AĞIRBAŞLI VE ERDEMLİ BİR ZANAATKÂR: NURETTTİN YILDIZ

Nurettin Yıldız Nurettin Yıldız

Bir insanı ilk kez ve nerede gördüğünüzü hatırlamak için ne yaparsınız? Belleğinizi yoklar, nerede ve nasıl karşılaştığınıza ilişkin ayrıntıları hatırlamaya çalışırsınız.  Yer ve zamanı hatırlamak kolay olmayabilir. Bunun nedenini, belleğinizin zayıf oluşuna bağlayıp hayıflanmayın. Ben de öyle yapıyorum. Bazı ‘ilk’lerin ayrıntılarını hatırlayamamanın nedenlerini bilmek, insanı  rahatlatıyor. Derince Yenikent’te, beş altı metrekarelik ayakkabı tamir atölyesinde çalışan Nuretin Yıldız’la tanışma öyküsünün ayrıntılarını düşünürken de bunlar aklıma geliyor.

Nurettin Yıldız’la, ilk olarak, Yenikent İş Merkezi’ndeki o minik atölyesinde karşılaştım. Yıl 1997 olmalı. Emekli öğretmen Niyazi Aykan’ın işlettiği Aykan Çayevinin yanı başındaki atölyede ağırbaşlı bir zanaatkâr olarak dikkat çekmişti. Küçücük bir atölye, ama geleni gideni çok.  Ayakkabı atölyesi, çay ocağı için verimli bir işletme sayılır. Çay giderlerinin en azından bir kısmının küçük atölye gelirleriyle karşılanabilmesi, sevindirici…

Tamirin, tamirciliğin modası geçmemiş, ne güzel!

Atölyede yoğunluk olduğunda endişelenirdim:

“Ustanın gelirleri, acaba çay giderlerini karşılayabiliyor mu?”

Çay ocağında oturduğumuzda bu soruyu sormadan edemezdim. Minik atölyede oturanlar, çay ikramından son derece mutlu görünüyorlardı. Gözüm ustada… Makine iğnesine geçirmek için diliyle ıslattığı iplik, çocukluğumda okuduğum bir öyküyü hatırlatıyor:

“Eskici”

Refik Halid Karay’ın bu güzel öyküsünde, gurbet elde yaşayan bir çocuğun, ‘eskici’nin ağzındaki çiviyle ilgili endişesine okuyucu da ortak olur:

-Çiviler ağzına batmaz mı senin?

Çivi âdeta dilinize batmakta, canınızı yakmaktadır.

Misafirlere çay ikram eden usta, işine devam etmektedir.

O yıllarda ayakkabımı evde boyardım. Ayakkabı ustasının atölyesindeki sıcak atmosferin havasını  solumak için ayakkabılarımı boyamaktan vazgeçtim. Atölyeye böylece adım atmış oldum. Rahmetli Niyazi Aykan’la yaptığımız sohbet mekânı da değişmiş oldu.

Atölyenin müdavimlerinden biri olmuştum.

Okul dönüşünde ilk işim Nurettin ustaya uğramak, atölyenin dost havasını solumaktır.  Atölyenin deri, boya ve  cila  kokusu, ciğerlerinize  şifa vermektedir.

Nurettin Yıldız’ın hemşehrim olduğunu sonradan öğrendim. O, kökleri Anadolu’nun derinliklerinde olan bir geleneği temsil ediyor. Yaşamına çalışkanlık, dürüstlük, sadelik, sözünün eri olmak vb. erdemlerin yön verdiği bir gelenek. Onu tanıdıkça Anadolu’yu daha çok seviyorsunuz. Ustayı tanıyarak, Anadolu’nun en büyük hazinesini keşfetmiş oluyorsunuz. Kavimler Kapısı Anadolu’nun en büyük zenginliğinin erdemli insan olmasının,  yer altında gömülü altınlardan daha büyük bir varlık olduğunu yeniden keşfediyorsunuz.

 

Tunceli Çiçekli’de 11 Çocuklu Bir Aile

Nurettin Yıldız’ın öyküsü, 1968 yılında, Tunceli Çiçekli köyünde gözlerini dünyaya açmasıyla başlıyor. Annesi Yıldız Hanım’ı, 15 yaşındayken kaybeder. Genç yaşta kaybettiği annesinin üzüntüsüyle yaşamı altüst olur.  Baba Hasan Yıldız, çocuklarıyla birlikte zor günler geçirir. 11 kardeşli bir ailede karşılaşılan zorluklar, çocukların eğitim yaşamını da etkiler.  Nurettin, köylüsü 10 çocukla birlikte,  Pülümür Yatılı Bölge İlköğretim Okuluna gider.  Yıl 1974. Kısa bir süre sonra büyük öğrencilerden dayak yerler. Buna bir de uyum sorunu eklenince kaçmaya karar verirler. Bir akşamüzeri Pülümür-Tunceli karayoluna düşerler. Okuldan kaçarlar. Toplam 10 öğrenci, Pülümür YİBO’dan gizlice kaçarak köylerine dönmeye çalışır. O tarihlerde YİBO Müdürü, değerli ağabeyimiz Hasan Fırat, bu olaya çok üzülmüş olmalı.  Yaklaşık 15 km yürüdükten sonra Kırmızıköprü’ye ulaşırlar. Kırmızıköprülüler, 7-8 yaşlarındaki çocukları yoldan çevirerek o gece misafir eder.

Acaba kimin evinde kaldılar?

Evi tanımlamakta zorlanıyor, ama Ahmet Yaman ya da Ahmet (Kamer) Fırat’ın evinde kaldıkları düşünülüyor. Ahmet Yaman o tarihlerde  esnaf, Yaman Bakkaliyesini işletiyor. ‘Firari’ öğrencilerin, Yaman ailesi tarafından ağırlanması akla daha yatkın.  Sabaha doğru bazı arkadaşlarıyla pencereden atlayarak yeniden yola düşer. Birkaç arkadaşı Kırmızıköprü’deki evde kalır.  Yolda el kaldırdıkları bir kamyon durur, kasaya atlayarak Tunceli’ye giderler.

Çiçekli Köyü İlkokuluna devam eder.  

Öğrencilik yaşamı kısa sürer.

1975’te İstanbul’daki teyzesinin yanına gider. Kısa süre Karaköy’de  radyo ve TV tamircilerinin yanında çalışır. Düşük ücret alınca ayrılır ve bir ayakkabı atölyesinde çıraklığa adım atar.

Henüz yedi yaşındadır!  

Beyazıt Gedikpaşa’daki atölyenin sahibi, Sakaryalı Hüseyin Yılmaz’dır.

Teyzesinin yanında 4 yıl kaldıktan sonra evden ayrılır. Ustası Hüseyin Yılmaz, atölyenin bir köşesinde kalmasına izin verir. O yıllarda ağabeyi Ali Hıdır Yıldız, İstanbul’a çalışmaya gelmiştir. Bir süre, ağabeyiyle birlikte şantiyede barınır. Şantiye Kocaeli’ne taşınınca, İstanbul’dan ayrılarak Derince’ye yerleşirler.  

Yıl 1984’tür.

İki kardeş, Derince Esentepe’de ev kiralar. Mahallede, köylüsü Ali’yle birlikte ortak ayakkabı dükkânı açarlar. Köylüsü tarafından dolandırılınca, dükkânın tüm  borçlarını üstlenmek zorunda kalır.  

Ayakkabı dünyasına borç yüküyle adım atan Nurettin, askere gitmesine 6 ay kala,  1988’de evlenir. Bir günde olmaz bütün bunlar. Önce kız istemeye giderler. Tuncelili oluşu, kızın ailesinde tereddüt yaratır. Tanımadıkları bir delikanlı için olağan tereddütlerdir bunlar. Bir anne ya da babanın, ailesini ve çevresini tanımadığı birine kızını verirken yaşayabileceği endişeler de denebilir. Tunceli’yle ilgili kararsızlık da bu türdendir. Ailenin direncine kız kaçırarak karşılık verir.

Nurettin’le Sebile Hanım’ın evlilik hayatı böylece başlamış olur.  

Kandıra’da askerlik yapar. Askerlik dönüşü, eşinin ailesiyle sıcak ilişki kurulur. Buzlar erimiş, aile, kızıyla birlikte Tuncelili damadı bağrına basmıştır.  İstanbul’a gitmek istese de kayınpeder razı olmaz.  Kayınpeder Osman Şakar, çalıştığı Mahle Piston’da damadına iş bulur. Nurettin’in fabrikada işçilik yılları başlamıştır. Ne var ki Mahle Piston’daki çalışma hayatı uzun sürmez. İşçilerin hak arayışları, toplu işten atmalarla sonuçlanır. Fabrikadan aldığı tazminatla makine alır ve Derince PTT’sinin yanında ayakkabı dükkânı açar. Atölyeyi bir süre sonra Yenikent İş Merkezi’ne taşır. 1993-1994 yılları… Yaklaşık 6 yıl sonra, 2010 yılında Yenikent Venüs İş Merkezi’nin batı cephesindeki birkaç metrekarelik atölyeye taşınır.

Ayakkabı tamirciliği son demlerini yaşamaktadır.

Ucuz ve kalitesiz ürünler, tüketim çılgınlığı tamiri gereksiz hâle getirmektedir:

At, yenisini al! Tamire ne gerek var?

Sistem, toplumu üretimden koparmaktadır. Dostluklar dâhil, hemen her şey çabuk tüketilmektedir. İnsanlara akılsız sürüngen muamelesi yapan sistem, üreticiye ve zanaatkâra karşı mevzilenmiştir.

Yenikent’teki atölyelerde, küçük esnaflığın ve zanaatkârlığın tasfiye sürecine dikiş makinesinin başına oturarak direnir. Ayakkabı atölyesi, zanaatkârın yaşama tutunduğu siperdir.  Nurettin Yıldız, sistemin bu tasfiyesine birkaç metrekarelik atölyesini ayakta tutarak direnmektedir. Atölye, onun eli, kolu,  gözü ve yüreğidir.  Küçük ayakkabı atölyesinde çarpan yürek, sadece ona ait değildir. Atölyede çalışan, üreten, sürüngen olmayı reddeden Türkiye’nin yüreği çarpmaktadır.

Dikiş makinesinden yayılan ses,  zanaatkârların umuduyla yüklüdür.

 

Onu Sevmeyenler Yok mu?

Zanaatkâr, uluslararası merkezlerin hedef aldığı meslek erbabıdır. Ayakkabı ustaları da  onların hedefindedir. Ayakkabıcılar, yabancı sermayenin saldırılarına elden geldiğince karşı koymuştur. Nurettin de, bir zanaatkâr olarak,  bunların karşısına dikilmektedir. Fakat onun karşısında sadece zanaatkârlığı tasfiye edenler değil, ‘başkaları’ da yer almaktadır. Kim mi onlar? Üç kuruşluk çıkar için belediye başkanlarının elini öpenler, ekmek arası döner karşılığında hemşehrilerini ‘pazarlamaya’ kalkışan ‘keskin’ siyasetçiler, küreselleşme mimarlarının gönüllü hizmetçileri, etnik ayrılıkçılık pastasından pay kapmaya kalkışan ‘siyaset esnafı’ ve diğerleri… Nurettin, Tuncelili yoksul bir köylü çocuğu olarak, kendisini hep bu ülkenin bir parçası olarak görmüş, ucuz siyasi çekişmelere alet olmamıştır.

Türkiye’yi sevmiştir.

Cumhuriyeti sevmiştir.

Atatürk’ü sevmiştir.

Türk Milletini sevmiştir.

Türkiye’ye, Cumhuriyete, Atatürk’e saldırının âdeta kutsal görev sayıldığı bir dönemde Türkiye cephesinde kararlılıkla yer almıştır. Atatürk’ü hedef alan Amerikan merkezli psikolojik savaşa karşı göğüs germiştir. Türkiye’yi savunurken eli ayağı birbirine dolanmamış, hiç titrememiştir.

Korkmamıştır. 

Elde zincir sallayan maganda siyasetçilere prim vermemiştir.

Göğsünü gere gere ülkesine ve temel değerlerine sahip çıkmıştır.

O, sahtekârlara, çekinmeden, sahtekâr diyebilmiştir.

Nurettin usta, sahtekârların asla sevmediği bir insandır ve öyle kalacaktır.

Herkesin sizi sevmesi, endişelenmeniz için bir göstergedir. Kirli siyaset esnafının övgüsü, dürüst insanlar için azap vericidir. Bir hastalık belirtisi olarak kabul etmek gerekir. Kalp krizini haber veren uyuşukluk ve sancıları el çırparak karşılayamazsınız. Namuslu insanlar, kirlenenlerin takdirinden uzak durur. Nurettin’i kahvehane köşelerinde, dumanlı hava sahalarında, mangal çöplüklerinde,  anason meclislerinde topa tutanların davranışları, temiz kalmayı başarmış bir insanı suça bulaştırma gayretinden başka bir anlam ifade etmemektedir. O kirli köşelerden Nurettin’e mahcup bir çağrıda bulunulmaktadır:

“Gel, sen de katıl bize!”

Usta,  dumanlı dünyanın esiri olmuş siyaset bezirgânları tarafından kirli dünyaya davet edilmektedir. Çağrıya olumlu cevap vermesi durumunda, her şey normale dönecek ve onların yosun bağlamış gönüllerinde taht kuracaktır.

O, tercihini her zaman olduğu gibi yine dürüstlükten yana yapacaktır.  

 

Sen misin Oğlunu Okutan!

Nurettin ve eşi Sebile Hanım, iki pırıl pırıl çocuk yetiştirmiştir. Merve ile Mert, birçok anne ve babanın çocuklarında görmek istediği güzel niteliklere sahiptir. Bu orta halli ailede yetişen çocuklar, sağlam bir kişilik kazanmıştır. Onları ülkeye kazandıran anne ve babalarına  teşekkür borçluyuz.

Mert’in, Muammer Dereli Anadolu Öğretmen  Lisesinden birincilikle mezun olduğunu acaba kaç kişi öğrenmiştir? Dikiş makinesinin önünde yıpranmış önlüğüyle  ayakkabı tamir eden Nurettin usta, oğlunun başarısını paylaşmayı bile ayıp saymıştır. Mert’in üniversiteye girdiği yıl, atölye önündeki bir ‘hemşehri’nin konuşmasına tanık olmuştum. Ustayı küçümseyerek konuşan adam, Mert’in başarısından dolayı üzüntüye kapılmıştı! Israr üzerine, Mert’in İTÜ’yü kazandığını öğrendiğinde tepkisi şöyle olmuştu:

-Yapma ya!…

 Mert’in İTÜ Bilgisayar Mühendisliğini kazanmasına üzülmüştü! Bir ayakkabı tamircisinin oğlu nasıl olur da köklü bir devlet üniversitesini kazanabilirdi! Bir babadan, bu küçümsemeye tepki vermesi beklenir. Nurettin, bir zanaatkâr ağırbaşlılığıyla karşılamıştır bu ‘aşağılama’yı. Bazı kişileri egoları ve utançlarıyla baş başa bırakmak, ağırbaşlı insanların ‘nazik’ tepkilerinden biri olmaktadır.

Suskun kalmak da böyledir.

 

Çalışmak En Büyük Erdem 

Nurettin Yıldız, Tunceli Çiçekli’de toprak damlı bir evde gözlerini çalışkan insanlar arasında açtı. Onları örnek aldı. Çalışmanın en büyük mutluluk olduğunu öğrendi. O hayata çalışarak ve üreterek tutundu. Çocuk yaşta kaybettiği anne acısını unutmak için işe sarıldı. Canı yandığında çok küçüktü. Acılarıyla, çalışarak başa çıktı. Canı çok yandı, ama kimsenin canını yakmadı. O, incindiği hâlde incitmeyen insanlarımızdandır. Canınız sıkıldığında, sahtekârlardan bunaldığınızda, yalan-dolandan bıktığınızda, özü sözü bir insanla sohbet etme ihtiyacı hissettiğinizde soluklanmak için  Yenikent Venüs İş Merkezindeki küçük atölyesine çekinmeden uğrayabilirsiniz.

O küçük atölyede sıcak bir bardak çay sizi beklemektedir.

-Kolay gelsin, Nurettin usta!

 

(Dilovası, 7 Haziran 2018)   

 

  • Related Posts

    AMASYA GÜMÜŞHACIKÖY BEDEN KÖYÜNDE BİR DERSİM SÜRGÜNÜ: PÜLÜMÜR SALÖRDEK KÖYÜNDEN KEKO AHMET OĞLU HÜSEYİN ASLAN

    Hüseyin Aslan (1928-1974). Fotoğraf: Ali Rıza Aslan arşivi   Keko oğlu Ali’nin dillere destan malvarlığının, bir ailenin, daha doğrusu bir köyün kaderinde oynayabileceği rol kimsenin aklına gelmemişti. Ali Arslan (Aliye…

    PÜLÜMÜR AKDİK ŞİHAN KÖYÜNÜN ÜNLÜ FUTBOLCUSU MUSA PEKİN

    Musa Pekin, Kahramanmaraşspor formasıyla.   Pülümür Vadisi’nin batısında yükselen toprak damlı evler… Usta ellerin işlediği kesme taş yapılar. Tek ya da iki katlı evler, zorluklarla mücadele eden bir kuşağın ürünü.…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Kaçırdıkların

    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜ PİŞİ DERESİ KIYISINDA ULU BİR CEVİZ  AĞACI

    • Kasım 19, 2024
    • 15 views
    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜ PİŞİ DERESİ  KIYISINDA ULU BİR CEVİZ  AĞACI

    PÜLÜMÜR EFEAĞILI KÖYÜNDE  HÜSEYİN (ALİ) ŞANLI’NIN  110 YAŞINDAKİ EVİNDEN ARTAKALANLAR

    • Kasım 5, 2024
    • 41 views
    PÜLÜMÜR EFEAĞILI KÖYÜNDE  HÜSEYİN (ALİ) ŞANLI’NIN  110 YAŞINDAKİ EVİNDEN ARTAKALANLAR

    ORTAOKUL FOTOĞRAFLARIMIZ

    • Ekim 30, 2024
    • 1423 views
    ORTAOKUL FOTOĞRAFLARIMIZ

    PÜLÜMÜR  KOVUKLU AZGULERE’DEKİ   KOÇ BAŞLI MEZARLARA NE OLDU?

    • Ekim 24, 2024
    • 56 views
    PÜLÜMÜR  KOVUKLU AZGULERE’DEKİ   KOÇ BAŞLI MEZARLARA NE OLDU?

    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜNDE BEYCELİ  BİR GELİN: GÜLÜZAR FIRAT

    • Ekim 11, 2024
    • 95 views
    PÜLÜMÜR MEZRA KÖYÜNDE BEYCELİ  BİR GELİN: GÜLÜZAR FIRAT

    SORU VE YANITLARLA NARİN GÜRAN CİNAYETİ

    • Ekim 8, 2024
    • 52 views
    SORU VE YANITLARLA NARİN GÜRAN CİNAYETİ