Güneydoğu’da minibüse binmeden önce tüm hazırlıklarını tamamlamışlardı. Erzincan’a, odun kömürü üretimi için gideceklerdi. Şehmuz, âdeta koca bir evi minibüse sığdırmayı başarmıştı. Minibüsün yükü ağırdı. Bu kışı geçirmeleri için gerekli parayı bulmanın sevinciyle yola koyuldular. Yatak, üst baş, kap kacak, tavuk, horoz, hindi ve minik kediyle birlikte yola düştüler.
Tıka basa doluydu beyaz minibüs. Dilan, kedisini kucağında taşıdı. Minibüs sarsılırken sımsıkı sarıldı kedisine. Kucağındaki kediyle birlikte uyudu, uyandı. Elleriyle besledi kedisini. Yaklaşık sekiz saatlik bir yolculuktan sonra Erzincan Girlevik köyüne vardılar. Yorucu ve yıpratıcı bir yolculuk geçirmişlerdi. Ağustos’un son haftasıydı.
Sıcak ve kurak bir yaz günü…
Erzincan Orman İşletme Müdürlüğünün, Girlevik’te bir söğüt ağacına çiviyle tutturduğu “Üretim ve kesim sahasıdır. Girmek yasak ve tehlikelidir.” levhası, mahmur gözlerle çevreyi tanımaya çalışan yolcuların dikkatini çekmedi. Yasak ve tehlikeli sahada yaklaşık bir km yol aldıktan sonra kendilerine ayrılan alanda araçtan indiler. Sonradan öğrendiklerine göre, alan, iki asgari ücret karşılığında kiralanmıştı. Kravatlı mütegallibe, tarumara, üç kuruşa razı edilmişti. Erzincan Orman İşletme Müdürlüğünün ‘üretim’den anladığı, çoğu kesime uygun olmayan, meşe fidanlarını pazarlamak ve odun kömürüne dönüştürülmesine aracılık yapmaktı.
Çocuk bileği kalınlığındaki fidanlar kesilecek, ardından odun kömürüne dönüştürülecekti.
Uzun yoldan gelenlerin bunda bir kusuru olamazdı. Ailece çalışacak, kışı atlatmak için zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. El birliğiyle kulübelerini tamamladılar. Birkaç gün içinde iki tandır yaptılar. Girlevik’e yayılan taze ekmek kokusu, el birliğiyle ayakta kalanların mutluluğuydu. Çoluk çocuk, kadın erkek dört elle sarıldılar işe. Tavuklar ve hindiler, ekili olmayan tarlaların keyfini çıkarırken onlar iş başındaydı.
İlkel barınakların olduğu alana Orman İşletme Müdürlüğünün pahalı cipi geliyor, yetkililer, üretim sahasını denetliyordu. Orman İşletme Müdürlüğünün çiviyle söğüt ağacına astığı bir levhada iş güvenliğiyle ilgili uyarılar yer alıyordu. Görsellerle desteklenen uyarılara göre işçilerin eldiven, baret, iş ayakkabısı, siperlik kullanmaları gerekiyordu. Koruyucu donanımı sağlamakla yükümlü olanlar görevini yerine getirmese de Allah kerimdi!
Orman işçileri fidanları kesiyor, barınaklarının olduğu alana taşıyordu. Bitki örtüsü zayıf Girlevik köyünde ormanın canına okunuyordu. Odun motorundan yayılan ses, Çağlayan, Girlevik ve Kalecik köylerindeki tarumarı haber veriyordu. Ailece çalışan işçiler bunu düşünecek durumda değildi. İşin doğrusunu, gösterişli ve pahalı araçlarla boy gösteren yetkililer, beyler bilirdi.
Dilan kedisiyle ilgileniyor, tavuklara ve hindilere yem veriyordu.
Çok geçmeden alanda üst üste yığılan meşe fidanlarından duman yükselmeye başladı. Bunun odun kömürü elde etmek için yapılan çalışmanın bir parçası olduğu hemen anlaşıldı. Barınakların yanındaki odunlardan yükselen yoğun duman Girlevik ile Çağlayan’da kapı ve pencere aralıklarından içeri giriyor, boğulma duygusuna yol açıyordu. Bir yetkili, yaklaşık iki ay boyunca zehir soluyan köye sunduğu hizmetten övgüyle söz ediyordu.
Dumanlı hizmet!
Peki duman halk sağlığını nasıl etkiliyor?
Kopenhag Üniversitesinden Profesör Steffen Loft, dumanda bulunan, ancak gözle görülemeyen parçacıkların ciğerlere ilerleyerek sessiz ölüme neden olduğunu ifade ediyor. Prof. Loft’a göre, duman, astım, kalp hastalıkları, kanser vb. sağlık sorunlarını tetikliyor. Dumana maruz kalan sebze ve meyveler karaciğere zarar veriyor. Dumanın etkilediği otlaklar et, süt ve yumurta kalitesini düşürüyor.
Koronavirüs salgınının toplum sağlığını tehdit ettiği koşullarda, astım, kalp hastalıkları, kanser vb. sağlık sorunlarına yol açarak virüsü daha ölümcül hâle getiren duman hizmetiyle övünen bir yetkilinin sosyal medya paylaşımı, birkaç eleştiri ve uyarı dışında, takipçilerinin beğenisini kazanıyor!
Dilan ve İsa, Dilovası’nı aratmayan kirlilikten habersiz, oyun oynuyor.
Hava soğuk mu soğuk. Çadırın kapısı aralanıyor. Ela gözlerini ovuyor bir kadın, ürkek mi ürkek. Bir anne… Otuzlu yaşlarda olmalı. Gün doğmadan uyanmış. Elini yüzünü maşrapadaki suyla yıkıyor. Soğuk suyla yıkanan eller yer yer çatlamış. Omzundaki işlemeli havluyla kurulanıyor. Belli ki üşümüş. Başı dik yaşamın simgesi ellerini ateşe tutuyor. İki temiz el… Öpülesi eller… 06.30-07.00’de işe gidecek eşine ve çocuklarına kahvaltı hazırlıyor.
Bir işçi kahvaltıdan önce merdivenle odun yığınının üzerine çıkıyor. Ağzında sigara… Piramidi çağrıştıran meşe yığınından ovaya yayılan dumana aldırış etmiyor. Havasız ortamda günlerce yanan meşe odunlarını kontrol ediyor. Akşam yorgun düşen duman yeniden kuvvet topluyor. Sigarasını ağzından düşürmeyen işçi son bir nefes daha çekiyor.
Dumanla kaplı ovada karaltıya dönüyor işçi.
Anne, sacayağı işlevi gören üç taş üzerinde, odun ateşinde demlenen çayı sofraya taşıyor. Artık kahvaltı hazır. Ailece oturuyorlar sofraya. Tandır ekmeği, otlu peynir, haşlanmış yumurta ve zeytinle karınlarını doyuruyorlar. Odun ateşinde demlenmiş kaçak çayı yudumlayan işçiler iş başı için traktöre biniyor. Saat 07.00…
Ovayı yaşanmaz hâle getiren duman, havanın ısınmasıyla birlikte yükseliyor, yüksek tepeleri ve çıplak dağları aşarak bulutlara kavuşuyor. Duman bulutlarından habersiz Erzincanlılar yağmur yolu gözlüyor.
Koyunlarını otlatan üniversiteli çoban bir kayanın üzerine oturmuş, odun işçilerini seyrediyor.
Ağustos’ta başlamışlardı çalışmaya. Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım… Sonbahara veda zamanı. Sararan kavak ağaçları yapraklarını dökmeye başladı. Kavağın sararmış ya da kızıla bürünmüş yaprakları rüzgârda savruluyor. Meşe, hâlâ yeşil yapraklarıyla kışa kafa tutuyor. Orman işçilerinin barınaklarına doğru akan minik dere yer yer buz tutmuş. İlkel barınaklardan yayılan çocuk çığlıklarına kulak veriyorum. Yaşıtları şu saatlerde ekran karşısında… Onlar TV ya da bilgisayar başında derslerini izleyen yaşıtlarından habersiz, bir eğitim yılını yarılamak üzereler. Çok değil, birkaç yıl sonra memleketin başka bir köşesinde odun kömürü için işçiye ihtiyaç duyulduğunda, onlardan iyisini mi bulacaklar. Çocuk yaşta tanıştıkları dumanı ömür boyu soluyacaklar. Zorunlu eğitim çağındaki çocukları merak eden namuslu bir eğitim yöneticisini boşuna arıyor gözleriniz. Pahalı ciplerle tozu dumana katan çürümüş siyaset esnafının kirliliği zafere dönüştürme becerisine hayıflanıyorsunuz.
Kasım ayı ortaları… Çadırlarda barınan orman işçileri gün batımından sonra iyice üşümüş olmalı. Yakında memleketlerine geri dönecekler. Girlevik ve Çağlayan’da Ekim ayının son günlerinden bu yana evlerde soba yakılıyor. Orman işçileri hâlâ çadırda. Bu soğuk günde ilkel barınağın kapısını aralıyorum. Kedisine sarılan Dilan’a, üzerine duman kokusu sinmiş babasına, soğuktan elleri çatlamış annesine Rıfat Ilgaz’ın (1911-1993) son şiirini okuyorum:
Elim birine değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım
(Erzincan Çağlayan, 13 Ocak 2021)