Ali Dikme (Sırtımda bir kovan yarası!) |
Hasan (Hüseyin) Dikme (1886-1985) ve kardeşi Kamer (Kekil) Dikme (1926-1981), 1956’da Çatalyaka Göl mezrasına veda etmiş, Nazımiye Hanköy’e (Karvan) yerleşmişti.
Dikme aileleri, Hanköy’de bir yıl kaldıktan sonra, Pülümür Löriz’de Ali Kul (Ali Kuli, 1914-1994) ve Bozkanlar’dan (Bozku) arazi satın almıştı.
İki aile, 1957 yılında Pülümür Löriz’e yerleşti.
Kalmemesır Ocağı, aynı yıl Löriz’e taşındı.
Kalmemesır, Pülümür köylüsünün yüreğinde yer edinmiş önemli ocaklardan biri sayılır.
Ocağın bulunduğu toprak damlı taş yapı, her hafta Perşembe akşamları dolup taşar. Ocakta kurbanlar kesilir, lokmalar dağıtılır, cem törenleri düzenlenirdi.
Ocaktaki cem törenlerinin vazgeçilmezi, Derviş Ahmet Dikme’ydi. Perşembe akşamları düzenlenen cemlere, Derviş Ahmet’in sesi ve curasından yayılan yanık ezgiler damga vururdu.
Fötr şapkalı Hasan (Hüseyin) Dikme, heybetli yapısı ve ocağa damlayan gözyaşlarıyla, iz bırakmıştı.
1975 yılı sonbaharıydı.
Nazımiye Oğullar (Hılves) köyü Serdeniye mezrasının taş yapı ustası Hüseyin Güler (1933-2023), Löriz’de yaşayan Hasan Dikme’ye bir kovan arı armağan etmişti.
Hasan Dikme, arıyı alması için, 15 yaşındaki yeğeni Ali Dikme’yi Serdeniye’ye göndermişti.
Ali, geceyi, Sultan-Hüseyin Güler çiftinin evinde geçirdi.
Sultan Hanım, sabah erkenden kahvaltıyı hazırlamıştı.
Ali, kahvaltıdan sonra, işe koyuldu.
Keçi kılından örülmüş kalın ipi kovana geçirdi, sırtına yükledi.
Serdeniye’den Pülümür kara yoluna ormanla kaplı patikadan iniliyordu.
Pülümür Vadisi’nin doğu yakasındaki patika, alabildiğine dikti.
Sırtında 40 kilo yükle dikkatli biçimde yürüyen çocuğa, arı sahibinin oğlu Hüseyin Güler eşlik ediyordu.
Serdeniyeli çocuk, Lörizli Ali’den sadece bir yaş büyüktü.
Ali, ağır adımlarla iniyor, olası bir faciaya karşı dikkatli davranıyordu.
Küçük bir hatada kovan düşebilir, arıların hücumuna uğrayabilirlerdi.
Amcası, Ali’yi, kara yolunda minibüsle karşılayacağını söylemişti.
Yokuş aşağı inen Ali’nin gözü, kara yolundaydı. En küçük hareketlilikte soluklanıyor, motor ya da korna sesine kulak veriyordu.
Kara yoluna yaklaşmışlardı. Çığ tüneline vardıklarında ortalıkta kimse yoktu. Amcadan umudu kesen Ali, kuzeye, Kırmızıköprü’ye doğru yeniden yola koyuldu. Önünde yaklaşık 12 kilometrelik yol duruyordu.
Her adımda yerinden oynayan kovan, sırtını acıtıyordu.
Kırmızıköprü’ye kan ter içinde varmışlardı.
7 kilometrelik yolu elini kolunu sallayarak yürüyen Hüseyin’in son durağı, kasabaydı.
Ali, sırtında kovan, tek başınaydı artık. Küçük kasabada amcasına rastlama umuduyla, çevreye bakındı, göremedi.
Kırmızıköprü’de, kara yolunun alt tarafında, Pülümür Çayı’nın kıyısındaki söğüt, kavak ağaçlarına çok sayıda katır ve at bağlanırdı. Boyunlarına asılı yem torbalarıyla ‘piknik’ yapan hayvanlar, sahiplerini beklerdi. Alışverişe gelen bazı hayvan sahipleri, arta kalan zamanlarını kahvehanelerde geçirirdi.
Gözleri, yan yana dizili hayvanlar arasında amcasının alnı sakarlı kızıl atını aradı. Erzincan’dan satın alınan kızıl at, yoktu!
İşi çıkan amca, yeğenine haber verememişti.
Fazla oyalanmadan yoluna devam etti.
Arada bir geçen kamyon ya da otomobiller ortalığı toza boğuyordu.
Alikuli’ye varmadan, kara yolundan patikaya saptı. Vadinin batı yakasındaki yokuşu tırmandı. Meşe ormanının arasında kıvrılan yolda yalnız başınaydı.
Gün yarılanmıştı.
Ali yoldayken, annesi Gülüzar (Emine) Hanım (1923-1991), kaygılı bekleyiş içindeydi. Sık sık oğlunun yolunu gözleyen anne, tedirgindi. Oğlu göründüğünde, yere eğilmiş, toprağa dokunduğu ellerini alnına sürmüştü:
“Şükürler olsun, oğlum geldi!”
Ali, Löriz’e vardığında güneş tam tepedeydi.
Anne, oğluna koşar adım yaklaştı, sırtındaki kovanı indirmesine yardım etti.
O yıllarda gelinler aile büyükleriyle uzun bir süre konuşmazdı. Oya işlemeli beyaz tülbentli gelinler, jest ve mimikler yardımıyla iletişim kurardı.
Gülüzar Hanım, 52 yaşındaydı. Oğlunun, tek başına Serdeniye’ye gönderilmesine karşıydı. Ne var ki bu düşüncesini, kaynıyla paylaşamamıştı.
Anne, üstü başı terden sırılsıklam olmuş oğlunun üstünü değiştirirken, gözyaşlarını tutamadı.
Serdeniye’den Löriz’e içi bal dolu meşe kovanını taşıyan çocuğun sırtı morarmış, yer yer kanamıştı.
Anne, oğlunun sırtındaki yaraları gördükçe dakikalarca gözyaşı dökerdi.
Aile büyüklerine itirazı ‘töre’ engeline takılan anne, taş yapılı binanın bir köşesine çekilir sessizce ağlardı.
Annenin üzüntüsü günlerce sürdü.
Töreler, annenin, evladı için gözyaşı dökmesine engel değildi.