13 yıl önce kaleme alınan bu yazı,, Öğretmen Dünyası’nın Şubat 2004 tarihli 290. sayısında yayımlanmıştır. Yazı, eğitime darbe sürecinde Türk eğitim sisteminin Atatürkçü, bilimsel, millî, halkçı ve laik niteliklerini hedef alan uygulamalarda, merkez medyanın rolünü hatırlatmak için yeniden yayımlanmaktadır. Yazı, dil ve yazım yönünden Türk Dil Kurumunun güncel Yazım Kılavuzu esas alınarak düzenlenmiştir.
Abbas Güçlü… Milliyet gazetesinin eğitim yazarı. Türkçenin eğitim dili olmasına tepki gösteren; eğitimi devletin sırtında yük olarak gören; devlet okullarında ücretsiz kitap dağıtılmasına karşı çıkarken, özel okullara parayla satılmasına ‘isyan’ eden; liselerin dört yıla çıkarılmasını angarya olarak nitelendiren; özel okullara vergi ‘kıyağı’ için Maliyeyle pazarlığa girişen bir yazar… Yazar, ‘gücünü’ yetenek ve birikimlerinden mi, yoksa patronundan mı alıyor? Ulusal eğitimi savunan Cumhurbaşkanımızı, ‘bilgisizlik’le suçlama cesaretini kimlere borçlu? Diyalog, ulusal ve halkçı eğitim davasına neden ilgisiz? Köşe, hangi toplumsal kesimlerin eğitime bakış açısını yansıtıyor? Velileri torpile yönlendiren yazara göre, Aydın Doğan işlerini neden büyütüyor? Abbas Bey’le ulusal devlet düşmanlarını buluşturan gerçekler… Bir zamanlar Abdi İpekçilerin yönettiği gazetenin eğitim yazarı, basın özgürlüğünü Aydın Doğan’a borçlu olduğunu nasıl söyleyebiliyor? Öğretmen ve öğrencilerle ‘dalga’ geçilen köşeye ciddi araştırmalar mı, yoksa yüzeysel yaklaşımlar mı damgasını vuruyor?
Gazetelerin köşe yazarlığı ile ilgili temel ölçüt nedir? Başarılı çalışmalara imza atmak, mesleki birikim ve deneyime sahip olmak, köşe yazarı olmak için yeterli midir? Gazeteler, işlevi önceden belirlenen köşeye uygun bir ‘yazar’ mı arıyor, yoksa köşe, kendi yazarını mı yaratıyor?
Bir gazeteciyi, ulusal çıkarlarımız yerine yabancı ülkelerin çıkarlarını savunmaya zorlayan etken ne olabilir? Ulusal kültüre karşı kozmopolit kültürü savunmak, yurtsever bir gazetecinin görevi olarak kabul edilebilir mi? Bu soruların hepsinden daha önemlisi, Türk yayın organlarında Türkiye karşıtı yazılar yazma özgürlüğü hangi gereksinimden kaynaklanmaktadır?
Yayın organlarının bu ‘özel’ sütunlarıyla ilgili onlarca soru uzayıp gidiyor. Sorular, kamuoyu yaratma ve yönlendirme işlevi gören ‘köşe’lerde ciddi sorunların varlığına işaret etmektedir. Zaman zaman bazı yazı ve yorumlar, insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Özellikle son yıllarda köşelerin saygınlığı azalırken, gazeteler, sütunlara ‘eleman’ kazandıran kuvvetlerin programına alet olmaktadır.
Sütunlara yüklenen işlev, ulusal devletin tasfiyesi olunca, bu doğrultuda yapılan her yayın basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. Kıbrıs’a ihanet ve ulusal kurumların yıpratılması ile ilgili yayınlar doğal karşılanır. Kimi yayın organları bu konuda bütünüyle fethedilmiştir.
Köşelerden Türkiye’ye hücum yapılırken ölçü kaçırılmaktadır. Gazete sayfaları, ülkemizi hedef alan dış güdümlü saldırıların mevzisi haline getirilmiştir.
Düşman, fethettiği gazetelerden Türkiye’ye kurşun yağdırmaktadır!
Ulusal bir televizyonda, halkın çoğunluğunun pek de haberdar olmadığı bu yazılar gündeme getirildiğinde, milletimizin duyarlılığı ve gücü de ortaya çıkarılmış olur!
Ulusal devletin son kalelerinin henüz düşürülemediği o zaman görülecektir!
Bu yazıda, yukarıda özetlemeye çalışılan genel durum, eğitim boyutuyla ele alınacaktır. Milliyet Gazetesi’nin Diyalog köşesinde düzenli yazılar yazan, Kanal D’de eğitimle ilgili programlar sunan Abbas Güçlü’nün, bu yazının konusu olmasının birkaç nedeni bulunmaktadır: Milliyet eski ve etkili bir gazetedir; yüz binlerle ifade edilen okuyucu kitlesine ulaşmaktadır. Ayrıca, etkili bir gazetenin eğitim yazarının görüşleri, Türkiye hakim sınıflarının bir kesimini ifade etmesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.
Bu yazıda Abbas Güçlü’nün, Milliyet’in Diyalog köşesinde yayımlanan yazıları ile ilgili değerlendirmelere yer verilecektir. Bütün yazılar Milliyet’te yayımlandığından dolayı, ayrıca kaynak belirtilmeyecek ve sadece tarihlere yer verilecektir.
Cumhuriyeti Savunmak, İnatlaşmak mı?
Üniversitelerde 2003-2004 eğitim-öğretim yılına başlanırken, rektörlerin Cumhuriyeti savunma konusunda yaptığı konuşmalar A.Güçlü’yü rahatsız etmiştir. 9 Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı’nın, “Temel hedefimiz aklı ve bilimi temsil eden Atatürkçü düşünceyi Türkiye genelinde korumak. Bu uğurda yeni Kubilay’lar gerekiyorsa, biz yeni Kubilay olmaya hazırız.” (Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, 25-26.09.2003) demesi, A. Güçlü’ye göre “Birinin abartılı konuşması”dır (26.09.2003). Rektörlerin Cumhuriyete olan bağlılıklarını dile getirdikleri konuşmaların Başbakan tarafından “edepsizlik” olarak değerlendirilmesi (Cumhuriyet, Hürriyet, Yeniçağ, Milliyet, 25-26.09.2003), üzerine rektörlerin tepki göstermesi Milliyet’in Diyalog köşesinde (27.09.2003) “inatlaşma” biçiminde yorumlanıyor! A.Güçlü, aynı tarihli yazısında, rektörlerin Cumhuriyet Devrimini savunma kararlılığına bir de tehdit savuruyor: “ … İş daha fazla çığırından çıkmadan akıl ve sağduyunun öne çıkması gerekiyor.” Yazara göre, Cumhuriyeti savunma kararlılığı, akıl ve sağduyudan yoksunluk anlamına geliyor!
ADD ve üniversitelerin öncülüğünde 25 Ekim’de Anıtkabir’e yapılan büyük ve görkemli Cumhuriyet yürüyüşü, Abbas Güçlü tarafından tepkiyle karşılanmıştır: “Durduk yerde gerginlik yaşanıyor. Rektörlerin yürüyüşü tartışılabilir. …. Hükümet, bilerek isteyerek, inatla onları bu noktaya çekti. Sanki kriz istiyor. Kriz yaratma konusunda rektörler ve Çankaya’nın tutumu da hükümetinkinden farklı değil. Kısasa kısas. Olay giderek rejim kavgasına dönüşüyor. Aklıselim artık galip gelmeli. … Şu günlerde rüzgar eken fırtına biçer.” (26.10.2003).
Görüldüğü gibi, köşede, ulusal devletin kazanımlarının tasfiyesi bir rejim sorunu olarak algılanmamakta, Cumhuriyet için ayağa kalkan üniversiteler ‘kriz’ yaratmakla suçlanmakta ve tehdit edilmektedir!
Yazar, ‘Özgür Ortam’ı Patronuna Borçluymuş!
Abbas Güçlü, patronu Aydın Doğan’la ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Babacandır, dürüsttür, girişimcidir, paylaşımcıdır, yüreklidir, ülkesini, dostlarını, çalışanlarını, hemşerilerini fazlası ile sever.Biz gazeteciler açısından onu farklı kılan ise, basın için en temel koşullardan birisi olan, özgür yayın ortamını yaratmasıdır” (28.09.2003). Aynı yazıda, A.Doğan’ın, özgür basın için işlerini büyüttüğü de öne sürülmektedir!
Diyalog, bir tür Aydın Doğan biyografisidir. Patron, satır aralarında değil, ‘başköşe’de ağırlanmaktadır. Sütunun yazarı, patronuyla neden gurur duyduğunu açıklamak için dizi bile hazırlamaktadır: Köşeyazarı, “Patronumla gurur duyuyorum (5). Çünkü…” diye başlayan yazısında, patronuyla ilgili olarak şunları belirtiyor: “Evet, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz derler. … Evet patronumla gurur duyuyorum. Onun yaptıklarını, diğer patronların yapmadıklarını gördükçe bu gururum daha da artıyor.” (27.07.2002).
Türkçe Eğitim Rahatsızlığı
Diyalog, eğitim sorununa Türkiye’den değil, çok uluslu şirketlerin penceresinden bakmakta ve bu bakış açısı köşeye damgasını vurmaktadır. Yazar, her fırsatta yabancı dille eğitimi savunmakta ve ulusal dille eğitimi savunan yurtseverleri suçlamaktadır.
MEB’in, fen ve matematik derslerini Türkçe okutma kararı, Abbas Güçlü tarafından “Anadolu liselerini çökertme” biçiminde yorumlanmıştır (30.04.2003). Yazının devamında, liselerin 4 yıla çıkarılması üniversiteye devam etmeyecek öğrenciler için angarya olarak nitelendirilmiştir!
Zorunlu eğitimin kapsamı üniversiteye girecek öğrencilerle sınırlandırılırsa, temel eğitimin 8 yılın üzerine çıkarılması olanaksız hale gelir. Bu açıdan bakıldığında, yazar, nesnel olarak zorunlu eğitimin süresinin uzatılmasına karşı çıkmaktadır!
Yazar, “Anadolu liseleri ne olacak?” (01.05.2002) başlıklı yazısında, liselerin 4 yıla çıkarılmasıyla birlikte Anadolu Liselerinde yabancı dille eğitime son verileceği, buna gerekçe olarak da öğrencilerin üniversite sınavlarında zorlanmalarının gösterildiğini belirttikten sonra şunları yazıyor: “Siz bunu külahıma anlatın! Dershaneye giden öğrenciler arasında Anadolu lisesi öğrencilerinin oranı yüzde 3’ü bulmaz.” (Bu oranın nasıl belirlendiği, herhangi bir bilimsel araştırmaya mı, yoksa ‘tahmin’e mi dayandığı belirsizdir). Anadolu liseleri ile ilgili söz konusu makalede, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasına duyulan tepkinin diğer bir nedeni de yabancı okulların kapanma olasılığıdır.
Denebilir ki, köşe, okullarda Türkçe eğitim yerine yabancı dille eğitimin savunulması için özel olarak ‘tahsis’ edilmiştir! İşte konuyla ilgili birkaç cümle: “İlle de Türkçe eğitim deniliyor. … Yabancı dil öğrenmenin, yabancı dille eğitimin, çocuklarımızı milli kültürümüzden uzaklaştırdığı, ana dilimizi körelttiği ise tam anlamı ile bir safsatadır.” (19.03.2003). Yazar, dolaylı olarak, yabancı dille eğitime karşı yürütülen ulusal eğitim mücadelesini yabancı dil öğrenmeye karşıymış gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa Türkçe eğitimi savunan aydınlar, yabancı dil eğitimine değil, yabancı dille eğitime karşı çıkmaktadırlar.
Cumhurbaşkanımızın, Eğitim Hakkını Savunma Komitesi (EHSK)’ni kabulünde, kurul temsilcilerine yabancı dille eğitim ve vakıf üniversitelerine karşı olduğunu ifade etmesi “patronuyla gurur duyan yazar”ın, işi Cumhurbaşkanına hakarete kadar vardırmasına neden olmuştur: “Anlaşılan Cumhurbaşkanı Sezer’in de eğitim konusunda fazlaca bilgilendirilmesi gerekiyor. Söyledikleri ilk bakışta alkışlanacak gibi gelse de, önemli bir bölümü polemik yaratmanın ötesinde yeni bir şey değil. Kimlerdir bilmiyoruz ama bu konuda eğitim danışmanlarına önemli görevler düşüyor.” ( 09.11.2000).
Eski MEB Müsteşarı Bener Cordan’ın, EHSK üyelerinin ziyareti sırasında, yabancı dille eğitime karşı olduğunu açıklaması da Diyalog’u rahatsız etmiştir: “Türk millî eğitimini on yıldır … Cordan yönetiyor. Bakanlar sadece gelip gidiyor. Sonuç ortada. Siz hâlâ eğitim sorunlarının çözüleceğinden umutlu musunuz?” (11.07.2001).
Özel Okul Sözcülüğü
Milliyet’in eğitim sayfası ulusal, halkçı ve parasız eğitimle ilgili konularda ‘diyalog’a kapalıdır. Çünkü köşeye göre, eğitim devletin üzerinde bir yüktür. Bu nedenle özel okulların önündeki engeller kaldırılmalıdır (24.04.2002).
Yazar bir başka yazısında da benzer görüşler dile getiriyor: “Devlet tek başına eğitim yükünün altından kalkamıyor. Özel okulculuk da gelişeceğine batma noktasına geliyor. Devletin üzerindeki eğitim yükünün azalması ve sunduğu olanakların daha iyi duruma gelmesi için kaliteli özel okulların sayısının artması, olmazsa olmaz kural.” (13.05.1999).
Diyalog’un yazarı, kolej zamları gündeme geldiğinde, adeta okul yöneticileriyle pazarlığa kalkışıyor! Özel okulların büyüsüne kapılan yazar, Maliye’nin vergi oranlarını düşürmemesine tepki gösterirken, çocuklarını özel okuldan almaları durumunda velilerin psikolojilerinin bozulacağını ileri sürüyor (19.04.2002).
Özel okullardan ilgisini esirgemeyen Abbas Güçlü, kolejler adına Maliye’yle yürüttüğü KDV pazarlığını her yıl sürdürüyor: “Eğer, KDV ve fantezi sever okul sahiplerinin keyfi harcamaları asgariye indirilmez ise özel okullar bu yıl da kan kaybetmeye devam eder. Bu da hiç iyi olmaz.” (27.06.2003).
Yazar KDV pazarlığını bir başka yazısında da sürdürüyor. Kolej ücretlerinin 20 milyara kadar çıkması, özel okulları eğitimin olmazsa olmaz koşulu olarak gören yazarı harekete geçiriyor: “Şimdi bu durumda bazılarınız parası olmayan çocuğunu koleje göndermesin diyebilir.Ama kazın ayağı öyle değil. Türkiye’de ailelerin çoğunluğu çocuğunu keyiften değil zorunluluktan koleje gönderiyor. … Velilerin en çok ağrına giden de devletin olaya bakış tarzı. Hemen her sektörü destekleyen devlet, öğrenciler sanki beş yıldızlı restoranda keyif için yemek yiyorlarmış gibi yüzde 18 KDV alıyor. Aynı şekilde okul servislerinden de. Öğretim ücretinden bile yüzde 8 KDV alıyor. Birçok ülke üzerindeki yükü hafiflettiği için özel okullara çocuklarını gönderene katkıda bulunurken, bizimkilerin vergilendirmesi anlaşılır gibi değil. Türkiye’de eğitimin sorunları neden azalacağına çoğalıyor? İşte bu kafa yüzünden.” (31.05.2002).
Özel okul sahipleri sorunlarına çözüm aramak için sık sık Diyalog’a gereksinim duymaktadır: “Ücretler konusunda, kolej sahipleri ‘aldığımız paranın yarısı devlete vergi olarak gidiyor’ şeklinde yakınıyorlar” (13.05.1999).
Yazarın düşünceleri art arda sıralandığında, bir dizi çelişki ve tutarsızlık karşımıza çıkıyor. Ailelerin çocuklarını zorunluluktan (hangi zorunluluk?) kolejlere gönderdiği, bazı ülkelerde (hangi ülkeler?) devletin sırtındaki ‘yük’ü üzerinden atmak için özel okullara destek verildiği (bizde de fazlasıyla veriliyor!), bizde ise yemeklerden bile KDV alındığı, bu nedenle eğitimin sorunlarının arttığı öne sürülüyor! Hem eğitimi devletin sırtında yük olarak kabul edeceksiniz hem de özel okullara destek isteyeceksiniz! Devlet, misafirini otelde yatıran ev sahibi konumuna düşürülüyor. O zaman devletin sırtından hangi ‘yük’ kalkmış olacak? Türkiye’de bütün devlet okullarında öğrenciler yedikleri yemeğin, bindikleri taşıtın KDV’sini ödemektedir. Sadece özel okul öğrencilerini KDV’den muaf tutma düşüncesi tek sözcükle ifade edilecek olursa, gülünçtür.
Her fırsatta özel okulların ödedikleri vergileri gündeme getiren Abbas Güçlü, özel okullara olan talebin artırılmasının devletin görevi olduğunu, bu nedenle vergi oranlarının sıfırlanması gerektiğini belirtiyor: “Böylece aklından hiç özel okulu geçirmeyen veliler de bu okullara yönelebilir ve böylece hem boş kontenjanlar dolar hem de sektör büyür. Dolayısı ile devletin sırtındaki eğitim yükü de hafiflemiş olur.” (11.05.2003). Birazcık ekonomi bilgisi olan kişi bile, bu önerilerle devletin sırtındaki ‘yük’ün azalmak bir yana daha da artacağını rahatlıkla söyleyebilir.
TED Ankara Koleji, bir yıllık anasınıfı ücretini 24 milyar olarak belirleyince, yazar, eşitlik ilkesini ve Anayasa’nın hiç kimseye ya da bir gruba ayrıcalık tanınamayacağı maddesini hatırlıyor! Yazara göre, bu rakam, eşitliğe aykırıdır. Demek ki bu rakam birkaç milyar aşağı çekildiğinde ‘eşitlik’ sağlanacaktır!
Eğitim, Belediye Başkanlarının Asli Göreviymiş!
Abbas Güçlü, devletin, eğitim yükünün (?) altından tek başına kalkamayacağını öne sürerek, okul binalarının halk desteği ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerektiğini dile getirmektedir (24.04.2002). Bir gazetenin köşe yazarının, eğitimi devletin sırtında yük olarak görmesi, ‘cehalet’le açıklanamaz. Bu yaklaşım, Türkiye’nin işbirlikçi kesimlerinin (Avrupacı -Amerikancı) eğitime bakış açısını yansıtmaktadır. Eğitimi devletin sırtında ‘yük’ olarak görenlere projektör tutulduğunda, ortaya, hortumculuk, ulusal devlet düşmanlığı, mezhepçilik ve etnik ayrımcılık olgusu çıkar.
Benzer düşünceler bir başka yazıda da dile getirilmiştir: “Eğitim seferberliği, kaymakam ve belediye başkanlarının asli görevi olmalıdır. … Yoksa bu ülkede eğitimden ve kalkınmadan söz etmek hoş bir seda olmanın ötesine geçemez.. … Eğitimin Ankara’dan düzeltilmesini beklemek, yeni hayal kırıklıkları yaratmanın ötesinde hiçbir şey kazandırmaz.” (06.09.2003).
Eğitimi yerel yönetimlere devretmek, hükûmetin bugüne kadar başaramadığı projelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin bölünmesine hizmet edecek bir ‘reform’ kabul edilebilir mi? Eğitim-öğretim hizmetlerinin fiilen mezhep, tarikat ya da etnik grupların denetimine bırakacak bir girişimin demokrasi adına desteklenmesine olanak yoktur. Eğitim devletin görevi olmaktan çıkarıldığında, geriye, ne savunulacak bir devlet ne de Cumhuriyet kalır. Cemaatlerin, alt-üst kimliklerin müdahalelerine açık bir eğitim Türkiye’nin millî direncini kırar, felç eder!
“Diyalog”un Anahtarı: AB
Abbas Güçlü, hükümetin eğitim programına ciddi bir eleştiri yöneltmek bir yana, destek vermektedir. (Hükümetin doğru uygulamaları elbette desteklenecektir. Fakat ulusal devleti yıkıma sürükleyen, eğitimde ulusal kimlik yerine, yerel yönetimler yoluyla etnik kimlik ve mezhepçiliğin ‘ikame’ edilmesi vb. stratejik öneme sahip kararları alkışlamak, eğitim yazarının görevi olarak kabul edilebilir mi?). Köşeden, Cumhuriyeti ve ulusal devleti hedef alan sözde reformlara karşı direnen üniversiteler ve YÖK, gerginlik yarattıkları savıyla, yaylım ateşine tutulmaktadır. Güçlü’nün, özel okullara devlet olanaklarıyla öğrenci alınması, eğitimde özelleştirme, eğitim hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilmesi, yabancı dille eğitim vb. konularda hükümetten farklı bir tek düşüncesi bile yoktur!
Hükümetle AB konusunda uzlaşan, AB’nin eğitimle ilgili dayatmalarına da koşulsuz olarak teslim olur. Çünkü Kemalist eğitimin bütünüyle tasfiyesi, ulusal eğitimin yerine vatansızlığın ‘ikamesi’, devlet okullarının çökertilmesi AB programının doğal bir sonucudur.
Eğitimle ilgili özgün düşünceler ve çözüm önerileri üretemeyen yazarın, günlük yazı yazma zorunluluğundan olsa gerek, birçok yazısının da ciddi araştırmalara dayandığını söylemek olanaksızdır.
Diyalog, önemli eğitim sorunlarında tarafları “uzlaştırma”ya çalışırken, bir anlamda, hükûmet adına kamuoyunu ikna etme rolünü üstlenmektedir. Hükûmetin bile çekinerek dile getirdiği bazı tasarılar, sütunun yazarı tarafından rahatlıkla savunulabilmektedir. İktidarla YÖK’ü karşı karşıya getiren meslek lisesi öğrencilerine diledikleri fakülteye girme hakkının tanınması girişimi, Güçlü’nün köşesinde şu ‘ara formülle’ yankı bulmuştur: “Bir defaya mahsus olmak üzere tüm öğrencilerin önü açılabilir.” (04.10.2003).
Yazıda, ‘ara formül’e direnmenin, gerginliğe davetiye çıkaracağı öne sürülerek, iktidarın dayatmalarına direnen üniversiteler hedef alınmıştır. Ciddi bir eğitim yazarının, ÖSS gibi önemli bir sınavda ‘bir defalık’ çözümün mümkün olamayacağını bilmesi gerekir.
Yazar, MEB’in meslek liseliler yararına (?) katsayı artışı ile ilgili girişiminin 2004 ÖSS’ye yetiştirilemeyeceğinin anlaşılması üzerine, ÖSYM’nin başvuru kılavuzlarının zamanında basımını engellemek amacıyla yine YÖK’ü hedef almıştır: “YÖK’ün kılavuz oyunu. …. YÖK …. sınav sisteminin değiştirilmesini sekteye uğratma içerisinde. YÖK ay sonunda toplanarak ÖSS kılavuzlarının basımı için karar alacakmış. Eğer her yıl olduğu gibi kasım başında basılmaz ise ÖSS sekteye uğrar demişler. Bu söze, bugün artık sadece kargalar inanır. Sınav haziranda ve daha sekiz ay var. Bu süre içerisinde sınav sistemi on defa değişir, kılavuzlar da on defa basılır.” (19.10.2003).
Görüldüğü gibi, yazar da, kılavuzların ÖSYM tarafından her yıl kasım ayı başında basıldığını kabul ediyor. Demek ki ne YÖK ne de ÖSYM herhangi bir oyun içerisinde değil; bu kuruluşlar olağan görevlerini yapıyorlar. Türkiye’de mesleki ve teknik eğitime darbe vuracak (Soruna sadece İHL boyutuyla bakılamaz) bir girişimin kısa vadede başarıya ulaşamayacağının anlaşılması, sınavda ‘bir defalık çözüm’ün ‘mucidini’ çileden çıkarmıştır!
TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından başkan adayı olarak seçilen ve dosyası aylarca Başbakanlıkta bekletilen Prof. Dr. Namık Kemal Pak’ın yerine hükûmet tarafından Prof. Dr. Nükhet Yetiş’in önerilmesi, Diyalog tarafından olumlu karşılanmıştır!
Yazarın, TÜBİTAK’ın özerkliğine darbe niteliğindeki müdahaleye onay vermesi, rolünün anlaşılması bakımından da ilginç bir örnektir.
Köşede, Nükhet Yetiş’le ilgili tarikatçılık iddialarının somut olmadığı, söz konusu öğretim üyesinin yazarı rahatsız eden bir hareketine rastlanmadığı ifade edilmektedir (05.10.2003). (Yazarın, hangi hareketlerden rahatsız olduğu/olacağı da merak konusudur. Çünkü YÖK, TÜBİTAK ve üniversiteler, ulusal devleti savunmak için ayağa kalkınca, yazar tarafından gerginlik yarattıkları ve ipleri gerdikleri savıyla suçlanmışlardır).
İstiklal Marşı’nı 8-10 Kişi Söylüyormuş!
Yazar, adını açıklamadığı bir okulda bin kişilik öğretmen, öğrenci, veli grubundan İstiklal Marşı’na katılanların sayısının 8’i, 10’u bulmadığını öne sürüyor (16.09.2003). Yazıda bu ‘heyecansız’ törenin hangi okulda gerçekleştirildiği belirtilmemiş. Doğrusu, eğitimle ilgili konularda sürekli yazı yazan bir gazetecinin, okullarda İstiklal Marşı törenlerine katılım olmadığını belirtmesi, bir gerçeği değil, ‘özlem’i ifade etmektedir.
Abbas Güçlü’ye, pazartesi sabahı herhangi bir ilköğretim okulunda İstiklal Marşı törenini izlemesini öneririz. O zaman görecektir ki, her şeye rağmen, ilköğretim öğrencilerinin ulusal duyguları İstiklal Marşımıza güçlü bir biçimde yansımaktadır, yansımaya da devam edecektir!
Özel Okullara Bedava Kitap!
Milli Eğitim Bakanlığının, devlet okullarında parasız kitap dağıtması, Diyalog’da rahatsızlık yaratmıştır. Yazar, ücretsiz dağıtılan kitaplardan dolayı oldukça öfkelenmiş ve MEB’i suçlamıştır: “Zengin fakir demeden her öğrenciye bedava kitap vermek için yüzlerce trilyon lirayı havada savuran bakanlık…” (16.09.2003).
Devlet okullarında öğrencilere bedava kitap dağıtılmasına tepki gösteren sütunun yazarı, kitapların özel okul öğrencilerine ücret karşılığı verilmesine isyan etmiştir! “Devlet okullarında bedava dağıtılan kitaplar, özel okul öğrencilerine parayla satılıyor.” (19.09.2003). Yazının devamında, velilerin, çocuklarını özel okullarda kıt kanaat okuttukları öne sürülmektedir.
Devlet okulunda kitap dağıtılırken, zengin-yoksul ayrımı yapılması önerisi ilk anda olumlu bulunsa da, uygulama olanağından yoksundur. Öneri, ücretsiz kitap projesi başta olmak üzere, parasız eğitim olanaklarının yaygınlaşmasını engelleme girişimi olarak da değerlendirilebilir. Okul ortamında, oyun çağındaki çocukları zengin-yoksul biçiminde ayırmak gerçekçi değildir. Örneğin okullarda öğrencilere süt dağıtılırken, ‘zengin’ çocuklarına verilmeyecek mi? Ulusal gelirin dengeli dağıtılması ile ilgili tek satır yazmayanların, öğrencilere ders araç-gereçleri dağıtılırken ‘eşitlik’te ısrar etmeleri, ciddiyetten uzaktır. Düşünceyi ‘piyasa’ belirleyince, bütün insancıl değerler tartışılır hale geliyor.
Öğretmen ve Öğrencilere Alaycı Yaklaşım
Eğitim yazarı, fazla emek harcamadan yazdığı yazılarında öğretmen ve öğrencilerle sık sık ‘dalga’ geçmektedir: “Çalışanlar gibi öğrenciler de tatili çok seviyor. Yılın yarıdan çoğu tatille geçiyor ama yine de mutsuzlar. Hele hele son yarıyıl tatilinden hiçbir şey anlamadılar. Haklarının yenildiği görüşündeler. 15 günlük tatilin 9 günü zaten tatildi. Ayrıca okullar açık olsaydı, ne güzel kar tatili de olacaktı. Hepsi boşuna gitti diye sızlanıp duruyorlar.” (16.02.2003).
Atamalar konusunda öğretmenleri çirkin oyunlar içerisine girmekle suçlayan yazar, hızını alamayarak şunları söylüyor: “Parayı bastıran, beğenmediği tayin yerini rahatlıkla değiştirebiliyor. Bakanlığın … becayiş yolunu açık bırakması en fazla uyanıkların işine yarıyor. İyi kentlerden bir yere tayini çıkan, burayı 500 milyon lira ile bir milyar lira arasında başka bir yere pazarladıktan sonra, artık öğretmenlikten vazgeçip yeni tayin yerine gitmiyor” (30.11.1996). Bu yazıda da herhangi bir kanıta dayanmadan öğretmenlerin para karşılığında görev yerlerini ‘sattıkları’, para aldıktan sonra da öğretmenlikten vazgeçtikleri öne sürülmektedir! Kaç öğretmenin bu yöntem sonucunda görevinden ayrıldığı belirtilmemiştir. Görüldüğü gibi, suçlamada, bir haberin taşıması gereken özelliklerden (kim, ne, nerede, ne zaman) hiçbirine rastlanmamaktadır.
Abbas Güçlü, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı için kaleme aldığı yazısında bakın neler anlatıyor: “Bugün gençlik bayramı. Ne güzel. Hangi ülke gençliğinin bizim gibi bayramı var? Oh olsun onlara. Ne çocuk bayramları, ne de gençlik bayramları var. Bayramı olmayan gençliğe gençlik mi denir!.. Eh, bu arada gençliğin dağ gibi sorunları varmış. Olsun. Sanki büyüklerin sorunları yok mu? Ayrıca sorunsuz olur mu? Büyüklerimizin şimdi onca işi gücü varken, bayram da olsa, şimdi ortaya çıkıp “ne olacak bizim bu sorunlar” demek ayıp olmaz mı? (19.05.1999).
Yayınevi Patronunun Olunca…
Eğitime ayrılan köşe, zaman zaman reklam panosuna dönüşmektedir. Sözgelimi Nutuk çok sayıda yayınevi tarafından basıldığı halde, Güçlü, Milliyet okurlarına AD Yayıncılık’ın yayınladığı kitabı önermektedir (30.11.1996).
Milliyet, kupon karşılığı ÖSS hazırlık seti verince, Abbas Bey hemen harekete geçiyor. Köşede, ÖSS setinin, sosyal adaleti gerçekleştireceği öne sürüldükten sonra şu görüşlere yer veriliyor: “Milliyet’in ÖSS Hazırlık Seti’nde yok, yok. Konu anlatımları, soru bankaları, her ders ve her konu için ayrı ayrı altın değerinde püf noktaları ve daha neler neler. Hem de öyle yüzlerce kupona ve aylarca süren eziyete ve ekstra paraya değil. Milliyet ile birlikte bedavaya…” (01.10.2003).
Velilere Öneri:Torpil Bulun!
Yazar, çocuğunu iyi bir okula kaydetme konusunda görüşünü soran velilere şu önerilerde bulunuyor: “Yolunu, yöntemini, açıkladıkları kuralları söylüyoruz. Sınav varsa sınavı kazanmalarını, yoksa iyi bir torpil bulmalarını, o da yoksa yüklü bir bağış yapmalarını öneriyoruz” (13.05.1999).
“Özetin Özeti”:İstifa!…
Diyalog, genelde, “özetin özeti”yle noktalanmaktadır. Bu yazı da kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’nin derinleşen eğitim sorunlarına somut hiçbir çözüm üretemeyen, Türkçenin eğitim dili olmasına tepki gösteren, eğitimi devletin sırtında yük olarak gören, kendisini özel okullara ve patronuna adayan, öğretmen ve öğrencileri aşağılayan, ciddi araştırmalara dayanmadan kaleme aldığı yazılarında kendisiyle bile çelişen Abbas Güçlü’nün eğitime yapabileceği en büyük katkı, kuşkusuz, derhal istifa etmesi olacaktır.
Cumhuriyeti savunduğunu öne süren bir gazetede, Cumhuriyet savunucularını ve ulusal eğitimi çapraz ateşe tutan Diyalog; ulusal devlet düşmanlığıyla, Kemalist Devrim’in eğitim alanındaki kazanımlarının korunamayacağının en önemli kanıtıdır.
Bu olgu, ulusal eğitimin olmazsa olmaz koşulunun ulusal devlet olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Batıya yaslanarak ulusal eğitimi tırtıklayanları büyük bir yenilgi bekliyor.
Bütün olgular, Türkiye’nin kesinlikle kazanacağı tarihsel bir sıçramanın eşiğinde olduğunu gösteriyor
(*) Huriye Pak İlköğretim Okulu Derince/KOCAELİ