17 Ağustos 2018 Cuma günü saat 17.00’de Kırmızıköprü’den Uzuntarla (Hagaoderg)’ya gidiyoruz. Tünellerde birkaç fotoğraf çekiyoruz. Çağdaş, 4 numaralı taş tünelde (Tünele Keke Areyiz) fotoğraf çekiyor. 5 numaralı taş tüneldeki çekimlerden sonra Ağlayan Kayalar’da kısa süre dinleniyoruz. Kayalardan süzülen damlalarla ıslanıyoruz. Sebahat için, Ağlayan Kayalar acı ve hüzünden başka bir anlam ifade etmiyor. Kayalardan süzülen damlalara Sebahat’in gözyaşları karışıyor.
Çağdaş’la Melisa’nın, iki gün önce çöplerden arındırdığı Ağlayan Kayalar yine çöp içinde! Sigara paketleri, cam ve pet şişeler, ağaç dallarına takılan poşetlere öfkeleniyoruz.
Ağlayan Kayalar’da fotoğraf çeken/çektirenlerden geriye kalan bu utanç kalıntılarını toplayacak vaktimiz olmadığından, yola devam ediyoruz. Yol kenarında dikkat çekici görüntülerden biri de, kökünden sökülmüş, tohumu olgunlaşmamış sarımsaklar oluyor!
Araç terörü, doğal ortamlarda bile yakanızı bırakmıyor. Kara yolundan geçen araçların genelde hız sınırını aştığı görülüyor. Bu durum, yaban hayatı ve yaya güvenliğini tehdit ediyor. Dikkatsizlik, daracık yolda ölümlü kazalara yol açabiliyor. Annesi, trafikten dolayı kızının elini bırakmıyor. Ekin’in, elini tutan annesinden kurtulma çabası sonuçsuz kalıyor.
Uzuntarla’dan Vadiye Yayılan İyimserlik
Uzuntarla, Pülümür-Tunceli kara yolunun tahminen 27. km’sinde yer alıyor. Köy, Pülümür’den Tunceli yönüne gidildiğinde, yolun sağ üst tarafında kalıyor. Uzuntarla, Nazımiye’ye bağlı olsa da yörede yaşayanlar alışveriş için genelde Pülümür (Kırmızıköprü)’ü tercih ediyor.
Köyün ilkokul binası köylüler tarafından kullanılıyor. Kış mevsiminde kimsenin yaşamadığı köy, yaz mevsimimde cıvıl cıvıl. Kentlerde bunalan köylüler, yaz mevsiminde köye dönüyor. Köy, onların sadece nefes alıp verdikleri ferah bir ortam değil, çocukluklarına ve o eski mutlu günlerine birkaç günlüğüne de olsa kavuşmanın sevincidir.
Şu yeryüzünde insanları doğup büyüdüğü yerlerden koparmaktan daha acı bir olay yoktur. Başkaları için bir şey ifade etmeyen köyünüz, kasabanız, yaylanız, dereniz, ormanınız, masmavi gökyüzünüz sizin her şeyinizdir. İki göz ilkokul binanız, toprak damlı eviniz de öyledir. Kısa boylu öğretmeniniz, dünyanın en uzun boylu ve heybetli insanıdır. Anne, baba ve kardeşleriniz de öyledir.
Doğup büyüdüğünüz köyle ilişkiniz anne karnında başlamaktadır.
Anne karnındaki her çığlık, bin yıllara meydan okuyan ormanlara, dağlara, ovalara, derelere, vadilere, börtü böceğe, masmavi gökyüzüne yeniden hayat vermektedir. Doğa, annelerin yüreğinden kopan çığlıktır. Annelerin yüreğine koca bir dünyayı sığdırabilmesinin nedeni de budur. Siz, aslında doğup büyüdüğünüz köysünüz. Köy yollarında tozu dumana katarak koşan ve hiç büyümeyen bir haylazsınız! Çocukluğunuzun geçtiği yaylalarda ölünceye kadar oyun oynamaya devam edersiniz.
Cebinizde Hep Erzincan Leblebisi
Belleğinizi yoklayın, rüyalarınızı hatırlamaya çalışın, göreceksiniz ki siz hâlâ Erzincan Çelik lastiğiyle derede yıkanan o çocuksunuz! İşçi, çiftçi, esnaf, gazeteci, yazar, çizer, şair, avukat, doktor, öğretmen, müdür, şube müdürü, daire başkanı, doçent, profesör, ne olursanız olun, fark etmez, siz hep ortaokul ya da lise öğretmeninizin karşısında bir düğmesi eksik ceketini ilikleyen öğrencisiniz. Ne yazarsanız yazın, hangi resmi yaparsanız yapın, kaç okul bitirirseniz bitirin siz hep titrek elinizdeki kaleme kuvvet veren ilkokul öğretmeninizin sevgili öğrencisisiniz. Nereye giderseniz gidin, nerede yaşarsanız yaşayın bütün ömrünüzü aslında çocukluğunuzun geçtiği yerlerde geçirirsiniz.
Çember peşinde koştuğunuz keçi yolları, ölgün ışığında ödevlerinizi yaptığınız gaz lambaları, Veli Usta (Veli Çınar)’nın yaptığı kayakla kaydığınız tarlalar bencilliğin ve yalnızlığın kol gezmediği günlerin en değerli anılarıdır. O anıların size kişilik kazandırdığını öğrendiğiniz yıllar, büyük olasılıkla, sağlığınızı yitirmeye başladığınız yıllardır. Gurbet acısının taşınamayacak kadar ağır bir yük olmasının nedeni bu olmalıdır.
Gurbet; ortak kaptan içtiğiniz tarhana çorbası, kardeşlerinizle bölüştüğünüz portakal dilimleri ve ‘kak’lar, cebinizde özenle taşıdığınız ve bitmesini asla istemediğiniz Erzincan leblebisinin lezzetinden ebediyen yoksun kalmanın bir diğer adıdır.
Ortaokulda yüreğinizi hoplatan o bakışlar köyünüzde kalmıştır. O bakışları yeniden yakalamak için ömrünüzün kalan kısmını vermeye hazırsınız.
Uzuntarla’da doğup büyümüşsünüz. Havası, suyu, taşı, toprağı, börtü böceği sizinkine benzemeyen başka bir yerde yaşamak zorunda bırakılmışsınız. Mevsimler gelmiş geçmiş, ama her yaz çıkamadığınız o yayla içinizde buruk bir acı olarak kalmış. Kar yağmış, kıyamet kopmuş, her yer beyaza bürünmüş ve siz köyünüzde duyulan o çığ gürültüsüne bile hasret kalmışsınız. Teneke sobalarla ısınmayı özlemişsiniz. Arkadaşlarınıza takılıp 9 km uzaklıktaki Kırmızıköprü’ye yürüyerek gidip birkaç el oyun oynadığınız günlere hasretsiniz. Kentlerde, görece iyi koşullarda yaşasanız da köyünüzden kopamazsınız. Uzuntarla köylülerinin yaz aylarında köye dönmeleri o mutlu günlere yeniden dönme özleminden başka bir şey değildir.
Uzuntarla’da Mutlu Günlerimize Dönüyoruz
Uzuntarla köylüsü, birkaç aylığına geldiği köyde boş durmuyor. Sınırlı alanlarda sebze yetiştiriyor. Bazıları arıcılık yapıyor. Köyde uzun süre kalanların genelde emekliler olduğu gözleniyor. Bu topraklarda doğup büyümüş insanlar, kentlerde koşullar iyi olsa bile, yaz mevsimini köylerinde geçirerek daha mutlu oluyor. İnsanın, çocukluğunun geçtiği yerlerle olan duygusal bağı bir ömür boyu sürüyor.
Ali Usta İş Başında
Uzuntarla’ya vardığımızda Ali Arıcı yine sürpriz yapmıyor! Onu her zaman olduğu gibi yine çalışırken görüyoruz. Böylece Ali Usta’yı otururken görmek isteyenler hayal kırıklığına uğruyor. Usta daracık evden kurtulmak için küçük bir yapı inşa ediyor. 30 m²’lik küçük oda, gemi güvertesini çağrıştırıyor. Bu sevimli yapı güçlü direklerin üzerinde yükseliyor.
Ali Arıcı, Çiçek Arıcı, Ali Taş, Gülizar Taş, Gülizar Hanım’ın oğlu Mert, Ali Rıza Karabulut’la, iyi demlenmiş çay eşliğinde sohbet ediyoruz.
İstanbul vd. kentlerde yaşayan köylüler sıcak yaz günlerini Uzuntarla’da geçiriyor. Güvenlik, elektrik, binaların yıkılması vb. sorunlardan dolayı, Yanıkköm (Pagavesayiye) ve diğer çevre köylerin sakinleri, daha güvenli olduğu düşünülen Uzuntarla’da yaşıyor. Uzuntarla yazın hareketli, ama kışın nerdeyse boş. Köylüler, bahçede fasulye, domates, biber vb. sebzeler yetiştirmiş. İpe geçirilen biberler kurumak üzere güneşe sunulmuş.
Diplomasız Mimar/Mühendis Ali Arıcı
Ali Arıcı, 1958 Nazımiye (Yanıkköm/Pagavesayiye) doğumlu. Hanköy İlkokulu mezunu. O tarihlerde il ve ilçe merkezleri dışında ortaokul yok! Köylüler, çocukları okusun diye, tek gözlü bir köy evini okula dönüştürmüş. Ustalıklarıyla tanınan Akkuşlar’dan… Pülümür Mezra köyünden Veli Usta’yla (Çınar) akraba. Veli Usta sünnetten marangozluğa, nalbantlıktan semerciliğe uzanan geniş bir yelpazede yaratıcılığıyla ünlü biri. Veli Usta’nın ‘elinden gelmeyen iş’ yoktu! Yaratıcılığın genetikle de ilişkili olduğu söylenebilir. Ali Arıcı, yakını Veli Usta gibi yetenekli ve becerikli. Babası da usta! Gözlerini ustalar diyarında açmış. Babasının takım çantasının asılı olduğu odada büyümüş.
Ali Usta’nın anlamadığı bir iş yok! Marangozluktan inşaata kadar hemen her alanda çalışıyor. 2008 yılında, Şihan (Akdik)-Hınzori kara yolunu ikiye ayıran Çemesol Çayı’nın üzerine yaptığı köprüyle büyük başarı kazanıyor. Köprüyü 9 bin TL’ye yapıyor. Aynı yıl Pülümür Hasangazi’nin eski köprüsü müteahhide veriliyor. Sadece yıkım için 15 bin TL ödenek ayrılmış! Köprünün yapımına ayrılan ödenek ise 130 bin TL! Ali Arıcı’nın, Çemesol Çayı üzerine inşa ettiği köprü sapasağlam, en küçük çatlak bile yok.
Çalışıyor, sürekli çalışıyor. Peki işi olmadığı zamanlar? “Sıkılıyorum,” diyor ve kendine mutlaka bir iş buluyor. Daha doğrusu, iş üretiyor!
Günde kaç saat çalıştığını merak ediyoruz. “Çalışma saatlerimi,” diyor, “işin bitimine göre ayarlıyorum. Yevmiyeyle çalışsam bile ‘yazık’ diye geç saatlere kadar çalışıyorum”.
Köyde sağlık ocağı olmayınca iş yine Ali Usta’ya kalıyor:
İğne yapmak!
Doktorun iğne yazdığı hastaların her gün Pülümür, Nazımiye ya da Tunceli’ye gitme şansları yok. İğnesi olan, Arıcı ailesinin kapısını çalıyor.
O büyük yapıları inşa eden, köpüren çayın üzerine köprü yapan Ali Usta son derece mütevazı. Onu ilk görenler, güzel eserlere imza atan ustanın, bu sessiz ve alçak gönüllü adam olduğu konusunda şaşkınlık yaşıyor. Sanatçı, eseriyle konuşulur. Ali Usta, eserleriyle konuşulan adamdır. Yaratıcı, çalışkan ve üretken usta, yörenin yetiştirdiği diplomasız mimar ve mühendistir.
Enflasyona Meydan Okuyan Bakkal
1993 yılına kadar Kamer Büyüktaş tarafından işletilen toprak bakkalın yıkıntıları bahçeye dönüştürülmüş. Ali Arıcı, Kamer Büyüktaş’ın esnaflığıyla ilgili güzel bir bilgiyi bizimle paylaşıyor. Genç yaşta yitirdiğimiz, Kırmızıköprü’nün başarılı kalecisi Hüseyin Büyüktaş’ın ağabeyi Kamer Büyüktaş, zamlı fiyatları elindeki ürünlere yansıtmazmış. Böylece, Büyüktaş Bakkaliyesinden, lise yıllarında aldığımız ‘kaymaklı’ bisküviyi yeniden tatmış oluyoruz.
1980’li yıllarda (1983 ya da 1984 olmalı) Kamer amca, beş kiloluk Eti Kremalı kutusundan çıkardığı ‘kaymaklı’ bisküviyi özenle kesekâğıdına yerleştirmiş ve bize uzatmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, yüz gram bisküvi almış, Keşiş Yaylası’na çıkmıştık. Kocaali amcamın oğlu İbrahim Arslan’la birlikte, Keşiş’te özgürlüğün tadını çıkaran katırları yakalamakla görevlendirilmiştik. O yıllarda kar erir erimez katırlar dağlara salınırdı. Böylece kışın zayıf düşmüş katırlar dağlarda beslenir, bir ya da iki ay sonra toparlanırdı.
Bakkaldan ayrıldıktan sonra yolda karşılaştığımız sevgili Hüseyin Büyüktaş, bizi evine götürmüş ve yemek ikram etmişti. Büyüktaş ailesinin konukseverliğini unutamam. Bayan Büyüktaş, biz eve adım atar atmaz ateş yakmış, sac üzerinde pişirdiği lavaşla (nunetire) bize özel yemek hazırlamıştı. Tunceli yöresine özgü ‘şiresoj’la karnımızı doyurmuştuk. Toprak damlı evlerinde bizi dostça ağırlayan Büyüktaş ailesine veda etmiş, uzun sürecek olan Keşiş yoluna koyulmuştuk. O gün katırları saatlerce aramıştık. Katırlara rastlayınca alüminyum tepsideki tuzu kullanarak yakalamaya çalışmıştık. Bir türlü yakalayamadığımız hayvanları önümüze katmış, Kervan köyünden Tunceli-Pülümür kara yoluna kadar sürmüştük. Yola indiğimizde katırlar ürkmüş, yeniden Kervan köyüne doğru uzaklaşmışlardı. Böylece eve eli boş dönmüştük!
Veda Vakti
Hava kararmaya başlayınca saatlerimizi yokluyoruz. Artık dönüş vakti. Bu topraklarda, hemen her yıl kavuşmanın sevinci ile ayrılığın hüznü bir arada yaşanır. Dostluk sofrasından ayrılmak zor. Sofrada paylaşılan anılar hepimizi hüzünlendiriyor. O sofraya konuk olanların hiçbiri kent yaşamından hoşnut değil. Her yaz köye koşar adım gelmekte, kentlere ağır adımlarla dönmektedirler. Bir iki ay sonra yine kentlere dönecekler. Köylerindeki ağaçlar, kuşlar, sincaplar onların yolunu gözlemeye devam edecek. Sadece onlar mı? Diken kaplamış köy mezarlığında yalnızlıktan bunalan eş-dost, kardeş, arkadaş, anne ve baba, yaz mevsiminde çatlayan toprağa bir avuç su dökmeleri için sabırsızlanacaktır.
Uzuntarla’nın güzel insanlarına sarılıyor, toprak kokan ellerini sımsıkı kavrıyoruz.
Bu konuksever ve candan insanları Pülümür Vadisi’ne emanet ederek vedalaşıyoruz…
(Dilovası, 12 Eylül 2018)