Hüseyin Canerik
Nazımiye’nin yüksek rakımlı köyünde doğmuştu. Cumhuriyet üç yaşındaydı. Pülümür Çayı’nın doğusundaki köyden Pülümür’e gelin gelmişti.
Güzelliği, dillere destandı. Davullu zurnalı düğünde halay çekenler yıllar önce yıldızlara kavuşmuştu.
Küçük yaşta büyük acılara tanıklık eden binlerce çocuktan biriydi. İkinci Dünya Savaşı yılları, buğday başaklarını silip süpüren kımıl (Aelia spp.) kümelerinin yarattığı yıkımla geçti.
Birlikte yola çıktığı eşini yitirmiş, bir başına kalmıştı.
Yaşlılığında, çocukluk ve gençliğinden miras zor günler geri gelmişti.
Sırtında taşıdığı odunların bir gün yaşamına mal olacağını acaba aklından hiç geçirmiş miydi, bilinmez. Kasım ayı ortalarıydı. Hava soğuktu. Sırtında taşıdığı odunları dizleriyle kırmış, sobaya doldurmuştu. Yalnızlığın yıkıcı etkisini yaşayan kadın, kendi elleriyle tutuşturduğu sobadan yükselen alevlere teslim olduğunda seksen yaşındaydı.
Vicdanların sustuğu, yabancılaşmanın insanı tutsak aldığı yıllardı…
(Körfez, 24 Aralık 2024)