Okulumuza adım atanlar bilir. Bahçedeki üç binanın arkasında tek katlı, gösterişten uzak bir bina bulunmakta. Bu bina okul kantini olarak kullanılıyor. Binanın yüzölçümü yaklaşık seksen metrekare. Seksen metrekarelik alanın kırk metrekarelik bölümü okul kantinimizin mutfağıdır.
Bina, kış günlerinde bir türlü ısınmaz. Yemek ya da çay için uğrayanlar, acele eder. Bir an önce kendilerini sıcak bir odaya atmak içindir bu telaş. Hepimiz üşürüz kantinde. Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, velilerimiz üşür. Çay içmek için acele ederiz. Tabaktaki yemeği bitirmek için acele ederken üzerimize yemek döktüğümüz zamanlar olmuştur. Soğuk kantinde, masaya paltoyla oturmak, yadırganacak davranışlardan biri olarak görülmemektedir. Paltoyla oturur, paltoyla kalkarız kantin sofrasından.
Kantinde, biz üşüsek de hiç üşümeyen biri vardır: Fatma Hamzan… O, kantinin üşümeyen tek sakinidir. Onun iyimserliği, içtenliği ve insan sevgisi kantinin buzlarını eritir. Kantin vitrinin ardından duyulan sesiyle, iyimserlik yaymaktadır. Fatma Hanım’ın sesi, karamsarlığın ve kötümserliğin kol gezdiği ülkemizde dalga dalga yayılan umut ve dirençtir.
Fatma Hamzan, velilerin, çocuklarını güvenle emanet ettiği annedir. Hastaneye yatan, işe giden, okula gelemeyen anneler, Fatma Hanım’ın, çocuklarını aç bırakmayacağından emindir. Çünkü o emin insandır. Emin ellerde yetişmiştir. Küçük yaşta sevgili babası ve annesinden aldığı terbiye, onun kişiliğini biçimlendirmiştir. Onun olduğu yerde kötülük ve dedikodu yoktur.
Gösterişten uzak, mütevazı bir yaşam sürmek, onun vazgeçemeyeceği bir tutkudur. Fatma Hanım’ın yaşamında reklam ve riyakârlıktan eser yoktur. Cebindeki son lirayı, yol parası olmayan arkadaşına vererek evine yaya giden kişi, Fatma Hamzan’dan başka biri değildir. O, sepetindeki bir dilim ekmeği, çaydanlığındaki bir bardak çayı, fırınındaki son köfteyi açlıktan takati kesilmiş meçhul insanlara saklayan bir kültürün ikliminde boy vermiştir.
Her insan hastalanır, ama bu kural Fatma Hanım için geçerli değildir. O, hep ayakta olmayı, ayakta kalmayı tercih etmiştir.
Bize Trabzon’u, Beşikdüzü’nü daha çok sevdiren insandır. Beşikdüzü yemekleri, onun el çabukluğuyla sofralara taşınır. Sofraya taşınan sadece yemek değildir; dostluk, yardımlaşma, lezzet, titizlik, güven ve konukseverliktir.
Asla yüksünmez ve yorulmaz! Arslanbey’in tepelerindeki baba evinden sırtladığı meyve ve sebzeleri önce evine, ardından okula taşımak onun için lafı bile edilemeyecek sıradan bir davranıştır. Trabzon hurması mı dediniz, unutmaz. Hafta sonu ziyaret ettiği anne ve babasıyla ilgilenmekten arta kalan zamanında hurma ağacının ulaşılması güç meyvelerini özenle toplar. Hurmadan söz edenler unutmuş olabilir, ama o unutmaz! O hafta başı, hurma, dilimlenmiş hâlde yemek masasındaki yerini alır.
Fatma Hanım, bir dürüstlük abidesidir. O, kimseye bir kuruş borcu olmayan, ama vatanına ve milletine karşı kendisini hep borçlu sayan bir Cumhuriyet kadınıdır. Kalbi Türkiye için çarpmaktadır. Soğuk kış koşullarını geçirdiği kantinde üşümese de, Türkiye’yi saran soğuk hava dalgası, onu titretir. Ülkesinin ve milletinin üşümesini dert edinen bir kuşağı temsil etmektedir.
Fatma Hamzan, yaşamını üreterek ve çalışarak zenginleştiren ender insanlarımızdandır. Onun dağarcığında ‘yok’ yoktur. O, matarasındaki bir yudum suyu yaralı arkadaşına saklayan Mehmetçik kültürüyle yoğrulmuştur.
Öğrencilerimizin Fatma teyzesidir o; burnu kanayan, eli-kolu çizilen, yere düşen çocuklara ilk müdahaleyi yapan.
Cebinde beş kuruşu olmayan tatlı bağımlılarına sponsor olmak, onun en sıradan davranışlarından biridir. Evindeki sofradan okula taşıdığı tatlılar, hepimizin şekerini düşüren olağanüstü tatlardır. Çünkü tatlıya iyimserlik, umut ve sevgi katmıştır.
İyimserliği, çalışkanlığı, güler yüzü ve dürüstlüğüyle kantinin buz gibi havasını yumuşatan Fatma Hamzan, Atatürk’ün güven duyduğu Türk kadınıdır. Fatma Hamzan’lar, Türkiye’yi yıkmaya çalışanların bozgununu kaçınılmaz kılan en güzel cevaplardandır.
(Körfez, 2 Aralık 2017)