Nazımiye Oğullar (Hılves/Xılves) köyü, Pülümür’e 27, Pülümür Kırmızıköprü’ye yaklaşık 9 km uzaklıkta. Köyün Nazımiye’ye uzaklığı ise 29 km. Oğullar, Nazımiye’ye oldukça uzak. Kırmızköprü, Oğullar köylüsünün uğrak yeri. Köy sakinlerinin alışveriş ve eğitim için genelde Kırmızıköprü’yü tercih ettikleri görülüyor. Bu durumun, Kırmızıköprü’nün Erzincan-Tunceli kara yolunun kıyısında yer almasının yarattığı elverişli ulaşım olanaklarından kaynaklandığı düşünülebilir.
Pülümür Vadisi’nin doğu yakasında yer alan köy aynı zamanda Pülümür Çayı’na komşu. Oğullar, zamanında Dereova bucağına bağlı 12 köyden nüfusu en az olanı. Pülümür Vadisi’nin doğu yakasındaki köy, zamanında Dereova bucağına bağlı Ayranlı, Beytaşı, Büyükyurt (Hakıs), Doğancık (Cave), Doğantaş, Dokuzkaya (Markasor), Eğribelen (Koeser), Ramazan, Sarıyayla (Civrak), Yayıkağıl (Kımsor) ve Yaylacık köyleri içinde nüfusu en az olan yerleşim birimi olarak nüfus kayıtlarına girmiş.
Sıra No | Yıl | Erkek | Kadın | Toplam |
1 | 1935[1] |
|
| 80 |
2 | 1940[2] | 49 | 51 | 100 |
3 | 1965 | 77 | 80 | 157 |
4 | 1970 | 91 | 55 | 146 |
5 | 1975 | 78 | 86 | 164 |
6 | 1980 | 39 | 38 | 77 |
7 | 1985 | 30 | 33 | 63 |
8 | 1990 | 7 | 9 | 16 |
9 | 1992 | 0 | 0 | 0 |
Tablo 1. Nazımiye Oğullar (Hılves/Hilbeş/Xılves) köyü nüfusunun yıllara göre dağılımı (1935-1990) Kaynak: TÜİK
Hüseyin Güler, 1959 Nazımiye doğumlu. Oğullar (Hılves/Xılves) köyü Serdeniye mezrasında gözlerini dünyaya açmış. 6’sı erkek 3’ü kız, 9 çocuklu bir ailede büyümüş. Hüseyin Güler (15.12.1933)[3]–Sultan Güler (01.04.1926) çiftinin oğlu. Babası Hüseyin Güler, taş ustası. Baba Güler, 1940’lı yıllarda, Pülümür-Tunceli kara yolunun 20. km’sindeki uzun taş tünelin (Arelli Kekil’in Tüneli/Tünele Keke Areyiz) yapımına emek vermiş.
Hüseyin Güler’i, köylüsü Dr. Öğretim Üyesi Ali Sağlam, şöyle tanımlıyor:
ALİ SAĞLAM: KÖYÜMÜZÜN GÖZÜ DOLU, YÜREĞİ DOLU, DERDİ DOLU ADAMI
Xılweslilerin yaşadıkları mekân ile olan ilişkilenmesi, İbn Haldun’un Mukaddime[4] adlı eserinde yer alan, yaşanılan yer ve yerin iklim koşullarının insanın ten renginden davranışlarına, oradan karakterine kadar pek çok özelliğine yansır, ifadesine/belirlenimine ilginç bir örnektir. Yamacının, çevre köylerin dillerine pelesenk olmuş hikâyesi bir yana kışın çığ korkusu, yazın ise yaban hayvanların saldırma ihtimali kuşaktan kuşağa öğretilen bir tedbirli olma söylemidir. Bu denli zor şartlar altında yaşama tutunmaya çalışan Xılwesliler için mücadele; güveni ve dolaysıyla cesareti beraberinde üretir. Köyümüzün köylülerinin duygu ve davranışlarının kökenine dair bir ortaklaşma noktası buldurmaya çalışsam hep o damıtılagelen sözcükler bütünü aklıma gelir; “Honde çığu, Honde hesu werguna mare tae nebiyo. Kam mare sekeno?./Bunca çığ, bunca ayı kurt bize bir şey yapmadı. Kim bize ne yapabilir?” Belki tam böyle değildir ve değişir. Ama her Xılwesli bu hâli biraz bilir. Yani doğa ile mücadele etmenin zorlukları Xılweslilerin bedene, dile ve düşünüşe yansıyan hâlleridir. Xılwesliler o nedenle gittikleri her yerde öğrenilmiş bu dil ve düşünüşü sergiler/vurgularlar. Hüseyin Güler bu hâlin en görünür prototiplerindendir. Onu tanıdığım onca yıldır iç içe geçen iki özelliği hep dikkatimi çekmiştir.
Bunlardan birincisi, özgüveninin bu “tarihsel/mekânsal” arka planı ile beslenen “girişimci hâlleri”. Onun girişimciliği biraz farklıdır. Hani o çok bildiğimiz günümüz dünyasındaki “Girişimcilik” hâli olan iktisadi hâlin ötesidir onun “girişimciliği”. Söz söyleme sanatından, iletişim kurmaya kadar pek çok alanı içine alan bir girişimciliğin Güler hâlleri, vurgulamak istediğimdir. Üstelik bu hâl biraz Xılweslidir.
İkinci özelliği ise; mitik öykülerle beslenmiş, ayağa kalkan hâllerinin üstüne hayatının her aşamasında öğrendiklerinden de hep bir şeyler katarak kendince bir özgünlük üretme çabasıdır. Bazen Mao’dan, bazen Marks’tan bazen Hacı Bektaş-ı Veli’den çoğu zaman da geçmiş zamanlardan bugüne ata/dedesinden duydukları/gördükleriyle bir söylem/davranış üretegelmiştir. Sanırım içerinden gelen hâlleri Hüseyin Güler’in en baskın hâli.
Bu hâller içinde salına duran Hüseyin Güler’in içeriden gelen hâli en çok da annesinden gelir. -Söylediklerine olan inancını ifade etmek için gözlerindeki ciddiyete baktığınızda anlayacağınız annesinin/Sultan Nene’nin hâlleri ata/dededen gelen aktarımlardan eril bir inşanın anlaşılmaması gerektiğini hatırlatmayı zorunlu kılar. “Hemge rıske Haq’o. Gunawa mê rose/Bal Allah’ın rızkıdır. Satma, günahtır!” cümlesi çocukluğuma nakşetmiş o içtenliğidir.- Hüseyin Güler, o nedenle o bildiğimiz girişimci olamamıştır. Yani doğal ekonomiye olan bağlılığından kopmadan ayakta durma çabası annenin, çocuğundaki “girişimciliğinin” iktisadi forma indirgeyememesinin belirlenimi olagelmiştir. Buna rağmen o, her yeni hâl ve girişimde köyümüzden cesaretle öne çıkan bir aktör olma çabasıyla doğal ekonominin bilincini de yok saymadan ara/yeni bir form üretmeye çabalamıştır. Tam da bu hâl yani doğal ekonominin hâllerinde kurtulamadığı içinde günümüz dünyasının “istenilen” aktörü olamamıştır. Bu hâl ise onun en güzel yönüdür. Hüseyin abi; köyümüzün gözü dolu, yüreği dolu, derdi dolu vurdumduymaz adamı.
OKULU OLMAYAN KÖY
Oğullar, ilkokulu olmayan sayılı köylerden. Öğrenim çağına gelen Hüseyin Güler, 1965 yılında Pülümür Mezra köyüne gönderilir. Mezra’da Ali Güler (Hesene Memli, 1919-1997) ile Hatice Güler (1916-2007) çiftinim evinde kalır. O tarihte Mezra İlkokulunun farklı sınıflarında Ahmet Canerik, Ali Arslan, Düzgün Arslan, Emine Fırat (Ali kızı), Emine Fırat (Hüseyin kızı), Gülahmet Yıldız (Akdik/Şihan), Hasan Yaman, Hayriye Sadıkoğlu, Hıdır Akkılıç, Hüseyin Canpolat, Hüseyin Güler (Mezra), İbrahim Satık, Medine Fırat, Mehmet Akkılıç, Mehmet Canpolat, Mercan Akkılıç, Musa Canpolat (Akdik), Musa Doğru (Akdik/Şihan), Şükrü Ateş (Kaymaztepe), Şükrü Şahin (Akdik/Şihan) öğrenim görmektedir.
MEZRA İLKOKULUNDA KAVGA
Mezralı çocuklar Serdeniyeli Hüseyin Güler’e kafayı takar! Öğretmeni, Serdeniyeli çocuğa sahip çıksa da okul arkadaşları kavga çıkarmanın bir yolunu bulur. Mezralı iki çocuk, ‘yabancı’ öğrenciye karşı ‘taarruza’ geçer. Kavgada Mezra’yı Hüseyin Canpolat ve Hasan Yaman, Oğullar köyünü ise Hüseyin Güler tek başına temsil eder. İkiye karşı bir! Serdeniyeli çocuk, Mezralılara karşı etkili savunmaya geçer:
“Tuttuğumu indiriyordum. Birini dövüyordum, diğeri geliyordu.”
Kavgada Mezra cephesinde yer alan Hasan Yaman, Hüseyin Güler’i futbola almak istemediklerini, bu nedenle kavga ettiklerini ifade ediyor:
“İlle ben de top oynayacağım diyordu. Boyu kısaydı, takıma almıyorduk. Oyuna girip bozuyordu. Biz de dövüyorduk!”
Hüseyin Güler’e sahada ‘kırmızı kart’ gösteren Mezralılardan Hüseyin Canpolat, kavgadan sonra Hatice Güler’in kendilerine çok kızdığını hatırlıyor.
Mezra İlkokulunda bir dönem okuduktan sonra köyüne döner. Oğullar’a kilometrelerce uzaklıktaki Oğullar İlkokulunda öğrenime devam eder. Oğullar İlkokulu, Oğullar köyünde değil, Hanköy (Karvan) Uzuntarla mezrasında, Pülümür-Tunceli kara yolunun kıyısında açılmıştır! Nazımiye Oğullar İlkokulu binasının Oğullar köyü yerine başka bir köyde yapılması, Pülümür Salördek İlkokulu binasının Salördek köyünde değil, Kırmızıköprü’de yapılmasının bir benzeri olarak akıllarda kalır.
ÇIĞA VE PÜLÜMÜR ÇAYI’NA ALDIRIŞ ETMEYEN ÖĞRENCİLER
Pülümür Çayı, Uzuntarla ile Oğullar’ın ortasından geçer. Oğular-Uzuntarla arasındaki mesafe, yaklaşık 4 km. Oğullar köylüsü, Uzuntarla yönüne gitmek için kara yolu üzerindeki köprüden U dönüşü yapmak zorunda. Yöre halkının kutsal saydığı Oli ve Ağlayan Kayalar’ın yakınındaki köprü kullanıldığında yol uzar. Öğrencilerin bir kısmı, bu köprüden geçerek okula gider. Bazı öğrenciler okula tez ulaşmak için ağaç köprüyü kullanır. Ağaç köprü, 1970’li yılların başında köylülerden Hüseyin Ayaz’ı Pülümür Çayı’na kaptırmıştır. Oğullar’dan okul yoluna düşen öğrenciler, Pülümür Vadisi’nin batı yakasındaki okula, Pülümür Çayı üzerindeki ‘sicilli’ ağaç köprüye ve çığ tehlikesine meydan okuyarak ulaşır.
Okula ulaşmak, Serdeniye mezrasında oturan öğrenciler için daha zordur. Patika dâhil, yaklaşık 5 km yol yürümek zorundalar. Serdeniye’den, Pülümür-Tunceli kara yoluna inenleri bekleyen en büyük tehlike, çığdır. Yoğun kar yağışından sonra hedik ayakkabılı (lekan) büyüklerinin açtığı yolda tek sıra hâlinde yürüyen siyah önlüklü, beyaz yakalı öğrencilerden biri de Hüseyin Güler’dir.
Öğrencilerin karda kışta yıllarca yürüdüğü yola yıllar sonra, 1 Mart 1979’da düşecek olan çığ, genç yaşta iki kardeşi, Mehmet Ali Dönmez (09.07.1949-1979) ve Ali Kamer Dönmez’i (1941-1979) sevenlerinden ebediyen ayıracaktır.
OĞULLAR İLKOKULUNDA OKUYAN ÖĞRENCİLER
Hüseyin Güler’in Oğullar İlkokulunda okuduğu yıllarda farklı sınıflarda şu öğrenciler öğrenim görüyordu:
Ali Ayaz (Oğullar), Ali Genç (Oğullar), Ali Sever (Serdeniye), Ali Uçar (Uzuntarla), Atilla Gülmez (Oğullar), Cömert Ayaz (Oğullar), Düzgün Çelik (Oğullar), Düzgün Güzel (Oğullar), Fadime Güler (Serdeniye), Fatma Uçar (Uzuntarla), Gülabi Büyüktaş (Uzuntarla), Hakkı Taş (Uzuntarla), Hasan Açıkbaş (Oğullar), Hasan Büyüktaş (Uzuntarla), Hasan Güler (Serdeniye), Haskar Genç (Oğullar), Haşim Doğan (Oğullar), Hatice Doğan (Oğullar), Hatice Sağlam (Oğullar), Hıdır Kaya (Oğullar), Hıdır Taş (Uzuntarla), Hüseyin Güler (Serdeniye), Kadriye Açıkbaş (Oğullar), Kazım Çelik (Oğullar), Kemal Ayaz (Oğullar), Kıymet Çelik (Oğullar), Kibar Taş (Uzuntarla), Mercan Dönmez (Serdeniye), Musa Sever (Serdeniye), Musa Taş (Uzuntarla), Nimet Ayaz (Oğullar), Nuri Taş (Uzuntarla).
Hüseyin Güler, Nazımiye Oğullar İlkokulundan 1970 yılında mezun olur. O tarihte köy ilkokullarının yaz tatiline girme tarihi, 23 Nisan’dır. Oğullar İlkokulunda, 23 Nisan Perşembe günü düzenlenen Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı törenine katılır. Aynı gün, Uzuntarla’ya veda eder.
SERDENİYE’DEN ZAĞGE’YE FİRAR
Oğullar İlkokulu mezunu Hüseyin Güler, hayvan peşinde koşmaktan hoşlanmaz. 11 yaşında cebine koyduğu diplomayla Zağge’ye ‘firar’ eder! Serdeniye’den yola düşen çocuk, 3 km’lik patikayı hızla geride bırakır. Pülümür-Tunceli kara yolunda 6 km yürüyerek Zağge’ye varır. 9 km’lik yolda rüzgâr gibi ilerleyen çocuk, soluğu Zağge Lokantasında alır. Serdeniyeli Hüseyin, Zağge Lokantasında bulaşıkçı olarak iş başı yapar.
Mülkiyeti Tunceli İl Özel İdaresine ait lokantayı Pertekli Coşkun Akyol ve kardeşi Ahmet Akyol işletmektedir. Lokantada 4 aşçı, 2 bulaşıkçı, 2 komi, 8 garson çalışmaktadır. Aşçılardan 2’si gündüz, 2’si ise gece hizmet sunar.
ZAĞGE LOKANTASINDA İLK USTALIK DENEYİMİ
Zağge Lokantasında bulaşıkçılık, aşçılığa uzanan yolun başlangıcı olur. Zağge Lokantası, konumu ve hizmet kalitesiyle adından söz ettirmeyi başarmıştır. Lokantanın sebze ihtiyacı Elazığ’dan, ekmek ihtiyacı ise Tunceli’den karşılanır. Kahvaltılık tereyağını komşu köylerden sağlayan işletmede, ulaşım ve taşıma aracı olarak Pikap kullanılır.
Vita Mutfak Yemeklik Nebatî Margarin, lokanta mutfağının vazgeçilmezlerindendir.
Zağge Lokantasının en çok tercih edilen yemeği, kavurmadır. Lokantanın yemek listesinde çorba, haşlama, türlü, kuru fasulye, taze fasulye, biber dolma vb. yemekler de yer alır.
Yiyecekler, Zağge’nin buz gibi suyunda saklanır.
Zağge’de mola veren otobüs işletmelerinden Çayıarağası, Fındıklı Toros, Hazar, Munzur, Kahramanmaraş, Turay, akla ilk gelenler.
Zağge Lokantası, o yıllarda ‘çuvallar dolusu’ para kazandıracak kadar hareketlidir.
ÂŞIK MAHZUNİ VE ŞAH TURNA’NIN ZAĞGE BULUŞMASI
Evden Zağge’ye koşar adım giden Serdeniyeli gencin ömrü mutfaktan ibaret değildir. 1970’li yılların hareketli Zağgesi, Erzincan-Tunceli kara yolunda yolculuk yapanların dinlendiği bir mekân olarak öne çıkar. Serdeniyeli Hüseyin, Zağgede heyecan verici bir buluşmaya tanıklık eder. Halk ozanları Âşık Mahzuni (Şerif Cırık, 1939-2002) ile Şah Turna (Münire Dumlupınar, 1951), Zağge Lokantasında mola vermiştir. İki ozanı meraklı gözlerle izleyen vatandaşlardan biri de Hüseyin Güler’in Nazımiye Hengırvanlı dedesi Hasan Tosun’dur (Pıt Ali/Pıto Heyderız, 1848-1983[5]). Mahzuni, Serdeniyeli lokanta çalışanı Hüseyin’e iki buçuk lira bahşiş verir. Pıto Heyderiz’in tüttürdüğü pipoyu alan ünlü sanatçı, birkaç yudumla da olsa yaşlı köylünün sevincine ortak olur.
KIRMIZIKÖPRÜ ORTAOKULU YILLARI
Hayvan otlatmaktan kurtulmak için evden kaçan Serdeniyeli çocuk, 1971 yılında Kırmızıköprü Ortaokulunda öğrenime başlar. Oğullar/Serdeniye’den Kırmızköprü’ye gidiş geliş yapmak olanaksızdır. Zorlu coğrafi koşullar ve uzaklık, okulsuz köylerde yaşayan çocukları eğitim hakkından yoksun bırakmaktadır.
İlkokul diplomasını Kırmızıköprü Ortaokulu Müdürlüğüne teslim ederek okula kaydolan Hüseyin Güler, okumak için ev kiralamak zorunda kalır. Oğullar köyünden arkadaşı Hakkı Sağlam’la birlikte, Hıdır Sadıkoğlu (Müdürağa, 1919-2002) ve Hüseyin Sadıkoğlu (1929-2001) kardeşlerin Kırmızıköprü’deki evini kiralarlar. Güler, bir yıl da Salördek/Gavrag’da Hüseyin Doğan (Wuşene Dursin, 1920-1984) ve İmoş Doğan (1927-2008) çiftinin evinde kalır. Gavrag’dan Kırmızköprü’ye geliş gidiş yapar. İmoş Hanım, Serdeniyeli ortaokul öğrencisiyle kendi çocukları arasında herhangi bir ayrım yapmaz.
Kırmızıköprü Ortaokulunda öğrenim görürken boş durmaz. Lokantalarda çalışır, Rojig’de alçı taşı yükler. Kamyona beyaz taş yüklemenin karşılığında eline geçen para, 5 liradır. Kamyona taş yükleyenler arasında ev arkadaşı Hakkı Sağlam, Seyitali Çelik de yer alır.
Öğretmen Okulu sınavlarına girer. Ağrı Öğretmen Okuluna kayıt hakkı kazanır. Ortaokulu bitirdikten sonra İstanbul’a gittiğinden, sınav sonucundan zamanında haberdar olamaz. Öğretmen Okuluna kayıt hakkını kaybeder.
AKKILIÇ LOKANTASININ AŞÇISINDAN TEMİZLİK DERSİ
Hüseyin Güler, 70’li yıllarda Kırmızıköprü Akkılıç Lokantası ve Pülümür’deki bazı lokantalarda da çalışır. Her ustanın tarzı farklıdır. Usta’ya, kendisini en çok etkileyen ustaların kim olduğunu soruyoruz. Fazla düşünmeden yanıtlıyor:
“Yüzlerce ustanın yanında çalıştım. Her ustadan bir şey öğrendim. Her ustanın tarzı farklıydı. En çok etkilendiğim usta, hijyene önem veren, Kutudereli Ali Tacay’dı. Akkılıçların (Hıdır) Lokantasında çalışıyordu. Elini yıkamadın mı, ayaklarınla yemek yapmış olursun, derdi.”
Zeki Yalnız da, Kırmızıköprü’den sonra 1978’de Kutudere’de lokanta açan köylüsü Ali Tacay’ın titizliğine dikkat çekiyor:
“Kutudere’de okula yakın yerde, ağabeyi Zülfü Tacay’ın bitişiğinde lokanta açmıştı. Çok titizdi. Tenekede ısıttığı suyla her gün yıkanırdı.”
GÖKÇEKONAKLI MERCAN HANIM’LA EVLİLİK
Hüseyin Güler, 1980 yılında evlenmeye karar verir. Pülümür Gökçekonak köyünden Mercan Hanım’la, Aralık 1980’de yaşamını birleştirir. Mercan-Hüseyin Güler çiftinin birlikteliğinden biri kız, beş çocuk dünyaya gelir. Aile çocuklarını okutmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz.
HALK LOKANTASINDA DEVRİM
Hüseyin Güler, 1981 yılında, Pülümür Gökçekonaklı Hüseyin Çelik’le birlikte, Kırmızıköprü’deki Halk Lokantasını işletir. Halk Lokantasının sahibi Mustafa Fırat, kolu rahatsızlandığı için işe ara vermek zorunda kalmıştır. Denizli mutfağında yetişen Mustafa Fırat’ın Halk Lokantasını kiralayan iki arkadaş, Kırmızıköprü mutfağında deprem etkisi yaratacak projelerle işe koyulur:
“Kırmızıköprü’ye modern bir lokanta açalım, dedik. Çerkez kebabı, diyorduk gülüyorlardı.
Kırmızköprü’ye yemek alanında çağ atlattık!”
Güler ve Çelik, Halk Lokantasında işe dört elle sarılır. 1984 yılında, Halk Lokantasından Kırmızıköprü’ye yayılan yaprak döner kokusu, kasaba mutfağındaki ilklerden biri olarak kayıtlara geçer. Hüseyin Usta’nın döner çubuğuna taktığı et, Kırmızıköprü köylerindeki hayvanlardan sağlanır. Dört masalı lokantanın döner müdavimlerinden A. G. İle K.Y.’nin birkaç porsiyon döner tükettiği olur.
Günde ortalama 8-10 kg dönerin tüketildiği lokantanın mutfağında başka hangi yemekler yapılırdı? Mercimek çorbası, Çerkez kebabı, kaburga kebap, haşlama, ıspanaklı yumurta, köfte, kuru fasulye, biber dolma, taze fasulye tadı damakta kalan yemeklerden bazılarıdır.
Halk Lokantasının genç ortakları, et ihtiyacını kasaptan değil, hayvan keserek karşılar. Kırmızıköprü’de o tarihte elektrik olmadığından, eti uzun süre saklama olanağı bulamazlar. Alışveriş Pülümür ve Kırmızıköprü i esnafından yapılır.
Ortağı Hüseyin Çelik’le bir yıl dolmadan yolları ayrılır. Hüseyin Çelik, Kaymaztepeli Hüseyin Yıldırım’ın Yıldırım Lokantasını işletmeye başlar.
LOKANTADA İÇKİ İÇİLİYOR MUYDU?
Kırmızıköprü’de genç ortakların işlettiği lokantada içki içilir miydi? Bu soru, kahvehanelerinde kasalar dolusu bira tüketilen kasaba için pek anlamlı sayılmaz. Sorunun oyun masalarında, ince belli Ajda bardağından, çay niyetine, Buzbağ şarabının yudumlandığı Kırmızıköprü için bir önemi olmadığı da düşünebilir. Peki, açıkta içki tüketilir miydi? İçkinin genelde lokantanın ‘kapalı’ olduğu saatlerde içildiği görülüyor. Lokantanın alt katındaki atölye, ruhsatsız birahane işlevi görür. Bir tek atmak isteyen, atölyenin yeşil ahşap kapısını aralar. Hüseyin Usta, boğazını nemlendirmek için arada bir yeşil kapıdan usulca içeri girer. Atölyede ‘demlenen’ bir Kırmızıköprülü, ince belli çay bardağını kıtır kıtır yemektedir! Çığlık atmasıyla dışarı fırlaması bir olur. Çığlığı duyan Akdik/Şihan köyünden Musa Doğru (kasap), yanına gelir. Musa Usta, Hüseyin Usta’yı hayretler içinde bırakan davranışın yeni olmadığını anlatır. Özetle, olağandışı bir durumun söz konusu olmadığını ifade eder.
Usta, yeşil kapıdan bir daha adım atmaz!
HALK LOKANTASI NİÇİN KAPANDI?
Halk Lokantasının kurucusu ve sahibi Mustafa Fırat, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu lokantayı kiraya vermişti. İki Hüseyin, Güler ve Çelik, lokantanın yumuşak yüzlü iki ortağıydı. Lokanta, iki genç usta zamanında eski günlerini aratmayacak hareketliliğe yeniden kavuşmuştu. Ortaklar, özellikle çevre köylerde yaşayan genç kuşaklarla iyi iletişim kurmuştu. Sıcak ilişkilerin, lokantanın bilançosuna yansıması kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Ne var ki, yoğunluk, bez ciltli veresiye defterine de yansımıştı. Sarı renkli, mavi kapaklı tükenmez kalemle veresiye defterine işlenen borçlar sayfalar dolusuydu artık.
Bölgede yaşanan göçle birlikte işler yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı. ‘Az çorba’yla karın doyurmaya çalışan öğrenciler bile aranır hâle gelmişti. Çarpık kentler kırsal alandaki yerleşim birimlerini birer birer yutuyordu. Köyler, toprak damlı evlerdeki mertekleriyle, meyve ağaçlarıyla âdeta yağmaya açılmıştı. Köyünden ayrılmak zorunda kalan bölge insanı, evini yıkarak ya da ceviz ağaçlarını kerestecilere üç kuruşa vererek kentte belki bir mevsim rahat edecek kaynağa sahip oluyordu. Yoğun göçten, Kırmızıköprü esnafının etkilenmemesi, düşünülemezdi. Lokanta, 1985 yılında kapatıldı. Halk Lokantasının kapısına vurulan asma kilitle bir dönem geride kalmıştı.
Peki, veresiyeler ne olmuştu?
“Veresiye defterlerini bir iki yıl sakladım, sonra yırttım!”
ERZİNCAN KÖŞK LOKANTASI
1985’te Halk Lokantasını kapatan Hüseyin Güler, Erzincan Değirmenliköy’e yerleşir. Hakkı Düzgün’ün işlettiği Köşk Lokantasında aşçılığa başlar. Erzincan Köşk Lokantasının mutfağında beş ya da altı ay çalıştıktan sonra bu kez yurt dışına gider. Usta’nın istikameti, Albay Muammer Kaddafi’nin Libya’sıdır. Kuzey Afrika ülkesinde inşaatlarda çalışır. Yaklaşık bir buçuk yıl çalıştığı Libya’dan Erzincan’a döner.
1987’de Erzincan Değirmenliköy’de tarımla uğraşır. Bir süre köy işleriyle uğraştıktan sonra, 1993’te, ‘ilk aşk’ına kavuşur. İlk aşkı, beyaz Ford kamyondur. Bu kez nakliyecilik yılları başlar. 1993’te başladığı nakliye işi 1998’e kadar devam eder.
SULTANGAZİ GÜLER KEBAP SALONU
Güler ailesi, 1998’de Erzincan Değirmenliköy’den İstanbul’a taşınır. Hüseyin Usta, bir süre uzak kaldığı lokanta mutfağına dönmeye karar verir. Sultangazi’de açtığı Güler Kebap Salonuyla lezzet dünyasının kapısını aralar. Kebap Salonunda dört personel çalışır.
BELÇİKA’YA YOLCULUK
Hüseyin Güler, 2004 yılında UNICEF aracılığıyla Belçika’ya gider. Alanında birkaç ay eğitim görür. Belçika’da eğitimini tamamladıktan sonra Afganistan’a gönderilir. Nazımiye Oğullar/Serdeniyeli Usta, Başkent Kâbil’de görevli askerî birlikte beş yıl aşçılık yapar. Kâbil’de askerlere aşçılık eğitimi verir. Nazımiyeli Usta, Afganistan’da asker aşçı yetiştirir.
Usta’nın serüveni Belçika ve Afganistan’la sınırlı kalmaz. Farklı tarihlerde Cezayir, Tunus ve Kuveyt’te de bulunur.
2009’da Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli kurum, otel, kafe ve lokantalarda çalışır. Kınalıada Su Sporları Kulübü, Beyoğlu Prokopi ve Datça Dorya Otel (üç yıldızlı) akılda kalanlar.
PÜLÜMÜR KIRMIZIKÖPRÜ’YE DÖNÜŞ
Hüseyin Güler, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan lezzet yolculuğunda son durak olarak Kırmızıköprü’de karar kılar. 2014’te, Salördekli Musa Aslan’ın (1931) kapanan Umut Bakkaliyesinin yerini kiralar. Dükkânın bakım ve onarımını yapar. Umut Bakkaliyesinin yerinde Munzur Yöresel Dünya Mutfağını açar. Görece çağdaş koşullarda hizmet verilen yeni lokanta, o tarihte, uzun bir aradan sonra Kırmızköprü’de hizmete giren ilk lokanta olma özelliği taşır.
Usta’nın yemek listesi oldukça zengindir. Hüseyin Usta, Munzur Yöresel Dünya Mutfağında sofraya oturan müşterilerine 25 yemek adını hiç teklemeden sayar! Yurt içi ve yurt dışında edindiği deneyimleri, paylaşmaktan kaçınmaz!
Munzur Yöresel Dünya Mutfağında, Tunceli’de üretilen Simge yoğurdu tüketilir. Lokantanın listesinde 20’ye yakın meze türü yer alır. Bunlardan ortalama dördü günlük olarak hazırlanır.
Büyük umutlarla açtığı Munzur Yöresel Dünya Mutfağının ömrü üç yılı geçmez. Lokanta 2017’de kapanır. Usta, bunun nedenlerini şöyle açıklıyor:
“Yanlış yerde açtığımı düşündüm. Adam, bir kilo elmayla koca bir rakıyı deviriyor!”
‘İLK’LERE İMZA ATAN YENİLİKÇİ
Hüseyin Güler, uluslararası üne sahip bir lezzet ustası olmanın da ötesinde bazı niteliklere sahip. Usta, bugün birçoğumuz için sıradan bir nesne olan cep telefonunu Erzincan Değirmenliköy’de ilk kullanan kişi olma unvanına sahip. Güler, 90’lı yılların başında, Değirmenliköy’ü, pantolon cebinde zor taşınan NETAŞ marka telefonla tanıştırır. Köylülerin çoğu telefonu telsizle karıştırır.
Hüseyin Usta, Değirmenliköy’ün ilk bilgisayar öğretmeni sayılır. Köye bilgisayarı ilk getiren kişi olarak akıllarda kalır. Bilgisayar kullanımının henüz yaygın olmadığı yıllarda Libya’dan köye bilgisayar getirir. Çocukların meraklı bakışları arasında eve kurulan bilgisayar köyün ilk bilişim araçlarındandır.
AYKIRILIKLARIYLA ÖNE ÇIKAN SERDENİYELİ
Hüseyin Güler’in Oğullar köyü Serdeniye’de başlayan serüveni Pülümür Kırmızıköprü’de devam ediyor. Afrika’dan Avrupa’ya uzanan iş yaşamının ardından Kırmızıköprü’de yaşamayı tercih etmesi, insanın anavatanı, çocukluğunun geçtiği yerdir, sözünü doğrular nitelikte. O, zorlu coğrafi yapısından dolayı dış dünyaya kapalı bir köyde doğmuştu. Feodalizme karşı tavrıyla dikkat çekti. Köyden ‘firar’ ettikten sonra giriştiği işler, ‘para tutan’ bir çok kişinin hatırı sayılır bir servet edinmesi için yeterli sayılırdı.
O, farklı bir yol tuttu.
Cebindeki son kuruşu köy kahvehanesindeki gençleri mutlu etmek için ‘savurması’nın, yakın çevresinde tartışma konusu olması anlaşılabilir bir durum. Bu davranışını, köyünde sevgi görmeden yetişen Serdeniyeli çocuğun yokluğa ve sevgisizliğe meydan okuması olarak değerlendirenler olacaktır. 9 çocuklu yoksul bir ailenin büyüklerinden, zorlu koşullarda sevgi konusunda cömert davranmalarının beklenemeyeceğini düşünenler de olabilir. Öyle ya da böyle ne fark eder? Sevgisiz ortamlarda büyüyen kuşakların varlığı bir gerçek. Bunun sorumluluğunun tek başına yaşamın ağır yükü altında ezilen ebeveynlere yüklenemeyeceği açık.
Bunca yıllık iş yaşamından edindiği tek ‘servet’inin emekli maaşı oluşu, onu, toplumda el üstünde tutulan varlıklılardan ayırıyor.
Yörenin ‘aykırı’ adamı. Ona, aykırı olmaya ant içmiş biri de denebilir. Sürekli isyan hâlinde… Peki, niçin? Bu ruh hâli, başından geçen buruk öyküyle ilişkilendirilebilir mi, belki.
‘Aykırı’ ve ‘isyankâr’ Usta’nın serüveni, Nazımiye Oğullar köyünü, Pülümür Kırmızıköprü’yü merak edenlerin yararlanabileceği kaynak niteliği taşıyor.
(Körfez, 12 Ocak 2022)
[1] T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Direktörlüğü Genel Nüfus Sayımı, 20 İlk Teşrin 1935, Hüsnütabiat Matbaası, İstanbul: 1937. http://www.mku.edu.tr/files/200-0cfb0f06-28b5-4acf-9ed8-138ec43c4d95.pdf
[2] 20 İlkteşrin 1940, Genel Nüfus Sayımı
[3] Hüseyin Güler’in doğum tarihi, resmî kayıtlara 1933 olarak işlenmiş. Hüseyin Güler’in gerçek yaşının,1933’ten daha eski olduğu, yurt dışına çıkış amacıyla küçültüldüğü belirtiliyor. Ailesi, 1940’lı yıllarda taş tünelde çalıştığı bilinen Güler’in, 1933 öncesinde doğduğunu ifade ediyor.
[4] İbn Haldun, Mukaddime, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul: 2007.
[5] Hasan Tosun’un (Pıt Ali/Pıto Heyderız) mezar taşından edinilen bilgi. Söz konusu bilginin, kimlik kayıtlarına dayandırıldığı tahmin ediliyor. Söz konusu bilgiye göre, Hasan Tosun 1983’te öldüğünde 135 yaşındaydı. Hasan Tosun’un, 1940’lı yıllarda Salördek Gavrag Kulık’te yaşayan Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973)-Emine Arslan (1911-2000) çiftiyle yakın ilişki içinde olduğu biliniyor. Pıto Heyderız’le Paşa’nın iletişim biçimi, ikili arasındaki yaş farkının 18-20’den fazla olamayacağını düşündürüyor. Hasan Tosun’un, yaşlılıkta çıkan yeni dişleri göz önünde bulundurulduğunda 100 yaşını geçkin olduğu, ancak 135 yıl yaşamadığı öngörülebilir.
Bu yazı, 21 Mayıs 2021’de Kırmızıköprü’de yüz yüze yapılan görüşmeye dayanılarak kaleme alınmıştır.