Diyarbakır’da görev yaptığım Yahya Kemal Beyatlı İlköğretim Okulunda yaklaşık 6 bin öğrenci öğrenim görüyordu. Okulda ikili öğretim yapılıyordu. 125 dolayında öğretmenin görev yaptığı okulda üç öğretmenler odası bulunmaktaydı. Biri prefabrik olmak üzere, toplam üç binada eğitim hizmeti verilen okulun iz bırakan bir müdürü vardı.
Okul Müdürümüz Nevzat Kıvılcım titiz, dürüst, çalışkan bir yöneticiydi. Zamanının büyük bölümünü ayakta geçirirdi. Hareket hâlinde olmak, yaşam tarzıydı. Okul bahçesi, öğretmenler odası, koridorlar Nevzat müdürümüzün uğrak yerleriydi. Okul bahçesindeki çöpleri topladığında bizler mahcup olurduk. Nevzat Bey, zaman çizelgesine uyulması için de büyük çaba harcardı. Arada bir derslere geç girildiğinde, öğretmenlere üzüntüsünü şöyle dile getirirdi:
“Merhamet edin!”
Derslere girişteki isteksizlik, çıkış saatlerinde sona ererdi. Basamaklar ikişer ikişer inilir, okul bahçesinde öğrenci dalgası yarılarak yol alınırdı. Son dersten çıktığımda öğretmenler odasındaki sessizlik dikkatimi çekerdi. O saatlerde öğretmen arkadaşların büyük bölümü okuldan ayrılmış olurdu.
Aradan yıllar geçti, alışkanlıklar değişmedi. Okulu bir an önce terk ederek mahalle kahvesinde oyuna oturma alışkanlığı, öğretmenlerin ‘millî görev’lerinden sayılmaya başlandı. Kahveciler, masada unutulan yıllık plan defterleri ile birlikte peşimizden az koşturmamıştır. Bazı defterlerin, muhtarlıklarda unutulan kimlikler gibi, kahvehanelerin penceresinde teşhir edildikleri günler unutulmuş değil. Yıllık plan yapma zorunluluğu kaldırılınca öğretmenler kadar kahveciler de rahat bir nefes aldı.
Şevket Süreyya Aydemir İlköğretim Okulunda tam gün eğitim verilmektedir. Derse giriş saati 09.00, akşam çıkış saati ise 15.00’tir. Saat 15.00’te okulun çıkış zili çalar. Kapıda bekleyen öğrenci velileri çocuklarını güvenli biçimde eve götürme telaşındadır. Çocuklar merdivenlerden inerken onları ikiye ayırarak ilerleyen öğretmenler dikkat çeker. Sıkışıklıktan yakınanlar da olur. Aracını okul bahçesinde park edenler kornayla yol açmaya çalışır. Arada bir pencereden başını uzatarak öğrencilere öfkeyle bağıranlar da yok değil:
Kızım kenara çekil! Kornayı duymadınız mı?
Oğlum, yol versene!
Hanımefendi, sağa kay…
İyi günler beyefendi, arabanızı biraz sağa çeker misiniz?
Şunlara bak ne görgüsüz insanlar, hiç kimse yol vermiyor.
Zil çalar çalmaz aracıyla soluğu dışarıda alanların yaratıcılığına diyecek yok doğrusu. Birçok öğretmen toparlanmaya çalışırken öğrencileri egzoza boğarak okuldan uzaklaşanlardan söz ediyoruz.
Zili, çalmadan önce mi duydular acaba?
Yangın merdiveninden mi dışarı çıktılar?
Pencereden mi atladılar?
Paraşüt kullanma olasılığı düşük de olsa akla gelmiyor değil.
Rıza Öğretmen, sınıfından, öğretmenler odasında kendi paltosundan başka palto-kaban kalmadığından emin ayrılıyor. Saniyeler içinde okulun boşalması, yağmalanan arı kovanlarını çağrıştırıyor. Güçlü arıların istilasına uğrayan zayıf arılar kısa sürede âdeta yok oluyor ve geride bomboş bir kovan kalıyor.
Erken ayrılanlar, zili, diğer öğretmenlerden önce duymuş olmalarını güçlü işitme yeteneklerine borçlu olabilirler mi?
Bir insan 100 yard uzaktan duyabilir. Kediler ultrasonik sesleri duyma konusunda da yeteneklidirler. Bu sesler insanların duyabileceği seslerin çok ötesindedir. İnsanın duyabildiği en yüksek frekans saniyede 20 kHz ‘dir. Ancak kedilerde bu 65 kHz’dir (Mynet, 2016).
Bilim, bazı insanların, çeşitli canlılarda rastlanan gelişmiş duyma yeteneğine sahip olduklarını keşfedememiş olabilir mi? Kulak-burun-boğaz uzmanlarının, çalmayan zili duyabilen öğretmenlerin duyma yeteneklerini iyi araştırmaları gerektiği kanısındayım.
Bir öğretmenin bazı canlılardan daha iyi duyma yeteneğinden dolayı ayrıcalıklı oluşunu doğal karşılamalıyız. Bu durumda, okulu hızlıca terk etmelerini özel yeteneklerine borçlu olduklarını düşünerek mutlu bile olabiliriz.
Sadece öğretmenler mi?
Sorunun öğretmenlerle sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Kamu ya da özel kurum ve kuruluşların çalışanları, tükenmişlik duygusuyla yüz yüze. Tükenmişlikte yöneticilerin keyfi tutumları, liyakatin önemsenmemesi, adil olmayan ödül ve ceza sistemi, millî devletin tasfiye sürecinde kamu kurumlarının bilinçli olarak yıpratılması vb. çeşitli etkenlerin rolünden söz edilebilir.
Tükenmişlik, işimize yabancılaştırıldığımızın göstergesi. İşimizi sevmiyoruz. Vergi memuru, nüfus memuru, tapu memuru, hastane personeli fark etmez, işimizden dolayı mutsuzuz. Mutsuz olduğumuz için, işi bize düşenlere karşı kayıtsız davranmayı tercih ediyoruz. İşimizi niçin sevmediğimiz konusu, irdelenmeye muhtaç. Yolunuz hastaneye düştüğünde çalışanları dikkatlice gözlemleyin, daha iyi anlarsınız. Vergi dairesinin kapısı, kayıtsızlıktan dolayı, bize soğuk gelmiştir hep. (Bu arada vergi ödemelerimizi yapan arkadaşım Adem Dere’nin sabrına hayran kaldığımı belirtmeliyim).
Çalıştığımız kurumun kapısı da bize hep yabancıdır. Merhaba demek için kapısını çaldığımız amirlerimizin aşağılayıcı, kibirli bakışları onların ne iş yaptıklarını ve o makamda niçin oturdukları konusuna açıklık getirememektedir (Amirlerimiz kime hizmet etmektedir?).
Kuşkusuz işine özen gösteren, çalışkan ve fedakâr bir öğretmen ve yönetici kuşağı, her şeye karşın, varlığını sürdürüyor. Diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da görevini titizlikle yürütenler azımsanmayacak sayıda. Bütün bunlar çalışma hayatımızda işlerin yolunda gitmediği gerçeğini değiştirmiyor. Kalkınmak için silkinmeye ihtiyacımız var. Çalışmak, üretmek, halka hizmet etmek, görev ve yetkilerimizi kamu yararına kullanmak en büyük mutluluktur.
Haydi iş başına!
(Körfez, 15 Eylül 2016)
Kaynakça
http://www.mynet.com/trend/cevaplar/soru-cevap/hayvanlarin-isitebildikleri-ses-frekanslari-nelerdir-/6495209 Erişim: 08.07.2016