
Hüseyin Canerik
Nazımiye’nin Oğullar (Hılves) köyüne bağlı Serdeniye mezrası, ilçenin Pülümür’e en yakın yerleşim birimlerinden biridir. Ağlayan Kayalar’ın kuzeydoğusunda, ulaşımı zor mezralardan biri olarak bilinir. Pülümür Vadisi ile Pülümür Çayı’nın doğusunda, Mezra köyü Han Yaylası’na komşudur. Han Yaylası (Xano Seren) ile Serdeniye arasında, yörede “Vıle Kunike” olarak adlandırılan bir sırt yer alır. Mezranın batısında ise Nazımiye’ye bağlı Hanköy (Karvan/Kervan) köyünün Murerike mezrası bulunur. Murerike, 1980’li yılların başında tamamen boşalmış yerleşimlerden biridir.

Pülümür-Tunceli kara yoluna yalnızca 3-4 kilometre uzaklıkta olmasına karşın, Serdeniye hâlâ yola kavuşamamış mezralardandır. Okulu, elektriği ve sağlık evi yoktur. Ancak 1968 yılında iki çeşmeye kavuşmuş, bunun dışında kamusal hizmetlerden neredeyse hiç yararlanamamıştır. Doğal yıkımlardan fazlasıyla etkilenmiş, bağlı olduğu Oğullar köyüyle aynı kaderi paylaşmıştır. Çığ, sel ve kaya düşmesi gibi felaketler nedeniyle birçok acı ölüm yaşanmış, bu coğrafya 1987 yılından itibaren tamamen insansız kalmıştır.

Oğullar ve Serdeniye, yalnızca zorlu doğa koşullarıyla değil, trajik ölümlerle de anılan yerlerdir. Toprağa karışmış mezarları, burada yaşanan dramatik olayların sessiz tanıklarıdır. Oğullar köyünden Mehmet Ali Dönmez ve Ali Kamer Dönmez kardeşlerin trajik ölümü de bu acı öykülerden biridir.

Babaları Ali Dönmez (Aliye Kamer), yedi evlilik yapmış, Ali Kamer, Ali Binat, Binali, Mehmet Ali, Mercan, Emine, Beser, Xeyzane ve Sengal adlarında dokuz çocuk sahibi olmuştur. Eşleri arasında en çok bilinenlerden ikisi, Ğeyal Hanım (Kuresize) ve Ecma Hanım’dır.

Ali Kamer Dönmez 1941, kardeşi Mehmet Ali Dönmez ise 1949 doğumluydu. Anneleri Ecma Hanım olmasına karşın, kimliklerine Ğeyal Hanım’ın adı yazılmıştı.
Aileleri uzun yıllar komşu olan Gülabi-Beser Güzel çifti ile Ali Dönmez’in çocukları da birbirlerini yakından tanıyordu. Gülabi Bey’in kızı Çiçek, çocukluğundan beri Mehmet Ali Dönmez’i tanıyordu. Mehmet Ali güçlü, çalışkan ve cesur bir gençti. Askerliğini Erzincan’da (acemi birliği) ve Sarıkamış’ta (usta birliği) yapmış, İstanbul Unkapanı’nda çalışmış ve Keban Barajı’nın inşasında yer almıştı. Köyüne döndüğünde, bir çift öküzle tarla sürer, hayvanlarıyla ilgilenirdi.

Mehmet Ali, 1972 yılında 23 yaşındayken Çiçek Hanım’la evlendi. Çiçek o sırada 18 yaşındaydı. Babası, 1961 yılında Nazımiye Yatılı İlköğretim Bölge Okuluna (YİBO) kaydettirmek için götürmüştü. 1965 yılına kadar yalnızca kız öğrencilerin eğitim gördüğü okulda, o dönem Türkçeyle tanışmamış olan küçük kız, okul müdürünün kayıt öncesinde yaptığı küçük bir sınava tabi tutulmuştu:
“Okul müdürü bana, ‘Elini çeşmeye uzat’ demiş ama anlayamamıştım. Babam, ‘Elini uzat diyor’ deyince elimi uzattım. Babamın da Türkçesi yetersizdi, kendisine Hıdır Sağlam yardımcı olurdu. Müdür odasına götürüldük. Müdür, yaşımın küçük olduğunu düşünerek beni okula almak istememiş. Ancak babam, müdüre rahatsızlığını anlatınca beni okula kaydettiler.”
Aynı köyden Zeynep Genç ve Sakine Kaya da Nazımiye YİBO’da öğrenciydi.
Yarıyıl tatili geldi. Çocuklar köylerine döndü. Çiçek, elinde karneyle babasına koştu:
“15 tatilde köye döndüğümde babam, ‘Zayıfın var mı?’ diye sordu.
‘Yok,’ dedim.
Zor bir coğrafyada büyüyen çocuğun zayıfı olmazdı. Gülabi Bey’in kızının başarısından duyduğu sevinç uzun sürmedi; o yıl hayata veda etti.

Tercüman yardımıyla “çeşmeye elini uzatan” Çiçek, 1966 yılında mezun oldu. Ama zor yıllar onu bekliyordu. Henüz sekiz yaşında babasız kalmıştı. Voleybol sahası büyüklüğünde bir oyun alanı bile bulunmayan köyde, artık hayatın acı gerçekleriyle baş başaydı.
Ali Güzel’in 65 yaş aylığı alan annesi Beser Güzel, Mehmet’in kayınvalidesiydi. Nazımiye’ye gitmesi gerekiyordu. Yaşlı kadın, Ziraat Bankasından maaşını alabilmek için desteğe ihtiyaç duyduğunda aklına ilk gelen kişi damadı Mehmet Ali oldu. Nazımiye’ye gitmeye karar veren Mehmet, arkadaşı Ali Sağlam’ın Kırmızıköprü’ye gitme teklifini geri çevirdi.
Takvim yaprakları 1 Mart 1979’u gösteriyordu. Günlerden perşembeydi.

Mehmet Ali Dönmez, Süleyman Sağlam (1903-1986) ve Beser Güzel birlikte yola koyuldular. Çiçek Hanım, eşinin gördüğü rüya nedeniyle Hızır lokması (nâz) pişirmiş ve Uzuntarla yakınlarındaki Hızır Gölü’nde dağıtmasını istemişti.

Mehmet Ali, gördüğü rüyayı yolda Süleyman Sağlam’a anlattı:
“Rüyamda, ağabeyim Ali Kamer’in boğasının çığa kapıldığını gördüm. Bir süre sonra bizim boğayla ağabeyim Binali’nin boğası da çığa kapıldı. Bizim boğa ile Ali Kamer’in boğası çığda kayboldu, ancak ağabeyim Binali’nin boğası kurtuldu.”

Asma köprüden geçen üç köylü, Hızır Gölü’ne ulaştığında Mehmet Ali çerağı yaktı, lokmayı dağıttı. Ardından Uzuntarla’da bir araca binip Nazımiye yol ayrımında indiler ve başka bir araçla ilçe merkezine ulaştılar.
İki yaşlı maaşlarını aldı, alışverişlerini tamamladı. Dönüş yolunda yine Uzuntarla’ya kadar araçla geldiler. Orada indikten sonra asma köprüden geçerek Oğullar yokuşuna tırmandılar.
Gülüzar Çayır, Mehmet’e takılarak “Kayınvalideni yaşlılık maaşı için götürdün, ama beni maaşa bağlatmadınız,” dedi. Mehmet de “Seni de bağlatmak için çalışacağım,” diye karşılık verdi.
Süleyman Sağlam, Nazımiye dönüşü, Mehmet’in gördüğü rüyayı eşi Elif Sağlam’a (1912-1992), oğlu Ali’ye ve gelini Şehriban’a anlattı.
Mehmet, kayınpederinin evine uğradı, ancak aniden yerinden fırlayıp “Eve gideceğim,” diyerek ayağa kalktı. Leğende çamaşır yıkayan Saray Güzel, “Mehmet, gitme,” diye seslendi. O ise “Çiçek suya gelmiş, çocuklara kim bakacak?” diyerek evine döndü.
Kadir 5, Ayşe 3, Songül 1 yaşındaydı.
Ailece sofraya oturdular. “Boğazımdan yemek geçmiyor,” diyen Mehmet’e eşi “İstanbul’dan döndüğünden beri tuhaflaştın,” dedi.

Serdeniye’de yaşayan Binali Dönmez, Oğullar köyündeki kardeşlerinden kendisine çarçır (kinkor/kunkor) getirmelerini ister. Ali Kamer Dönmez, birkaç köylüye haber salar ama kimse gönüllü olmaz. Düzgün Güzel’in annesi Saray Hanım, olası risklerden dolayı oğlunu göndermek istemez.

Ali Kamer Dönmez’in 11 yaşındaki oğlu Metin Dönmez, köye kilometrelerce uzaklıktaki Nazımiye Uzuntarla İlkokulunda 4. sınıf öğrencisidir. Oğullar’dan yürüyerek okula giden çocuklardan biridir. Pülümür Çayı’nın üzerindeki asma köprüden geçerek Uzuntarla’ya varırlar ve ders bitiminde yine aynı yolu kullanarak köye dönerler. Kalmen ve Ahmet Ardıç adlı öğretmenlerin görev yaptığı okulda Serdeniye ve Oğullar’dan birçok öğrenci eğitim görmektedir: Ahmet Kaya, Ali Güler, Ali Kaya, Cevahir Ayaz, Cevahir Güzel, Gülsem Güzel, Metin Dönmez, Musa Güzel, Sema Güler ve Zeki Genç.

1 Mart 1979, Perşembe günüydü. O gün Metin, okuldan çıkıp köye döndüğünde annesi ve babası evdeydi. Babası, köyden bir arkadaşını da yanına alarak Binali’nin evine gideceğini söyledi. O sırada Metin, çeşmeden su almaya gitti. Amcası Mehmet Ali, kayınvalidesi Beser Güzel’le birlikte Nazımiye’ye yaşlılık maaşı almak için gitmiş, yeni dönmüştü.

Çeşmede amcasıyla karşılaşan Metin’e babasını sordu. Metin, babasının Serdeniye’ye gittiğini söyledi.
Metin suyu alıp eve döndüğünde babasının hâlâ evde olduğunu gördü. Babasının arkadaşı son anda vazgeçmişti. Metin, amcasıyla karşılaştığını söyleyince babası, “O zaman çağır gelsin,” dedi. Metin de amcasının evine giderek haber verdi.
O sırada Çiçek ve Mehmet Ali sofradaydı. Metin, amcasının evinin bacasına taş atarak seslendi:
“Hala! Babam, amcama, Serdeniye’ye gidecekse gelsin, dedi!”
Mehmet Ali gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Kardeşiyle geçmişte yaşanan bazı kırgınlıklar hâlâ aklındaydı. Eşine fikrini sordu. Eşi, olumlu ya da olumsuz hiçbir şey söylemedi.
O gün Mercan Güzel, öğleye doğru alt yoldan Serdeniye’ye gitmişti. Yorgun olmasına karşın Mehmet Ali, ağabeyini yalnız bırakmak istemedi. Sonunda gitmeye karar verdi.
Ali Kamer ve Mehmet Ali, tahminen saat 15.00 sularında yola çıktılar. Kardeşler sırtta bir süre soluklandılar. Binali Dönmez, sırt bölgesinde oturan kardeşlerine yukarıdan gelmelerini söyledi:
“Yukarıdan gelin!”
Serdeniye’ye az bir mesafe kalmıştı. İki kardeşin konuşmaları köyden duyulabiliyordu. Mehmet Ali, gözlerini karşıda uzanan Murerike’ye çevirerek iç geçirdi:
“Murerike’ye yazık… Boşalmış!”

Serdeniyeli Hüseyin Güler, Kamer Sever ve Ahmet Sever, çığ tehlikesine karşı iki kardeşi uyardılar ve üst yoldan gelmelerini söylediler. Ancak kardeşler yolu uzatmak istemedi.

Yaklaşık bir hafta önce, Mehmet Ali’nin kayarak tünele kadar sürüklendiği yere vardıklarında kıyamet koptu. Koca bir kar kütlesi sel gibi akmış, yorgun iki kardeşi önüne katmıştı.
Fadime Dönmez, Serdeniye’deki evlerine yaklaşan amcalarının konuşmalarını duydu:
“Babam Binali Dönmez, yukarıdan gelin, aşağıdan gelmeyin dedi. Birkaç metre kalmıştı. Amcam Mehmet Ali, eliyle işaret ederek çığ ne arar, bir şey olmaz, dedi. O arada çığ koptu. Gözlerimle gördüm. Ardından babam da kendini çığa attı. Babam kurtuldu.”
Binali Dönmez, Hüseyin Güler ve Fadime Dönmez, o ana tanıklık eden isimlerden birkaçıydı. Çığa, köylülerin acı dolu çığlıkları karıştı.
Binali Dönmez, gözlerinin önünde çığın sürüklediği kardeşlerinin ardından çığa atlayarak intihar girişiminde bulundu. Bir süre sürüklendikten sonra kurtuldu.

Mehmet Ali, gövdesi kara gömülü, kolu havada, elinde eşyalarıyla metrelerce sürüklendi ve sonunda uçurumdan düşerek gözden kayboldu. Ali Kamer ise kısa sürede kar yığınının içinde görünmez olmuştu.
Serdeniye köylüleri, dakikalar içinde yardıma koştu. Ahmet Sever, Binali Dönmez, Hasan Hüseyin Güler, Hüseyin Güler, İmam Güler, Kamer Sever ve Şükrü Sever kurtarma çalışmalarına katılan köylüler arasındaydı.

Yaklaşık bir saat içinde Mehmet Ali’nin cansız bedeni bulundu. Kolunun bir kısmı açıktaydı; dudağı ve sağ kulağının arkasında kesik izleri vardı. Saati çalışır durumdaydı. Kar, kırmızıya boyanmıştı. Serdeniyeliler, sevilen köylülerini özenle sardı ve Hüseyin Güler’in evine taşıdı. Henüz 30 yaşındayken hayata veda eden Mehmet Ali’nin cansız bedeninden hâlâ kan damlıyordu. Şükrü Sever, onu sedyeye taşıyanlar arasındaydı. Mehmet Ali’yi ayak bileklerinden kavradığında, vücudunun hâlâ sıcak olduğunu fark etti.
Mehmet Ali, dik yokuş boyunca Hüseyin Güler’in Serdeniye’deki evine taşınırken, Şükrü Vıle Palaxe’ye koşarak Oğullar’a seslendi.
Hava rüzgârlıydı. Köylüler küçükbaş hayvanlarını çoktan dışarı çıkarmış, meşe tomurcuklarıyla beslemeye başlamıştı. O gün Ali Sağlam keçilerini otlattıktan sonra eve dönmüştü. Eşi Şehriban Sağlam, hayvanları ahıra almak için dışarı çıktığında kuzeydoğudan yükselen insan sesleri dikkatini çekti. Kulak kabarttığında çığdan, Ali Dönmez’in çocuklarından söz edildiğini duydu ve hemen eşine haber verdi. Olayı duyan Ali Sağlam, o gün iki kardeşle karşılaşmış olduğundan, “Onlar daha yeni buradaydı” diyerek duruma inanmak istemedi.
Haber Oğullar’a ulaşır ulaşmaz köyün tüm erkekleri kazma ve küreklerini alarak Serdeniye’ye doğru yola koyuldu.
O sırada Cömert Açıkbaş, Mehmet Ali’nin Serdeniye’ye gittiğinden habersiz, onun evinin kapısını çaldı. Kapıyı Çiçek Hanım açtı:
“Cömert Açıkbaş kapıyı çaldı ve ‘Abla, Mehmet abim nerede?’ diye sordu. Şaka yaparak ‘Evde’ dedim. Cömert, ‘Binali ile Ali Kamer’i çığ götürmüş’ dedi.”
O sırada Kadir beş, Ayşe üç, Songül ise henüz bir yaşındaydı. Çiçek, çocuklarını bırakıp yola koyuldu. Cömert, yakınlarına da haber vermişti.
Köylüler, Çiçek’in olay yerine gitmesini engellemeye çalıştı. İbrahim Çelik’in eşi Çiçek Çelik, annesi Beser Güzel ve yengesi Saray Güzel, onu eve geri götürdü. Eşinin sağ olduğunu söyleyerek teselli etmeye çalıştılar. Ancak genç kadın ikna olmadı. Daha önce çığdan ağaca tutunarak kurtulan eşi, “Ben sağım!” diye bağırarak hayatta olduğunu duyurmuştu.
Yaklaşık bir saat uzaklıktaki köyden eşine dair somut bir haber alamamak, kaygısını daha da artırıyordu.
O günlerde hafif ve tozlu bir kar yağışı vardı.
Aklına eşinden daha önce dinlediği bir rüya geldi. Artık daha fazla bekleyemezdi. Tüm engellemelere karşın ayağa kalktı ve arkasına bile bakmadan yola düştü:
“Hava kararmıştı. Mercan Güzel benimle geldi. Dere Pagasod’a vardığımızda bana ‘Çığ bizi götürür’ dedi. Karanlıktı. Derede kayıp aşağıya kadar sürüklendik, bir ağaca tutunarak durabildik. Hiç ışık yoktu. Şiya Palaxu’ya kadar yürüdük. Hüseyin Güler orada bizi durdurdu:
“Geri dönün, çığ var!” Mercan’a kızdı: ‘Bu kadını bu akşam niye getirdin? Bizi Serdeniye’de evine götürdü. ‘Korkmayın’ dedi. Yatağa yatırmışlardı, ‘Uyuyor, uyandırmayın’ dediler. Ancak gittiğimde Mehmet Ali’nin gözleri açıktı. Elif Güler, Mehmet Ali’nin, çıkarıldığında hâlâ sağ olduğunu, kendisine bir süre baktığını söyledi. Kanlar içindeydi, yorgana sarmışlardı. Dudağında ve sağ kulağının arkasında kesik izleri vardı, sanırım kürekten kaynaklanmıştı.”

Anneanne eve geldiğinde torunlarını masanın altına saklanmış hâlde buldu. Çocuklar korku içindeydi. Kadir, anneannesine sarılarak, “Babam öldürüldü,” dedi.
Mehmet Ali’nin bulunmasına karşın Ali Kamer’den hâlâ haber alınamamıştı. Eşinden bir iz bulma umuduyla Serdeniye’ye giden Selvi Hanım, çaresizce evine dönmüştü. Onun dönüşüyle birlikte kurtarma çalışmaları gece boyunca askıya alındı.

Serdeniye’de iki kardeşin çığa kapıldığı haberi hızla yayıldı. Acı olay, Pülümür Kırmızıköprü’ye ulaşır ulaşmaz büyük bir seferberlik başladı. Pülümür Kırmızıköprü ve çevre köylerden yüzlerce insan, bölgeye akın etti. Kırmızıköprü’deki minibüslerde yer bulamayan birçok kişi bölgeye yürüyerek gitti. Kamer Güler, araçta yer kalmadığı için yaya gidenlerden biriydi. Akdik/Şihan köyünden Mustafa Dalkılıç, Musa Pekin, Musa Doğru, Canpolat’lar, Akdik Ormanı’ndan yürüyerek yardıma koşanlar arasındaydı. Akdik/Şihanlı Ali (Seydali) Yıldız ve bazı köylüler olay yerine minibüsle gitmişti.

Ali Dönmez’in Akdik’te yaşayan kızı Beser Canpolat, kardeşlerinin ölüm haberini ancak ertesi gün alabilmişti:
“Hüseyin Susam, çocuğuyla bize haber verdi. Çocuklarımızın babasına (eşi Hüseyin) ‘Yukarı Aynige’ye gelsin,’ dedi. Eşim gitti, bir süre sonra geri döndü. Merak ettim, ‘Ne oldu?’ diye sordum. ‘Ali Kamer’in hanımı ölmüş,’ dedi.

O sırada ağılı temizlemiş, sepeti boşaltmıştım. Sepet sırtımdaydı. Hemen yola koyuldum. Taş tünelin oradaki köprüye yaklaştığımda arkamdan eşim seslendi: ‘Beraber gidelim.’ Geldi ve birlikte devam ettik. Haskar’da Ali (Seydali) Yıldız, Hüseyin Susam (1938-2020) ve eşi Hatice Susam’la (1943-2019) birlikte birçok kişi arabada bekliyordu. Bize, ‘Gelin, arabaya binin,’ dediler. Seydali’ye sordum, ‘Ali Rıza’lardan inek alacağız,’ dedi. Onlar arabayla gitti, biz yürümeyi tercih ettik.

Hılves yokuşuna girdik. Amcam Gülabi Güzel’in kızı Saray Büyüktaş ağıt yakıyordu. ‘Amcasının kızına ağıt yakıyor,’ diye düşündüm. Mezarlığa vardığımızda kimse yoktu. ‘Ah! Mehmet’i kim öldürdü?’ diye içimden geçirdim. Evlerinin kapısı kilitliydi. Ali Kamer’in evine gittik. Hanımı Selvi evdeydi. Onun öldüğü söylenmişti ama sağdı. Herkes ağlıyordu. Bayılmışım. Uzaklardan sesler duyuyordum. Hıdır Güzel’in ninesi Beser’in, ‘Kimse öldürmedi, çığ götürdü,’ dediğini işittim.
Mehmet Ali’yi evine getirdiler. Ali Rıza Sağlam elimden tuttu, Mehmet Ali’nin evine götürmek istedi. Elinden kurtuldum, kendimi yamaçtan aşağı atarak yuvarlandım. Üç dişim kırılmıştı. Sonra büyük kardeşim Ali Kamer’i de getirdiler. ‘Doktor gelip kesip bakacak,’ dediler. Başımı kapıya vurdum, kırıldı. Sekiz on gün Hılves’te kaldım. Mehmet Ali’nin evinde intihara kalkıştım ama çocuklarımı düşünerek vazgeçtim.”

Beser ve eşi Hüseyin Canpolat, Hılves’e doğru yürürken Oli yakınlarındaki 8. tünelde büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Pülümür Kırmızıköprü, Akdik (Aynige), Gökçekonak (Tasniye), Mezra, Kaymaztepe (Meçiye), Salördek; Nazımiye Uzuntarla, Hanköy (Karvan) ve Murerike’den yüzlerce köylü kurtarma çalışmalarına katıldı. Tunceli’den gelen lise öğrencileri de o gün okula gitmek yerine çalışmalara destek verdi.
Kurtarma ekipleri yalnızca bölge halkından oluşuyordu. Hiçbir resmi görevli sahada yoktu. Tünelden Serdeniye’ye doğru çubuklarla karı tarayan yüzlerce insanın çabaları sonunda sonuç verdi. Geceyi kar altında geçiren Kamer Ali’nin cansız bedenine ulaşıldı.
38 yaşındaki Kamer Ali’nin boynunda ve vücudunun çeşitli bölgelerinde kırıklar vardı.
Devletin olaya müdahalesi için artık hiçbir engel kalmamıştı. Nazımiye Cumhuriyet Savcısı olay yerinde inceleme yapmış, Nazımiye Hükûmet Tabibi, ‘otopsi’ raporu düzenlemişti. İki kardeşin cansız bedenleri Hılves’teki evlerine götürüldü.
Kardeşlerinin doktor tarafından ‘kesileceğini’ düşünen Beser Canpolat, sinir krizi geçirerek başını sertçe kapıya çarptı; kanlar içinde kaldı. Kadınların yaktığı ağıtlar Pülümür Vadisi’ne yayılıyordu.
Mehmet Ali’nin o sonbaharda ektiği Vuroz’daki tarlasında hüzün boy veriyordu.
Hılves, tarihinde belki de ilk kez böylesine büyük bir cenaze törenine ev sahipliği yapıyordu. Nazımiye ve Pülümür köylerinden yüzlerce insan, iki kardeşi uğurlamak için bir araya gelmişti. Ancak cenazeye tek bir kamu yöneticisi bile katılmamıştı. Omuzlarda taşınan kardeşler, gözyaşları ve ağıtlar eşliğinde toprağa verildi.
Bu trajedi yalnızca Hılves ya da Serdeniye’yi değil, bütün bölgeyi derinden sarstı. İki kardeşin ardından geride dul eşler ve yetim çocuklar kalmıştı. Üstelik hiçbirinin sosyal güvencesi yoktu.
Beş çocuk annesi Selvi Hanım, altıncı çocuğuna hamileydi. 38 yaşındaki kadın tüberküloz hastasıydı. Eşi Ali Kamer’in doktora götürdüğü kadın, eşini kaybettikten sonra bir daha doktora gidemedi. Büyük oğlu Metin, henüz 11 yaşındayken babasız kaldı ve çocuk yaşta ağır iş yükü altında ezildi. Feodal zorbalık, Hılvesli çocuğun omuzlarına binen acıyı daha da artırdı. Hasta annenin yüreği, oğlunun yaşadığı bu zorluklarla bir kez daha yaralandı.
Selvi Hanım, sosyal devletin aklına hiç gelmedi. Altı çocuğuyla yokluk içinde geçirdiği yıllar boyunca sağlığı daha da kötüleşti. 1984 yılında hastalığı iyice ilerlemiş, artık yataktan kalkamaz hâle gelmişti. O gün, kaynı Binali Dönmez, eltisi Fındık Dönmez, kızı Kıymet ve eniştesi Hıdır Şanlı ziyaretine gelmişti.
Üzerine titrediği oğlu Metin’den bir bardak su istedi. Oğlu bardağı annesine uzattı ve ona sımsıkı sarıldı. Anne ile oğulun gözyaşları birbirine karıştı. 38 yaşında dul kalmış, tüberküloz tedavisi görememişti. Oğlunu saran kolları yavaşça yana düştüğünde 43 yaşındaydı.
Haziran ayıydı.
Vıle Vuroz’da yatan eşine kavuşmuş, yaşını ikiye katlayan acılardan ebediyen kurtulmuştu. Çocukları o gün bir kez daha öksüz kalmıştı.1987 sonbaharında, çocuklar Yalınca’ya taşındılar. Ağabeylerinin desteğiyle yaşam mücadelesi veren Hılvesli çocukların yüreğinde anne ve baba acısı hiçbir zaman dinmedi. 1992’de, 19 yaşındaki Yılmaz’ın kaybıyla, kardeş acısıyla da tanıştılar. Ne zaman biri “anne” ya da “baba” diye seslense, onların felaketi olur, yürekleri yangın yerine döner.

Çiçek Dönmez, eşini Hılves Vıle Vuroz’da sonsuzluğa uğurladıktan iki yıl sonra Yalınca köyüne taşınmak zorunda kaldı. Üç çocuğuyla baş başa kalan anne için zor günler yeniden başlamıştı. Ayakta kalmak için büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Çocuklarını tarlalarda çalışarak büyüttü. Onun başı dik yaşama tutkusu, yozlaşmanın sıradanlaştığı bu koşullarda her tür övgüyü hak ediyor. Şimdi torunlarına emek vererek hayatını sürdürüyor.
Bugün, Serdeniye’de yaşanan felaketin 46. yıl dönümü.
Kar kütlesine yenik düşerek sonsuz maviliklere karışan iki mert, cesur ve çalışkan köylü, bu acılı coğrafyanın dinmeyen yarası olmaya devam ediyor.
TEŞEKKÜR
Bu çalışmaya katkı sunan Sayın Ahmet Güzel’e, Sayın Ali Yıldız’a, Sayın Beser Canpolat’a, Sayın Çiçek Dönmez’e, Sayın Fadime Dönmez’e, Sayın Fecire Sağlam’a, Sayın Gülsem Dikme’ye, Sayın Kamer Güler’e, Sayın Kıymet Şanlı’ya, Sayın Mahsuni Sağlam’a, Sayın Metin Dönmez’e, Sayın Murat Sever’e, Sayın Mustafa Dalkılıç’a, Sayın Şehriban Sağlam’a candan teşekkür ederim.