Ormanın derinliklerinde kaybolmuş köyde yaşıyorlardı. Vadinin iki yakasını kaplayan orman, meşe ağırlıklıydı. Çınar (lopık/lapık), kavak ve ceviz ağaçları meşe ormanına renk katıyordu. Köstekli saati olanların sayısı üçü beşi geçmiyordu. Hemen herkes zamanını Güneş’e göre yönetiyordu. Komşu Hınzori’ye düşen ilk ışıkla gün başlar, günbatımıyla sona ererdi.
Dış dünyayla iletişim yok denecek kadar azdı. Kendi hâlinde yaşayan yoksul köylülerin ‘dışarı’yla teması, zorluk ve sıkıntıları da beraberinde getirmişti. Ülkenin dört bir yanına sürülmüşlerdi. 1950’li yıllara doğru köylerine dönmüş, ayakta kalma mücadelesine kaldıkları yerden devam etmişlerdi.
Kimine göre saklı cennette yaşıyorlardı. Havası ve suyu temiz, dünyanın kirinden pasından uzak bir köyde yaşamak ayrıcalık, diyenler vardı. Kimine göre ise cehennemdi, yaşadıkları… Karda kışta hapsoldukları taş yapılı evlerde, yokluk kol geziyordu. Kışın teknede yıkanan bir kadın kayarak, sırtında yük taşıyan başka bir kadın da yuvarlanarak yaşama gözlerini yummuştu. Sıra dışı ölümler, doğup büyüdükleri coğrafyadan onlara ‘armağan’dı.
Azrail, can alırken bile eşit davranmıyordu.
Ekilebilir alanlar yok gibiydi. Kazma kürekle meşe ormanının arasında açılan tarlalarda ekilen buğday ve arpayla yaşamı sürdürmek kolay değildi.
Kışın hayvan beslemek, çok zordu.
Köyde okul yoktu. Komşu köydeki ilkokula gitmek için 2 ya da 3 km yol yürümek gerekiyordu. Soğuk ve yağışlı havalarda okula gitmek kolay değildi. 72 aylıkken okula kaydedilen çocuklar, okul yolunda soğuğa meydan okurdu.
Annelerin diktiği kumaş çantalarda taşınan defter, kalem ve silgi altın değerindeydi. Araç gereçleri tutumlu kullanmak zorundaydılar. 1954 yılında komşu köyde okula gidenlerin sayısı, yaklaşık 17’ydi. Okumaya giden öğrencilerden 10 numaralı olanı, beyaz gömlekli, kısa pantolonlu ve ayakkabısızdı.
Ayakkabısız öğrenci, Ali Yıldız’dı. Başöğretmen, onu Seydali Yıldız adıyla kaydetmiş, yanlışı, kimliğine baktıktan sonra düzeltmişti. Her sabah, Hasan Şahin (1946-?), Kamer Pekin (1945-1967), Hüseyin Doğru, Hıdır Yıldız, Hıdır Pekin, Ali Pekin, Hıdır Canpolat vd. arkadaşlarıyla birlikte Mezra (Köyü) İlkokuluna giden Ali Yıldız yıllar sonra ticarette adından söz ettirecekti.
Kırmızıköprü’de ticaret yaşamına damga vuran, iz bırakan isimler alt alta yazıldığında ilk sıralarda yer alacak isimlerden biri de Ali Yıldız’dır. Çoğumuz onu Seydali Yıldız olarak tanır. Bazı köylüler, Seydali yerine Seydağa demeyi tercih eder.
MEZRA İLKOKULUNUN KIZ ÖĞRENCİLERİ NEREDE?
Ali Yıldız’ın ilkokula başladığı 1954-1955 eğitim-öğretim yılında Mezra (o zamanki adıyla Mezraa) İlkokulunda 44 öğrenci öğrenim görüyordu. Bunlardan 10’u kız, 34’ü erkekti. Kız öğrencilerin 6’sı okula hiç devam etmemiş, 4’ü ise sınıf tekrarına kalmıştı! 1955’te Mezra (Köyü) İlkokulunun kız öğrencilerinden sınıfını geçen olmamıştı.
Verilerden de anlaşılacağı gibi, Cumhuriyet’in 32. yılında, aileler kız çocuklarını okula vermiyor, kız öğrencilerin devam takip işlemleri gerektiği gibi yürütülmüyordu.
Peki niçin?
Bunun, kadına bakış açısıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Feodalizme göre, kadın ‘yok’tu. Okulların kapısı, kadının âdeta yok sayıldığı bir kültürel iklimde kız öğrencilerin yüzüne kapatılmıştı. Feodal kültürün geri değerleriyle hesaplaşma çizgisinden uzaklaşılmıştı. Toplumun, ortaçağ ilişkileri üzerinden denetim altına alma çabası hız kazanmıştı.
KAMER FIRAT’IN EVİNDE İLKOKUL
Mezra’nın okul binasına kavuşmadığı ilköğretim yılını Kamer Fırat’ın (Qemere Hemed, 1920-1985) dersliğe dönüştürülen evinin bir odasında geçirir. Mezra İlkokulunda Kaymaztepeli (Meçi), Nazımiye Hanköylü (Karvan), Nazımiye Oğullar (Hılves), Uzunevlerli (Pardi) öğrencilerle birlikte öğrenim görür.
Kazım Güreş ve Süleyman Duymaz’ın öğrencisiydi. Öğretmeni Kazım Güreş, babası Yusuf Yıldız’dan (1909-1980) oğlunu okutmak için talepte bulunur:
“Oğlunu bana verirsen okuturum, bundan büyük adam olur.”
Oğlunun subay olmasını isteyen baba, öğretmenin önerisini kabul etmez.
İBRAHİM PEKİN’İN SIRTINI YERE GETİREN YOK!
Üst sınıftaki arkadaşı ve köylüsü İbrahim (İbiş) Pekin (1938), bilek gücüyle adından söz ettirir. Pekin, okulun amatör güreşçisi olarak bilinir. İki kişiyle aynı anda güreşe tutuşan Akdik/Şihanlı çocuğun sırtını yere getiren çıkmaz!
Hüseyin Doğru, Ali Yıldız (Hesene Ali’nin torunu), Ali Fırat, Hasan Şahin, Hıdır Yıldız (Hemede Avaşi’nin oğlu), Kamer Pekin akılda kalan diğer okul arkadaşları. Kırmızıköprü’de Mustafa Fırat’ın Halk Restoranının alt katındaki atölyede zanaatkârlığıyla tanınan Hasan Şahin, okul başarısıyla da iz bırakan arkadaşlarından.
Okul arkadaşı ve köylüsü Kamer Pekin (1945-1967), 1967 yılında Kırmızıköprü yakınlarındaki alçı taşı ocağında geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu, genç yaşta yaşamını yitirir.
ÂŞIK DAİMİ HAYRANI ALİ ERGİNOĞLU
1965’te Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda bağlama çalan Mezralı Ali Erginoğlu’nu (1937), genç kuşakların çoğu tanımaz. Erginoğlu, tam anlamıyla bir Âşık Davut Sulari (1925-1980) hayranı. Oğluna, ünlü ozandan esinlenerek Davut adını vermiş. Âşık Daimi (1932-1983), Âşık Mahzuni Şerif (1940-2002), Âşık Veysel (1894-1973), Âşık Davut Sulari’ye, bazı dinletilerde sazıyla eşlik etmiş.
Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen dinletilerde, arka planda bağlama çalarak katılan Erginoğlu, sazı ve sözüyle bazı köy düğünlerine de renk katmış. Davut Sulari’nin, “Kız Senin Derdinden Derbeder Oldum” ve “Siyah Perçemini Dökmüş Yüzüne” türkülerini yüreğinin derinliklerine işlemiş.
Ali Yıldız, öğrencilik yıllarında, Ali Erginoğlu’nun, Mezra köyündeki bir etkinlikte saz çaldığını, kendisine bir bayanın sesiyle eşlik ettiğini hatırlıyor. O bayan ve etkinlikle ilgili anılar çocukluk yıllarının coşkusuyla silinmiştir.
BESLENME ÇANTASI MI, O DA NE!
Akdik/Şihan’dan Mezra’ya giden ilkokul öğrencileri beraberinde yiyeceklerini de götürür. Sac ekmeği, çökelek, tereyağı ya da kaymağa arada bir haşlanmış yumurta da eklenir. Orman köyünde tavuk beslemek kolay mı, tarlaya girer, olay çıkar. Kümes hayvanlarından pay almadan rahat durmayan kartal, sansar ve tilkileri de hesaba katmak gerek. Ailelerin beslediği tavuk sayısı, bir elin parmaklarını geçmez.
Öğretmenleri Süleyman Duymaz, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda öğrencilerden yumurta getirmelerini ister. Öğretmen, öğrencileri, bayram sofrasında bir araya getirmeyi amaçlar. Ali, 23 Nisan sevincine yumurtayla ortak olmak için annesine koşar. Şengal Hanım (1891-1992), güç bela bulduğu yumurtayı haşlar, oğluna verir.
23 Nisan coşkusuna haşlanmış yumurtayla ortak olur.
OKULDA DİL DAYAĞI!
Dönemin bazı öğretmenlerinin Abdülhamit’in casus ağını çağrıştıran uygulamalarından birçok öğrenci payına düşeni alır. Öğretmenin belirlediği ‘gizli başkan/başkanlar’, okul dışı zamanlarda bile arkadaşlarını izler, hâl ve gidişatı rapor eder. ‘Haber elemanları’nın izlediği davranışların başında ‘dil’ konusu gelir. Okulda zaten yasak olan Zazaca/Kırmanckiyi okul dışında da konuşma yasağı getirilmiştir:
“Dayak yiyorduk. Hep Türkçe konuşacaksınız, diyorlardı. Evde Kürtçe (Zazaca/Kırmancki) konuşanlar gizlice öğretmene söylenir, dayak atılırdı.”
İlk dayağını ‘dil’i yüzünden yiyecek, sistemin dayak gerekçesi, ilerleyen yaşla birlikte nitelik değiştirecekti.
ÇOCUKLUK OYUNLARI
Top, çocuk oyunlarının vazgeçilmezlerinden. Akdik/Şihan çocukları 50’li yıllarda toptan habersiz bir yaşam sürüyordu. Top bulunsa bile köyde futbol oynamaya elverişli alan yoktu. Orman köyünde zorluklarla iç içe büyüyen çocuklar çıre, çelik çomak, saklambaç, beştaş vb. oyunlar oynardı.
Mezra İlkokulunda çıre oynanır. Oyunu, hedefe erken ulaşan kazanır. Sınıf Öğretmeni Kazım Güreş, yere düşer. Ali Yıldız, öğretmeninin düşmesine yol açtığı için ağlar. Öğretmen, ağlayan öğrencisine sarılır, bunun oyundan kaynaklandığını anlatır.
ÇEMESOL’DA ALABALIK
Pülümür Çayı ve ilçenin diğer akarsularında yaşayan hatırı sayılır miktarda balık varlığına karşın, Pülümür köylüsü, su ürünleriyle geç tanışmıştı. Yörede, besin değeri yüksek balık tüketilmiyordu. Daha doğrusu, Pülümür mutfağında 1950’li yıllara kadar balık yoktu. Bunun çeşitli nedenleri vardı. Bazı köylülere göre, balık bir tür ‘yılan’dı ve tüketilemezdi.
Dış dünyaya kapalı toplum, balığı yıllar sonra keşfedecekti.
Pülümür sofraları, balıkla, sürgün dönüşü tanışmaya başladı. Yaygın bir tüketim söz konusu değildi, ancak köylüler balıkla ilgili önyargılarından kurtulmuştu.
Akdik/Şihan köyü, Askirek/Aşkirik/Pancıras derelerinden beslenen Çemesol’a ev sahipliği yapıyor. Çemesol Çayı, rengini yöre insanının sıcak kalbinden alan kırmızı benekli alabalığın doğal yaşam alanı. Alabalık, avlanması güç balıklardan. Duru ve serin sularda yaşayan balığı yakalamak için sabırlı olmak gerekiyor.
Ali Yıldız, çocukluğunda alabalıkla tanışmış. 1950’li yılların ortasında oltasıyla Çemesol yoluna düşmüş. Birkaç alabalıkla dönmüş baba evine. Yaşamında ilk tattığı balık, tereyağında kızartılan bu kırmızı benekli alabalıktı belki.
KAFASI KIRILAN ZANAATKÂR
Akdik/Şihanlı iki arkadaş arasında yaşanan kavga, birinin kafasının kırılmasıyla sonuçlanır. 1955 yılında kavgaya karışanlardan biri Hasan Şahin (1946-?), diğeri ise yakın arkadaşı Ali Yıldız’dır. Kavganın niçin çıktığını hatırlayan yok. Ali Yıldız, dövüştüğü arkadaşına taş atar. Arkadaşının kafası kırılır! Hasan’ın babası Hıdır Şahin (Xıdıre Wusıv/Yusuf oğlu Hıdır), çocukların yanına gelir. Ali, ne yapacağını şaşırır:
“Babası Hıdır Şahin yanımıza geldi, kaçacak yer bulamadım. Geldi bana sarıldı, apo gor (amcası)kardeşsiniz, barışın, dedi.”
9 yaşında kavga eden arkadaşlar, 30’lu yaşlarda Kırmızıköprü’de birbirlerine komşu olacaktı. Ali Yıldız, esnaflığa başlamış, Hasan Şahin ise Ahmet Fırat (Kamer) ve Mustafa Fırat kardeşlerin binasında tamir atölyesi açmıştı. Zanaatkâr ve esnafın çocukluk kavgası, Şihan’ın tozlu yollarında unutulmuştu.
KARVAN KEŞİŞ KÖYÜNDEN VADİYE YAYILAN SEVİNÇ
1964 yılı sonbaharında Nazımiye Hanköy (Kervan/Karvan) Keşiş mezrasında çok sayıda davetli bir araya gelmişti.
Günlerden Pazar’dı.
Keşiş Yaylası’nın batısındaki köy, Cerdu’nun karşısında birbirine komşu toprak damlı taş yapılardan oluşuyordu. Zorlu kış günlerinde, evler, köyün sırtını yasladığı yamaçtan düşen çığın altında kalırdı.
Keşiş’te, Hüseyin Çınar’ın evinde toplanan konuklar arasında Yusuf Yıldız (1909-1980), Pir Ahmet Dikme (1937), Hıdır (Paşa) Pekin (1910-1990), Hıdır Dikme (04.04.1950-13.04.2019 ve İbrahim (İbiş) Pekin (1938) de yer alıyordu. Ahşap sedirin (sof) üzerine serilen yün döşeklerde ağırlanan davetliler, Akdik/Şihanlı gence kız istemeye gelmişti.
Akdik/Şihanlı genç, 17 yaşındaki Ali Yıldız’dı. Şihanlı delikanlı, gönlünü Hüseyin Çınar’ın kızı Arzu Hanım’a kaptırmıştı.
Toprak damlı evin önünde biriken kalabalığın sevinci, davul zurna sesine karışarak vadiye yayılıyordu. 18 yaşındaki davulcu, sevinç kaynağı davulla âdeta özdeşleşmişti. Bacaklarıyla kavradığı davuluyla halay başı çekiyor, topluluğun sevincine ortak oluyordu. Kafasında ya da omzunda taşıdığı davula indirdiği tokmak, dilden dile dolaşıyordu. Davul tokmağının lüks ya da 14 numaralı gaz lambalarının camını kırdığı da oluyordu. Toprak damlı evlerin üzerinde davula tokmağı coşkuyla indiren davulcunun gösterisi, ilgi çekiyordu.
Kız evi naz evi…
Davetlilerle kızın babası, özellikle de babaannesi arasında geçen konuşma gece yarısına kadar devam eder. Saatler 01.00’i gösterdiğinde her şey tatlıya bağlanır. Kızın ailesi, Arzu’nun, Yusuf Yıldız’ın oğlu Ali’yle evlenmesine onay verir.
Ali Yıldız-Arzu Yıldız, 15 Kasım 1964’te, üç gün üç gece süren bir düğünle yaşamını birleştirir.
İZMİR NARLIDERE’DE PÜLÜMÜRLÜ BİR ASKER
26 Temmuz 1967’de Pülümür’de deprem olur. 97 vatandaşın yaşamını yitirdiği depremde bin 282 bina yıkılır. Bu arada Akdik/Şihanlı delikanlının, İzmir Narlıdere’de askerlik günleri başlar. İstihkâm Bölüğünün gece eğitiminde olduğu bir gün, çavuş, askere memleketini sorar, Pülümürlü olduğunu öğrenir. Depremde kayıp olup olmadığını merak eder ve kendisine uğramasını ister. Tercanlı çavuşa arada bir rastlar, ama rahat olmadığı için uğrayamaz. Çavuş kendisini arar bulur. Çavuş, acemi ere, bundan böyle nöbete ve mutfağa gitme, der. Üç aylık acemi ocağında mutfak ve nöbet görevinden böylece muaf tutulur.
20 dolayında acemi ere koğuş temizleme görevi verilir. Koğuş sorumlusu gelir, iyi temizlik yapmadıkları gerekçesiyle bütün erleri sopayla sıra dayağına çeker. O sırada içeri subay girer. Koğuş çavuşuna seslenir:
“Gel lan buraya! Senin annen, baban evde bu kadar temizlik yapıyor mu, diye dövdü.”
Askerlik yıllarında ‘hijyen’ sağlamanın bir yolu da ‘dayak’tır:
“10 kişi bir masada oturuyorduk. Onbaşı sürahiden su içti, komutan içeri girdi. Eşekoğlueşek, ondan 10 kişi su içiyor, dedi ve onu dövdü.”
O tarihte, ‘usta’ erlerin birçoğu ‘yakın dövüş’ tekniklerini acemi erler üzerinde dener. Pülümürlü acemi er, bu ‘gelenek’ten payına düşeni alır:
“Tüfeğin şarjörüyle oynarken biri geldi bana tokat attı! Ben de (şarjörle oynamanın) suç olduğunu sandım, ama acemi olduğum için yapmış.”
AHMET YAMAN’IN İNŞAATINA KUŞAK
Ali Yıldız, vatani görevini Sakarya Arifiye’de tamamlar. 1969’da Isparta’ya gider. Gülün başkentinde yaklaşık bir yıl inşaat işçiliği yapar. Yüksek katlara sırtta harç taşır. 1970 yılında memlekete döner. Aynı yıl Kırmızıköprü’de tek katlı toprak damlı evin inşaatına başlanmıştır. Kırmızıköprülü Esnaf Ahmet Yaman, Mezralı Kamer Satık’tan (1917-1994) aldığı arsada ev yaptırmaktadır. Ali Yıldız, Akdik/Şihan’dan, taş duvarların arasında kullanılan kuşak için kavak ağacı getirir.
ESNAFLIK YAŞAMINA İLK ADIM
Ali Yıldız, esnaflığa ilk olarak ne zaman başladı? Genç kuşakların çoğu, onun 1978’de ticaret yaşamına atıldığını düşünür. Aslında öykünün başlangıç tarihi, 1970’tir. Akdik/Şihanlı genç, ticaret yaşamına, 1970’te Hıdır Akkılıç’ın (1925-1970) teşvik ve desteğiyle başlar.
Akkılıç ve Yıldız aileleri arasındaki musahiplik bağı, aktif ticari yaşamın başlamasında etkili olur. 1970’te Ahmet (Binali) Güler’in (1945-2019) işlettiği manav yeri boşalır. Hıdır Akkılıç, Ali Yıldız’a 500 lira ödünç vererek manav işletme önerisinde bulunur. Akkılıç, Erzincan’da sebze meyve toptancısı Kadir Karahan’a mektup yazar, genç esnafa yardımcı olmasını ister.
Kırmızıköprü’deki insan hareketliliği ticaret yaşamına da yansır. 500 lirayla başladığı işten kısa sürede eline yaklaşık 5 bin lira geçer. Borcunu öder.
O yıl Hıdır Akkılıç (1925-1970) ve Ahmet (Binali) Güler (1945-2019), Ali Arslan (Ali Bra, 1940-1978) yönetimindeki otomobille Almanya’ya giderken, 11 Ekim 1970’te yolda kaza geçirir. Ankara yakınlarında gerçekleşen kazada bir kişi yaşamını yitirir, iki kişi yaralanır. Hıdır Akkılıç, 45 yaşında yaşama veda eder, Ahmet (Binali) Güler ve Ali Arslan yaralı kurtulur.
Kırmızıköprü’nün genç esnafı, manavdan kazandığı 71 bin lirayla köyde ev yaptırır. Köy evi inşaatında Musa Kaya, Hüseyin Demirbilek, Musa Pekin (Ahmet Pekin’in babası), Veli Karadağ (Sey Weli, 1916-1973, Boğalı Söğütlü/Hınzori), Müdür Yıldırım (Kaymaztepe/Meçi), Ahmet Pekin (Kadir oğlu Ahmet/Hemede Qedir), Haydar Susam ve Hıdır Canpolat ter döker. İnşaatın kumu Pülümür Çayı’ndan katır sırtında taşınır. Haydar Susam ve Hıdır Canpolat (1943-2020), çuvallar dolusu kumu katırla köye taşır.
3. ORDU KOMUTANI, KIRMIZIKÖPRÜ’DE KOMÜNİZME SAVAŞ AÇIYOR
Bölgenin köklü esnaflarından Ali (Hıdır) Pekin (1936-2014), 1965’te mülkiyetini Canerik’lerden aldığı arsada iki katlı bir iş yeri inşa etmişti. İş yerinin alt katında bakkal, üst katında ise kahvehane ve Hotel işletiliyordu. İş yeri sahibi işletmelere soyadını vermişti. Binanın kuzey cephesine yağlı boyayla işletmenin adı yazılmıştı:
Hotel Pekin ve Çayevi
Büyük puntolarla yazılı Hotel Pekin ve Çayevi yazısı, zamanla işletme sahibinin huzurunu kaçıracaktı. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ali Fethi Esener (1915-1986), 1977 yılında Pülümür-Tunceli kara yolundan geçerken yazıyı görmüş, aracını durdurduktan sonra silinmesi için talimat vermişti! 3. Ordu Komutanı’na göre, Pekin, komünist Çin’in başkentiydi! Bu yazıyla komünizm propagandası yapılıyordu! Ali Pekin, işletmeye kendi soyadını verdiğini anlatmış, ancak dinletememişti.
Kırmızıköprü’de ‘komünizm propagandası’ yapan bir işletme daha vardı: Yoldaş Hotel ve Çayevi! 3. Ordu Komutanı, iş yeri sahibi Kamber (Çavuş) Canerik’e (1912-2005) duvardaki yazının derhal kaldırılması için emir vermişti!
İş yerlerinden Pekin ve Yoldaş adları silinmiş, kasaba huzura kavuşmuştu!
Kasaba, Orgeneral Ali Fethi Esener’in dikkati sayesinde komünist diktatörlüğün kıyısından dönmüştü!
ALİ (HIDIR) PEKİN, KIRMIZIKÖPRÜ’YE VEDA EDİYOR
Ali Pekin, soyadını duvardan silmek zorunda bırakıldıktan bir yıl sonra, 1978’de, Kırmızıköprü’deki ticaret yaşamına nokta koymaya karar verir. Köyden kente yaşanan göçün olası sonuçlarını öngören Pekin, tercihini Erzincan’dan yana kullanır.
Ali Yıldız, 1978’de manavını kapatır. Ali Pekin, aynı yıl bakkal, Hotel ve kahvehaneyi mülkiyetiyle birlikte satışa çıkarır. Kasabanın girişindeki iş yerine, mülkiyeti ve içindeki eşyayla birlikte, 100 bin lira değer biçilir.
Manavın kapısına kilit vuran Ali Yıldız, Ali Pekin’e ait iki katlı iş yerini ve bitişiğindeki arsayı satın alma düşüncesini paylaştığında, dayısı Hasan Dalkılıç’ın uyarısıyla karşılaşır:
“Orayı alma, İstanbul’da ya da Ege’de yer satın al.”
31 yaşındaki genç esnaf, iş yerini almayı kafasına koymuştur. Parasını denkleştirir ve iş yerini almaya karar verir. 1978’de 100 bin lirayı sayar ve Ali Pekin’e teslim eder. Ali Pekin, 1965 yılından itibaren işlettiği Pekin Bakkaliyesi, Hotel Pekin ve Pekin Çayevini Ali Yıldız ve Mehmet Yıldız kardeşlere devreder.
Pekin ve Yıldız, satış işleminden yaklaşık bir yıl sonra, 21 Şubat 1979’da, Pülümür Adliye Başkâtibi ve Geçici Yetkili Noter Yardımcısı Hasan Eren’in kapısını çalar. Aynı gün, satış işlemi resmî kayıtlara geçirilir. Satış işlemine Pülümür Mahkemesi Zabıt Kâtibi Abdurrahman Aydın, Pülümür Mahkemesi Mübaşiri Rıza Şengül tanıklık eder.
Ali Pekin’in 13 yıl boyunca işlettiği iş yeri, mülkiyetiyle birlikte el değiştirir:
“Pülümür ilçesi Kırmızıköprü nahiyesinde vaki ve kâin, doğusu kayalık, batısı cadde, güneyi Hüseyin Dikme, kuzeyi çeşme arkası ile çevrili betonarme iki kattan ibaret 5 göz bina ve arsanın tamamı 100 bin lira bedel karşılığında” Ali Yıldız’a teslim edilir.
13 yıllık Pekin Bakkaliyesinin girişine Yıldız Bakkaliyesi tabelası asılır.
YILDIZ BAKKALİYESİ, KIRMIZIKÖPRÜ’NÜN YILDIZI OLUYOR
Hotel ve kahvehane 2 yıl işletildikten sonra Ali Kamer Demirbilek’e kiraya verilir. O yıllarda askerden dönen Ali Dikme, Demirbilek kardeşlerin işlettiği kahvehaneye komşu bir kahvehane açar.
Ali Dikme’nin kahvehanesi, Ali Kamer-Süleyman Demirbilek kardeşlerin işlettiği kahvehane müşterisini olumsuz yönde etkilemez.
İki kahvehanenin de müşterisi artar!
Akdik/Şihanlı genç, Kırmızıköprü’nün ticaret yaşamına zenginlik katar ve kısa sürede yörenin ünlü esnafı olur.
“O tarihte çok hareketliydi. İki ay içinde bir numaralı esnaf oldum. Kasayı parayla dolduruyorduk, kalanı da başka yerlere koyuyorduk. İsteseydim Ege’de çiftlik alırdım. Devalüasyon oldu, 1989-1990’da iflas ettik. 1992’de terk etiğimde 3 milyon lira veresiyeye kalem çektim. Hızır, kim yemişse helal olsun, dedim. İşlerim çok düzgün gitti. Manifatura, elbise, ayakkabı vb. her şey vardı. Süper market gibiydi bakkal.”
Peki, 1989’da, yörenin ünlü esnafı Ali Yıldız niçin iflasa sürüklenmişti? Dönemin Başbakanı Turgut Özal ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından onaylanan 32 sayılı Kararname’yle (Resmî Gazete, 11 Ağustos 1989) Türk Lirası döviz karşısında korumasız bırakılmış, devalüasyondan dolayı reel sermaye finans sektörünün eline geçmişti. Üreticileri, millî sanayicileri ve küçük esnafı olumsuz yönde etkileyen süreçten sıcak para komisyoncuları büyük vurgun vurmuştu.
ODUN MÜTEAHHİTLİĞİ
Pülümür Kırmızıköprü’nün sevilen esnafı, odun müteahhitliği de yapar. Nazımiye köylerinden çocuklarıyla birlikte gelen işçiler ağaç kesiminde çalışır:
“50-60 kişi çocuklarıyla birlikte çalışmaya geliyordu. Seydali’nin işi varsa çalışırız, diyorlardı. Haskar’da kesim yapıyorduk. Nazımiye Pagavesayiye’den işçiler gelmişti. 16 kişiydi. İş istiyorlardı, size iş yok, dedim. Hüseyin Canpolat’ın (Wuşene Gulavi, 1925-1966) suya düştüğü yerde köprü yapıyorduk. Dedi ki iş ver, vermem, dedim. Eniştesinden dolayı vermem dedim. Şalvarına dokundu, haydi gidelim, bir yerde ekmek veren olur, dedi. Hüseyin amca, sana iş vereceğim dedim, ama en uzak noktayı, dedim. Çok sadık çalıştılar, sterleri (1 ster 0,7 m3, yaklaşık 500 kg ağırlık) düzgün yaptılar, hile yapmadılar.”
Mezra köyü Sürek ormanını Kamber (Çavuş) Canerik’le keserler. 16 kamyon meşe odunu elde ederler. Yarı yarıya bölüşürler.
Kırmızıköprü Odun Deposunun tel örgüsünü çekme işini üstlenir.
Odun yüklemek, zor ve tehlikeli işlerden biri olarak görülür. Gençlik tehlike mi dinler! Cep harçlığına ihtiyaç duyan, akşam vakti çocuğuna sürpriz yapmak isteyen, evine eli boş dönmek istemeyen birçok kişi için kamyona odun yüklemekten daha iyi iş mi olur! Kırmızıköprü ve köylerinde kamyonlara odun yükleyenleri hatırlamak için belleğini yokluyor. Akılda kalan isimleri şöyle sıralıyor: Hüseyin Sadıkoğlu (Mezra), Ali Binat (Binali) Yıldırım (Kaymaztepe), Yusuf Yıldırım (Kaymaztepe).
Kamyonlar ortalama 5 kişiyle yüklenir. 1970’li yıllarda odun yükleyen işçilere 5-10 lira dolayında ücret ödenir.
Kırmızıköprü Odun Deposundaki odunlar, Ali Kamer Can-Hüseyin Can, Hıdır Toprak, Ahmet Yüksel, Zülfü Yüksel (Hüseyin oğlu), Zülfü Yüksel (Ali oğlu) vd. sürücülerin kamyonlarıyla taşınır.
YILDA 20 KAMYON CEVİZ
Pülümür’ün önemli tarımsal ürünlerinin başında ceviz gelir. Ceviz üretiminde Kocatepe, Dağbek ve Çakırkaya akla ilk gelen köyler. Kocatepeli Cafer Karadağ, yüksek verimin sağlandığı yıllarda köyde ceviz silkeleyen köylülerden. Kocatepe’nin ceviz varlığında Seydali Sarıgül (İzmirli), Ali Keskin ve Ahmet Sarı önemli paya sahip. Cafer Karadağ, Sarıgül ailesinin cevizlerini silkelemiş. Ağaç silkeleyenlerin gündeliği 2 kod/kot/teneke, yerden toplayanların ise 1 kod cevizmiş. Ailenin, yılda ortalama 700 kod ceviz elde ettiğini dile getiren Karadağ’a göre, o yıllarda köyde 5-7 bin kod dolayında ürün elde ediliyordu.
Cevizin başkenti Kocatepe’de, ürünlerin değerlendirilmesi amacıyla bir de kooperatif kurulmuştu. Kocatepe Köyü Kalkındırma Kooperatifinin başkanlık görevini Salih Karadağ yürütüyordu.
Aktif ticaretin içerisinde yer alan Ali Yıldız, ceviz ve çökelek işiyle de yakından ilgilenir. Pülümür (Kocatepe, Dağbek, Çakırkaya, Çobanyıldızı vd.), Nazımiye (Büyükyurt/Hakis), Ovacık ve Bingöl’den (Genç) ceviz alır. Cevizi, ortaklarının yardımıyla toplar. Yılda ortalama 20 kamyon cevizi Tokat Niksar ve Amasya’ya gönderir.
Pülümür köylerinde Yıldız’ın dışında Keko Yıldız, Dursun Ateş, Hasan Yaman, Hıdır Kesen, Dursun Ali Yıldız, Ferhat Doğan ve Alişan Polat da ceviz ticaretiyle uğraşır.
“Kocatepe’de 3 bin kod ceviz ölçtüm, benden başkaları da alıyordu. Dağbek’ten Hıdır Aydın’ın kızı, köye gittiğimde, kimseye ceviz yok, Seydali Yıldız’a verelim, diyordu. Pancıras’tan 3 bin 500 kod aldığımı hatırlıyorum. Mehmet Esen’den 500-600 kod aldım. Pancıraslı Mehmet Çelik’in onlarca kök cevizi vardı. Seydağa, gel kes, 75 bin ver götür, dedi. Mehmet Ağa, senin cevizlerin 200 bin liradan aşağı etmez, dedim. Cevizci Mehmet (Yeşil) kesti. Çobanyıldızı’ndan Hüseyin Güzel bana ceviz toplardı. Ovacık’tan alıyordum. Genç’ten iki üç kamyon ceviz aldım. Geyiksu’dan,, Hakis’ten 3-4 kamyon aldım.”
Köylerden yılda ortalama 150 ton çökelek toplar. Çökeleği, Nazilli’ye ve Elazığ’da Hulusi Eroğlu’na gönderir.
KIRMIZIKÖPRÜ’NÜN MEŞHUR ÇÖKELEĞİ
Kırmızıköprü’de Ali Yıldız’dan başka çökelecek ticareti yapanlardan biri de Hasan Yaman’dır. Yaman, 1982-1990 yıllarında ceviz ve çökelek ticareti yapar. Erzincan, Tercan, Çayırlı ve Kırmızıköprü’de kiraladığı depolarda bir araya getirdiği çökeleği, Kırmızıköprü’de işledikten sonra kamyonlarla Elazığ’a gönderir. Çökelek, genellikle Ali Kamer Can ve Hüseyin Can kardeşlerin kamyonuyla Elazığ’a gönderilir. Zaman zaman da Elazığ’a boş dönen kamyonlar kullanılır. Hasan Yaman, 1988 yılında 26 ton çökelek toplayarak, kendi açısından rekor kırar.
Ali Yıldız’ın, çökelek ve ceviz toplama işinde bölgenin en etkili esnafı olduğu görülüyor. Bu başarının temelinde iş birliğinin yattığı söylenebilir. Yıldız, hemen her yerde birlikte çalışabileceği yetenekli insanlarla iş yapmış, kazancı eşit biçimde paylaşmıştır. Akdik/Şihanlı esnaf, ticaret işini ekiplerle yürütmüş, böylece bölgenin en ücra köşelerine nüfuz edebilmiştir. Kocatepe’de Salih Karadağ, Çobanyıldızı köyünde Hüseyin Güzel vd. onlarca isim, buna örnek gösterilebilir. Yöre insanıyla kurduğu güvene dayalı ilişki, ticaret yaşamındaki başarısında belirleyici olmuştur.
ELÇİLERLE CEVİZ TİCARETİ
Bazı köylülerin, ceviz ya da çökeleğini Ali Yıldız’dan başkasına vermek istememesi, bu çerçevede değerlendirilebilir.
“K. Y., Ali Geyik ve eşi Hatice Geyik’le birlikte Pancıras’a, Mehmet Çelik’in (Meme Bese) evine gidiyor. Ali Geyik, Meme Bese’nin damadı. Mehmet Çelik, her yıl Seydali’ye ceviz veriyor, onu nasıl vazgeçirebiliriz, diye düşünüyorlar. Mehmet Çelik, kuzu kesiyor. Kızı ve damadına, bılkamı (yavrularım) niye geldiniz, diyor. Kızına kodu veriyor, 50 kodu al, gerisini ben Seydali’ye vereceğim, diyor.”
Yıldız Bakkaliyesinin raflarında satılan gıda maddelerinin önemli bir bölümü, Ahmet Pınar-Hakkı Doğan’ın sahibi olduğu, Erzincan Doğan Pınar Ticaretten alınan ürünlerden oluşur. Manifatura ihtiyacı, Elazığ ve İstanbul’daki toptancılardan karşılanır. Sebze ve meyve, Erzincan’dan, Rıza Coşkun ya da Gülbey Anuk’un otobüsüyle getirilir. Kırmızıköprülüler, o tarihte yaşanan Coşkun-Anuk rekabetinde, tercihini genelde Rıza Coşkun’dan yana kullanır.
Yıldız Bakkaliyesinde satılan ürünler arasında un ve şeker, büyük paya sahipti. Peki bakkaliyede ortalama ne kadar un ve şeker satılıyordu? Köylerin önemli bu iki tüketim maddesi, Kırmızıköprü’ye hangi yolla taşınıyordu?
“Unu, Gaziantep’ten kendim alıyordum. 4-5 kamyon alıp geliyordum. Kamyon 10-13 ton alıyordu. Bir kamyona ortalama 150 torba yükleniyordu.”
KAHVEHANE SAHİBİNİN SİTEMİ
Kırmızıköprü’de yıllarca esnaflık yapan M.’yle aralarında geçen bir konuşmayı hatırlarken, gülümsüyor. Hotel, çayevi ve bakkaliye sahibi, zaman zaman ilgisizlikten yakınır. Kimseyle sorunu olmayan esnafın kahvehanesinde çay yudumlayan, oyun oynayanların sayısı, üçü beşi geçmez.
Kahvehane sahibi, bir gün çayevinin balkonundan, yoldan geçen esnaf komşusuna sitem eder:
“Xınami /Hınami (dünür), yüzüme bak, suratımda ne var? Bir de burada çay için!”
50 LİRANIN 50 YILLIK ACISI
PTT, o tarihte köylere mektup götürmez. Bu nedenle, köylüler, Kırmızıköprü esnafını adres olarak gösterir. Yıldız Bakkaliyesi, Kırmızıköprü’de görev yapan postacıların en çok mektup ulaştırdığı iş yerlerindendir. Beyaz zarfın üzerine alıcının adı, köyü ve esnafın adı yazılırdı: Bay Mehmet Özdemir Çakırkaya Köyü Esnaf Ali Yıldız Eliyle Kırmızıköprü/Pülümür/TUNCELİ
Yıldız Bakkaliyesine haftada ortalama 100 mektup gelirdi. Postacı Akdik, Çakırkaya, Dağbek, Gökçekonak, Karagöz, Salördek, Kocatepe, Uzunevler vd. köylerde yaşayan köylülere ait mektupları iş yerine bırakırdı.
PTT’yle, köylüye, sadece mektup değil, para da gönderilirdi. Esnaf, gurbetten gelen parayı sahiplerine ulaştırırdı. Bazı köylüler, zor günler için sakladığı parayı esnafın kasasında saklardı. Hiçbir yazılı kaydın tutulmadığı bu emanetlerle ilgili bugüne kadar herhangi bir sorun yaşanmadığı biliniyor.
Yıldız Bakkaliyesine PTT’yle gelen mektup ve paranın sahiplerine ulaştırılması konusunda genelde sorun yaşanmazdı. Ender karşılaşılan sorunlar, gönderi sahiplerinin hatalarından kaynaklanırdı. Yaklaşık 43 yıl önce PTT’nin Yıldız Bakkaliyesine teslim ettiği 50 lira, az rastlanan sorunlardan biri olarak unutulmamıştı. Para, çevre köylerden birine gönderilmiş, ama alıcı bilgilerine yer verilmemişti.
Ali Yıldız, sahibine ulaşamadığı 50 lirayı ayırır, kasada saklar. Sahibinin ortaya çıkmasını bekler, ama kimseden ses çıkmaz.
Aradan 43 koca yıl geçer.
Sahibine ulaştırılamayan 50 lira, Şihanlı esnafın yüreğini sızlatmaya devam eder!
Ticaret yaşamında, vicdan azabından kurtulamadığı 50 lira dışında, hiçbir sorun yaşamaz.
ZORLA DİKTİRİLEN ELEKTRİK DİREKLERİ
Pülümür Kırmızıköprü ve çevre köylerin tamamı, 1985 yılına kadar elektrikten yoksundu. 1985 yılında köyleri elektriğe kavuşturma çalışmaları, akıl almaz baskıları da beraberinde getirir. Direklerin taşınması ve çukurların kazılması işi, köylülere yaptırılır. Pülümür köylüsü, meşe ormanıyla kaplı elverişsiz arazide elektrik hatlarının çekilmesi işinde zorla çalıştırılır.
Anayasa’nın, zorla çalıştırılmayı yasaklayan 18. Maddesi, Pülümür Kırmızıköprü’de rafa kaldırılmıştır!
Ali Yıldız, angaryadan kurtulmak için, köylüsü Ahmet Doğru’yu ücretle çalıştırır. Yıldız, payına düşen işten böylece kurtulmuş olur. Ne var ki düşündüğü gibi olmaz. Bakkala gelen üç jandarma, işlerin yolunda gitmediğine işaret eder:
“Bir gün dükkândayım. Üç jandarma geldi, beni dışarı çıkardılar. Kollarını uzat, kelepçeleyeceğiz, dediler. Direndim, kelepçelediler. Nezarete attılar. Süleyman Aslan (Pala) da orada. Üsteğmen geldi, Ali Yıldız kim, dedi. Beni tokatladı, bileğinden tuttum. Sen, askerlere küfür ediyorsun, direk işinde çalışmıyorsun, dedi. Yerime yevmiyeyle Ahmet Doğru’yu çalıştırdığımı söyledim. Beni aldı, Çavuş’un (Kamber Canerik) kahvehanesine götürdü. Kalabalığın içinde, (ihbarcıya) o şerefsiz kimse aramızda şimdi, bir daha kimseye iftira atmasın, dedi. Sonraki gün Pülümür’e çağırdı. Gittim, kapıda karşıladı. Arap Alevisi olduğunu, Ali’yi sevdiğini ve özür dilediğini belirtti. İki kakao söyledi, biri kendine biri de bana.”
AKDİK/ŞİHAN’DA ARICILIK
Akdik/Şihan köylüsü, arıyla ilk olarak ne zaman ve nasıl tanışmıştı? Yerel kaynaklara göre, bölge halkı sürgünden önce de arıcılık yapıyordu. Kara kovanlarda arıcılık yapanların sayısı, sınırlıydı. Bal, satılması ‘günah’ ya da ‘ayıp’ olarak nitelendirilen üründü. Doğada bulunan bu şifalı ürün, ‘lokma’ niyetine komşulara dağıtılırdı.
Akdik/Şihan köyünün bal üretiminde akla ilk gelen isim, Ali (Aliye Hesen/Hasan oğlu Ali) Yıldız’dır. Akdikli Mustafa Şahin (Mustafaye Aliye İsmail, ?-1968), zamanında arıcılık yapan diğer köylülerden. Mustafa Şahin, arıcılığa 1950’li yıllarda başlamıştı. Oğlu Mustafa Şahin, babasının yaklaşık 15 kovan arısı olduğunu dile getiriyor. Şahin, 1968’de yaşamını yitirdikten sonra ailenin arı varlığı sona ermişti.
O yıllarda iki tür kovan kullanılıyordu. Köylülerin söğüt dalından ördüğü sepetler, çamur ya da gübreyle sıvandıktan sonra kovana dönüştürülüyordu. Bölgede kullanılan diğer kovan türü ise ağaç kovuklarıydı. Arıların doğal sığınağı ağaç kovukları, arıyı ‘ehlileştiren’ köylüler tarafından keşfedilmiş, kovan olarak kullanılmaya başlamıştı.
Hasan oğlu Ali Yıldız, 1956’da taşınan eski Şihan’ın kayalıklarında bulduğu arıyla işe başlamıştı. Yıldız, kayalıktaki arıları Akdikli Hasan Dalkılıç’la (Hesene Sadıqe Weli) birlikte bulmuştu. İki arkadaşın bulduğu arıların sorumluluğunu Ali Yıldız üstlenmiş, adı konulmamış ortaklık yıllarca sürmüştü. Yıldız ailesi, elde edilen balın bir bölümünü Dalkılıç ailesiyle paylaşmıştı. Emekli Öğretmen Yazar Rıza Dalkılıç, Şihan’dan, ailesinin payına düşen balın tadını unutmayan isimlerden.
Ali Yıldız, Ali Yıldız’dan (Hasan oğlu) yıllar sonra arıcılığa başlamış. 1983 yılında, Akdik/Şihan’ın verimli coğrafyasında arıcılığa adım atmış. Arı uğultusuyla iç içe mutlu bir yaşam sürdürmüş.
Köyün sevilen ismi Ali Yıldız, 9 yıl arıcılık yapar. 1983’te başladığı arıcılık yaşamına, 1992’de son vermek zorunda kalır. Köy boşalmış/boşaltılmış, arılar öksüz kalmıştı. Arı kovanlarından yayılan sevinç, yerini hüzne bırakır. Akdik/Şihan, 1938’den 54 yıl sonra, 1992’de yeniden sessizliğe gömülür. Sarp kayalıklardan ya da ulu meşe ağaçlarının kovuğundan köye taşınan bal arıları kendi doğal ortamlarına geri döner.
İSTANBUL’DA ESNAFLIK
Elektrik direği vb. tatsızlıklar bir yana bırakıldığında, il ve ilçe bürokrasisinin esnafla genelde olumlu ilişkiler geliştirdiği söylenebilir. Bu olumlu ilişkiler, 90’lı yıllarda doruğa çıkan terör eylemlerinden dolayı bozulmaya başlar. Yöre insanına kuşkuyla yaklaşma eğilimi güçlenir:
“Pülümür Kaymakamı, Jandarma Komutanı, Valilik yetkilileri bizi kapıda karşılardı. 1990’lı yıllarda sanki olay çıkaranları biz getirmişiz gibi yüzümüze bakmaz oldular. Yaşamak zorlaştı. Kapıyı kilitleyip çıktım. İstanbul’a taşındık.”
1978’de levhası asılan Yıldız Bakkaliyesi, 1992’de kapanır.
Yıldız Bakkaliyesinin sahibi, İstanbul’a taşınmak zorunda kalır. İstanbul Ümraniye Çakmak Mahallesi Sır Sokak’ta açtığı Yıldız Marketle ticaret yaşamına devam eder. Market 9 ay açık kalır. Günde ortalama 4 bin Mark ciro yapılan marketin veresiye defterine yeni isimler eklenir.
Bu arada çocuklar büyümüş, aileye yeni bireyler katılmaya başlamıştır.
Almanya’da doğan torununun bakımı için babaanneye ihtiyaç duyulur. Çevresi, 1993 yılında geçici olarak gittiği Almanya’dan dönmesini istemez, sığınma başvurusunda bulunması istenir. Servetinden dolayı Almanya’da kalmak istemez, ancak baskılara fazla direnemez. Başvurusu, üç ayda kabul edilir. Hannover’e yerleştirilirler. Hannover’de tanıdık kimse olmadığından, yeniden başvuruda bulunurlar. Neusse, Dortmund, ardından Hagen’e giderler.
1996’da 6 ay Almanca kursuna gider. Kendini ifade edecek kadar dil öğrenir. Aileye yaklaşık 4 bin Mark sosyal yardım ödenir. 1996-1997’de, ödemeyi yapan yetkilinin yanına gider, para almaktan utandığını belirtir. Yetkili, Türkiye’de büyük bir esnaf olduğumu öğrenince, bir bayanın yanına gönderir. Bayan, günde 1 Marka itfaiyede çalış, ama maaşın gelecek, der. Üç yıl itfaiyede yangın söndürme işinde çalışır. Bir yıl bahçıvanlık yapar. Oğlu Turabi Yıldız, iş yeri açtıktan sonra yanında çalışır. 20-25 kişinin sorumluluğunu üstlenir. 2012’de emekliye ayrılır.
İş hayatından hiç sıkılmaz, ama memleket özlemi büyür. 2004’e kadar memlekete gelemez. Türk Konsolosluğundan pasaport alır. 2003’te eşi Arzu Yıldız, 2004’te kendisi ilk kez memlekete gelir.
Pülümür’de Yurt Hotelin yerinde Belediye Misafirhanesinde kalırlar. Sonra ev kiralarlar. 2016’da ilçede yaptırdıkları eve taşınırlar.
TOPRAĞA KÖK SALAN ULU AĞAÇLAR
Ulu ağaçların toprakla ilişkisi, bitki-toprak ilişkisinin de ötesindedir. Kök saldıkları coğrafyadan sökülen ağaçlar, yaşayamaz. Sevgiyle, aşkla, coşkuyla kök salınan topraklardan koparılmak, ölümdür biraz.
Sarp kayalıklar, bir avuç toprağa tutunan ağaçların biricik cennetidir.
Ali Yıldız, yokluklar içinde büyüdüğü köyünden koparıldığında cehennemin büyüğünü yaşamıştı. O zaman 45 yaşındaydı, yakında 76. yılını kutlayacak. Oğlu Turabi Yıldız, Almanya’nın tanınmış iş insanlarından.
Almanya’da en iyi koşullarda yaşama olanağına sahipken, tercihini memleketinden yana kullanıyor. Yılın büyük bölümünü memleketinde geçiriyor.
Mütevazı kişiliği, örnek gösterilecek türden. Davranışlarında kibirden eser yok. İnsanını, memleketini, köyünü seviyor.
Sevgiyle sarılıyor hemşehrilerine…
Memleketinin dağına taşına âşık. Çocukluk ve gençlik yıllarında koşar adım gittiği Buyerbaba Gölü’nü, yıllar sonra eşi Arzu Hanm’la birlikte ziyaret ederken, mutluluğun büyüğünü yaşıyor.
Eşini yanından ayırmıyor. İş yaşamındaki başarısını, eşine borçlu olduğunu yüksek sesle dile getiriyor:
“Bugünlere hanımım sayesinde geldim. Aile çok önemli, nereye gittiysem eşim hep yanımda oldu.”
Yıkıntılar altında kalan Şihan’a uğruyor. Köy mezarlığında, toprağa karışmış taş yapılı evlerin yanı başında hüzünleniyor.
Babası Yusuf Yıldız’ın anısına 2009 yılında yaptırdığı çeşmeyi, eski Şihan’da, oğlu Turabi Yıldız’ın 2009’da yaptırdığı piknik alanını yeniden düzenleyerek memleketiyle olan bağlarını koruyor.
Ali Yıldız, toprağın derinliklerine kök salan ulu ağaçlar gibi, baba dede ocağında yeniden diriliyor.
Kibri ayaklarının altına alarak…
(Körfez, 29 Aralık 2022)