Hoşnutsuzluk belirten söz veya yazı, sızlanma, sızıltı, yakınma, yakıntı, olarak tanımlanıyor. Kimi ‘şikayet’ biçiminde yazıp okuyor. Türkçede düzeltme (^) imi kullanma alışkanlığı zayıflasa da, şikâyet diye yazmak ve okumak en doğrusu. Ekonomik zorluklar, adaletsiz uygulamalar ve başa çıkılamayan sorunlar şikâyet zeminini güçlendiriyor.
Çağdaş bir hukuk devletinden, yurttaşların şikâyet başvurularını ciddiyetle ele alması beklenir. Başvuruların süratle değerlendirilmesi, varsa, haksızlıkların derhal giderilmesi ve yanlışlardan dönülmesi, hukuk devletinin olmazsa olmazlarındandır.
Şikâyet ve ihbarların sayısındaki artış, sistemin işleyişinde sorun yaşandığını gösterir. İşlerin yolunda gittiği bir sistem, yakınmaların en az olduğu sistemdir. Şikâyet, olağan işleyişin sık sık kesintiye uğramasıyla ortaya çıkan hastalık belirtisidir.
Hastalığın iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi, sistemin tıkandığı noktada yurttaş şikâyet yoluyla yardım çağrısında bulunmaktadır. Bu durumda, şikâyet, işini halledemeyen yurttaşın yardım çığlığı olmaktadır. İkincisi, tıkanan sistemin bütün sorumluluğunu karar sürecinde yer almayan görevlilerin üzerine yıkarak sorumluları aklamaktır. Söz gelimi, şehir içinde kamuya ait yolları ücretli otoparka çeviren çağdaş Deli Dumrullar, yurttaşların tepkisine muhatap bile olmamaktadır. Bütün öfke, otoparkta asgari ücretin de altına aylık alan çalışanlara yönelmektedir. Otopark görevlisiyle tartışan araç sahipleri, park ücretine el koyanlara değil, işçiye öfkelenmekte ve hesap sormaktadır. İkinci yöntemle, sisteme yönelen öfke, alt düzeyde görev yapan çalışanlara yöneltilerek toplumun gazı alınmaktadır. Şikâyet ve ihbar hatlarının niçin açıldığı sorusu, böylece anlam kazanmış olmaktadır. Memurlara tekme tokat girişen saldırganlara gösterilen hoşgörünün de bu bağlamda ele alınması gerektiği açık.
Çağdaş ve demokratik bir devlet, şikâyete meydan vermeyen bir devlettir.
Telgrafın Tellerine İhbarcı Konar
Günümüzde şikâyetin âdeta bir yaşam tarzına dönüştüğü görülüyor. Altyapısı oluşturulan şikâyet ve ihbar hatlarıyla, yedi gün yirmi dört saat hizmet veriliyor. İhbar hatlarının ağzı laf yapan çalışanları, Güzin Abla’nın bile halledemeyeceği hemen her derde deva arıyor. İhbarcı, konuştuğu kimseyi hiçbir zaman tanıma şansına sahip olmasa da, bireyciliğin kol gezdiği bir dünyada kendisini bedava dinleyen bir dert ortağına kavuşmanın mutluluğunu yaşamaktadır. Yalnızlıktan canı sıkılan ya da bunalıma girenler, ihbar için gerekçe üretme konusunda zamanla uzmanlaşıyor. İhbarın yapılabilmesi için o gün sokağa çıkmak, TV izlemek, gazete okumak, ‘şüpheli’ birine rastlamak, öğle arasında bir kamu kuruluşunun kapalı olduğuna tanık olmak yeter de artar bile. Doktora gitmek, herhangi bir okulun önünden geçmek, toplu ulaşım aracına binmek, seyir hâlindeki araçları izlemek de ihbar ve şikâyetler için inanılmaz fırsatlar sunmaktadır.
Doktorun dalgınlığı,
Okul bahçesinin ‘yaramaz’ öğrencileri,
Toplu taşıma aracının öfkeli sürücüsü,
Hız sınırını aşan ergenlerin dikkatsizliği vb. olaylar, şikâyet için en verimli iklimin habercisidir.
İhbarcı, evde dinlenirken de ‘mesai’sini aksatmaz! Oturduğu apartmanda gürültü çıkaranlar, alt ya da üst komşulardan yükselen sevinç çığlıkları, dünyaya gözlerini yeni açmış üçüzlerin zamansız ağlamaları da ihbarcının kayıt altına alması gereken ‘mühim’ vakalardır.
İhbar santralleri ne güne duruyor!
Uzlaşmayla halledilebilecek bazı basit sorunlar için şikâyet ‘hakkı’nın kullanıldığı görülüyor:
-Alo güvenlik, alo! Komşum çöpünü kapımın önüne koymuş, çabuk kaldırın!
-Alo, zabıta mı? Sokak simitçisi beni uykudan etti, susturun şunu!
-Site güvenlik, bahçede köpek havlıyor! Burası hayvanat bahçesi mi?
-İlçe Tarım, kasap Rüstem paslı satırla et doğruyor. Hemen tedbir alın!
-Alo Halk Sağlığı, Köfteci Yunus memlekette eşek bırakmadı be kardeşim, siz hâlâ uyuyorsunuz!
-Belediye Beyaz Masa, masadan kalkın de çaycı Nuri’nin kirli tırnaklarıyla nasıl bardak yıkadığını bir görün!
-Alo 147, öğretmen Candan Şişmanoğlu elinden simidi düşürmüyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
-Alo 155, polis memuru Niyazi Cesur her akşam evine geliyor. Bu adam vazifeye gitmeden maaş alıyor!
Veba Mikrobundan da Tehlikeli
İhbar ve şikâyetler çeşitli araçlarla topluma yayılır. Bir tür bulaşıcı hastalık gibi kişiden kişiye bulaşır. Sadece öksürük ve aksırıkla değil, telefonun tellerinden, TV ekranlarından, internetten, kirli gazete sayfalarından, köstebeklere tahsis edilen köşelerden, bilgisayarlardan, çanak antenlerden, baz istasyonlarından tüm ülkeye ışık hızıyla yayılarak salgına dönüşebilir. Şikâyet bulaşıcıdır. Veba mikrobu gibi kısa sürede yayılır. Bazı şikâyet ve ihbarlar, veba mikrobundan daha ölümcüldür. Vücutta kalıcı hasar bırakan ihbarların sayısı oldukça fazladır. Kimliğini gizleyen ihbarcılara ‘itibarlı’ insan muamelesi yapılması, salgının yurdun dört bir yanına yayılmasını sağlayan en büyük etkendir. Köy kahvehanelerinden dinlenme tesislerine, dost meclislerinden resmî toplantılara kadar hemen her yerde bu salgının izlerine rastlanır.
İhbarcılığın Staj Merkezi
Canınızı sıkan hemen her olaya ‘kayıtsız’ kalmanın bir yolu da telefona sarılmaktır. Yanınızda biri yumruklanırken, araya girmek yerine polisi aramak, vatandaşlık görevinizi yerine getirdiğiniz yanılsamasına yol açarak sizi rahatlatabilir. Küçük yangına bir kova su dökmek, insana, itfaiyeyi aramaktan da zor gelebilir. 110’a yangın ihbarında bulunmak, kasabayı saran yangındaki sorumluluğunuzu unutturabilir. Kan kaybeden kazazedenin kanamasını durdurmak da zahmetli iştir. Üstünüz başınız kirlenebilir, kahvehanedeki çayınız soğuyabilir, duraktaki otobüsü kaçırabilirsiniz. Size düşen, durumu 112’ye bildirip kahvehanedeki okey keyfine kaldığınız yerden devam etmektir.
Mütekait Devlet Memuru Ercan Beygiroğlu’nun İhbar Tutkusu
Ne yalan söyleyeyim, şikâyet konusunda Ercan Beygiroğlu rakipsizdir. Şikâyet ve ihbar alanında ihtisas yapmıştır. Tapu dairesinin mütekait memuru Ercan Bey, bizim kasabanın uzman ihbarcısı olarak nam salmıştır. İhbar hatlarında görevli personelin şeceresini çıkarmıştır. Onun gözünden kaçan bir olay var mı diye boşuna merak etmeyin, yoktur! Kahvehaneye girip çıkan müşteriler, çay ocağında bir günde yudumlanan çay miktarı, çaya kimin kaç şeker attığı, esnafın günlük kazancı, eczanede satılan ilaçlar, lokanta menüsü, muhtarlıktan ikametgâh alanların yıllara göre dağılımı, sigara ve alkol satışı, kimin hangi marka sigara içtiği, Söğüt Restaurant’ta terk edilen bira şişelerinin sahibi, belediye başkanının çikolata ikram gafletinde bulunduğu sarışın kadın, posta memuruna teslim edilen zarf, Devlet dairesinde çalışan memurların tuttuğu takım ve daha neler neler…
Ercan Bey, yaşından genç gösterse de 66 yaşında. Kasaba halkı onu 50’li yaşlarda sanıyor! Sağlığını ‘nizami’ yaşantısına borçlu olduğu söyleniyor. Zamanında uyur, zamanında uyanır. Onu saat 22.00’den sonra hiçbir kuvvet uyanık tutamaz, başını yastığa koyar koymaz uyur. Beslenme konusundaki titizliği dillere destandır. Yıllar önce bir diyetisyenin hazırladığı beslenme çizelgesini çerçeveletip duvara asmış ve oradan indirmemiştir. Günde kaç dilim ekmek tüketeceği, kahvaltı tabağına koyması gereken zeytin adedi, günlük kalori miktarı vb. her şey bu listede mevcut. Diyetisyenin koyduğu kuralların dışına çıkmadığı konuşuluyor.
Mütekait tapu memuru Ercan Beygiroğlu’nun en önemli marifeti, karşılaştığı eksik ve aksaklıları not ederek yetkililere bildirmektir.
Ercan Bey, bir süredir kafayı Devlet okullarına takmış durumda. Bahçede koşan öğrenci görmesin, hemen üç haneli numarayı çevirir:
-Alo, bu çocuklar aile terbiyesi görmemiş anladım da, öğretmenleri de mi bunlara terbiye vermiyor? Devlet, öğretmenlere boş yere maaş veriyor. Okulun bütün öğretmenleri ile idarecilerinden şikâyetçiyim!
Nedret Özteneke ile Zakir Şabettin Pısırık Görev Başında!
Muhbir vatandaş Ercan Beygiroğlu’nun ihbarı hayatımızı zindana çevirdi. Çünkü onun şikâyeti üzerine, görev yaptığım Güzelkent Akşam Sanat Okulunda huzur kalmadı. Okulda sorgu sual almış başını gidiyor. Beygiroğlu’nun tarihi ihbarı, eğitim camiasının koltuğa yapışmış idarecilerine can verdi. Bunların başında Maarif Müdürü geliyor. Sınıf arkadaşının söylediği doğruysa, okuma yazmayı en geç öğrenenlerden biriymiş. Neyse ki sistem, sınıfın ‘medarıiftiharı’nı vaktinde keşfetmiş ve elinden başka bir iş gelmediği için Maarif Müdürü yapmış. Maarif Müdürü Ökkeş Rüzgargülü, kendisini kapıda karşılamayan Okul Müdürü Ali Rıza Erzincanlı ile Müdür Başyardımcısı Temel Rizeli’ye fena hâlde takmış durumda. Uzun süredir onlara hadlerini bildirmek için fırsat kolluyormuş meğer. Ercan Beygiroğlu, telefon santralinde göbek büyüten Maarif Müdürünü oldukça mutlu etmiş. O sırada yanında bulunan bir memurun anlattığına göre, ihbarı duyan Ökkeş Bey, sevinçten ayağa fırlarken masaya çarpmış ve çay bardağı üzerine devrilmiş. Müdürün, Kızılay’ın, ihtiyaç sahiplerine dağıttığı çizgili takım elbisesi şekerli çaydan payına düşeni almış! (Sonradan duyduğuma göre, elbise, ‘vazife başında kirlendiği’ için kuru temizleme faturasını kuruma ödetmiş).
Maarif Müdürü, ihbardan vazife çıkarıp sözünden çıkmayan müfettişleri olayı soruşturmakla görevlendirmiş. Nedret Özteneke ile Zakir Şabettin Pısırık’ın eline, Ercan Beygiroğlu’nun adının gizlendiği bir A4 kâğıdı tutuşturulmuş:
“Güzelkent Akşam Sanat Okulu, maarifimizin güzide mekteplerinden biridir. Bu tarihi mektepte olup bitenler bizim gibi vatandaşları derinden üzmektedir. Mektepte Devlet nizamına riayet edilmemektedir. Mektebin muallim ve idarecileri, yan gelip yatmakta, boş yere maaş almaktadır. Son olarak mektepte vuku bulan hadise, istikbalimizin teminatı olan gençlere kötü örnek olacak vasıftadır. Okul kantinin çevresinde yapılan tahkikatta, sekiz ayrı sigara izmariti, dokuz adet boş sigara paketi, çeşitli çaplarda dört küllük ve izmarit dolu plastik bir çöp kovası tespit edilmiştir. İzmarit ve boş sigara paketleri, etiketlenerek şeffaf zarf içinde muhafaza altına alınmış ve arzuhâle ilave olarak yüksek müsaadelerinize arz edilmiştir. İzmaritlerin, tespit edilebildiği kadarıyla, mektep muallimlerinden Hayri, Hüsnü, Hüdaverdi, Nuri, Nedim, Recep, Recai ve Rıza’ya; boş sigara paketlerinin ise Ahmet, Ali Rıza, Mehmet, Burak, Recep, Hayri, Hüsnü, Ökkeş ve Nedim’e ait olduğu kati surette tespit edilmiştir.”
Ökkeş Rüzgargülü, siparişe uygun rapor düzenleme konusunda ihtisas yapan müfettişlere kesin emir verir:
-Ali Rıza ile Temel’in ipini çekeceksiniz! Muallimlerin de gözünü korkutacak bir ceza vereceksiniz!
Hizmetli Zühtü’den Müfettişlere Fırça!
Müfettişler Nedret Özteneke ile Zakir Şabettin Pısırık, Maarif Müdürünün teveccühüne layık olabilmek için ellerinden gelen her çabayı göstereceklerini belirtirler. Yaş haddinden emekli olmalarına bir ya da iki yıl kalsa da sistem tarafından çürütülüp esir alınmışlardır. Mumyalanıp pis işlerde kullanılan sahte rapor erbabı, sistemin üç kuruşluk köftesine fit olmaktadır. Pis işleri tezgâhlayanların kullandığı eldiven gözüyle de bakılabilir bunlara. Bazen tek kullanımlık kâğıt mendil muamelesi görürler. Maarif Müdürünün odasında, bayat çayı düğmeleri ilikli hâlde içmişler. Köpek öldüren bedava çay için şükranlarını sunarak odadan ayrılmayı da ihmal etmemişler. Onların bu kayıtsız şartsız itaati, maarifin emektar hizmetlisi Zühtü Uyanık’ın da gözünden kaçmamış:
-Emeklilikleri dolmuş müfettişleri o hâlde görmek bana azap verdi. Demek ki o ihale vurguncusu, ağzı bozuk müdürden hâlâ beklentileri var. Yazıklar olsun! Eskiden maarif müdürleri müfettişlerden çekinirdi. Teftişin, müfettişliğin bir saygınlığı vardı. Ya şimdi? Ökkeş gibi rant vurguncusundan korkan bu adamlara müfettiş demeye dilim varmıyor.
Okulu Mahkeme Salonuna Çevirdiler
Müfettişlerin okula geldiği hemen anlaşılır. Hizmetliler ve okul yöneticilerinin yüzündeki ciddiyet, mesai saatlerine riayet müfettişleri müjdelemektedir. Okul Müdürü ile Müdür Baş Yardımcısının hızlanan adımları, koridor yüzeylerinde yorgun düşen ıslak paspas, çay ocağından yayılan kahve kokusu, öğle yemeğine bile gitmeyen hizmetliler… Bütün bunlar okulda yaşanan olağanüstü durumun habercisidir. Müdür odasına evrak için girdiğimde, koltukta kaykılarak kahve içen kişinin müfettişten başkası olmadığını tahmin etmiştim. Evrakı imzalatmadan odadan çıktım. Müfettişleri kamp kurdukları okullardan polis zoruyla bile çıkarmak öyle kolay değil. Müdür koltuğunu kendi tapulu malı olarak görenlerin sayısını yabana atmamak gerekir.
Müfettişlerin niçin geldiği kısa bir süre sonra anlaşıldı. Söylediklerine göre bir ihbar üzerine görevlendirilmişlerdi. Müfettişler, okul yöneticilerine bir tür ‘mübaşirlik’ görevi vermişlerdi. Okulda görevli dört yönetici, kırk üç öğretmen ve beş hizmetlinin ifadesi alınacaktı. İki kantinci de bunlara eklendiğinde, toplam elli dört kişinin ifadesine başvurulması gerektiği, bunun da en az iki hafta süreceği konuşuluyordu. Bu sayıya, Tekel bayisinin dâhil edileceği kimsenin aklına gelmemişti. Meğer, okula kamp kurmadan önce, okulun yanı başındaki Tekel büfesini işleten Oğuz Tiryaki’yle görüşmüşler, ondan öğretmenlerin sigara alışkanlıkları konusunda bilgi almışlar. Büfeciye, öğretmenlerin sigara bağımlılığı ile ilgili bir araştırma yaptıklarını söylemişler. O da bilimsel bir araştırma için bilgi vermenin vatandaşlık görevi olduğunu düşünmüş. Sizin anlayacağınız okula tam hazırlıklı gelmişler. Okula niçin geldikleri konusunda ser verip sır vermeyen müfettişler sorgu odasına ilk önce kantinciyi çağırmışlar. Sigarayla ilgili sorular, kantinci Seval Karabüklü’yü kuşkulandırmış. Kantinde kaçak sigara satışından dolayı suçlandığını düşünmüş. Neyse ki sonradan durum anlaşılmış. Seval Hanım’a, kantinin arkasında kimlerin oturduğu, sigara içilip içilmediği, küllüklerin kime ait olduğu vb. sorular sorulmuş. Kantinciden sonra, okul yöneticileri, mübaşirler gibi, ifadeye çağrılan isimleri anons etmeye başladılar:
-Hayri Bey, müdür odasında beklenmektesiniz…
-Hüsnü Bey, acele edin…
-Hüdaverdi öğretmenimiz hazır olsun…
Nuri, Nedim, Recep, Recai, Rıza, Ahmet, Ali Rıza, Mehmet, Burak, Recep, Ökkeş, Nedim…. İfadeler bitmek bilmiyor. İfade veren Hayri Bey, öğretmenler odasında soluklandı. Boğazı kurumuştu. Kendisine bir bardak çay uzattım ve olayı anlatmasını rica ettim. Müfettişler, önce sigara içip içmediğini sormuşlar, o da arada bir içtiğini söylemiş. Zakir Şabettin Pısırık, çantasından boş bir Gelincik paketi çıkarmış ve sormuş:
-Bu sana mı ait?
Gelincik tiryakisi olan Hayri Bey, şaşırmış:
– Gelincik içtiğim doğru, ama o paketin bana ait olup olmadığını bilemiyorum, demiş.
Paketin üzerinde el yazısıyla yazılan bir notun anlamını sormayı da unutmamış:
-Of be!…
Hayri Bey, meğer o notu kendisi yazmış. Canının sıkıldığı bir sırada boş paketi çöpe atmadan önce sıkıntısını Gelincik’le paylaşmış!
Hayri Hocadan sonra ifadeye çağrılan öğretmenlere Yenice, Bafra, Samsun, Çamlıca, Meltem vb. sigara paketleri ve izmaritler gösterilmiş.
Hemen herkes şaşkınlık içindeydi. Bu kadar geniş çaplı bir soruşturma hepimizi şaşırtmıştı. Öğretmenlerin özlük hakları için kılını kımıldatmayan Maarif Müdürü Ökkeş Rüzgargülü, iki ‘sadık’ adamı, Nedret Özteneke ve Zakir Şabettin Pısırık’la okulda terör estiriyordu. İhbarcının özenle topladığı kanıtlar Devletin elindeydi. İçmiyorum, haberim yok vb. ifadelerle paçayı kurtarma olanağı yoktu. Okulda sigara içen ya da içmeyen bütün öğretmenlerin huzuru kaçmıştı. Yıllardır okula tek kuruş ödenek ayırmayan maarifin, sigara ihbarı için canla başla çalışması anlaşılır bir durum değildi. Okul yönetimi müfettişlere daktilo şeridi ve kâğıt yetiştiremiyordu. Soruşturma süresince okulda disiplin bozulmuş, morali bozulan öğretmenler ders anlatamaz hâle gelmişti. Okul Müdürünün saçları beyazlamış, avurtları çökmüştü. Sigara içen öğretmenlerden bazılarını sürgün korkusu sarmıştı. Bu arada sigara satışları da patlamıştı.
Okulda Nümayiş Var
Müfettişler soruşturmayı tamamlamak üzereydiler. Bütün arkadaşlarla bir durum değerlendirmesi yaptık. Nihayet bir karara vardık! Topluca, Oğuz Tiryaki’nin işlettiği Tekel büfesine gittik. Her birimiz birer paket sigara aldık. Rafta sigara kalmadı. Sigaraların tamamı yerli. Oğuz Bey şaşkınlıkla izledi bizi. Sigara satışındaki olağanüstü hareketliliğe anlam vermeye çalışıyordu. Bazı arkadaşlar benzinli çakmak aldı. Kibrit alanlarımız da oldu. Sigara alışıverişine okulun bütün öğretmenlerinin yanı sıra, hizmetliler ve öğrenci velileri de destek verdi. Okul bahçesinin önünde toplandık. En kıdemli arkadaşımız Hayri Bey’di. Hayri Hoca, cebinden bir yarım dosya kâğıdı çıkararak şu açıklamayı yaptı:
“Değerli Arkadaşlar,
Türkiye’yi yangın yerine çevirenler, yabancı sermayeli fabrikaların zehir kusmasına ses çıkarmayanlar kafayı içtiğimiz tütüne takmış durumda. Türk tütün üreticisini desteklemek amacıyla arada bir sigara tüttürmemizden rahatsızlık duyanları uyarıyoruz. Tütün üreticilerinin gazabından kurtulamayacaksınız! Türkiye’yi zehirleyenlere karşı söyleyecek sözü olmayanlar, çöpten topladıkları izmaritlerle bizleri hedef almaktadırlar. Bu utanç verici girişime alet olanları şiddetle protesto ediyoruz! Okuma yazma özürlüsü Maarif Müdürü Ökkeş Rüzgargülü derhal istifa etmelidir!”
Hayri hoca, okulun güçlü ses sisteminden yararlanarak hepimizi sigara içmeye davet etti. Okul bahçesinin önünde toplanan yüzlerce kişi aynı anda yaktı sigaralarını. Kibrit ya da benzinli çakmaklarla yakılan sigaralardan yükselen sigara dumanına ıslık ve alkışlar eşlik etti. Okulda yangın çıktığını düşünen bir vatandaşın itfaiyeyi arayarak yardım istediğini sonradan öğrendik. Müzik öğretmeni bağlamasıyla topluluğu coşturdu:
Sigaranın dumanı
Vız gelir bize vız!
Virgina’nın fermanı
Mahallenin darbukacısı ve gırnatacısı da ortak oldu coşkuya.
Eğlenceden sonra bahçe önündeki bütün izmaritleri topladık ve bir torbaya koyduk. Müfettişlere tutanakla teslim ettik. Tutanakta şu ifadeler yer alıyordu:
“Bu izmaritler, öğretmenine değil bir ihbarcıya itibar eden, okulda çalışma iklimini zehirleyerek kuruma sigaradan daha çok zarar veren Maarif Müdürü Ökkeş Rüzgargülü’ne verilmek üzere Nedret Özteneke ile Zakir Şabettin Pısırık’a teslim edilmiştir. İzmaritlerin tamamı yerli sigaralara aittir. Virginia tütününü tüttüren Maarif Müdürü, behemehal istifa etmelidir.”
Okuldaki sigara nümayişi tez elden maarife ulaşmıştı. Maarif Müdürü Ökkeş Rüzgargülü’nün, haberi duyduğunda ağzındaki Amerikan sigarasının izmaritini çiğneyerek yuttuğu, ardından yere yığıldığı haberi ışık hızıyla yayıldı.
Ogün bugündür Bitlis tütününü keyifle tüttürüyorum. Parmaklarımın ve bıyığımın sarı rengi yerli tütünün eseridir. Sigara kavgası, hepimize, kendi kaynaklarımızla zehirlenmenin bile mutluluk verici olduğunu öğretmiştir. Cebimde taşıdığım sigara paketi Adıyamanlı, Bitlisli, Egeli köylülerin toprak kokan ellerini, sıcaklığını ve konukseverliğini duyumsatmaktadır.
(Körfez, 01.04.2018)
Kaynakça:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a0b75ef347841.81708815 Erişim: 14.11.2017.
https://pixabay.com/tr/telefon-eski-1955-telefon-ahizesi-2524268/ Erişim: 01.04.2018.
http://www.dilaragunduz.com/dunyayidegistiricat.html Erişim: 01.04.2018.