Eskiden onlara müddeiumumi denirdi. Edep erkân bilirlerdi. Devlet terbiyesi görmüş, güvenilir hukukçular arasından özenle seçilirlerdi. Mesleki birikimleri Roma Hukukundan ibaret değildi. Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, Ceza Usul Hukukuyla da sınırlı değildi birikimleri. Akademik yönden okur yazar sayılırlardı. Mahkemelere sunulan iddianameler, Türkçenin zengin söz varlığını yansıtırdı. O iddianamelerin çoğu, bugün Türk Dili ve Edebiyatı derslerinde okutulabilecek niteliktedir.
Ağırbaşlıydılar. Büyük kentlerde ya da taşrada görev yapanlar attıkları her adıma dikkat ederdi. Sağa sola sataşmak, vatandaşlara ‘posta’ koymak gibi alışkanlıklardan söz edilemezdi. Gelişigüzel konuşmaz, kamunun saygınlığını korumak için çaba gösterirlerdi. Maaşları dışında herhangi bir gelirleri yoktu.
Başı dik yaşarlardı.
Devlete hesap verirlerdi. Daha doğrusu, Cumhuriyete karşı sorumluydular. Temel görevleri, Cumhuriyeti ve devrimleri korumaktı. Doğan Öz, bu uğurda can verenlerdendi. Tarikatlara karşı Cumhuriyetin yanında saf tutarlardı. O yüzden Cumhuriyet Savcısı olarak adlandırıldılar. Bu unvanla, müddeiumumi olmaktan daha fazlasını hak ettiler. Cumhuriyet Savcısı unvanı, bir ya da iki katlı adliye binalarındaki gösterişsiz makam odalarının girişindeki tabelaya sığdırılan iki sözcük değildi. Tarikatlarla, cemaatlerle mücadele, Cumhuriyet Devrimi Kanunlarını ödünsüz uygulamak demekti. Şeyhlerin, dervişlerin ve tarikat mensuplarının ülkesi olmayı reddetmekti.
Tarikat-cemaat liderlerinden, şeyhlerden talimat almazlardı.
Aradan yıllar geçti. Gümrükler yıkıldı. İç piyasa yok edildi. Tarlalar saban yüzü görmemeye başladı. Traktörler paslanmaya yüz tuttu. Köylü üretimden alıkonuldu. Hayvancılık bitirildi. Yaylalarda beslenen koyunlar, keçiler, inekler ve kuzular kurtlara yedirildi.
Koca bir ülke tüm kaynaklarıyla birlikte kurtlar sofrasına sunulmuştu.
Ülke kurtlara ikram edilirken eğitim, kültür, sanat, spor, hukuk ve bilime de ağır darbeler indirildi.
Cumhuriyetin başı dik, kişilikli, devlet terbiyesiyle yetişmiş, ağırbaşlı savcıları da bu süreçten etkilendi. İçlerinden bazıları, bugün terör örgütü kapsamına alınmış bir ‘cemaat’in mensubuydu. Cumhuriyetin Savcısı olmaya devam eden meslektaşlarına kurulan komplolara ortak oldular. Kendilerine verilen ‘özel’ yetkiyi kullanarak, meslektaşlarını makam odalarında gözaltına aldılar. Bedava yurt dışı seyahatler, çekler, daireler ve arsalar, emeklerinin boşa gitmediğini kanıtlayan dünyalıklardan sadece birkaçıydı.
Bazıları yeni dünya düzeninin öngördüğü insan modeline çoktan uyum sağlamıştı. İç piyasasını düşmana ikram eden bir sistem, insan kaynaklarını büyük yıkıma uğratır. Yıkım, sokakta değil, kurumlarda başladı. Bürokrasideki çürümenin boyutları, tahminlerin üzerindedir.
Makamlar, kapıda asılı duran gösterişli tabela ve boyaya indirgenmiştir.
Dün futbol sahasında yaşanan ‘maç’ın başlama düdüğü yıllar önce çalmıştı. Hakem, futbolda uyulması gereken kuralların tamamını yok saymıştı. Türkiye, devlet adabıyla örtüşmeyen tutum ve davranışların ödüllendirildiği ‘yeni’ bir döneme sürüklenmişti. Diyarbakır Çermik‘te maç sırası yüzünden on dört öğretmeni gözaltına alan savcının eylemi, bir yıl önce, telefonuna çıkmayan sevgilisi için Samsun Kız Öğrenci Yurdunu polis eşliğinde basan savcının ‘uygulama’sının yanında hafif bile kalır. Her ikisinin unvanının başındaki Cumhuriyet ön adı, bugün yaşanan trajediye ışık tutuyor. Millî pazarını küresel güçlere ikram eden bir sistem, sadece tarlalarını, adalarını, fabrikalarını, tersanelerini, madenlerini değil, insanını kaybeder. Dün Çermik’te yaşanan akıl almaz olay, Cumhuriyetini yitiren savcının trajedisidir. Türkiye, Cumhuriyetini ve savcısını yeniden kazanmaya mecbur olduğu bir dönemin sancılarını çekmektedir.
(Körfez, 1 Mart 2019)
Kaynakça: