Pülümür Kırmızıköprü’yü Kaymaztepe, Akdik, Kovuklu, Boğalı, Kocatepe, Dağbek, Çakırkaya vd. çevre köylere bağlayan kara yolunun ilk durağı, Mezra köyüdür. Köy, eski kayıtlara Mezraa olarak işlenmiş, söyleyiş güçlüğünden dolayı Mezra adında karar kılınmıştır. Pülümür Vadisi’nin batı yakasında yer alan köy, çığ, sel, kaya düşmesi vb. doğal yıkımların etki alanı dışında kalır.
Mezra, 1959’da bucak statüsüne kavuşan Kırmızıköprü’ye 2 km uzaklıkta. Pülümür-Tunceli kara yolunun kıyısındaki küçük kasaba, bölge insanının yaşamında önemli bir yer tutar. Yola paralel uzanan çarşısı, 60’lı 70’li yılların canlılığını yitirmiş durumda.
Kızılkayalar’a sırtını yaslayan kasabanın, bölge insanının her biri üzerinde farklı etki yarattığı söylenebilir. Kiminin Paris’idir, söz gelimi. Yaşamında ilk kez lokantada çorba kaşıklayan delikanlının ilk ‘kent’ deneyimidir. 3-5 km yol yürüyen lacivert üniformalı kızın ortaokul heyecanıdır. Annesinin sandığı ya da babasının çiviye asılı ceketinden bilet parası alan, 18’ine bile basmamış gencin İstanbul serüvenidir.
Kırmızıköprü, köyde işini gücünü yarım bırakanların sığınağıdır. Okey başında ömür tüketenlerin, ciğerlerine Tütün, Bafra ya da Birinci çekenlerin, Tekel Rakısı’yla uzaya çıkanların kurtarılmış bölgesidir.
Bu ilgi çekici kasabayı cennetle özdeşleştirenler olabilir.
Cennetin öte yakası cehennem!
Kiminin cenneti olan bu küçük yerleşim birimi, kiminin cehennemidir. Kadınlar, kocalarını elinden alan kasabaya öfkelidir. Kahvehanelerin lüks ışığı altında sabahlayan erkeklerin birçoğu, ezilen eş ve çocuklarından habersiz geçirir yıllarını. Cebine giren üç kuruşu çay, bira ya da rakıya yatıranlar, ezilen eş ve çocuklarına yabancılaşır.
Bölgede yaşayan kız ve erkek çocuklar için Kırmızıköprü, çalınmış çocukluk ve ilk gençliktir. Kasabadan yayılan rakı ve bira kokusuna, kadına indirilen darbelerin, eğitim hakkından yoksun bırakılan çocukların çığlığı karışır.
Köylerde gözlerini açan zeki çocuklar, babalarını ellerinden alan kasabaya kızgındır. O çocuklardan biri de Mezra köyü Sürek Mahallesi’nde yaşama merhaba diyen Mustafa Susan’dır.
29 Ocak 1953 tarihinde Mezra köyünde doğan Mustafa, 1 Mayıs 1966 yılında, 13 yaşında, Pülümür Mezra İlkokulundan pekiyi dereceyle mezun olur. 1966 yılı mezunlarının yaşça en küçüğüdür. Birlikte mezun olduğu arkadaşlarından Kamer Güler 17, Düzgün Arslan (Mezra Muhtarı) 15 yaşında diplomaya kavuşmuştur.
Düzali Yıldırım, Cemile (Elif ?) Gündoğdu, Mehmet Hazır, Hüseyin Bulut, Cemal Yeniyol ve Süleyman Duymaz, ilkokul öğretmenleridir.
Öğretmenin sorusuna parmak kaldıran ilk öğrencidir. Daha doğrusu, Mezra İlkokulunun, sınıf öğretmeninin sorularına yanıt veren tek öğrencisidir.
Her başarı ödüllendirilecek değil ya, başarısını ‘çekemeyen’ iki arkadaşı ‘intikam’ için sözbirliği eder. Sınıf arkadaşları Kamer Güler ve Düzgün Arslan, öğretmen soru sorduğunda hemen parmak kaldıran Mustafa’dan rahatsızlık duyar. Kendisinden yaşça büyük iki arkadaşı, okulun arkasında döverek tehdit eder:
“Öğretmen soru sorduğunda, bir daha cevap verme!”
Arkadaşları, öğretmen dayağının faturasını Mustafa’ya çıkarır.
1962 yılında ilkokul 2. sınıftayken, öğretmeni Cemile (Elif?) Gündoğdu’yla birlikte Sürek’te pikniğe giderler. Öğrencilere, Mezra köyünden Ali Erginoğlu (1937), sazı ve sözüyle eşlik eder. Ali Erginoğlu, öğrenciler için, Âşık Davut Sulari’nin, en sevdiği eserlerinden “Kız Senin Derdinden Derbeder Oldum” ve “Siyah Perçemini Dökmüş Yüzüne” türkülerini seslendirir.
Öğretmen, 25 yaşındaki delikanlının sazına sesiyle eşlik eder.
Mezraa (Mezra) İlkokulu Müdürü Mehmet Hazır, Pülümür İlköğretim Müdürü Ahmet Alpaslan ve Tunceli İl Millî Eğitim Müdürü Necdet Anık, 1 Mayıs 1966 tarihli belgeyle, Mezralı öğrencinin başarısını kayda geçirir.
61 numaralı Mustafa Susan, Mezra İlkokulunun 1966 yılı birincisidir.
Mustafa, karlı bir kış günü gözlerini dünyaya açar. Toprak damlı evlerin bacalarından yükselen duman, kar taneciklerini selamlayarak gökyüzüne yol almaktadır. Ocak’ın son haftasında yaşama gülümsediğinde, günlerden Perşembe’dir. Karla kaplı köyde, ayaklarında edik (lekan), ormanda keçilere meşe budayan köylüler, kara ve soğuğa meydan okumaktadır.
Bıyığı ve kirpikleri soğuktan buz tutmuş köylülerin birçoğu, kara gömülü taş yapılarda kol gezen yokluklarla baş başadır.
Susan ailesi, 1938’de sürgüne gönderilen binlerce aileden biridir. Mezralı Hordege (Ördek)-Ferhat Susam (o tarihteki soyadı Susam) çifti, çocukları Kamer, İsmail ve Ali’yle birlikte Sakarya Pamukova’ya sürgün edilmişti. Sürgün yaşamı 1947’de resmen sona ermiş, ancak birçok aile 1948’den itibaren köyüne geri dönmüştü.
Susan ailesi, kısa bir süre Uzunevler köyünde yaşar, ardından Mezra’ya döner. Ailenin yaşadığı taş yapılı toprak damlı evi, Karadenizli ustalar inşa eder.
Mustafa, kalabalık bir ailede dünyaya gelmişti.
Ekilebilir alanların sınırlı olduğu köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylülerin birçoğu, yetersiz üretim ve kalabalık nüfustan dolayı, temel gereksinimlerini karşılamak için Erzincan yoluna düşüyordu. Buğday, hayvansal ürünler vb. genelde satın alınıyordu.
Yoksul köylülerin yaşam kalitesi düşüktü. Kırmızıköprü’den satın alınan elma, portakal vb. meyveler, dilimlere ayrılarak paylaşılıyordu.
1966 yılında ilkokuldan mezun olan Mustafa, köydeki tabloyu çocuk yaşta kavramış, çözüm arayışına girmişti. Yoksulluk duvarını aşmak için yapılması gerekenlere kafa yormuş, iyi eğitim almaktan başka bir seçenek olmadığına inanmıştı.
Köyde sadece ilkokul vardı. 1952 yılında açılan Pülümür Ortaokulu, köye 20 km uzaklıktaydı. Pülümür’e günübirlik gitmek, mümkün değildi. İlçede barınma koşulları elverişsizdi. Pülümür Ortaokuluna köylerden gelen bazı öğrenciler, okul pansiyonunda kalıyordu. Askerî kışladan dönüştürülen okul binasının içinde yer alan bir oda, pansiyon olarak kullanılıyordu. ‘Pansiyon’da yemek vb. hizmetler verilmiyordu. Her öğrenci yatağını kendi getiriyordu. Sözü edilen pansiyonda kalmak için yol, yemek, ısınma vb. giderlerin karşılanması gerekiyordu. Pülümür Ortaokulu Pansiyonu, ekonomik durumu elverişli olmayan ailelerin çocukları için bir şey ifade etmiyordu.
Okumak için öncelikle para gerekliydi, ama cepte para yoktu.
Susan ailesi kalabalıktı. Zamanla 8’i çocuk, 10 kişilik aile olmuşlardı. Kalabalık ailelerin yaşamını sürdürmesi, sanıldığı kadar kolay değildi. Aile, köy dışında çocuk okutacak kaynaklardan yoksundu. Mustafa nerede, nasıl okuyacağını düşünürken, 3 yıl geçmişti. Okul arkadaşlarından bazıları ortaokulu bitirmek üzereydi.
Bu arada yaşı ilerliyor, adım adım öğrenim çağı dışına çıkıyordu.
Babası Ali Susan (Köy Kâtibi, 1927-2019), ilkokul mezunuydu. Köy defterlerini tutar, köylülere dilekçe yazardı. Olağan koşullarda, çocuğunun eğitim hakkından yoksun kalmasını istemezdi. Ne var ki ekonomik zorluklar, babanın elini kolunu bağlamış, çaresiz bırakmıştı. Bu nedenle, oğlunun okumasına karşı direnç geliştirmişti.
Babanın ikna edilmesi gerekiyordu. Önce annesi, ardından öğretmenleri ikna için çaba göstermiş ancak sonuç alamamıştı. Son olarak, Tunceli İlköğretmen Okulu son sınıf öğrencisi, amcası İsmail Sosun’un oğlu Ali Sosun’dan yardım ister. Öğretmen Okulu öğrencisi, amcasına dakikalarca dil dökmüş, ama eli boş dönmüştü!
1969 yılıydı.
Mustafa, her ne olursa olsun, okumaya karar vermişti. Parolasını belirledi:
Ya bir yol bulmalıyım ya da bir yol yapmalıyım!
Bir kış günü kendince şöyle bir çözüm üretmişti:
Isparta’da yaşayan amcası Kamber Sosun, çözüm için akla ilk gelen isimdi. Babasına, askere gidene kadar, amcasının yanında kalarak çalışmak istediğini, böylece aile bütçesine katkı sunmak istediğini söylemişti.
Babası, bu öneriye sıcak bakmış, oğlunun Isparta’ya gitmesine izin vermişti.
Mustafa’nın asıl amacı, Isparta’da eğitim görmekti. Hazırlıklarını buna göre yapmıştı. Yanına özel eşyasını ve diplomasına alarak yola koyulmuştu.
İlkbahardı.
Erzincan Tren Garı’ndan hareket eden tren yolcularından biriydi artık. 16 yaşındaki çocuk, kara trenden Erzincan Ovası’na yayılan yoğun dumanı seyrediyor, geleceğe ilişkin güzel düşler kuruyordu.
Isparta’ya okumak için giden Mustafa, inşaatlarda çalışmaya başlar. Okul harçlığı biriktirir. Okulların açılmasına sayılı günler kala, okuma düşüncesini amcası ve yengesiyle paylaşır. Aile, köyden gelen çocuğun isteğini olumlu karşılar.
Babasının olası tepkisini önlemek için okuldan söz edilmemesi kararlaştırılır.
Isparta Merkez Ortaokulunda eğitime başlar. Okulda Tunceli kökenli Alişan Karaaslan (Pülümür Kovuklu), Ali Sosun (Pülümür Mezra) ve Hıdır (?) da öğrenim görmektedir. Amcasının oğlu Ali Sosun, bir üst sınıfta öğrenim görmektedir.
Ali’nin kullandığı kitaplar, bir sonraki yıl Mustafa tarafından kullanılır.
Babası, okula başladığını öğrenir öğrenmez kâğıda kaleme sarılır. Ağabeyi Kamber’den, oğlunu evden kovmasını ister. Baba, evden kovulması durumunda, oğlunun köye dönmek zorunda kalacağını düşünür!
Mustafa, ikili eğitim verilen okulun sabah grubundadır. Eve geldiğinde, babasından gelen mektupları okur, amcasından habersiz sobaya atar. Bu mektuplardan, amcasının hiç haberi olmaz!
Köyünden uzakta yaşayan çocuk, arada bir ailesine mektup gönderir. Mektuplar eve ulaştığında anne yüreği dayanmaz. Anne Saray Susan (?-1994), oğlunun mektubunu öper, koklar. Isparta damgalı mektupları, kutsal Buyer Baba Gölü’nün suyunun da saklandığı, Perşembe akşamları çıra (çıla) yakılan köşeye koyar, dakikalarca dua eder:
“Ya Gola Buyere, benim elimden bir şey gelmez, Mustafa’m sana emanet.”
Zorluklarla mücadele eden Mustafa, derslerine dört elle sarılır. Yaz tatillerini inşaatlarda çalışarak geçirir. Okul ihtiyaçlarını karşılamak için inşaattan inşaata koşar.
Mezra İlkokulunda öğretmenlerin sorularına hemen parmak kaldıran Mustafa, Isparta’da, öğretmenlerini, ilgi çekici sorularla terletir! Isparta Merkez Ortaokulundan arkadaşı Alişan Karaaslan, çalışkanlığıyla dikkat çeken Mustafa Susan’ın, sorularıyla öğretmenleri zor durumda bıraktığını unutmaz.
Mustafa’nın köye son gelişi, kardeşi Zekiye Susan’ın belleğinden silinmez. İki göz toprak damlı evin kapısını çalan, rengi solmuş, aşınmış, dizi yamalı, bordo kadife pantolonlu ağabeyin durumu, yürek sarsıntısına yol açar. Yoksul baba, oğluna siyah renkte, deri taklidi bir çift eldiven alır. Isparta’da okuyan çocuk, eldivene kavuşmanın sevincini paylaşır:
“Artık ellerim üşümeyecek!”
Oysa hep üşümüş; elleri, burnu, kulakları soğuktan kızarmıştır.
Kim bilir kaç kış elleri donmuş, soğuktan eli kalem tutamaz hâle gelmiştir. Bir gece vakti sokak lambasının ışığında ders çalışmıştır.
Zorluklara teslim olmaz.
Yaşadığı acıların sicilini tutmaz.
1972’de, Isparta Merkez Ortaokulundan mezun olur.
Bu kez yine sürpriz yapmaz, Isparta Merkez Ortaokulunu birincilikle bitirir!
Alişan Karaaslan ve Ali Sosun, Isparta Merkez Ortaokulunda başarılarıyla öne çıkan diğer Pülümürlü öğrencilerdendir.
Aynı yıl, Isparta Şehit Ali İhsan Kalmaz Lisesine başlar. Başarısıyla, dikkatleri üzerinde toplar. Vehbi Koç’un kurucusu olduğu Türk Eğitim Vakfının (TEV) başarılı öğrencilere verdiği eğitim bursunu almaya hak kazanır. Liseden mezun oluncaya kadar bu burstan yararlanır.
Lise yılları, siyasal çalkantıların yaşandığı döneme denk gelir. Pülümürlü öğrencinin başarısını, farklı görüşteki öğretmenler de kabul eder.
Amacı, liseyi de birincilikle bitirmektir. Bunun için geceli gündüzlü çalışır. Lise son sınıfta not ortalaması, 10’luk sisteme göre, 9’dur. Okul ikincisinin ortalaması, 7 buçuktur. O yıllarda, lise sonda tüm dersler verildikten sonra, ayrıca bitirme sınavları yapılmaktadır. Bu defa işin içine ‘siyaset’ karıştırılır. Karşıt görüşlü bazı öğretmenler, okul 2’ncisini 1’inci yapmak için çaba harcar.
Mustafa, bu girişime, daha çok çalışarak yanıt verir.
1966 yılında kara trenle Isparta’ya gelen Pülümürlü yoksul köylü çocuğu Mustafa Susan, 1975’te, Isparta Şehit Ali İhsan Kalmaz Lisesi’ni birincilikle bitirir!
Liseyi bitiren başarılı öğrenciyi yine zor günler beklemektedir. Isparta dışında herhangi bir okulda okuması, olanak dışıdır. Üniversiteye giriş sınavından 468 puan alır. O tarihte Hacettepe Üniversitesine bağlı olan Antalya Tıp Fakültesine 432 puanla öğrenci alınırken, 468 puanlı lise birincisi okula kabul edilmez!
Tıp Fakültesine giriş, Tunceli engeline takılır!
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Mimarlık Fakültesine girmeye hak kazanır. Trabzon’a giderek okula kayıt yaptırır. Ekonomik sorunlar ve yaşanan siyasal ayrışmalardan dolayı, kayıt dondurur.
Bir yıl hazırlık yapar. O arada dershaneye gider. Sınavdan bu kez 486 puan alır. Hedefi Tıp Fakültesinde okumaktır. Pülümür’e 173 km uzaklıktaki Erzurum’da okumak için yola düşer. Cebinde taşıdığı Tunceli kimliği, önüne engel olarak çıkarılır.
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesine kayıt yapması fiilen engellenir!
Isparta’da yeni açılan Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümüne kayıt yaptırmak zorunda kalır. Fakültedeki en yüksek puanlı öğrenci, Pülümürlü Mustafa’dır.
Isparta Mühendislik Fakültesinden 1980’de birincilikle mezun olur.
Aynı yıl İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesinde lisansüstü eğitime başlar. Fakülte birincisi olduğundan, hocalarının önerisi üzerine, asistanlık sınavına girer. Sınavı başarıyla geçer. Tunceli kimliği, burada da önüne engel olarak çıkar. Aynı sınavda başarılı olan arkadaşları göreve başladıktan yaklaşık 8 ay sonra Isparta Mühendislik Fakültesinde göreve başlar!
O arada Yıldız Üniversitesinde lisansüstünü tamamlar, doktora eğitimine başlar. Almanya Goethe Enstitüsünde dil eğitimi görür. Bazı siyasal ayrışmalar nedeniyle akademideki görevinden ayrılır.
Özel sektörde çalışmaya başlar.
Isparta’da Cemile Hanım’la yaşamını birleştirir. Çiftin bu evliliğinden bir oğlu olur.
Çok sevdiği akademik kariyerine nokta koyduktan sonra Antalya’ya yerleşir. Turistik tesisler, AVM’ler ve hastane şantiyelerinde makina grup şefi olarak çalışmalarına devam eder. Bu arada Libya’da bir hastane şantiyesinde iki yıl mekanik grup şefi olarak çalışır.
Hep uzaklarda çalıştı. Biricik oğlu ve sevgili eşinden ayrı geçirdiği yıllar, iliklerine kadar hissettiği yoksulluğa isyandı. Oğluna, yokluk ve zorluk armağan eden baba olmamak içindi tüm çabası.
Oğlunun bazı gelişim evrelerine tanıklık edemedi. Cemile Hanım, şantiyelerde ter döken babanın yokluğunu aratmamak için çaba gösterdi.
Olayların sonuçlarına değil, nedenlerine kafa yordu. Yaşadığı yokluk ve zorluklardan dolayı kimseye öfke duymadı. Açlık çektiği yılların faturasını büyüklerine çıkarmadı. Gece vakti sokak lambasında ders çalışmak zorunda kaldığını duyan bile olmadı.
Yaşamını çalışarak, üreterek geçirdi. Mesleğe adım atıncaya dek, en ağır işlerden biri olarak görülen inşaatlarda çalıştı. 1977 yılında, köylüsü Kamer Güler’le birlikte beton dökmüştü.
Yakınmayı aklından bile geçirmedi. Başarıya odaklanmış bir köylü çocuğu olarak çıktığı zirvede, kibirden uzak durdu.
Zorluklarla geçti çocukluğu ve ilk gençlik yılları… Ders çalışırken elektriği kesildiğinde, sokak lambasının ışığında gülümsedi yaşama. Evde, sokakta, okulda, köyde ya da kentte peşini bırakmayan zorluklarla dövüştü. Sağlam bir kişilik kazanmasını, zorlukları yenilgiye uğratma gücü ve yeteneğine borçluydu.
Önüne çıkan engellerle mücadele ederken, pes etmedi! Kardeşi Zekiye’nin içini en çok acıtan, ölünceye kadar unutamayacağı sözü şuydu:
“Gecelerce aç yattım, gözyaşlarına boğuldum, yine de vazgeçmedim!”
Vazgeçmedi!
Makine Yüksek Mühendisi Mustafa Susan, çocukluğunda, Pülümür Mezra köyünde tembelliğe savaş açmıştı. Kahvehaneler, oyun masaları, üst üste yığılı içki kasaları, art arda yakılan sigaralardan yükselen duman, onun çocukluğunu çalmıştı.
O, uyuşukluğa karşı ayağa kalkmış, bütün zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştı.
Mustafa Susan, şimdi 70 yaşında. Onun 1966 yılında veda ettiği Mezra Sürek Mahallesi’ndeki yıkıntılarda, çalınan yılların izini sürüyorum. Pencere önünde okuduğu kitaplardan bir sayfaya, zamana direnmiş soluk bir fotoğrafa rastlamayı umut ediyorum.
Kitabını sesli okuduğu zamanlar, ağzından çıkan her sözü tekrar eden kardeşi Emine’nin en çok sevdiği sayfalardan bir parçayı görebilmek için ellerimle toprağı kazıyorum.
Yıkıntılarda yokluğun, yoksulluğun acı kanıtlarıyla karşılaşıyorum. Paslanmış kapı menteşelerine, en son kimin kullandığı belirsiz tükenmez kaleme, tozlu ve çamurlu yollarda izi kalmış kara lastiğe, boyası dökülmüş ahşap pencerelere, paslı pencere korkuluklarına, kesme taşların altında can çekişen kapılara, lülesinden bir damla su akmayan çeşmeye dokunuyorum.
Güneş’in doğuşunu duayla selamlayan anneleri, anneanneleri, babaanneleri özlemle anıyorum.
Çocuğunu okula göndermek için gün ışımadan uyanan anneleri, kara bata çıka hayvanlara kuru yaprak taşıyan babaları, yokluklara inat zirveye çıkan köylü çocuklarını selamlıyorum.
Acı yılların, yokluk ve zorlukların tanığı yıkıntılarda boy veren meşe ağacının gövdesine sarılıyorum. Meşenin direnciyle ayağa kalkıyorum. Mustafa Susan’ın doğup büyüdüğü köyün yıkıntılarına veda ediyorum.
Yeniden düşüyorum köy yollarına…
İnsanlığın umudunu besleyen dirençle hızlanıyor adımlarım.
(Körfez, 20 Aralık 2023)
TEŞEKKÜR: Bu çalışmaya katkı sunan Sayın Ali Erginoğlu, Sayın Ali Binat (Binali) Yıldırım, Sayın Ali Sosun, Sayın Alişan Karaaslan, Sayın Emine Ergül, Sayın Kamer Güler, Sayın Kıymet (Nimet) Yeniyol, Sayın Sevim Erginoğlu ve Sayın Zekiye Susan’a candan teşekkür ederim. Susan ailesiyle ilgili görseller, Sayın Mustafa Susan ve Sayın Zekiye Susan’ın arşivinden derlenmiştir.