1973 yazıydı. Almanya’da çalışan işçilerin bir aylık izinlerinin tamamını köyde eş ve çocuklarıyla birlikte geçirdiği yıllar… Annemin amcası Ali Arslan da tatilini köyde geçiren gurbetçilerdendi. Ona dayı diye hitap ederdik. Kendisini çok severdik. Almanya’dan her gelişinde yüzümüzü güldüren hediyeler getirirdi. Bunlardan hoşumuza en çok giden rengârenk şekerler olurdu. Ali dayımla Fintoz yengem, eli açık, konuksever insanlardı. Evlerimiz bitişikti. Toprak damlı evlerimiz bir ya da iki gözdü. Paşa dedemle kardeşi Ali’nin evleri 1948’den sonra yapılmıştı.
Ali dayım Almanya’dayken Trabzonlu ustalara iki katlı güzel bir ev yaptırdı. Gülbahar, babasının yaptırdığı modern binada değil, bitişiğimizdeki toprak damlı evde, 5 Haziran 1973 yılında gözlerini dünyaya açtı. Onun doğumu ailede büyük sevince yol açtı. Yaz tatilinde köye gelen babasının gözleri gülüyordu. Kim bilir minik kızına hangi hediyeler getirmiştir. Evin tek odasında toplanmışlardı. Yengem, gözleriyle çevresini yoklayan minik kızını özenle kucağına aldı. Benden kollarını uzatmamı istedi. İki kolumu uzattım. Minik kızı kucağıma aldım. Kollarımın üzerindeki küçük kıza, annesinin söylediklerini tekrarladım:
“Senin hayırlı adın Gülbahar’dır.”
Kundaktaki bebeği sedirin (sof) üzerine bıraktım. Dayım önceden hazırladığı parayı elime tutuşturdu.
Kalın ahşap kapıdan dışarı koşarak çıktım.
Hayatımda ilk kez kendi emeğimle para kazanmıştım!
Açık tenli minik kız büyüdü. Saçları altın sarısıydı. Babası, Almanya’dan köye geldiğinde siyah kılıfındaki kemanını çıkarır, çocuklarına çalardı. Dinleyicileri sadece çocukları değil, tüm köylülerdi. O keman çaldığında, odaya sessizlik hakim olurdu. Keman çalmayı Almanya’da öğrenmişti. Arkadaşları ona Kemaneci Ali adını vermişlerdi. Gülbahar, Kemancı Ali’nin kızı olarak büyüdü.
Kemandan yayılan ezgileri, diğer kardeşleri gibi, o da keyifle dinlerdi. Baba, Altın Kızını dizlerinin üzerine oturtur, mini konser verirdi. Peki babasıyla ne kadar zaman geçirmişti? Babasının mezar taşındaki kayıtlara göre, topu topu sekiz yaz mevsimini birlikte geçirmişlerdi. Bunun sadece bir ayını babasıyla geçirdiğine göre, toplam sekiz ay! Altın Kız, yaşamının sadece sekiz ayını babasıyla geçirmeye fırsat bulmuştu. Bir bebeğin emeklemesine yetmeyecek kadar kısa bir süredir bu.
Altın Kızın babasıyla geçirdiği zaman, bir bebeğin ayağa kalkmasına yetecek kadar bile değildi. Kırmızıköprü’den Mezra’ya dönen babanın yorgun kalbi 1981 yazının sıcağına dayanamadı. Kardeşi Paşa’nın yanında ebedî uykuya daldığında henüz 44 yaşındaydı. Geride dul bir eş ve beş çocuk bırakmıştı.
Bir de duvarda asılı duran keman.
Altın Kız, 8 yaşında babasız kaldı. Yüreği insan sevgisiyle dolu babasına doyamadı. Baba, yüreğini sıkıştıran o ölümcül acıyı hissederken, kollarını çocuklarına doğru uzatmış, doyasıya sarmak istemişti. Belki son nefesinde Altın Kızının adı çıkmıştır ağzından.
Altın Kız, ailenin en küçüğüydü. Annesi sarı saçlarına kıyamazdı. Çocukluğunda o saçlar makas yüzü görmemişti. Okula giderken saçları örülürdü. Bazen tek, bazen iki örgülü olurdu ipek gibi saçları.
Mezra köyünde geçti çocukluğu. İlkbaharda kelebek peşinden koştu. Toprak damlı evlerin üstünde ayaktaşı oynardı. Biçimli, pırıl pırıl taşlarla beştaş oynamayı severdi. Keşiş ve Han Yaylalarında boyu kadar güğümle su taşırdı. ‘Hamal’ın iki ucuna çengelle astığı su kovalarını taşırken suyun bir kısmı yere taşardı. Koca kovayı kaldırırken üzerine dökülen suyla ıslanırdı. Ocağa odun taşırdı. Ocağın üzerinde ısıtılan sütün başında nöbet tutardı. Mezra Köyü İlkokulunu okudu. Kırmızıköprü Ortaokulundan mezun oldu. Üç yıl boyunca sırtında okul çantası, Mezra-Kırmızıköprü yolunda yürüdü. Bir eğitim yılı ortalama 180 günden oluşur. Demek ki 540 gün boyunca, yaz kış demeden köyünden okula gidip gelmiş. O da diğer arkadaşları gibi bundan hiç yakınmamıştır.
Yaşamın zorlukları onu da kopardı köyünden. Yaşıtlarının liseye başladığı yıllarda İstanbul’a gitti. Mezra Köyü Mezarlığında babası Ali Arslan’ı bırakarak düşmüştü yola. Gözü yaşlı ayrıldı köyünden. Çolabol’dan köyüne son bir kez el sallarken gözlerinden akan yaşları gizledi.
Ağır ağır sallamıştı ellerini…
İstanbul’da hiç oturmadı, çalıştı. Ağabeyi Hasan ve yengesi Yadigâr’la birlikte zorluklara göğüs gerdi. Kansere yakalandığında 43 yaşındaydı. Hastalığından, ağabeyleri ve annesi dâhil, hiç kimseye söz etmedi. Kimseyi üzmemek için sakladı hastalığını. İki yıl boyunca çektiği tüm acıları kederli yüreğine gömdü. Son haftalarda ziyaretine giden Düzgün ağabeyine belinden rahatsız olduğunu söylemişti.
Hastalığa yenik düştüğünde 45 yaşındaydı. 12 Ekim 2018’de, hastanedeki odasında bileğinden kavrayan Songül’e son bir kez daha baktı. Songül, “Beni duyuyorsan, tepki ver,” demişti. Bunun üzerine son bir kez daha açtı gözlerini. 1973 yazında Mezra köyünde dünyaya açılan gözler, hastane odasında, bir daha açılmamak üzere kapandı. Geride 90 yaşındaki annesini, Düzgün, Alişan ve Hasan ağabeyleri ile Fatma ablasını bıraktı. Ardından gözyaşı döken Yadigâr, Heves, Zülfiye, Elif yengeleri ile yeğenleri Gültekin, Alev, Ali, Çağlar, Çağdaş, Neslihan, Cansu, Umut ve Utku onun yokluğuna kolay alışamayacak. Son sıcaklığını hisseden Songül’le ‘kanka’sı Çağla için de çok zor bir ayrılık. Minik Arel, Gülbahar halasından ayrı büyüyecek. Okmeydanı’ndaki komşuları, köylüleri, arkadaşları erken ölüme isyan etti. Hemşehrisi Cemal Süreya, o şiiri sanki onun için yazmıştı:
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın
Annesinin ve Fatma ablasının Güle’siydi. Güle, babasından bir yıl fazla yaşadığı için kendisini borçlu saydı. Mezra Köyü Mezarlığında yan yana uyuyan baba ve kızın öyküsü yürek paralayıcıdır. Güle’nin ardından acıyla haykıran ablası, kardeşini babasının yanına uğurlarken ağıt yakmaktadır:
“Güle… Güle…Güle.. Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?”
Güle, yaklaşık 28 yıl önce ayrıldığı köyüne bir sonbaharda yeniden kavuştu. 14 Ekim’de, sevgili babasının yanında ebedî istirahata çekildi. Baba, son nefesinde kucağına alamadığı Altın Kızına kavuştu.
Al mendil sende kalsın
Sakla koynunda kalsın
Ben murad alamadım
Mendilim murad alsın
(Dilovası, 19 Ekim 2018)