Pülümür… Arap Kızı’nın doğurduğu, Arap Kızı’nı doğuran kent… Arap Kızı Dağı’nın koynunda tatlı bir uyku ya da… Pülümürlüler, Arap Kızı’yla dalar uykuya. Şafak vakti Arap Kızı’nı öpen güneş, Pülümür için uyanma vaktini bildirir.
Bir değirmenler kentidir, Pülümür… Sıcak un kokan, üzerine un kokusu sinmiş bir değirmenler kenti… Ağır değirmen taşlarının altında öğütülen buğday taneleri, gururlu ve başı dik insanların övünç kaynağı… Bir zamanlar karasabanla sürülen topraklarda boy veren buğday başakları, zorluklara meydan okuyan köylülerin haklı gururu… Değirmenlerden dağ başındaki köylere katır sırtında taşınan un, zorlu kış koşullarını güven içinde atlatmanın biricik yolu…
Azrail, ambarını unla, samanlığını otla dolduranların kapısını kışın çalmayı aklından geçirmez.
Arap Kızı’nın koynundaki kent, su değirmenleri cennetidir… Kilometrelerce uzunluktaki arklarda günlerce ter döken işçilerden birçoğu sonsuzluğa uğurlanmış. Bazı değirmenlere uzaklardan su getiren isimsiz kahramanlar Pülümürlülerin yüreğine gömülü. Değirmen arklarının bazıları, elde kazma kürek çalışan işçilerin anılarıyla birlikte toprağa karışmış.
Değirmen suyu gururla akar. Değirmen çarkına dökülen su mutluluktur. Çarkı çeviren su görevini tamamladığında köpürerek değirmene veda eder. Üretimin bir parçası olan su, mutluluğunu köpürerek dışa vurur. Değirmene sevinçle koşan su, sevinç içinde yoluna devam eder. İnsanı kirden pastan arındıran su, üretim sürecine omuz vererek kendini de arıtır.
Değirmen kirlilikten arınma mekânı…
Yöre insanı için değirmen, Hızır’ın Fabrikası (Karhane Hızır)dır. Değirmen üzerine edilen yeminlerin bir nedeni de budur.
Yorgunluk nedir bilmeyen değirmen taşlarının sesi, umudu besleyen bebek ninnisidir. Pülümür, değirmenlerinde mutluluk üretilen memlekettir. Pülümür değirmenlerini Pülümür Çayı, Salördek Çayı, Pişi Deresi, Panciras Deresi vd. irili ufaklı dereler emzirir.
DEĞİRMENLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Değirmenler, yaklaşık 2 bin 6 yüz yıldır insanlığın hizmetinde. Yel değirmenleri MÖ 600 yılında Araplar tarafından icat edilmiş. Su değirmenlerinin taşı, yel değirmenlerinden 4 yüz yıl sonra dönmeye başlamış. Atilla Bir, M. Şinasi Acar ve Mustafa Kaçar, Anadolu’nun Değirmenleri’nde (YEM Yayınları, İstanbul, 2012), su değirmenlerinin, Anadolu’da MÖ 2. Yüzyılda Mithridates Krallığı’nın başkenti Cibera’da (Niksar) geliştirildiği bilgisini paylaşıyor. Su değirmenleri, eski Yugoslavya ve Arnavutluk’ta M.Ö 100 yılında kullanılmış. Su değirmenlerinin Pülümür’de ilk kez ne zaman ve nerede kullanıldığına ilişkin somut bir bilgiye rastlanmıyor.
Değirmen, insanın temel besin kaynaklarından biri olan tahılın öğütülmesiyle birlikte gündeme gelmiştir. Tahılın işlenmesi, değirmeni yaratan ana etkenlerden. İnsan ya da hayvan gücüyle ürünlerin işlendiği ilkel düzenekler, giderek artan nüfusun beslenme ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. El değirmeni vb. ilkel aletlerle yığınların beslenme ihtiyacı giderilemezdi. İnsan aklının rüzgâr ve suyun gücünü keşfetmesi bir zorunluluk olarak gündeme geldi. Değirmen, uygarlığın önemli göstergelerinden. Rüzgâr ve suyun gücünü keşfeden insanlığın uygarlığa büyük armağanı olan değirmenler, kuruldukları bölgenin izlerini taşırlar. Arpa, buğday, mısır, kak -kurutulmuş yaban armudu- vb. ürünlerin işlendiği değirmenler, su ya da rüzgâr gücüyle çalışırdı. Teknolojinin gelişmesiyle bugün birçoğu unutulmaya yüz tutmuş değirmenler, toplumun tarihsel ve kültürel birikimini günümüze taşıyan önemli zenginlik kaynaklarından.
KIRMIZIKÖPRÜ’DE BİRBİRİNE KOMŞU DEĞİRMENLER
Kırmızıköprü’deki dört değirmenden ikisi Pülümür Çayı’ndan ikisi ise Salördek Çayı’ndan kuvvet alır. Pülümür Çayı, Hüseyin Kılıç (1925) ve kardeşlerinin değirmeni (Areye Çe Porık) ile Dursun Ateş (1927-1983)’in değirmenine omuz verir. Komşu iki değirmenin kardeşliği yıllarca sürer.
Salördek Çayı’nın çarkını çevirdiği değirmenlerden biri İbiş Ağa (Areye Çe Yivis Ağay, Canerik ve Arslan Kardeşler)’ya, diğeri ise Süleyman Ağa (Areye Çe Sıleman Ağay, Hıdır -Müdürağa- Sadıkoğlu ve Hüseyin Sadıkoğlu)’ya ait.
Kılıç ailesinin değirmen çarkı son olarak 1977 yılında dönmüş. Değirmende Hüseyin Kılıç’ın ağabeyi Ali Kılıç (Ali Ağa), Ali Çelik (Ale Fle) ve Kemal Kılıç çalışmış. Bağımsız bir dingi olan değirmen aile tarafından onarılmış ve mesken olarak kullanılıyor.
Dursun Ateş’in değirmeninden sıcak un kokusu en son 1970’te yayılmış. Mehmet Ali Ateş, babası Dursun Ateş’in değirmeninde dedesi Dursun Ateş ile amcaları Hüseyin Ateş, Hıdır Ateş ve Mehmet Ateş’in çalıştığını ifade ediyor. Ateş ailesinin değirmen taşı, Pülümür Karaderbent köyü yakınlarından getirilmiş. O yıllarda Kırmızıköprü’yü çevre köylere bağlayan köprü henüz inşa edilmemiş. Değirmen taşı, Pülümür Çayı’nın batı yakasındaki değirmene bin bir güçlükle ulaştırılmış. Taş, sudan karşıya geçirilirken Hüseyin Ateş boğulma tehlikesi geçirmiş.
O tarihlerde yerleşim yeri bile olmayan Kırmızıköprü’de niçin dört değirmen kurulmuştu? Bunun birden çok nedeni olduğu söylenebilir. Kırmızıköprü’nün zengin akarsu kaynaklarına sahip olması, Tunceli-Erzincan kara yolunun kıyısında yer alması, çevre köylerin toplanma merkezi işlevi görmesi vb. etkenlerin, değirmenlerin kuruluşunda etkili olduğu görülüyor.
Kırmızıköprü’de, Pülümür Çayı’nın doğusunda kalan değirmenler, Mezra köylülerine aitti. Pülümür Çayı’nın doğu yakası, istisnalar dışında, sürgün kapsamına alınmamıştı. Bu durumda, sözü edilen değirmenlerin faaliyetlerine devam etmesi gerekirdi. Ne var ki Kırmızıköprü’deki iki değirmen, yasal bir engel olmamasına karşın hizmet dışı kalmıştı. Değirmenlerin yıllarca hizmet dışı kalması, Pülümür Çayı’nın batısında kalan Mezra köyünün sürgün kapsamına alınmasından kaynaklanmıştı. Değirmen sahipleri Mezralıydı. Mezra köylüleri sürgün edilince değirmenler sahipsiz kalmıştı. 1938 sürgünüyle, Mezra köylülerinin, Kırmızıköprü’deki tek katlı, toprak damlı iki değirmeninin çarkları durmuştu.
1938-1947 yıllarını kapsayan sürgün dönemi, bölge dışına sürülenlerin geride bıraktığı taşınmazlarla ilgili tartışma yaratmıştı. Sürgüne gönderilmeyen bazı köylüler, sürülenlerin taşınmazlarından yararlanma düşüncesindeydi. Bunda, o dönem yaşanan ekonomik zorlukların etkili olduğu belirtiliyor. Giriş yasağı olan köylerdeki tarlaları işlemek, değirmenleri çalışır hâle getirmek gerekirdi. O tarihlerde tapu kayıtları üzerinde akıl almaz ‘entrikalar’ dönüyordu. Uzayan sürgün dönemi, yörede yaşayan bazı kişileri, sürgünlere ait taşınmazlar konusunda umutlandırmıştı. Sürgünlerin mülkiyeti için harekete geçenler olmuştu. Bölgede mülkiyet ilişkilerine konu olan taşınmazlardan biri de değirmenlerdi. Kırmızıköprü değirmenlerine sahip olmak isteyenler ‘keşif’ üstüne keşif kaldırıyordu. Bu tartışmaların yoğun olarak sürdüğü günlerde köylüler Gökçekonak (Tasniye) Jandarma Karakoluna çağrılıyordu. .
Tahminen 1945-1946 yılı yazında, Pülümür Kırmızıköprülü köylüler Gökçekonak Jandarma Karakolunun önünde toplanmıştı. Karakola gelen bir komutan köylülerin sorunlarını dinliyor, not alıyordu. Bir köylü, geçim kaynakları konusunda komutanı bilgilendirmek amacıyla, keçisini de beraberinde götürmüştü! Köylü, “Nasıl geçiniyorsunuz?” diye soran komutana, keçisini göstererek, “Bundan başka bir şeyimiz yok!” demişti. Bazı köylüler, yaşadıkları ekonomik zorluklar hakkında komutanı bilgilendiriyor, yardım talebinde bulunuyordu. Birkaç köylü, komutandan, sürgündeki köylülerin taşınmazlarıyla ilgili talepte bulunmuştu. Komutan, sol elini palaskasına sıkıştırmış, köylüleri dinliyordu. Oldukça düşünceli görünüyordu. Köylüleri dinleyen komutan, Pülümür Çayı’nın batı yakasındaki boşaltılmış köylere bakarak konuşuyordu. Sağ işaret parmağını gözüne yaklaştıran komutan özetle şunları söylemişti:
“Daha önce geçiminizi nasıl sağladıysanız, bundan böyle de öyle sağlayın. …. Kimsenin malı kimseye kalmaz!”
Komutan kimdi, rütbesi neydi, nerden gelmişti? Gökçekonak Jandarma Karakolunda köylülerle sohbet eden rütbeli, acaba Pülümür Müstakil Taburunun komutanı mıydı? O tarihte Pülümür Müstakil Taburunda askerlik yapan Hasan İzzettin Dinamo da komutanla birlikte Gökçekonak’a gitmiş miydi? O gün orada bulunan Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973) dâhil, kimse komutanın kimliği hakkında bilgi sahibi olamamıştı. Onlara verilen bilgiye göre Gökçekonak Jandarma Karakoluna gelen kişi kumandandı, o kadar! Kumandan gelmiş, köylüleri dinlemiş, söylemesi gerekenleri söyledikten sonra gitmişti. Komutanın huzurunda toplanan köylülerinin hiçbiri olayı sorgulayabilecek durumda değildi. Köylüler, komutanı dikkatle dinlemişti. Komutanı cankulağıyla dinleyen köylülerden biri de Gavrak/Kulık’te ikamet eden Mezralı Ferhat (Paşa) Arslan’dı. Paşa, komutanın konuşmasındaki bir noktayı gözden kaçırmamış, Gökçekonak’tan, sevinç içinde Gavrag/Kulık’e dönmüştü. Gavrag/Kulık yokuşundayken tütün tabakasını çıkarmış, tütün sarmıştı. Diliyle kâğıdı ıslattıktan sonra benzinli muhtar çakmağıyla sigarasını yakmıştı. Sağ işaret parmağı ile orta parmağının arasında tuttuğu sigaradan yükselen duman yüzünü gölgeliyordu. Her iki parmağı ve bıyığı dumandan sararmıştı. Pülümür Çayı’nın doğu yakasındaki vadiden Mezra köyünü seyrediyordu. Biraz soluklandıktan sonra yola devam etti. Sabırsızdı. Meşe ağaçları arasındaki evine doğru giderken eşine seslendi:
“Emina! Ere Emina!”
Eşi Emine Hanım, Kulık’teki ağılında keçileri sağıyordu. Paşa’nın sesini duyar duymaz ayağa kalktı ve bakır bakracı bir kenara bıraktı. Merak içindeydi. Sürgündeki kardeşleri Müdürağa ile Hüseyin’e günlerce gözyaşı döken kadın, hızlı adımlarla eşine doğru yürüdü. Paşa sevinçliydi. Hemen söze girdi. Gökçekonak izlenimlerini birkaç dakikaya sığdırmıştı:
“Müjdemi ver, göçe gönderilenler geri gelecek!”
Emine Hanım, yere doğru eğilmiş, elleriyle toprağa dokunduktan sonra alnına sürmüştü:
“Şükür şükür şükür… Buyer Bava’ya, Cızme Sur’e şükür…”
Sürgünlere ait taşınmazların başkalarına verilmemesi, Emine Hanım’ı son derece mutlu etmişti. Dedesi Süleyman Ağa’dan kalma değirmen ve Mezra köyündeki araziler güvendeydi. Süleyman Ağa’nın Kırmızıköprü’deki tek katlı değirmeni, sürgün yıllarının acısına dayanamamış, yıkılmıştı. Paşa, sürgünlerin dönüş haberini eşiyle paylaştıktan sonra, değirmeni faaliyete sokmak için harekete geçti.
Paşa, Süleyman Ağa’nın Gökçekonak’ta oturan yakını Ahmet Satık (Hemede Wuşen (?-1970)’la birlikte değirmeni onarmak için işe koyulur. Değirmen onarımı için sandıkta saklanan altın ve cacımdan daha iyi kaynak mı olur! Özenle korunan değerli bir cacım ve Reşat altınlar paraya çevrilir. 1938’de kaderine terk edilen değirmen, büyük olasılıkla 1946 yılında yeniden faaliyete girer. Ding, değirmen binasında hizmet verir.
Taşını Müdürağa’nın tarakladığı Süleyman Ağa’nın değirmeninde çeşitli tarihlerde Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973), Ahmet Satık (?- 1970), Yusuf Fırat (1900-1952), Mehmet Fırat (Memede Mıstafay, ?-1960), Ali Güler (Hesene Memli, 1919-1997), Ahmet Akkılıç (1929-1998), Ferhat Şahin (?-1977), Ahmet Şahin, Haydar Susam, Hıdır Canpolat (1943-2020), Mehmet Ali Satık’ın çalıştığı görülüyor. Değirmen çalışanlarından Mehmet Ali Satık ve Haydar Susam’ın dışındakilerin tamamı sonsuzluğa uğurlanmış.
|
Değirmen, 1986’da kapanır. Toprak bina, değirmen kapandıktan birkaç yıl sonra yıkılır. Süleyman Ağa’nın değirmen yıkıntılarında zamana direnen ding taşı ustaların, değirmencilerin, değirmende buğday yıkayan kadınların, değirmen nöbetinde sabahlayan mahmur gözlerin, sofrada sıcak ekmek bekleyen çocukların umudunu geleceğe taşıyor.
Bugün 75 yaşında olan değirmen taşı, Pülümür Kırmızıköprü köylerinde ömrünü başı dik yaşamaya adamış insanlardan günümüze kalan değerli bir anı olarak varlığını sürdürüyor.
Değirmen taşı, başı dik yaşama tutkunlarının simgesi olmayı hak ediyor.
|
(Yalova, 11 Mayıs 2020)