Türkiye zor günler geçiriyor. Sosyal ve ekonomik sorunlar, güvenlik kaygısı insanımızı depresyona sürüklüyor. Olağan davranışların yerini sıra dışı, akıl ve mantıkla açıklanması güç davranışlar alıyor. Toplum tam anlamıyla bir öfke patlaması yaşıyor. Sokakta karşılaşılan birine adres sormanın bedeli bazen ağır olabiliyor.
Bireysel araçla trafiğe çıkmak için koca bir yüreğiniz olmalı. Şeritten şeride kontrolsüz geçiş yapan bir sürücünün yaşamınıza mal olması sürpriz sayılmaz. Paranız yetişmediği için pazarcıdan yarım kilo sebze almaya kalkışmayın sakın! Kasapla, fırıncıyla, sokak simitçisiyle, market çalışanıyla, toplu ulaşım aracının sürücüsüyle, apartman yöneticisiyle, siyasi parti temsilcisiyle, sendika başkanıyla, zabıtayla, millî eğitim müdürüyle, belediye başkanıyla, müteahhitle, muhtarla, vergi memuruyla, kısacası soluk alıp veren herhangi biriyle tartışmaya gelmez! Sadece tartışmak mı, düzeyli bir eleştiriye bile tahammül edenlerin sayısı numunelik.
Belediye otobüsünün sürücüsü, düğmeye bastığınız hâlde sizi birkaç kilometre ileride bırakma özgürlüğüne sahiptir. İşe gecikmeniz, başka bir araca fazladan ücret ödemeniz sadece sizi ilgilendirir. Kaderinize razı olmanız menfaatiniz icabıdır. Çünkü orada tepki göstermenin faturası genelde ağır olur. Sürücünün kolları ve göğsünden fışkıran kalın tüy katmanı, soğuk kış koşullarında sıfır maliyetle ısınmanın yanı sıra gözdağı ve dehşetin de habercisidir. Yediğiniz dayak yanınıza kâr kalabilir! Siz arabadan ilk adımınızı atar atmaz kapıyı aceleyle kapatan bir sürücünün, bedeninizin yarısını kapıya sıkıştırma hakkı bulunduğunu akıldan çıkarmayın. Bileğine doladığı tespihle öfke kusan sürücünün gazabına uğrayabilirsiniz.
Vardiyalı çalışan bir işçiyseniz eğer işiniz daha zor. Size uykuyu haram eden komşunuzun kapısını nazikçe çalmanın bedelini canınızla ödeyebilirsiniz. Özgürlükler ülkesi Türkiye’de, uykuyu haram edenlere, yaşamı çekilmez hâle getirenlere, insan kasaplarına, doğayı zehirleyenlere, kadın ve çocuklara dokunanlara sağlanan dokunulmazlık hakkının milletvekillerine bile tanınmadığına hayret edersiniz.
Türkiye bir öfke patlaması yaşıyor.
Üretimden koparılan bir ülke, depresyona sürükleniyor. Gelecek kaygısı, toplum yaşamında tanımlanması güç sorunlara yol açıyor. Toplumsal faylarda büyük bir enerji birikiyor. Ağırbaşlılık, nezaket, edep-erkân, saygı, sevgi, bir arada yaşama kültürü darbe üstüne darbe yiyor.
Toplumsal Kalp Krizi Alarm Veriyor
Bireysel bazı eylemler, yaşanan sürece ışık tutuyor. Toplum, büyük patlamayı haber veren öncü sarsıntılar geçiriyor. Sokakta, toplumsal kalp krizinin bütün belirtileri gözlemlenebiliyor:
Cehalet,
Tahammülsüzlük,
Sabırsızlık,
Hoşgörüsüzlük,
Bencillik,
Güvensizlik,
Kısa yoldan zengin olma tutkusu,
Doğayı yok etme,
Madde bağımlılığı,
Kişisel çıkarlar için emperyalizme hizmet,
Kaba ve saygısız davranışlar,
Küçük bir tartışmayla başlayan ölümcül kavgalar,
Kadın-çocuk cinayetleri ve tecavüz,
Boşvermişlik,
Hayvanlara eziyet ve tecavüz.
Bir zamanlar gazetelerin üçüncü sayfasına konu olan haberler artık manşetlerde. Gazete, TV, radyo ve internet, rezaletin pazarlanmasında oldukça etkili. Yüz kızartıcı, utanç verici hemen her olay anında kamuoyuna sunuluyor. Buna utancın ışık hızıyla yurda yayılması da denebilir. Utanç, bireysel bir eylem olmaktan çıkıyor ve milyonlarca insanın ‘paylaşım’ konusu oluyor. Utanç, paylaşıldıkça büyüyor!
Yatak odası görüntüleri,
Testereli katilin kan donduran videosu,
Sokak ortasında eşini kurşunlayan öfkeli adamın cinnet kayıtları,
Tecavüz sahneleri,
Sevgili ya da eşle yaşanan çok özel anlar,
Yaşlı bir adamın ‘köpeğe tecavüz’ anı vb. TV dizileri gibi insanları ekrana kilitliyor. Çanak antenlerden, baz istasyonlarından, gazete sayfalarından ülkeye utanç ve rezalet pazarlanıyor.
Türkiye’nin Aydınlık Yüzü
Ülkemizin bir de sözü edilmeyen aydınlık yüzü var. Sistem medyası parayı pulu ayakları altına alan, yarım ekmeğini komşusuyla paylaşan, onuru için makam ve mevkiden vazgeçen, vatan için canını feda eden, kendisini ülkesine ve vatanına adayan insanlarımızı yok sayar. Objektifler, başarısızlık, utanç, rezalet ve bencilliğe çevrilmiştir. İyilik, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık, fedakârlık kameraların görüş alanına girmez. TV ekranları, Türkiye’nin aydınlık, yaratıcı ve gülen yüzüne kapatılmıştır.
Toplumun, akıl sağlığı yerinde olmayan kişilerin utanç verici görüntüleriyle zaman geçirdiği bir dönemde, ülkemizin bağımsızlık ve egemenliği için can veren insanlarımızın varlığı büyük bir çelişki değil mi?
Rezaletin Pususuna Yatan Kahramanlar
‘Konvers’ pantolonun arka cebinde taşınan akıllı telefonun kayıt tuşuna dokunuluyor ve rezillik bütün yurda yayılıyor. ‘Sosyal medya’ olarak adlandırılan ‘paylaşım’ araçlarıyla meraklılara tez elden ulaştırılıyor. Bazen yıllar önce gerçekleşmiş bir olay o gün yaşanmış gibi sunulabiliyor. Olayın faillerinden bazıları hayatta olmasa da olur! Kitlenin rezalet içgüdüsünü doyurmak gerekir. Bu kadar utancın peş peşe topluma sunulmasının bir anlamı ve işlevi olmalı, değil mi? İnsanlar rezilliği defalarca izlemekten niçin keyif alır, yoksa işin içinde başka bir iş mi var? ‘Paylaşılan’ rezilliğin çok kısa bir süre içinde milyonlarca kez tıklanması, başlı başına bir ders konusudur. Utanç kayıtlarını niçin tıklar ve izleriz? Daha önemlisi, sistem bu kayıtların yayılmasına niçin müdahale etmez? Kayıtların yayılmasına izin vermek, demokratik bir ülke olduğumuz anlamına mı gelir? Konuya ilişkin şu soruların da sorulması gerekir:
Bir skandal, utanç ya da rezalet nasıl olur da bunca insanın ilgi odağı olabiliyor? Sözgelimi, yaşlı birinin, büyük olasılıkla bunak bir adamın, köpekle çekilmiş uygunsuz görüntülerinin dalga dalga yurda yayılmasıyla kamu yararı arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Yaşlı adamın görüntülerini çeken ‘kameraman’ın bu ‘tarihi’ olayı kayıt altına alır almaz yetkililere bildirmek yerine ‘sosyal medya’da ‘paylaşması’, doğru mu? O görüntülerin milyonlarca kez izlenmesi, toplumu nasıl etkiledi? Bu ve benzer görüntülerin sürekli gündeme getirilmesinin, utanç verici olayların oranını düşürdüğüne ilişkin bilimsel bir çalışma yapılmış mıdır? Sık tekrarlarla, en iğrenç olaylar bile olağan hâle getirilmiş olmuyor mu?
Çürüme Sürecinin Katalizörü
Ülkede yaşanan sosyoekonomik sorunlara çözüm üretmek bazıları için zahmetli bir iş olabilir. Çalışmadan para kazanmak dururken kazmaya ve küreğe sarılmak, ranttan beslenenler için keyif verici bir eylem olamaz. O yüzden tembellik, uyuşukluk ve çürümüşlüğün yaşam tarzına dönüştürülmesi gerekir. Sorunların çözümünde belirleyici öge olan insan kaynaklarının kirletilmesi, kirliliğin medya yoluyla toplumun hücrelerine işlenmesi, el ele-omuz omuza vermeye mecbur insanlar arasında güvensizlik ve kuşku yaratılarak birlikte hareket olanaklarının ortadan kaldırılması, çürüyen sistemin düşük maliyetli faaliyetlerindendir.
İnanılması güç, dehşet verici, yüz kızartıcı olayların sosyal medyada sorumsuzca kullanılması, bireysel çürümüşlüğü yaygınlaştırmakta, bir anlamda toplumsallaştırmaktadır. Sistem, temiz insanı kirletmek için aralıksız mesai yapmaktadır.
Toplum, ‘dedektör’le köşe bucak sapık aramaya yönlendirilmektedir.
Servis sürücülerine, köpeğinin patilerine dokunanlara, çocuğunun saçlarını okşayanlara, öğrencisine kasa minder hareketi yaptıran öğretmenlere, hastasını muayene eden doktorlara, yolda gülümseyerek selam verenlere, güler yüzlü esnafa, babacan işverene, torununu seven dedeye potansiyel sapık muamelesi yapılması, bir cinnet hâlidir. En can alıcı sorunlara duyarsız kalan yurttaşların, çeşitli dedikodularla galeyana gelerek ‘sapık’ avına çıkması, kafa yorulması gereken sorunlardan biridir.
Ne Yapılmalı?
Bazı gazete ve TV’lerin, sosyal medya hesaplarının bireysel çürümüşlüğü topluma mal etme girişimlerine alet olması, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
Toplumda infiale yol açan skandalların sosyal medyada sorumsuzca paylaşılmasına karşı bazı önlemler alınmalıdır. İftira niteliği taşıyan, hakaret içeren paylaşımlara izin verilmemelidir. Toplumu olumlu yönde etkileyen güzel örnekler, utanç verici olaylardan daha etkili olmaktadır. Türkiye’nin direncini kıran, insanımızı çürüten, toplumsal güven ve dayanışmaya zarar veren çeşitli olaylara karşı toplumun sağduyusu ve vicdanına seslenilmelidir.
Türkiye, çalışkanlığı ve üretkenliği yücelten; insanlarımız arasında kardeşlik, güven ve dayanışma duygularını güçlendiren; namuslu, ahlaklı, başı dik insanlar için yeni bir kültürel iklime mecburdur.
(Körfez, 1 Şubat 2018)