Adı, Ali’ydi. İki ağabeyinden birinin adı Hasan, diğerinin ise Yusuf’tu. Ağabeyi Hasan, kısacık bir ömür sürdü. Hasan’ın minik bedeni Pardiye toprağına emanet edildi. Hasan’dan geriye, Merkez Bankasının bastığı çok yapraklı T.C. Nüfus Hüviyet Cüzdanı kaldı. Sararıp solmayan cüzdan, bir ihtimal, annenin çeyiz sandığında saklanmıştı. Kucakta bebeğini toprağa veren gözü yaşlı anne ve baba, Ali’nin nüfus cüzdanına kıyamadı. Ali’ye, bedeni toprağa karışan ağabeyi Hasan’ın nüfus cüzdanı verildi.
Resmî kayıtlara göre Hasan ölmemiş, Ali de doğmamıştı!
Ali, ceketinin sol iç cebinde, ağabeyi Hasan’ın nüfus cüzdanını taşıdı bir ömür.
Hasan (Ali) Çelikel, nüfus cüzdanına bakılırsa 1 Ocak 1932 doğumlu. Ağabeyi Yusuf’tan iki yaş büyük yani! O zaman Danzig bucağına bağlı Uzunevler (Pardiye) köyünde doğum sancısı çeken kadın, aileyi bekleyen zor günlerden habersizdir. Tek katlı toprak damlı evin penceresinden Uzunevler’e yayılan çocuk çığlığına mutluluk gözyaşları karışır.
Geçmişe ilişkin anılar belleğinden uçup gitmiştir. Pülümür’e yaklaşık 18 km uzaklıktaki Uzunevler, onun çocuk yüreğinin kaldıramayacağı ağır bir yüktür. Uzunevler köyünde ekilen tarlalarla yaşamı sürdürmek zordur. Hayvancılık yaparlar. Bir yaz günü gök gürlemekte, yağmur yağmaktadır. Kolluk güçleri, bir köylüyü evine doğru sürüklemektedir. Yara bere içinde sürüklenen adam, Hasan’ın babasıdır. Göğsü başı kan içindeki adamın evinde silah aranmaktadır. Hasan, bunun nedenini yıllar sonra öğrenecektir:
“Gök gürültülü bir yaz günü, babamın göğsü başı kan içinde, peşinde jandarmalar eve geldiğini anımsarım. Hani geçmişte ‘Dersim olayı’ diye anılan bir şey var ya işte o günler olduğu anlaşılıyor. Babamı ‘silah var mı’ diye sıkıştırıyorlarmış.” (s. 90).
Üvey ablası Saray başka bir köyde evlidir. Yaşanan olayın ardından hemen Uzunevler’e gelir ve Hasan’ı sırtlayarak evine götürür. Hasan, yaklaşık iki yıl ablasının evinde kalır. O sırada annesi, babası ve ağabeyi Yusuf’tan habersizdir. Tahminen 1940 yılında, Danzig Nahiye Müdürlüğüne çağırılır. Askerler eşliğinde kamyonla Pülümür’e, oradan da Erzincan’a götürülür. Kentte, 27 Aralık 1939 Depreminin yıkıcı etkisi konuşulmaktadır. Erzincan’dan, Isparta’nın Yalvaç ilçesine bağlı Körküler köyünde yaşayan ailesinin yanına gönderilecektir. Erzincan Tren İstasyonundan, jandarma eşliğinde trene bindirilir. Farklı istasyonlarda jandarmalar değişir. Jandarma, Hasan’ı ailesine teslim eder.
Hasan için çocukluk nedir?
“…Çocukluğuma ilişkin anılarım acılı ve bulanıktır.” (s. 91).
Şekerle ilkokulda tanışır:
“Güz gelince anam ‘okul’ diye bir yere götürdü beni. Öğretmenimiz Abdullah Başaran’dı. Beni sevip saçlarımı okşadı. ‘Haydi ye!’ diye bir şey verdi. Öyle tatlıydı ki sormayın. Adını öğrendim, ‘şeker’miş…” (s. 91).
İlkokulda üst sınıfların çözdüğü problemlere ilgi duyar. İlkokulu bitirdiği 1945 yılında babasını kaybeder. O tarihlerde Satılmış Ağa’nın sığır ve mandalarını otlatır, bazı ev işlerine yardım eder. Babasının kaybından sonra yatılı okumaktan başka bir seçeneği yoktur. Gönen Köy Enstitüsü, yatılı okumaya ‘mahkûm’ Hasan için bir kurtuluş umudu olur:
“Sığır ve mandaların peşindeydim ki Cartılar’ın Durmuş buldu beni. Çalışmaya gittiği Isparta dolaylarından yeni dönmüş. Gönen Köy Enstitüsünü gördüğünü, oranın tam bana göre olduğunu, öğrenci alındığını soktu kulağıma.” (s. 91, 92).
Annesiyle birlikte soluğu köy muhtarının yanında alır. Muhtar Hasan, adaşı Hasan’a uzun yolculukta konaklayabileceği yerlerle ilgili bir pusula verir. Hasan sabaha kadar uyuyamaz. Annesinin verdiği torbayla, ayağında çarık yola çıkar. Önce Kundallı’ya, ardından Senirkent’e gider. Senirkent’e yürüyerek on saatte ulaşmıştır. Geceyi Senirkent’te geçirir. Ertesi gün yürüyerek Gönen Köy Enstitüsüne gider:
“Boz giysili, erkekli kızlı o cıvıl cıvıl öğrencileri görünce bir süre onları izledim. ‘Keşke bir el veren olsa da beni de aralarına alsalar,’ diye düşündüm. Öğrencilerin hallerine imrendim. Sonra kendime döndüm. ‘Onlar nerde ben neredeyim?’ diye bir duyguya kapıldım. Üzerimde kıl potur, el dikmesi gömlek, ayağımda çarık, dolak ilk kez beni sıktı, utandım.” (s. 92).
Bir öğrenci, çekingen ve ürkek Hasan’ı karşılar. Eğitimbaşı Hakkı Caner’in yanına götürülür. Hakkı Bey, Körküler köyünden yürüyerek Gönen’e gelen çarıklı çocukla ilgili notlarını alır ve o gece okulda konaklaması için öğrencilerin yanına gönderir. Hasan, geceyi yatakhanede geçirir. Sabah, Ekim’de kayda gelmek üzere yeniden Körküler yoluna düşer.
Gönen Köy Enstitüsüne kayıt hakkı kazanan Hasan (Ali) Çelikel, Satılmış Ağa’nın hizmetkârı olmaktan kurtulmuştur.
Hasan (Ali) Çelikel, anılarını 1997’de kaleme aldığında 65 yaşındaydı. Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü mezunu Mehmet Cimi, 66 yaşındayken, 44 Köy Enstitülü öğretmenin anılarını derledi. Mehmet Cimi’yle 26 Nisan 2001’de Kocaeli’de el sıkıştığımızda 70 yaşındaydı. Öğretmen/Yazar Mehmet Cimi, şimdi 89 yaşında! Köy Enstitülerinin bu değerli varlığı üretkenliğiyle, eserleriyle hep aramızda olacak.
3 Ağustos 2019… Sıcak, çok sıcak bir gün… Uzunevler köyündeyiz. 1945 yılında, Yalvaç Körküler köyünden, Isparta Gönen Köy Enstitüsüne, ayağında çarık, sırtında annesinin diktiği bez torbayla, iki günde yaklaşık on altı saat yürüyerek giden Pülümürlü Hasan (Ali) Çelikel’i arıyor gözlerim. Hag’da, soğuk suyun yanı başında, bir söğüt ağacının gövdesine yaslanıyorum. Belki eğilip bir avuç soğuk su içmiştir bu kaynaktan. Serinlemek için bir avuç su da serpmiş olabilir yüzüne… Babası, yara bere içindeki yüzünü bu suyla yıkamıştır. Annesi, ağabeyinin soğuk bedenine Hag’ın suyu dökülürken gözyaşlarını tutamamıştır. Seksen yedi yıl sonra, Hag’da, çocuğunu kaybeden annenin gözyaşlarıyla ıslanıyorum. Yaz yağmuru ve gök gürlemesi, Hasan’ın kâbusu olmuştu. Bu sıcak günde gök gürlemesi ve yağmurdan korkuyorum. Yüreğimin derinliklerinde kopan fırtınayla bir gurbet türküsü tutturuyorum.
(Yalova, 6 Ocak 2020)
Kaynakça:
Mehmet Cimi. (1999). O Yıllar Dile Gelse/Köylerden Köy Enstitülerine (2. Baskı), Ankara: Güldiken Yayınları.