Hakkı
Sıradağların eteğindeki köyde kendi hâlinde yaşıyorlardı. Çoğu, Haşmetmeâblarının varlığından bile haberdar değildi. Yıldız Sarayı’ndaki entrikalar, Resneli Niyazi’nin başkaldırısı, Babıali baskınları sanki Kaf Dağı’nın arkasındaydı.
İmparatorluğun dağılma yıllarında işgal güçlerine karşı omuz omuza çarpışmış, Çanakkale’de kemikleri birbirine karışmıştı. Bazıları Sarıkamış’ta donarak ebediyete uğurlanmıştı.
Aradan fazla zaman geçmemişti.
Haklarında raporlar hazırlanmış, koca bir coğrafya kırmızı çarpıyla işaretlenmişti. Masa başında üretilen raporlardan haberleri yoktu. O raporlara göre ‘ıslah’ edilmeleri, ‘medeniyete açılmaları’ gerekiyordu.
Pülümür’ün güneybatısındaki köyün sakinleri, kapıyı çalan medeniyetten tedirgindi.
Toprak damlı evler terk edilmiş, sık meşe ormanı ya da mağaralarda zor günler başlamıştı.
Meşe ormanında can derdine düşen ailelerden biri üç çocukluydu. Çocukların büyüğü 5, ortancası 3 yaşındaydı. En küçüğü Sose 7 aylıktı. Aile, çocuklarını beslemek için ineğini de beraberinde götürmüştü. Her ne olmuşsa inek ortadan kaybolmuştu. Baba, ineği bulmak için mağaraların yolunu tutarken, çocuklar acıkmıştı. Acıkan bebek ağlamaya başlamış, bir türlü susturulamamıştı. Ölümden kaçan köylüler, çocuklu anneyi orada bırakıp yola düşmüştü. Anne üç çocuğuyla bir başına kalmıştı. Topluluğun gerisinde kalan anne en zor kararını vermiş, iki çocuğuyla yola devam etmişti.
7 aylık bebek, Goladab’ın derinliklerinde kaybolmuştu.
Annesine yalvaran Süleyman’ın yüreği, deprem geçirmişti.
Kamışlarla çepeçevre kuşatılmış göletten yayılan kızın çığlığı birkaç saniye içinde kesilmişti.
7 ay ömür süren bebeğin başucuna bir mezar taşı bile dikilememişti.
Dervişcemalli İbrahim, Sose, Goladab’da son nefesini verdiğinde 11 yaşındaydı. 15 Ocak 1927’de Pülümür Kocatepe (Aşkirek/Askirek/Askireg) köyünde doğmuştu. Müfreze kordonunda ölüme sürüklenmeden bir gün önce davul zurna eşliğinde sünnet edilmişti. Sıcak yaz mevsiminin sonuna gelinmişti. Dağbek, Askirek vd. köylerden toplanan köylülerle birlikte Pancıras’a götürülmüştü.
O günlerde Pülümür Vadisi’ne 16 masum köylünün çığlığı karışmıştı.
11 yaşındaki çocuk olup bitenlerden habersizdi.
Pancıras’ın altında toplanmışlardı. Aralarında kimler yoktu ki… Anne babası, arkadaşları, yakınları, Dıle Piro, Rayber Seycan Ağa, Lolanlı Rıza Bey ve bütün köylüleri oradaydı. Sadece onlar mı, Pancıras, Dağbek ve çevre köyler de oraya akmıştı. Çoğu çarıklı, partal giysiler içindeki köylüler Pancıras’ta bekletildikten sonra Danzik’e doğru yola çıkarılmıştı. Birkaç kilometrelik yol uzadıkça uzamış, Danzik Han deresi yakınlarında kordon altına alınmışlardı.
7 yaş üzeri köylüler futbol takımı gibi yan yana dizilmişti. Aynı günlerde Tasniye (Gökçekonak) köyünde de yüzlerce köylü toplanmış, medeniyet için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı.
75-80 yaşlarındaki engelli Dıle Piro’nun yorgun bedeni, ağır darbelerin yükünü kaldıramamıştı.
Danzik, yoksul köylünün ebedî istirahatgâhı olmuştu.
11 yaşındaki İbrahim ve diğer köylüler, son anda gelen bir telgraf emriyle ölümün kıyısından dönmüştü. ‘Müjde’yi, Jandarma Karakol Komutanı vermişti:
“Gözünüz aydın, sürgüne gönderiliyorsunuz!”
O gün İbrahim’in baba dede ocağındaki son günüydü. Danzik’ten yürüyerek Erzincan’a götürülen kafiledeydi. Erzincan’da kamyona bindirilmiş, Divriği’ye doğru yola çıkarılmışlardı. Yaşamında ilk kez gördüğü kamyon, onu baba dede ocağından koparıyor, bir bilinmeyene sürüklüyordu.
Kamyon kasası tıka basa insan doluydu. Kız çocuklarının haftalarca tarak değmemiş saçları keçeye dönmüştü. Su yüzü görmemiş insan bedenlerinde bit kaynıyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış erkekler, birbirine sokulan kadınlar, korku dolu bakışlarla çevreyi inceleyen çocuklar kaygılıydı.
İnsan yüklü kamyon, medeniyet yolunda tozu dumana katıyordu.
Akşamüzeriydi. Kemah yakınlarında bir baba, kız çocuğunu kasadan attıktan hemen sonra eşiyle birlikte atlamıştı. Yük kamyonu, el ele tutuşarak ölüme giden karı koca ve kız çocuğundan habersiz ilerliyordu.
Anne, baba ve kız çocuğu, ölüme uçmuştu. Canlıların en büyük korkusu ölüm, bir sigara dumanı kadar bile topluma zararı dokunmayan yoksul köylülerin kurtuluş yolu olmuştu.
Kocatepeli çocuk, yaşamının en büyük vurgunlarından birini daha yemiş, yüreğine yıldırım düşmüştü.
Kamyon, insan yükünü Divriği’de boşalttıktan sonra Erzincan’a geri dönmüştü.
1935 sayımına göre 5 bin 910 kişinin yaşadığı Divriği’de tedirgin bekleyiş birkaç hafta sürmüştü. Tutuldukları alanda çeşme yoktu. Kayalığın altındaki su için sıraya giriliyor, belirli saatlerde yiyecek dağıtılıyordu.
Divriği’den ayrılma vakti gelmişti. Yük vagonlarına bindirildiler. Kapılar üzerlerine kilitlenmişti. Tuvalet yoktu. Kapılara işemek olağan karşılanıyor, atıklar pencereden dışarı atılıyordu. Bazı trenlerin tabanında delik açılmış, perdeyle çevrili alanlar tuvalete dönüştürülmüştü.
Günlerce süren yorucu bir yolculuğun ardından Isparta’ya ulaşırlar. Bir hana yerleştirilirler. Acaba o handa kaç gün kalmışlardı? Orada baba dede dostlarının yer aldığı toplulukla birlikte birkaç gün kalırlar. Pülümür Pardiye (Kaymaztepe) köyünden (Pir) Kamer Kılıç (1895-1959) ve eşi Beser (Hatun) Kılıç (1897-1994), akılda kalan sürgünlerden birkaçıydı. Dedesi (Seyit) Hüseyin Arslan, babası İmam Hüseyin Arslan, Erzincan Karatuş’ta büyüyen annesi Gülizar Arslan ve Pir Kamer Kılıç, Türkçe bilen sayılı insanlardandı. Handa, sakal ve bıyıkların kesilmesi emrini bildiren jandarma eri, arbede sırasında birinci kattan aşağıya düşmüş, han, kuşatılmıştı. Olay, yetkililerin müdahalesiyle sona ermiş, Kamer Kılıç’ın bıyığı, Hüseyin Arslan’ın sakalı kesilmemişti.
Sürgünün ilk haftaları jandarma eşliğinde geçirilir. Toplu hâlde getirilen ailelerin her biri farklı köylere dağıtılır. İbrahim’in ailesi Eğirdir Sorkuncak köyüne, Kamer Kılıç’ın ailesi ise Buca’ya yerleştirilir. Çevre köylerde yaşayanlar ancak birkaç ay sonra iletişim olanağına kavuşur. Onlar daha çevreyi tanımadan kendileriyle ilgili akıl almaz söylentiler çıkarılır. İnsan eti yiyorlar, ana bacı tanımıyorlar, diyenlere bile rastlanır. İbrahim’in ilk öğrendiği Türkçe söz, anam avradım olsun, sözüdür. Yörede o yıllarda sık kullanılan bu sözü ezberler.
1938’de Isparta Eğirdir Sorkuncak İlkokuluna başlar. Pülümür Danzik (Dereboyu) Han deresi yakınlarında ölümden dönen ailede yaprak dökümü başlar. Annesi Gülizar Arslan, amcası Seyit Han Ağa’nın öldürüldüğüne ilişkin haberi aldıktan kısa bir süre sonra, Kasım-Aralık 1938’de yaşama gözlerini yumar. Geride 40’ını bile tamamlamamış bir erkek bebek bırakır.
Annesiz kalan bebek, 5 aylıkken yıldızlara kavuşur.
1939 yılı ilkbaharında dedesi Seyit Hüseyin Arslan ve babaannesi Gülsüm Arslan, memleket hasretine dayanamaz. Babası İmam Hüseyin Arslan, 1939 yılında askere alınır. 1943’te terhis edilen baba, aynı yıl Bilecik’te yaşamını yitirir.
Aile büyüklerini Isparta’da kaybeden İbrahim’i zor günler beklemektedir. Yetim kalan çocuk, kendinden küçük 4 kardeşine bakmak için büyük çaba harcar. Bulabildiği her işte çalışır. Gül bağlarında ve tekstil atölyelerinde ter döker. Çobanlık yapar. Sorkuncak ve Cire köylerinde bağ beller.
Sorkuncak İlkokulundan Isparta merkeze nakil olur. İlkokulu Isparta merkezde tamamlar.
Pülümür Pardiye (Uzunevler) köyünden Kamer Kılıç (Pir Kamer, 1895-1959) ile Beser (Hatun) Kılıç’ın (1897-1994) Eğirdir Bucak köyündeki evinde yaşadıklarını unutmaz. 1943 yılında yaşadıklarını şöyle özetliyor:
“Köyleri Isparta’da bize yakındı. Zaman zaman gidiyordum. Isparta’da annem, babam ölmüştü. Çocukları Musa, Ali, Hıdır, Hüseyin, Semedan, Hasan ve Kamer vardı. Hasır yatak serildi. Hatun (Beser Kılıç), çocuklarla yatmamı istedi. Piro gel yat, dedi. Uyuz oldum, dedim. Ağladı, geldi boynuma sarıldı. Beni karı koca kendi aralarına yatırdılar. Sabah Pir Kamer uyuz ilacı aldı. Bir hafta boyunca beni teknede yıkadılar. Uyuz, onlara bulaşmadı.”
Isparta İnönü Ortaokuluna başlar. Kısa bir süre sonra ‘mevzuat’ gerekçesiyle okuldan uzaklaştırılır. İnönü Ortaokulunun kapıları ‘menfi’ çocuğun üzerine kapanır. Bir öğretmeni, Gönen Köy Enstitüsünden söz eder. Bir ya da iki gün yürüyerek Isparta Gönen’e gider.
1943 yılında Gönen Köy Enstitüsüne kabul edilir. Köy Enstitüsünde öğretmen önlerine kitap koyar, bunları okuyacaksınız, der. Her öğrenci ayda en az iki kitap okur, özetler. İki üç ay içinde kitap okuma alışkanlığı edinir.
O tarihte Gönen Köy Enstitüsünde Pülümürlü Hüseyin Çelik ve Hasan Çelik kardeşlerin yanı sıra Dersim kökenli 10-11 öğrenci öğrenim görmektedir. Sürgün ailelerin çocukları, Kızılbaş, anne bacı tanımaz vb. suçlamalarla karşı karşıya kalır. Hüseyin, birkaç ay okuduktan sonra okuldan ayrılır. Hasan Çelik, bileği güçlü, cesur gençlerdendir. Enstitünün son sınıfındayken, okuldan atılır, sıvacılığa başlar.
Gönen Köy Enstitüsünden Pülümür Sağlamtaş (Çirik), Dereboyu (Danzik) köylerinden sağlık memurları da mezun olur. Ali Doğan (Gökçekonak/Tasniye), Hıdır Doğan ve Müslüm Han (Sağlamtaş), Köy Enstitülerinden mezun olan Pülümürlüler olarak akılda kalır.
İbrahim, 1946’da 3. sınıftayken bir kavgadan dolayı Erzurum Pulur Köy Enstitüsüne sürülür. Enstitüde elektrik yoktur. O yıl bir jeneratör getirilir. Jeneratör, sadece akşam mütalaasında (etüt) çalıştırılır. Enstitü, mütalaadan sonra 5 numaralı gaz lambası ya da lüks ışığıyla aydınlatılır.
Peki Isparta Gönen ya da Erzurum Pulur Köy Enstitüsündeki öğretmenlerinden hiç dayak yemiş miydi? Enstitüde dayak yoktu, diyor. Dayağın, bir eğitim aracı olarak kullanılmadığını dile getiriyor. Öğrenciler arasında zaman zaman çıkan kavgalara tanıklık ettiğini, Dersim sürgünü çocuklara yönelik Kızılbaş vb. hakaretlerin hedefi olduklarını belirtiyor:
“İsmimiz menfiydi… Devletin bize verdiği isim!”
Cumhuriyet tarihinin ilk çok partili seçimi 1946 yılında yapılır. Pulur Köy Enstitüsü öğrencileri sandık kurullarının başına getirilir. İbrahim Arslan (Seyitcemaloğlu), Erzurum Söğütlü köyünde sandık kurulu başkanı olarak görevlendirilir. Böylece çok partili sistemin ilk sandık kurulu başkanı unvanını alır.
1946 yılı yaz tatilinde trenle Erzurum’dan Erzincan’a gelir. Tanyeri İstasyonunda iner. O tarihte Kocatepe’ye giriş yasağı devam etmektedir. Yönünü başı dumanlı dağlara dönen Köy Enstitülü, tek başına yola düşer. 11 yaşında ‘mevcutlu’ yürütüldüğü patikadan köyüne varır. O geceyi yıkıntılar arasında geçirir. Ertesi gün Dıze (Boğalı) yakınlarındaki karakolda silah patlar. Bir süre saklanır. Silahın, yaban hayvanlarına sıkıldığını anlayınca rahatlar. Pancıras ve Askirek derelerinin beslediği Çemesol’u izleyerek Haskar’a ulaşır. Tunceli-Erzincan kara yolunun 46. kilometresindeki Haskar/Han’da odun yüklü kamyona binerek Erzincan’a döner.
1948’de Erzurum Pulur Köy Enstitüsünden mezun olur.
1948’de 20 Köy Enstitülü öğretmen Erzincan’a atanır. Bunlardan 5’i Erzincan merkezde, 4’ü Kemaliye’de, 2’si Kemah’ta görevlendirilir. İliç, Refahiye ve Tercan’ın payına üçer öğretmen düşer.
Erzincan merkezde görevlendirilen 5 öğretmenden biri de İbrahim Seyitcemaloğlu’dur. Kocatepeli İbrahim, 1938 yılında yük kamyonuyla Divriği’ye gönderildiği Erzincan’a 21 yaşında genç bir öğretmen olarak döner.
İlk görev yeri, Erzincan Cumhuriyet İlkokuludur.
“Cumhuriyet bizi kurtarmış, okuma fırsatı vermiştir.” diyen öğretmenin Cumhuriyet İlkokulu günleri fazla sürmez.
Erzincan Maarif Müdürü, Pulur Köy Enstitüsünün yetiştirdiği ‘dik başlı’ öğretmene ‘takar’! Öğretmenden beklediği ‘saygı’yı göremediğini öne süren Maarif Müdürü, İbrahim Öğretmen’i Refahiye’ye sürer.
1938’de Dersim’den Isparta’ya, 1943’te Isparta Gönen Köy Enstitüsünden Erzurum Pulur Köy Enstitüsüne sürülen Kocatepeli İbrahim Seyitcemaloğlu, 3. sürgünle tanıştığında 21 yaşındadır.
1948-1950 yıllarında Refahiye Altköy İlkokulu Başöğretmenliği görevinde bulunur. Okulun toprak damlı binasında eğitim gören öğrencilerin birçoğu mezralardan gelmektedir. Zorlu kış koşullarında okula gelen öğrencilerin başarısı için çaba gösterir. Uzaktan gelen öğrencilerini yolda karşılar.
Refahiye’de o yıllarda kız çocuklarını okula gönderme eğilimi zayıftır. Kızlar, 14-15 yaşlarında gelin edilmektedir. Köy Enstitülü öğretmen, kız öğrencilerin okula devamını sağlamak için çalışır. Devamsız öğrenciler jandarma eşliğinde okula getirilir. Altköy İlkokulu Başöğretmeni, uzun süreli devamsızlıklardan dolayı öğrenciler arasında oluşan yaş farkının yarattığı sorunlarla mücadele eder.
Refahiye Altköy’de akşam saatlerinde yetişkinlere okuma yazma kursu verir. Kurslardan dolayı öğretmenlere ek ders ücreti ödenmez. Bir gün dinlenme saatinde derslikten çığlık yükselir:
“Muallim, gelin doğuruyor!”
Erkekler, derslikten çıkarılır. Altköylü genç kadın okulda doğum yapar.
1950-1953’te Tercan Başbudak (Haçköy) İlkokulunda, 1953-1955’te Tercan Kuzören İlkokulunda, 1955-1957’de Tercan Sarıkaya İlkokulunda çalışır.
1957’de Edirne Uzunköprü’de askerliğini yedeksubay olarak yapar. 1958 Eylül’ünde erken terhis olur. Pülümür Kocatepe (Askirek) İlkokulu Başöğretmenliğine atanır. Kocatepe’den müfreze eşliğinde sürgüne gönderilen İbrahim, 1958’de köyüne öğretmen olarak döner. İlk yıl tek başına çalışır. 2. yıl Erdoğan Karslı adlı bir öğretmen daha görevlendirilir.
Kocatepe İlkokuluna çevre köylerden de öğrenci gelir. Boğalı (Zimage), Sarıgül (Mazrakoy), Çakırkaya (Pancıras) köylerinden gelenlerle birlikte öğrenci mevcudu artar. Okul o zaman tek dersliklidir. Müdür odası derslik olarak kullanılır.
Kocatepe İlkokulunun öyküsü, ilgi çekicidir. Okulun ilk öğrencilerinden Mehmet Galik, dönemin Kocatepe Köyü Muhtarı Mehmet Kalik’in (1928-2012), Pülümür’de çay içerken, Danzik (Dereboyu) Köyü Muhtarı Yusuf Doğan’dan, Danzik’e okul yapılacağını öğrenir öğrenmez soluğu Maarif Memurluğunda aldığını, okulun, nüfusu daha kalabalık Kocatepe’nin hakkı olduğunu savunması üzerine köyde okul çağındaki çocukların belirlendiğini, böylece okul ödeneğinin Danzik yerine Kocatepe’ye ayrıldığını anlatıyor.
Okulun kaba inşaatına 1957’de başlanır. Aynı yıl Pülümür Danzikli Ahmet Gültekin, Ahmet Uras’a ait odada vekil öğretmen olarak ders başı yapar. Gültekin, bir süre görev yaptıktan sonra köyden ayrılır. Oğlu Kutsi Gültekin’e göre, babasının öğretmenlikten ayrılmasının nedeni, dedesi Yusuf Ağa’nın baskısıydı. Yusuf Gültekin, oğlunun kamuda çalışmasından rahatsızlık duyuyordu.
Okul binası, çatı dışında, 1958’de tamamlanır. Çatısız bina damlar. Çatı 1959’da yapılır. Okula gönderilen sıra ve masalar yetersiz kalır. 3-4 öğrenci aynı sırayı paylaşır, ancak bazı öğrenciler yine de ayakta kalır. Her hafta bir grup öğrenci, dönüşümlü olarak, evden getirilen minderlerin üzerinde oturur.
İbrahim Seyitcemaloğlu, okulun çevre düzenlemesi için kolları sıvar. Okulu güzelleştirmek amacıyla öğrencilerini seferber eder. Okul bahçesindeki tümsek el birliğiyle kaldırılır. Bahçeye, bugün çoğu ayakta olan kavak fidanları dikilir.
Kocatepeli çocukların birçoğu Türkçeyi okulda geliştirir.
Köy Enstitülü öğretmen, başarı için yoğun emek verir:
“Dershaneye dua ederek girerdim: Yarabbi, emeğimizi zayi etme… Soba yakardım. Odaları süpürürdüm. İşçilik yapardım. Kocatepe’de okulun önü tepelikti, çocuklarla düzelttik. Gittiğim okullarda 1. sınıf öğrencilerinin kısa sürede okuma yazma öğrendiğini biliyorum. Mezun ettiğim öğrencilerden başarı göstermeyen yok. Kırmızıköprü’de Pekinlerden alışveriş yapardık. 1959’da köye elektrik götürmek istedim. Devletten bir su jeneratörü aldım, Pülümür’e geldi. O zamanki Pülümür Kaymakamı’ndan (Esat Ölçer) büyük yardım aldık. Köyün yardım etmesi gerekiyordu, edilmeyince Dereköy’e verildi. Sarıgül’den Dize’deki (Boğalı) Kale’ye kadar olan yol imece usulüyle yapıldı. Köye ilk araba yolunu yaptık. Yaşlı cevizlerin kütüğünü gelip götürdüler. Herkes belirlenen yeri kazarak yol yaptı. Sarıgül’ün mezarlığından Kocatepe mezarlığına kadar Sarıgüllüler, köyün içinden Dize’ye kadar da Kocatepeliler yaptı. 1959 ya da 1960 yılıydı, kayağa öncülük ettik”
Öğretmen, okulun soba sorununu, varili sobaya dönüştürerek çözer. Öğrenci başına velilerden 100 kg odun toplanır. Odunlar, öğretmenin yaptığı, kaldıraç tekniğiyle çalışan kantarda öğrenciler tarafından tartılır.
1959’da yeni binanın bahçesini oyun alanına dönüştürme çalışmaları tamamlanır. Olimpiyatlarda rastlanan spor aletlerinin birçoğu ağaçtan yapılır. Pülümür Kocatepe İlkokulu öğrencileri, jimnastikte kullanılan asimetrik paralel vb. aletlerle o yıl tanışır.
Ali Güven, Ali Kırıkkaya, Güllü Esen (Çalışkan), Fadime Kırıkkaya (Senik), Hakkı Çalışkan, Hasan Arslan, Hasan Esen, Hasan Temur, Hatice Doğan (Galik), Hüseyin Arslan, İsmail Sarıgül, İsmail Yoleri, Mehmet Çalışkan, Mehmet Kırıkkaya, Mehmet Pınar, Mehmet Senik, Mercan Senik, Paşa Köse, Rıza Coşkun, Şahin Güven ve Yusuf Bayar okulun akılda kalan ilk öğrencilerindendir.
Kocatepe’de öğrencilere ‘iltimas’ geçeceği düşünülür. Bazı öğrenciler okula gönderilmez. Muhtar Mehmet Kalik aracılığıyla devamsız öğrenci velilerine 30 lira para cezası uygulanır. Ödemezler. Durum Pülümür Maarif Memurluğuna bildirilir. Sarıgül’den İmam Kına’ya ve iki oğlunu okula göndermeyen amcası Süleyman Arslan’a ceza kesilir.
Jandarma tahsile gelir, ama köylüde para yok!
İmam Kına’nın keçisine el konulur, para ödenince geri verilir. Amcası Süleyman’a 45 lira para cezası kesilir, ama ödeyemez. İki keçisi ile bir koyununa el konulmak istenir. Jandarmaya, öğretmen, kardeşimin oğlu, ondan alıp vereyim, der.
Amcası para bulmak için okula gelir:
“Dersteyim, amcam içeri girmek istiyor, ama izin vermedim. Ders bitti, benden para istedi. 45 lirayı verdim, keçilerini ve koyunu geri verdiler. Parayı almadım. Köyde üç kişi, Halil Koç, Hasan Koç, Kemal Ulaş çocuklarını göndermemekte ısrar etti. Durumu bildirdim, üçü de hapse atıldı. Hapisten çıktıktan sonra ziyaret ettim, geçmiş olsun, dedim. Çaylarını içtim.”
Kocatepe’de 4 yıl çalışır. Görevi, 1962 yılında Pülümürlü Yılmaz Doğan’a devreder.
Aynı yıl Kocaeli (Mehmetalipaşa) 27 Mayıs İlkokuluna atanır (1962-1965). Geçici olarak İzmit Ulugazi İlkokulunda görevlendirilir.
Kocaeli’deki evini okulsuz öğrencilere açar. Kocatepe İlkokulundan öğrencisi Ali Kırıkkaya da onlardan biridir. Ailesi, 1963 yılında ilkokulu bitiren Ali’yi okutacak durumda değildir. O kışı, babasına aldırdığı Vega marka radyoyu dinleyerek geçirir. 1964’te, öğretmeni İbrahim Seyitcemaloğlu’na mektup yazar, okumak istediğini belirtir. Öğretmeni, olumlu yanıt verir. Erzincan’da bir ay kadar Habip Sert’in evinde kalır. Sert ailesinin daracık evi âdeta öğrenci yurduna dönmüştür. Kardeşi Mehmet ve bir öğrencinin daha barındığı evin sahibi, sabah işe öğrenci yataklarının üzerinden atlayarak gider.
Ali Kırıkkaya, 1967’de Kocaeli Derince Ortaokulunu ikincilikle bitirir. Aynı yıl Yarımca Seramik Fabrikasına girer. Akşam Ticaret Lisesinin ardından girdiği İstanbul Ticari İlimler Akademisindeki eğitimini başarıyla tamamlar. E.C.A Muhasebe Müdürlüğü de yapan Kırıkkaya, Elginkan Vakfındaki görevinden sonra emekliye ayrılır.
Ali Kırıkkaya’nın Kocaeli’deki eğitim yaşamı Kocatepeli gençleri de etkiler. Mehmet Kırıkkaya, İsmail Kırıkkaya, Hüseyin Kırıkkaya, Kemal Karadağ, Hıdır Karadağ ve Ahmet Kalik, okumak için Kocaeli’ye gelir.
İbrahim Seyitcemaloğlu’nun yaşamında özel bir yeri olduğunu belirten Ali Kırıkkaya, öğretmeninin, öğrencilerini üst öğrenime özendirme çalışmalarından övgüyle söz ediyor.
1966 Varto Depremi’nden etkilenen bazı köylüleri evinde ağırlar, iş bulmaları için çaba gösterir.
1965-1972 yıllarında Derince Cumhuriyet İlkokulunda çalışır. 1972’de emekliye ayrılır.
1966’da Derince’de açtığı Foto Eren stüdyosunu, görme sorunlarından dolayı 1980’de kapatır. Radyo tamirciliği, amatör fotoğrafçılık; yerel gazeteler, Ulus, Hürriyet ve Milliyet’te toplam 28 yıl muhabirlik; yem bayiliği vb. işlerle uğraşır.
Emekli olmadan önce TÖS ve TÖB-DER üyesi olan İbrahim Seyitcemaloğlu, 1993-2005 yıllarında İHD Kocaeli Şube Başkanlığı görevini yürütür.
1951’de, miting için Erzincan Tercan’dan trenle İstanbul’a gitmişti. 1959-1960 yıllarında Ankara’da gerçekleştirilen protestolarda yer almıştı. Eğirdir’de kendisine Kızılbaşsınız, ana bacı tanımazsınız, diyerek hakaret eden adamın kafasını kırdığında 13 yaşında ilkokul öğrencisiydi. Kendisinden yaşça büyük adama taş fırlatmış, kaçarken yakalanmıştı. Polis, ele geçirdiği çocuğu karakolda üç gün falakaya yatırmıştı.
Çocukluğundan itibaren dışlanma duygusu ve şiddetin hemen her türüyle tanıştı. Doğup büyüdüğü topraklardan kovulduğunda, 11 yaşındaydı. Isparta İnönü Ortaokulundan kovulma nedeni, ‘menfi’ oluşuydu.
1948 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden ‘menfi’ diye uzaklaştırılan, 1950’de okuluna dönen Sarıgüllü Kadri Sarıgül’ün akıbetini merak ettiğinde 96 yaşındaydı. Kadri, Haydarpaşa Lisesini birincilikle bitirmişti.
Gözlerini açtığı evin yıkıntılarında gözyaşı döktüğünde, Pulur Köy Enstitüsü 4. Sınıf öğrencisiydi. 1946’da trenle geldiği Erzincan Tanyeri’nden gizlice yollara düşmüş, harabeye dönmüş Kocatepe’ye gitmişti. Zifiri karanlıkta kesme taşı yastık yapmış, yıkıntılarda, yitirdiklerine ağıt yakmıştı.
1950’de henüz bir yıllık evliyken, eşini yitirmişti. Yıllar sonra yaşadığı evlat acısıyla vurgunların büyüğünü yemişti.
Osmanlıcayı 1949 yılında kendi çabasıyla öğrenmişti. Koronavirüs salgını başladığında 93 yaşını selamlamış, kütüphanesindeki eski eserleri yeniden okumuştu. Daha önce altını çizmeyi unuttuğu bazı bölümlere not düşmüştü.
Gözlerinin feri azaldığında, kitap okumak için büyüteci keşfetmişti.
Cumhuriyet bizi kurtarmış, okuma fırsatı vermiştir, dediğinde 96 yaşındaydı. Bağnazlıkla mücadelede Cumhuriyet Devriminin birikiminden kuvvet almıştı.
Acımasız yılların yüzünde yarattığı derin izlere karşın geleceğe umutla bakıyor. Bin yıllık acılara aklı ve yüreğiyle meydan okuyor.
Kocatepe’den aile bireyleri topluca sürülmüştü. Yakını Dıle Piro’yu, Danzik’te yıldızlara emanet etmiş, yola eksilerek devam etmişlerdi. Eğirdir, annesi Gülizar’ı, dedesi Seyit Hüseyin’i ve babaannesi Gülsüm’ü ellerinden almıştı. Babası İmam Hüseyin, eşini kaybettikten birkaç ay sonra askere alınmış, 1943’te evine dönmüştü. Aynı yıl o da çocuklarından ebediyen ayrılmıştı.
İbrahim Seyitcemaloğlu, çocuk yaşta çıkarıldığı zorunlu yolculuğa eksilerek devam ediyor. Önce aile büyüklerini sonsuzluğa uğurlamıştı. Birer birer uğurladı eşini, kardeşlerini, çocuklarını. Sürgünlerden geriye sadece o kaldı.
Şimdi 96 yaşında…
Gözyaşları, yüzyıllık ömrün serveti.
Kocatepe’deki yıkıntılarda son bir kez ağıt yakmak için ömrünün kalan yıllarını vermeye hazır.
Belki bir sonbahar günü, yaprakların savrulma vakti, düşecek yine o tozlu yollara… Kılavuzu Çoban Yıldızı, yıkıntılardan yayılacak ezgiler, başı dumanlı Munzurlardan dünyaya…
Ondan ayrılma vakti geliyor.
Kapıya kadar uğurluyor beni.
Evinin balkonunda sarılıyoruz birbirimize.
Pulur Köy Enstitülü, yüreği aydınlık öğretmene son bir kez bakarken, ağır ağır sallanıyor ellerim…
Feri azalmış gözlerinden süzülen damlalarla aydınlanıyor yüreğim.
(Körfez, 2 Haziran 2023)
Teşekkür: Bu çalışma, Pülümür Kocatepe köyünün anıt isimlerinden Sayın İbrahim Seyitcemaloğlu’yla 22 Şubat 2022-11 Mayıs 2023 tarihlerinde evinde yapılan görüşme notlarından derlenmiştir. İlkinin 4, ikincisinin 2 saat sürdüğü bu uzun ve yorucu görüşmeye sabırla katlanan Sayın Sevim-İbrahim Seyitcemaloğlu çiftine candan teşekkürlerimi sunarım. Görüşmeye öncülük eden, başından sonuna kadar destek sunan Sayın Hatice-Mehmet Galik çiftinin değerli katkıları her tür övgüye değer. Çalışmayı zenginleştiren değerli katkılarından dolayı Sayın Ali Kırıkkaya’ya, Isparta Tuncelililer Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ve Cemevi Başkanı Sayın Sabriye Aydın’a çok teşekkür ederim.
Kaynakça:
Yavuz, E. (2016). Erzincan’da Eğitim ve Eğitim Kurumları (1923-1960). https://turkishstudies.net/turkishstudies?mod=tammetin&makaleadi=&makaleurl=1948283711_5YavuzErdem-trh-75-102.pdf&key=19560 Erişim: 05.05.2023.
https://www.facebook.com/HasanoglanKoyEnstitusu/photos/a.501735179958941/2223831327749309/ Erişim: 14.05.2023.