtığı  öne  sürülen  Tanya  Mageed adlı   öğretmenin   ağzından  Saddam  Hüseyin’in   kötüleyen   haber  dikkat  çekicidir (Milliyet,  06.05.2003).

Irak  okullarında  okutulan  ders  kitaplarının  içeriği,  ABD  işgali  sırasında   hatırlanmış, Amerika’nın,  ders  kitaplarının  içeriğine  müdahalesi  nerdeyse ‘demokratik’ bir  hak  olarak sunulmuştur. Konuyla  ilgili  haberin  yer  aldığı  gazetede,  ders  kitaplarının ABD  tarafından  yazılması, “Saddam Hüseyin dönemindeki sistematik beyin yıkama sonrasında eğitimde yeni bir sayfa…” (Hürriyet, 02.07.2003)   olarak  nitelendirilmiştir.

  Öğretmenlerin ‘Fedakar Annesi’: Hülya  Avşar!

Yılın fedakâr  annesini  belirlemek  amacıyla    ülke  genelinde   toplam 19 bin  öğretmene  bir  anket  uygulanmış.  Özel  bir  yayınevi  tarafından  uygulandığı öne  sürülen   anket  sonucunda; Hülya Avşar   yılın fedakar  annesiHasan Özdemir  yılın  fedakar  babası, Erkan Mumcu  yılın  eğitimi  önemseyen  politikacısı,   Kadir Has  yılın  eğitimi  önemseyen  hayırseveri, Defne Samyeli  yılın çocuk  eğitimini  önemseyen  televizyon sunucusu olarak  seçilmiş. Yayınevi  sahibi, ödülleri “Eğitimcilerin Oskarı”  olarak  değerlendirmiştir (Zaman, 08.03.2003).

Sözü  edilen  ankete Kocaeli’nden   katılan   herhangi öğretmene  rastlayamadığımız  gibi,  anketin  nesnelliğine  ilişkin  elimizde herhangi bir  veri  de yok.  Fakat   ‘anket’  sonuçları  ile  fedakarlık başta  olmak  üzere  birçok  kavramın   aşındırıldığı rahatlıkla  söylenebilir.

 Vatansever  Gazetecilere Düşen Görev 

Basınımızın önemli  bir bölümünün ABD ya da AB’nin  denetiminde  olması,  ulusal eğitim  davamıza  büyük  zararlar  vermektedir. Her şeye karşın, kurumsal olarak Türkiye karşısında konumlanan gazetelerde  çalışan bazı vatansever  yazarlarımız   ulusal eğitim davamıza sahip  çıkmaktadır.

Namuslu   basın emekçileri, ülkemizi savunma  konusunda  büyük  bir sorumluluk taşıdıklarının  bilincinde olmalı ve kişisel  kaygılarını bir yana bırakarak  hareket etmelidir. Vatana sahip çıkma konusunda  gösterilecek  tereddütler düşmana güç verir.

Ülkemizin  yıkımın  eşiğine  getirildiği bugünlerde de yurdumuzu  savunmayacaksak,  daha  ne zaman savunacağız?

Büyük ve köklü   geçmişe sahip   olan   bir milletin, ihanetlere  izin  vereceğini  düşünmek    gaflettir.

Vatana  sahip  çıkma  ve bağımsız yaşama   kararlılığıyla  Çanakkale’lerde, Anafartalar’da  toprağa  düşen   bir  milletin evlatlarının,  çokuluslu  şirketlerin menfaat  şebekesine dönüşen holding  basınına  vereceği  yanıt, Ulusal Kurtuluş  Savaşı  tarihini bilenler  için  sürpriz  sayılmamalıdır!

  

(*)    Bu yazı, Öğretmen Dünyası’nın Ekim 2003 tarihli 286. sayısında yayımlanmıştır.

 (**)  Huriye  Pak İlköğretim  Okulu  Derince/KOCAELİ

 (***)      Köy okullarında tezekle  ısınma yöntemi,  kesintisiz  eğitimin  ‘buluşu’  değildir. ’40’lı yıllarda   tezekle  ısıtılan  köy  okullarında yaşanan  sorunlar, Mahmut Makal’ın  anılarında (Bizim Köy, Çağdaş Yayınları, Ekim 1991, 13. Baskı) şöyle  ifade  edilmektedir:

“Bu  kadar  öğrenci içerisinde  yalnız  bir  ikisinin tezekleri kalmış.(Öküzü fazla  olan  ağaların). Bunlara da her gün  birer tane  getirin  desek, bakalım  ana babaları  heye diyecekler mi? Hem iki  gün sonra  onlar da  çekecek  iflas  bayrağını. (…) Karakışın  en acı  günlerini   yaşadığımız  şubat ve mart  boyunca  bizim  sobada  yanan  tezek  yirmiyi  geçmedi. Onu da ağalardan  getirttik; yemek  pişirmek için. (…) Ama sobanın  böyle  bir iki saat yandığı  zamanlarda bile  içerinin  dışarıdan  ayrımı  olmadığını söylemeye gerek var mı? Hayır, çok  kere  dışarısı  içeriden sıcaktı. Çocuklar  dayanabilip de, paydos  etmediğimiz  günler  soluklanma  zamanı  gelsin de  dışarı  çıkalım  diye can  atardık.”

 

 

 

 

 

  • Related Posts

    AMASYA GÜMÜŞHACIKÖY BEDEN KÖYÜNDE BİR DERSİM SÜRGÜNÜ: PÜLÜMÜR SALÖRDEK KÖYÜNDEN KEKO AHMET OĞLU HÜSEYİN ASLAN

    Hüseyin Aslan (1928-1974). Fotoğraf: Ali Rıza Aslan arşivi   Keko oğlu Ali’nin dillere destan malvarlığının, bir ailenin, daha doğrusu bir köyün kaderinde oynayabileceği rol kimsenin aklına gelmemişti. Ali Arslan (Aliye…

    PÜLÜMÜR AKDİK ŞİHAN KÖYÜNÜN ÜNLÜ FUTBOLCUSU MUSA PEKİN

    Musa Pekin, Kahramanmaraşspor formasıyla.   Pülümür Vadisi’nin batısında yükselen toprak damlı evler… Usta ellerin işlediği kesme taş yapılar. Tek ya da iki katlı evler, zorluklarla mücadele eden bir kuşağın ürünü.…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Kaçırdıkların

    PÜLÜMÜR AKDİK KÖYÜNDEN ÖĞRETMENİMİZ HIDIR CANPOLAT’I UĞURLUYORUZ: TOPLUMCU ÖĞRETMEN KUŞAĞINA VEDA

    • Aralık 16, 2024
    • 34 views
    PÜLÜMÜR AKDİK KÖYÜNDEN  ÖĞRETMENİMİZ HIDIR CANPOLAT’I UĞURLUYORUZ: TOPLUMCU ÖĞRETMEN KUŞAĞINA VEDA

    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜNDEN SARAY FIRAT: ZORLUKLARLA MÜCADELEYLE GEÇEN KOCA BİR ÖMÜR

    • Aralık 7, 2024
    • 42 views
    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜNDEN  SARAY FIRAT: ZORLUKLARLA MÜCADELEYLE GEÇEN KOCA BİR ÖMÜR

    PÜLÜMÜR KIRMIZIKÖPRÜ ÇAĞILE VE DEMİRE YAYLALARINDAN ESİNTİLER

    • Aralık 4, 2024
    • 22 views
    PÜLÜMÜR KIRMIZIKÖPRÜ ÇAĞILE VE DEMİRE YAYLALARINDAN ESİNTİLER

    TERCAN ESENEVLER KÖYÜNDEN ACILI BABA İMAM DÜZ,  TERCAN KÖKPINAR ORTAOKULU  ÖĞRENCİSİ 12 YAŞINDAKİ OĞLU ALİ KAMİL DÜZ İÇİN ADALET ARAYIŞINDA

    • Aralık 1, 2024
    • 49 views
    TERCAN ESENEVLER KÖYÜNDEN ACILI BABA İMAM DÜZ,  TERCAN KÖKPINAR ORTAOKULU  ÖĞRENCİSİ 12 YAŞINDAKİ OĞLU ALİ KAMİL DÜZ İÇİN ADALET ARAYIŞINDA

    CUMHURİYETİN EĞİTİM  SAVAŞÇISI NAZIM MUTLU, “EĞİTİMİMİZİN KARŞI DEVRİMLE SINAVI”YLA  EMPERYALİZM VE İŞ BİRLİKÇİLERİNE MEYDAN OKUYOR

    • Kasım 28, 2024
    • 38 views
    CUMHURİYETİN EĞİTİM  SAVAŞÇISI NAZIM MUTLU, “EĞİTİMİMİZİN KARŞI DEVRİMLE SINAVI”YLA  EMPERYALİZM VE İŞ BİRLİKÇİLERİNE MEYDAN OKUYOR

    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜ PİŞİ DERESİ KIYISINDA ULU BİR CEVİZ  AĞACI

    • Kasım 19, 2024
    • 33 views
    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜ PİŞİ DERESİ  KIYISINDA ULU BİR CEVİZ  AĞACI