Ona ilk olarak Körfez Tütünçiflik merkez durağında rastladım. Dilovası’na gitmek için araç beklediğim bir saatti. Saatime baktım, 08.30’u gösteriyordu. Kırmızı beyaz bastonuyla çevreyi yokluyor, ağır adımlarla ilerliyordu. Elleriyle, birbirine bitişik iki büfeden birinin penceresinin önünü yokladı. Duraktaki gençlerden biri, yönünü şaşırmış olabileceği düşüncesiyle yardımına koştu. Ben de delikanlı gibi düşünmüştüm.
İkimiz de yanılmıştık!
Atmışlı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim, gözleri görmeyen bu adam, büfe işletiyordu. Sabah büfenin kapısını açmadan önce güneye bakan pencerenin önüne bırakılan çöpleri temizliyordu. Hafta için hemen her gün aynı işi tekrar ediyordu. Penceresinin önündeki çöpleri temizleyen adam, çantasından anahtarını çıkarıp büfeyi açıyordu. Bir top anahtar arasından büfe anahtarını seçerken zorlanmıyordu. Kapıdan içeri adım attığında yaptığı ilk iş, fişi prize takmak, ardından radyosunu açmaktı. Mikado marka radyosundan yayılan ezgilere eşlik ettiği de oluyordu. Büfenin aralanan penceresi, o gün başlayan mesaiyi haber veriyordu. Her sabah evinden yürüyerek yola çıkan bu adam kimdi? Nerede doğmuş ve büyümüştü? Gözlerine ne olmuştu? Yaşamını nasıl sürdürüyordu? Yaşam öyküsünü merak ettiğim büfecinin kapısını çalmaya karar verdim.
TOSYA SEKİLER (CAZİBE) KÖYÜNDE BÜYÜK YANGIN
Münir Özkan, 1953 Kastamonu-Tosya doğumlu. Doğum tarihi, kayıtlara 1949 olarak girmiş. Ağabeyi Halil Özkan’ın doğum tarihiyle onunkisi karıştırılmış. Gözlerini Tosya’nın Sekiler (Cazibe) köyünde dünyaya açmış. Sağlıklı bir bebek olarak doğmuş. Bugün 66 yaşında olan Münir Özkan, henüz altı aylıkken görme yeteneğini yitirmiş. Bunun nedenini anne babası gibi o da bilmiyor. Bebeklikte geçirdiği ateşli bir hastalıktan kaynaklanmış olabileceğini düşünüyor. Onun 66 yıllık serüveninde gözlerinin açık olduğu altı ay, belleğinde herhangi bir iz bırakmamış. Kendisini ‘kör’ olarak tanımlıyor, bundan rahatsızlık duymadığını belirtiyor.
Dört kız, üç erkekten oluşan Özkan ailesinin Sekiler köyündeki iki katlı ahşap evinde geçer çocukluğu. Çocukluğunda hindi güder. Babası, hindileri Münir’e emanet etmiştir. Münir, hindileri yakından tanır ve onların yumurtlama saatlerini bilir. Münir’in hindilere baktığı yıllarda, Sekiler köyünde büyük bir yangın çıkar. 15 Temmuz 1975’te, yaklaşık 300 haneli Sekiler’de çıkan yangın ahşap binaların nerdeyse tamamını kül eder.
Geride sadece 21 sağlam ev kalmıştır.
Köyde evsiz kalanlardan biri de Özkan ailesidir.
O tarihte 22 yaşında olan Münir, Ankara Seyranbağları’nda yaşayan amcaoğlu Fethi Özkan’ın evine yerleşir. Bir süre orada kalır. Ankara’da, Altı Nokta Körler Derneğiyle tanışır. Dernek, kendisine kırmızı beyaz baston hediye eder. Bir süre sonra İstanbul’a geçer. İstanbul Emirgân’da bir iyileştirme merkezinde temel yaşam becerilerini kazanır.
FATMA HANIM’LA BURUK AŞK HİKÂYESİ
Münir’in 16 yaşındayken başından geçen evlilik, hâlâ unutamadığı üzüntülerinden biri olmuştur. Fatma, Sekiler köyünde yaşayan kimsesiz bir kız çocuğudur. 1969 yılının Ramazan ayında bohçasıyla birlikte Münir’e kaçar. Fatma, bazı sağlık sorunlarından dolayı aile bireylerinin sert davranışlarıyla karşılaşır. Ramazan’ın 15. gününde Münir’e koşan genç gelin, büyük düş kırıklığına uğrar. Gözleri görmeyen Münir, eşine sahip çıkamamanın, onu koruyamamanın ezikliğini yaşar. Bu evlilik bir buçuk yıl sürer. Fatma, gözü yaşlı terk eder Münir’i. Bugün 66 yaşında olan Münir, Fatma’yla ilgili duygularını şöyle ifade ediyor:
“Ona sahip çıkamamanın acısını hâlâ çekiyorum!”
YARIMCA SERAMİK FABRİKASINDA İŞÇİLİK YILLARI
1976’da, bir arkadaşıyla birlikte, bugün çürümeye terk edilmiş Yarımca Seramik Fabrikasında işe alınır. Fabrika lojmanında kalır. İşe girdikten üç buçuk ay sonra sözleşme imzalanmıştır. Sözleşme imzalanıncaya kadar karın tokluğuna çalışırlar. Fabrikadaki işi, defolu porselen kapları paketlemektir. Bir diğer işi de elektro-porselenlere pim geçirmektir. Maaşı? Altıncı kademeden, yani en düşük dereceden maaş alır. İşçilik yıllarında onu en çok üzen olayları merak ediyoruz. “Beni en çok etkileyen, hakir görülmekti.” diyor. Fabrika arazisi ona göre oldukça karışıktır. Fırınlar, fırın rayları çalışma yaşamını zorlaştırmış, riskli hâle getirmiştir. Raylara takılıp düştüğü olur. Yemekhanede yemeklerini genelde arkadaşları alır. Tütünçiftlik’teki evinden fabrikaya servisle gidip gelir. 1993 yılında emekliye ayrılır.
BASKÜLDEN GÜNLÜK KAZANCI ÜÇ BUÇUK LİRA
Emeklilik, bir anlamda zor günlerin de başlangıcı sayılır. 13 Nisan 1977’de Nazif Hanım’la hayatını birleştiren Münir Özkan, artık üç kız çocuğu babasıdır. Emekli maaşıyla ailenin yaşamını sürdürmesi, kolay değildir. Aklına baskülle insanları tartmak gelir. Baskülünü alır Ziraat Bankası Tütünçiftlik Şubesinin yanındaki kaldırımda işe soyunur. Baskülden ilk gün eline üç buçuk lira geçer. Yağmur yağar, ıslanır. Kar yağar, üşür. Sıcaklar çekilmez olur. Tartı işinde rastladığı bazı davranışlar onu fazlasıyla üzer. Gözleri görmediğinden, gizlice tartılıp para vermeyenler vardır. Gözleri görmese de kulakları iyi duymaktadır oysa.
Baskül işinden zamanla vazgeçer ve büfe işletmeye başlar.
TÜTÜNÇİFTLİK’İN EN MÜTEVAZI BÜFESİ
İki yıldır Tütünçiftlik’te, Körfez Belediyesine ait bir büfeyi işletiyor. Büfe, Tütünçiftlik merkez ve İlimtepe duraklarının hemen yanı başında. Sermayesi, 200-300 TL dolayında! Üçgen biçimli, birkaç metrekarelik büfede çakmaklara gaz dolduruyor, ufak tefek şeyler satıyor. Tezgâhta neler var peki? Çakmak, yara bandı, kâğıt-ıslak mendil, kibrit, keçe, tespih ipi… Hepsi bu! Büfede başka bir şey satmasına izin verilmiyormuş.
Münir Usta, ayrıca, anılarda kalmış Zippo çakmaklara hayat veriyor.
ANNESİ ÖLÜNCE YALNIZLIK ACISINI TADAR
Annesi Şerife Özkan, ona “Kanadı bitmedik yavrum” diye seslenir, kucağına alır, türkü söylermiş. Münir, annesinin onu saran sıcaklığından 1986 yılında ebediyen yoksun kalır. Şerife Hanım, geride kolu kanadı kırık bir evlat bırakmıştır:
“Annem ölünce bütün dünyam yıkıldı. Annemin ölümü beni yıktı. Sigara içmeye başladım, şeker hastalığına yakalandım.”
Gün ışığı görmeyen gözlerden anneye dökülen yaşlar, acısını bir türlü dindirmez. Annesinin ölümünden sonra babasının yeleğindeki sigaralardan birer ikişer yakmaya başlar. Gömleğinin sol cebinde taşıdığı sigara paketi, o tarihlerde kazandığı sigara alışkanlığından vazgeçmediğini gösteriyor.
Annesinin ölümünden sekiz yıl sonra, 1994’te bu kez babası Mustafa Özkan’ı kaybeder. O, 1953 yılı şubatında Tosya Sekiler köyünde aydınlık bir dünyaya gözlerini açmıştı. Şimdi eşi, kızları, 12 yaşındaki engelli torunu Cansu’yla yola devam ediyor. Her sabah iş yerine geliyor. Kimseden yardım almaksızın işe koyuluyor. Bir günlük kazancı, 15-20 TL’yi geçmiyor! “Olsun,” diyor, “eve en azından ekmek götürebiliyorum.” İş yeri onun için kazancın da ötesinde anlam ifade ediyor:
“İş yerinde kendimi kükremiş aslan gibi hissediyorum!”
ONU AĞLATAN İLK OLAY
Münir Usta, bebeklikten sonra ilk gözyaşını askerlik çağrısının ardından döker:
“Ilgaz Dağı ile köyümüz karşı karşıyadır. Ilgaz Dağı’nda kar var dediklerinde inanmazdım. Bir gün askerlik muayenesi için çağrılmıştım. Muayene edildim, ‘sürekli sakat’ denilince yıkıldım! Doyasıya ağladım. Artık bana kör de deseler, sakat da deseler umurumda değil!”
‘Sürekli sakat’ raporuna damlayan gözyaşlarını bu kez annesinin ölümünde akıtacaktır. “Biz Karadenizliler sıcak kanlı insanlarız.” diyor, yüreği aydınlık Münir Usta. Annesi onu ilk kez kucağına aldığında her iki gözü açıktı. Bilinmezliklerle dolu dünyaya gözleri açık gelmişti. Her iki gözünü, sorumsuzluğun kol gezdiği dünyaya armağan etti. Kimseye kızgın ya da kırgın değil. Vaktinde müdahale edilmiş olsaydı, belki gözlerini yitirmeyecekti. Atmış beş buçuk yıldır gün ışığını göremeyen gözlerine karşın, yüreği hep aydınlık olmuştur.
Onun daracık büfesinde soluklandığımda Mikado radyosundan yayılan türkülere kulak veririm. Genelde TRT Türkü’yü dinler. Bulunduğu yerde TRT Nağme’nin çekmediğini söylüyor. TRT Nağme’yi dinleyebilmek için yetkililerden yardım istiyor. Bu kez sohbetimiz biraz uzuyor, onu yormak istemiyorum. Yastadır Ey Deli Gönül türküsünü birlikte dinledikten sonra Ağadere yoluna düşüyorum:
Yastadır ey deli gönül yastadır
Gelir deyi kulaklarım sestedir
Gel yârim gel civanım gel gel
Yağmur yağar zülüflerin ıslanır
Var git duman şu yaylanın üstünden
(Körfez, 8 Temmuz 2019)