Ormanın kalbindeki köyde doğmuştu. İlçenin güneydoğusundaki köyün toprak damlı evlerinin birçoğu ormanın arasına gizlenmiş gibiydi. Köyü kuşatan orman, meşe ve ceviz ağırlıklıydı. Sincaplar, hiç yere inmeden daldan dala kilometrelerce yol alabiliyordu. Kuşlar, kar ve yağmur sularının emzirdiği derenin sevincine ortak oluyordu.
1898 yılıydı.
İki yaşındaki bebeğin çevresinde toplanan köylülerden biri, doğacak çocuğunun cinsiyetini öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Köylü, elinin tersiyle alnının terini sildi. Sırtını duvara yaslamıştı. Tabakasından bir tutam tütün aldı. Sararmış parmaklarıyla sardı. Çocuk parmağı kalınlığındaki sigarasını âdeta çiğniyordu. Siyah püsküllü tespihiyle yarış hâlindeydi. Tespih tanelerini ikişer ikişer çekiyor, ağzından ve burnundan eş zamanlı çıkardığı duman, gür saçlarını ve yüzünü görünmez kılıyordu.
Tespihini bileğine doladı. Bebeği kendine doğru çekerek sordu:
Ayağını kaldır bakalım, erkek mi, kız mı?
Yöre halkı, çocukların cinsiyetinin bu yöntemle öğrenildiğine inanırdı. Sağ ayağın kaldırılması, erkek doğacak demekti. Ya sol ayak? Sol ayak, bebeğin kız olacağının habercisiydi. Kas gücüne dayalı üretim, erkek çocuk beklentisini büyütüyordu. Erkek çocuğu fazla olan, üretimin yanı sıra, merkezi otoritenin etkisiz olduğu koşullarda kendini güvende hissediyordu. Kız çocuklar, genelde mutsuzluk kaynağıydı.
Ayağını kaldır, erkek mi, kız mı, sorusu, bazen yönlendirme amaçlı da olabiliyordu:
Sağ ayağını kaldır, erkek mi, kız mı?
Köylünün saçlarını okşadığı çocuk, sağ ayağını kaldırmış, böylece birkaç mecidiye hak etmişti.
Aradan fazla bir zaman geçmemişti.
İşten güçten yorgun düşen kadın doğum sancıları çekmeye başlamıştı. Ormanın derinliklerinde unutulmuş köyde ebe ne arasın… Doğumları, köyün okul yüzü görmemiş ebeleri yaptırıyordu. Evde doğum hazırlıkları tamamlanmıştı.
Çok geçmeden beklenen haber geldi:
Hüseyin Ağa, müjdemi ver, oğlun oldu!
Bebeğe, Ali adı verildi. Kadınlara ziyafet çekildi. Yemeğe gelen kadınlar, bebeğin yastığı altına çeşitli hediyeler bıraktı.
Ali, babasının övünç kaynağıydı. Çocuğunun elinden tutarak tarlaya götürüyor, temel becerileri kazandırmak için çaba gösteriyordu.
Baba oğulun mutluluğu, kısa sürdü.
Çocuk okul çağına gelmeden babasını kaybetti. Bir yakını, Ali’yi ve kardeşi Hıdır’ı yanına aldı. Çocuk, oğlakları otlatıyordu.
Oğlak otlatırken, taştan oyuncak ev yapardı. Oyuncak evin duvarının dikey yüzeyinin yer küreye dik doğrultuda yapılması gerektiğinin farkındaydı. Bunun için çekül/şakül gerekiyordu. Ustaların bez alet çantalarında özenle saklanan çeküle erişim kolay değildi. Ali, ucuna ip bağladığı soğandan çekül yapmıştı.
Ali Gül’ün (Aliye Ğayis), ustalık öyküsü işte böyle başlamıştı.
Usta, alet çantasıyla köy yollarına düşer, aylarca eve dönmezdi. Pülümür köylerinde yükselen taş yapılara emek vermişti. Kovuklu, Mutu, Gökçekonak, ustanın ter döktüğü köylerden birkaçıydı. Ustanın çalıştığı yerlerden biri de Nazımiye Kımsor (Yayıkağıl) köyüydü.
Usta, köylere giderken, iki oğlunu da yanına alırdı. Mehmet ve Hüseyin, ustalığa, babalarının yanında adım atmıştı.
Ali Usta, sadece taş duvar ustası değildi. Köy çeşmesine harç koymuş, lülesi ağaçtan çeşmeye taş kanaldan su akıtmıştı. Ahşap oyma ustasıydı. Oğlu Ahmet Gül, babasının işlediği ahşabı, 1994’te yağmalanan evden kurtarmayı başarmıştı.
Marangozdu. Un ambarı, masa, sandalye yapardı.
37 yaşındayken Gökçekonaklı Kamber oğlu Mehmet Aslan’ın (1885-1959) çağrısı üzerine işe koyulmuştu. İki katlı taş yapı için aylarca süren bir çalışmaya başlamıştı. Binanın kesme taşları köyden çıkarılmıştı. 1 Ağustos 1935’te binanın yapımı tamamlanmıştı. Binanın geniş ahşap kapısı, güneye açılıyordu. Kapı ve diğer doğramaların yapım işini de usta üstlenmişti. Usta eline keskiyi almış, kesme taşa not düşmüştü:
“MAŞALLAH. YAŞASIN CUMHURİYET. 1.8.1935”
Taş yapı bölgenin zor yıllarına kafa tutmuştu.
1959 yılı Temmuz ayı ortalarıydı. Usta, Mirçikan bölgesinde çarçır biçiyordu. 4-5 kişilik bir grup, ustayı engellemek için yola düşmüştü. Kısa zamanda ustanın yanına varmış, bağırıp çağırmaya başlamışlardı. İçlerinden biri, ustaya arkadan sessizce yaklaşmış, elindeki baltayla kafasını hedef almıştı.
Pülümür Beğendikli Ali Gül’ün kafatası yarılmış, olduğu yere yığılmıştı.
Çarçıra ustanın kanı bulaşmıştı.
Alın teriyle ıslanan şapka, kana boyanmıştı.
Pülümür’ün ünlü ustası, feodal zorbalığa kurban gittiğinde 61 yaşındaydı. Geride dul bir eş ve yetim çocuklar bırakmıştı.
Sadece çocuklar mı, ustanın ellerinde yükselen taş yapılar, ahşap işlemeler, masa ve sandalyeler, köy çeşmesi de yetim kalmıştı.
O yıl Gökçekonak’taki taş yapının sahibi Mehmet Aslan da yıldızlara kavuşmuştu.
Gökçekonak’taki yapı, 1994 yılında kundaklanıncaya kadar ayakta kalmayı başarmıştı.
Taş yapıdan geriye binanın batı cephesi ve ustanın taşa kazıdığı nottan başka bir şey kalmamıştı:
“MAŞALLAH. YAŞASIN CUMHURİYET. 1.8.1935”
Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyetin yetim kaldığı yıllardı…
(Pülümür Kırmızıköprü, 30 Temmuz 2023)