Doğuda güneş erken doğar. Bölge insanı, yatakta güneşe yakalanmayı âdeta ayıp sayar. Güneş, karlı dağların doruğunu aydınlatmaya başlar başlamaz yataktan kalkılır. Pencerelerden, kapı aralıklarından, duvar çatlaklarından içeriye süzülen güneş ışınları, yöre insanı için mesai saatinin habercisidir. Güneşle birlikte uyanmayanların yatağında ‘Şeytan’ izi sürmenin nedeni, tembelliğe duyulan tepkidir.
Hüseyin Canpolat, Pülümür Mezra köyünde, güneşi erkenden karşılayanların yarattığı bir kültürel iklimin yüz akıdır. Onun doğuya bakan pencerelerinden odaya dolan aydınlık, çalışkanlık ve üretkenliği besleyen büyük güç kaynağıdır.
21 Ekim’de, Pülümür Vadisi’ni kuşatan yağmur bulutlarıyla birlikte onun Mezra köyündeki evine doğru ilerliyorum. Gökçekonak, Doğanköy, Beğendik, Efeağılı, Çatalyaka ve Salördek köylerini kaplayan bulutlar, doğudan batıya hızla yayılıyor.
Kırmızıköprü-Mezra yolunda bulutlarla yarış hâlindeyim.
Kırmızıköprü’den, Mezra’nın Sürek Mahallesi’ne yürüyerek gidiyorum.
Mezra’da, Akkılıç ailesinin evinin yanından geçerken gözlerim Ali Akkılıç’ı arıyor. Yaşı doksana dayanmış bu çalışkan insanın varlığıyla ferahlıyorum.
Yağmur ha yağdı ha yağacak… Yağmur beklentisiyle köy sessizliğe bürünmüş. Yağmura yakalanmak istemeyenler evlerine kapanmış. Sürek, Pişi Deresi (Dere Pişiye)’nin kıyısında yer alıyor. Sonbahar, tüm renkleriyle Pişi’de görücüye çıkmış. Rüzgârın savurduğu fındık, ceviz, meşe, armut, kavak, söğüt ve alıç yaprakları dereyi kaplamış. Yapraklar, küçük canlıların güvenle kullanabileceği köprü işlevi görüyor. Usta bir kertenkele ya da tırtıl için, derenin üzerinde oluşan sarı, turuncu, kızıl, kahve, yeşil yaprak örtüsünün üzerinde devinmekten kolayı yok.
Bulutları hareketlendiren rüzgâr, dere kıyısındaki yaşlı ceviz ağacının dallarını silkeliyor. Yaz sıcağının yorgunluğundan henüz kurtulamayan dere, yüzyıllık ağacın köklerini yıkıyor. Sonbahara direnen yapraklar rüzgâra kapılıyor. Çoğalıyor yapraklar… Rüzgârın süpürdüğü yapraklar dereye karışıyor.
Planlanandan 15 dakika sonra, saat 14.15’te Canpolat ailesinin kapısını çalıyorum.
Bulutlarla girdiğim mücadeleyi şimdilik kazanıyorum!
Bir zamanlar kalabalık olan mahallede şimdi sadece Canpolat ve Demirbilek aileleri oturuyor. Emekli öğretmen Ali Demirbilek, Hüseyin Canpolat’larla komşu.
MEZRA KÖYÜNÜN NASRETTİN HOCA’SI KAMER CANPOLAT’IN TORUNU
Kapıda birbirimize sarılıyoruz. Yaklaşık 48 yıl önce kaybettiği sol bacağından dolayı ağır adımlarla yürüyor. Pencereleri Pişi Deresi’ne bakan odada sohbet ediyoruz. Hüseyin Canpolat, Mezra köyünün Nasrettin Hoca’sı Kamer Canpolat’ın torunu, Ali Canpolat’ın oğlu. 1954 doğumlu. Biri kız, beşi erkek altı çocuklu bir ailede büyümüş.
Mezra Köyü İlkokulunda okumuş. İlkokul öğretmeni Süleyman Duymaz. İlkokul arkadaşlarını soruyorum:
Şükrü Şahin (Akdik), Cemal Şahin (Akdik), Musa Doğru (Akdik/Şihan), Mustafa Dalkılıç (Akdik), Şükrü Ateş, Kamer Ateş, Hasan Hüseyin Ateş, Hüseyin Güler (Oğullar/Serdeniye), Kadri Yıldız (Akdik/Şihan).
1960’lı yıllarda Mezra’ya komşu köylerde henüz ilkokul açılmamıştır. Kaymaztepe (Meçiye) ve Akdik (Aynıge) de bunlardan biridir. Sözü edilen köylerde oturan bazı aileler çocuklarını Mezra Köyü İlkokulunda okutur. Mezra Köyü İlkokulu açıldıktan sonra çevre köyler de zamanla okula kavuşur. Okul konusunda en şanssız köy, Nazımiye Oğullar (Xılves)’dır. Oğullar, yörede okulsuz kalan sınırlı sayıdaki köyden biridir. Köyün Serdeniye mezrasından Hüseyin Güler, ilkokul öğrenimi için Mezra’daki yakınlarının yanına gönderilmiştir. Güler, Mezra köyünde Ali (Hasan) Güler (Hesene Memli)’in evinde kalır.
KIRMIZIKÖPRÜ’NÜN KALECİSİ
Hüseyin Canpolat’ın, dedesi Kamer Canpolat’ı aratmayan bir mizah ustası olduğunu hepimiz biliriz. Canpolat’ın yıllar önce Kırmızıköprü’de futbol oynadığını çoğumuz bilmeyiz. Onun Kırmızıköprü’de top koşturduğunu, takım arkadaşları dışında, bilenlerin sayısı sınırlıdır. 70’li yılların başında Kırmızıköprü’de oynanan maçlarda kaleyi koruyan Canpolat’ın takım arkadaşlarını merak ediyorum. Birer birer sayıyor:
Ferhat Fırat (Mezra), Hıdır Canpolat (Akdik), Hüseyin Canpolat (Akdik), Hayri Canpolat (Akdik), Ahmet Yaman (Mezra), Zülfü Çınar (Mezra), Ali (Cango) Canpolat (Akdik), Cemal Erginoğlu (Mezra), Kâzım Erginoğlu (Mezra), Yılmaz Doğan (Uzunevler/Pardiye).
Kırmızıköprü’de oynadıkları bir maçta hakemin oyuncuyu nasıl sinirlendirdiğini ayrıntılarıyla paylaşıyor:
“Hıdır Canpolat’la Yılmaz Doğan mücadele ediyordu. Hakem, Yılmaz Hoca’nın faul yaptığını söyledi. Cebindeki kırmızı kaplı not defterini ‘kırmızı kart’ diye, Yılmaz Hoca’ya gösterdi. Yılmaz Hoca, sinirlendi ve hakemi kovalamaya başladı. Yılmaz Hoca, hakemi, Ahmet Yaman’ların evine kadar kovaladı.”
Peki, Yılmaz Hoca’yı kırmızı kart gösteren hakem kimdi? Hakemin, Mezra köyünden Hasan Yaman olduğunu öğrendiğimizde hep birlikte gülüyoruz. O tarihte öğrenci olan Hasan Yaman, kırmızı kart gösterdiği Yılmaz Hoca’yı öfkelendirmiştir.
Yılmaz Hoca’yla mücadele eden Hıdır Hoca’nın futbol yeteneğini, Hayri Dalkılıç’tan ve Hayri Canpolat’tan öğreniyoruz. Hayri Canpolat, Hıdır Canpolat’ın, Kırmızıköprü Spor’un başarılı bir kalecisi olduğunu dile getiriyor. Hayri Dalkılıç, Hüseyin Dalkılıç’ın sayfasında, Hıdır Canpolat’ın futbol başarısını paylaşıyor:
“Zamanında Dêsım’in en iyi futbolcusu. … Kaleci, defans, orta saha ve forvet oynayan istisna bir oyuncuydu.”
ERZİNCAN’A GÖÇ
1980 sonrasında yaşanan çeşitli sorunlardan dolayı Erzincan’a göç ederler. Erzincan Barbaros Mahallesi’nde yaşamaya başlarlar. Erzincan’da yaşasalar da köyden kopamazlar. Hüseyin Canpolat, Kırmızıköprü ve Mezra köyünde arıcılık yapmaya başlar. Uzun yıllar Erzincan-Pülümür arasında gidip gelir. Erzincan’dan Mezra’ya eli boş gelmez. Erzincan’dan aldığı elma, ceviz vb. fidanları köye getirir. Kurumaya yüz tutan bahçe onun çabalarıyla eski günlerine kavuşmaya başlar.
ERZİNCAN’DAN KÖYE DÖNÜŞ
Mezra köyünün bahçesinde boy veren meyve ağaçları, Canpolat ailesini âdeta köye davet eder. Zorlaşan yaşam koşulları, yuvadan ayrılan gençler vb. etkenler ailenin köye yerleşmesinde etkili olur. Aile, yaklaşık on yıl önce, Erzincan’dan ayrılarak Pülümür Mezra köyüne yerleşmeye karar verir. Ne var ki köy evi kullanılamayacak durumdadır. Sürek’teki ev, insansız yılların yorgunudur. Duvarlar göbek vermiş, sıvalar dökülmüş, kapı ve pencereler çürümeye yüz tutmuş, çatı hasar görmüştür. Kullanılamaz hâle gelen evin onarımı konusunda zorlanırlar. Mahallede içme suyunun bulunmaması, en büyük sorun olarak karşılarına çıkar. Ailenin desteği ve el birliğiyle evi onarır, Mezra’ya yerleşirler…
MİZAH USTASI
66 yıllık yaşamının 48 yılını tek bacakla, ama başı dik geçirmiş. Masasının kıyısından geçenleri tereddütsüz buyur etmiş, cebindeki son kuruşu gönül rahatlığıyla kahveciye vermiştir. Başkalarının aşağıladığı, küçümsediği, görmezlikten geldiği sıradan insanlar, onun gözünde birer beyefendi ya da hanımefendi olmuştur:
“Ali Bey’e bir çay lütfen…”
Dili, Çemesol (Asgireg) Çayı gibi durudur. Ağzı, ‘lan’, ‘ulan’ vb. ünlemlere yabancıdır. Dedikodu, alavere dalaverenin semtine uğramamıştır. Sol bacağını bozuk düzene kurban vereli 48 yıl olmuş, ama bunu kişisel yarar sağlamak amacıyla kullanmayı asla düşünmemiştir. Tek bacağıyla oduna gitmiş, bahçesini şenlendirmiş, arı kovanlarını kucaklamıştır. Çocuklarını başı dik bir babanın haklı gururuyla büyütmüştür. Erzincan Buğday Meydanı’ndan aldığı elma ve ceviz fidanlarını koltuğunun altında taşırken, çürümüş sisteme armağan ettiği bacağını aklına bile getirmemiştir.
Onun masası, sevinç üreten bir dostluk meclisidir. Bin bir zahmetle gelebildiği Kırmızıköprü’nün sevincine sevinç katmıştır. Masasından çevreye yayılan kahkahalar, onun yaratıcı mizahının birer yansımasıdır. İlkokuldan sonra okumaya fırsat bulamayan bir halk bilgesidir.
Reşat Nuri Güntekin, Eski Hastalık romanında yaşlılığı, bir insan için, mağlubiyetlerin en çaresizi olarak tanımlar (İnkılâp ve Aka, s. 206). Pülümür Mezra köyünün Nasrettin Hoca’sı Hüseyin Canpolat, birkaç yıldır peşini bırakmayan hastalıklarla boğuşuyor. Titreme, baş dönmesi, şeker ve yüksek tansiyonla başa çıkmaya çalışıyor. Sol bacağından sonra sol işaret parmağını da kaybetmiş. Özellikle sol elinin hareket yeteneği azalmış. Birkaç yıl önce Kırmızıköprü’ye gitmek için kullandığı üç tekerlekli elektrikli bisikleti artık kullanamıyor. Araç bulamadığı zaman, üç km’lik yolu yaya yürüyor.
Onu dinlerken gök gürlüyor. Sağanak başlıyor. Odanın dereye bakan iki penceresinin camları ıslanıyor. Pülümür Vadisi, yağmurla yıkanıyor. Meşe ormanlarının sararmaya başlamış yapraklarından yağmur damlaları süzülüyor.
Saatime bakıyorum, 16.45! Hava kararmaya başlamadan önce yola çıkmalıyım. Yüreği zengin Canpolat ailesi, tüm ısrarlarıma karşın, sofra kuruyor. Sofra memleket kokuyor. İkiyüzlülükten uzak bu kardeş sofrasından yayılan memleket kokusunu içime çekiyorum. Yağmur diner dinmez ayağa kalkıyorum. Mezra köyü Sürek Mahallesi’nde kirlenmeye karşı direnen Canpolat ailesine veda ediyorum. Pişi Deresi’ne kök salan ceviz ağacına, armuda tırmanan sincaba, alıç ağacının dalındaki serçelere el sallıyorum.
(Yalova, 7 Şubat 2020)