7 Ekim 2017 günü, saat 03.00’te İzmit Otogarı’ndan hareket eden otobüs doluydu. Ecemtur’un 03.00, İzmit-Ankara aracı tam vaktinde yola koyuldu. O saatte otobüse binenler, günü uykusuz geçirecekti. Yahyakaptan’daki otogara zamanında yolcu yetiştirme çabasındaki bazı servis sürücüleri 02.00’de direksiyon başına geçmişti. Hareket saatinden bir saat önce servis aracındaki yerlerini alan bazı yolcular diğerlerinden daha yorgun görünüyordu. Otobüs Ankara’ya gidiyordu. İzmit-Ankara ortalama dört buçuk saat sürer. Araçların trafiğe takılmaması, mola vermemesi vb. durumlarda bu süre dört saate kadar inebiliyor.
O gün araca takım elbiseli ve kravatlı bir yolcu da bindi. Sürücünün sağındaki ön koltuğun koridor tarafındaki yerini aldı. Ellili yaşlardaydı. Seyrelmiş saçlarına henüz ak düşmemişti. Büyük olasılıkla siyasetçiydi. Ankara’da bir toplantıya katılacağı izlenimi veriyordu. Bir siyasetçi için olağan karşılanabilecek bir göbeğe sahipti. Ceket düğmelerini ilikleyemeyecek bir kiloda olması, onun değil, terzinin kusuruydu. Maharetli bir terzinin elinden çıkan ceketin ‘göbek payı’nda, iştahınız göz önünde bulundurulur. Deneyimli ustalar, siyaset sofralarının müdavimlerinin göbek istikbali hakkında şaşırtıcı derecede öngörülüdür.
Bir terziden, müşterisine kıyafet dikerken bedensel gelişimini, beslenme alışkanlığını ve mesleğini dikkate alması beklenir. Siyasetçiye dikilen pantolon ya da ceketin ‘istikbali’, siyaset sofralarında belirlenir. Siyasetçinin göbek ve bel kalınlığında, sofradan aldığı pay belirleyicidir. Esnaf ve Zanaatkârlar Odasının, terzilere yönelik kurslarda bu noktayı göz önünde bulundurması gerekir.
Otobüsün ön koltuğunda oturan siyasetçinin o gün geç saatlere kadar sofradan kalkmadığı anlaşılıyordu. Elleriyle göbeğini ‘ütülüyor’, ikide bir servis memuruna sesleniyordu:
-Oğlum, buraya gel! Bana şöyle buz gibi bir su…
-Hemen efendim!
Servis memuru yirmili yaşlarda bir delikanlı. Ürkek davranışları, yolcularda, işe o gün başladığı duygusu yaratıyor. Resmî kıyafetli adamın her çağrısını emir olarak görüyor. Belli ki bin bir zorlukla girdiği işini kaybetmek istemiyor.
Otobüs sürücüsü ışıkları kapatınca yolcular derin bir nefes aldı. Orhan Kemal’in “Müfettişler Müfettişi”ndeki çakma müfettiş Kudret Yanardağ’a benzeyen adamın susacağı düşünülüyordu. Kısa süren sessizlik, ‘Yanardağ’ın yeniden faaliyete geçmesiyle sona eriyordu:
-Oğlum, neredesin? Çabuk buraya gel!
Aracın ölgün ışıklarında zorlukla seçilebilen delikanlı koridorda uyuklayan yolculara takıla takıla ön koltuğa doğru yürüdü. O sırada, kafası koridora doğru sarkan bir kadının attığı çığlık herkesi uyandırdı:
-Taciz! İmdat! Çek ellerini göğsümden! Kurtarın beni! Sapık var! Polis yok mu, polis! Terbiyesiz adam!
Delikanlı, mahcup oldu ve şaşkınlıkla izledi kadını. Kadın sağ tarafımdaki koltukta oturuyordu. Delikanlının onu taciz etmesi vb. bir durum yoktu. Hemen ayağa kalktım ve meslek yaşamına yeni adım attığını tahmin ettiğim delikanlıyı savundum:
-Hanımefendi, bir rüya görüyor olmalısınız. Delikanlı yanımızdan bagaja tutunarak geçti. O yüzden size elleriyle dokunması, fizik yasalarına aykırı. Lütfen sessiz olun, torununuz yaşındaki çocuğun ekmeğiyle oynamayın.
Sen misin bunu diyen! Hemen doğrulan kadın her iki elini yumruk yaparak beline attı. Bir insanın ses şiddeti seviyesinin (desibel) ne kadar yükselebileceğini o gün öğrendim. Kadının çığlığı, Gürültü Kontrol Yönetmeliği hükümlerine aykırıydı:
-Ben iki üniversite okumuş bir iş kadınıyım. Neymiş efendim, torunum yaşındaymış! Taciz edilmem yetmiyormuş gibi bir de bunak bir büyükanne muamelesi görüyorum. Bana güvenmiyor musunuz? Yalan mı söylüyorum? O çocuğu gözüm tutmamıştı zaten.
Sorunun büyümemesi için ‘torun’ ifadesine açıklık getirmeye çalıştım. Çocuğun masumluğuna vurgu amacıyla o ifadeyi kullandığımı, hanımefendinin oldukça genç olduğunu, otobüse adım attığı andan itibaren sergilediği ağırbaşlılık nedeniyle tam bir ‘Osmanlı kadını’ unvanını hak ettiğini dile getirdim.
Söylemez olaydım! Kadın yeniden atağa geçti:
-Bir bu eksikti. Osman’ın kadınıymışım! Ne demek Osman’ın kadını? Ben Osman’ın değil, 30 yıl önce rahmetli olan Sabuncuzadeler’den Nuri’nin karısıyım. Şimdi anladınız mı?
Kesinlikle anladım! Benden, gecenin o saatinde kavramlara açıklık getirmem beklenemezdi. Sabuncuzadeler’in gelinine kafa tutacak siyasi desteğe sahip değilim. Partinin ilçe teşkilatında başkanlık yapan yakınımı zor durumda bırakmak istemem. Yanlış anlamaya meydan vermeyeceğinden emin olduğum birkaç güzel sözle kadını yatıştırdım ve Ankara’daki sempozyuma davet ettim.
Konu kapandı derken, ‘Kudret Bey’ söylenmeye başladı:
-Böyle firma mı olur? Yolcu otobüsü değil, Kerbela çölü sanki. İki saattir su istiyorum, hâlâ su yok!
Birkaç dakika önce yaşanan tartışmadan dolayı su unutulmuş olmalı. Servis memuru, telaşla buzdolabına yöneldi. Eline aldığı birkaç bardak suyu siyaset erbabının önüne koydu. Adam art arda dört bardak su içti. Genç personele teşekkür etmeyi aklından bile geçirmedi.
Sanki suyu biz içmiştik. Hepimiz rahatladık. Artık uyuma vaktiydi. Siyasetçimiz mutlu olmuş, göz torbaları sarkan Sabuncuzadaler’in geliniyle ilgili sorun çözümlenmişti. Otobüs tüm yolcularıyla birlikte güzel bir uykuyu hak etmişti.
Ben de uykuya daldım.
Gece vaktinde yapılan yolculuk aslında tedirgin edicidir. Araçla birlikte soluk alıp verirsiniz. Motorun olağan dışı homurtusu, kalp atışlarınızı hızlandırabilir. O saatte sizi kesik uykunuzdan uyandıran ani fren, yakanıza yapışacak Azrail’in habercisi olabilir. Kapıda yolcuları güler yüzle karşılayan uykusuz sürücünün derin uykusu, araçtaki tüm yolcuları, bir daha uyanmamak üzere uykuya yatırabilir. Aracımızın nedensiz yere yavaşlaması, ardından durması yolcuları derin uykudan uyandırdı. Aracın durduğu yerde herhangi bir tesis yoktu. Otobüsün arızalandığını düşündük. Böyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Sürücü, tıklanan ön kapıyı açtı ve ağır bedeniyle aracı yerinden oynatan siyasetçi içeri girdi! Küçük bir ‘ihtiyaç’ molası için sürücüden arabayı durdurmasını istemiş. Sürücü, tesise az kaldığını söylese de siyasetçi bildiğini okumuş:
-Hemen burada durdur!
Bolu yakınlarında verilen molada siyasetçi kayıplara karıştı.. Dinlenme süresi doldu, ama o yok. Anonstan sonra ağır adımlarla, pantolonunu çekiştirerek araca doğru yürüdü. Hiçbir şey olmamış gibi yerine oturdu. Bu arada, dinlenme tesisindeki tuvaletlerin parasız olduğunu hatırlıyoruz.
Yolculuğumuza siyaset karıştı ya, huzurumuz yok artık! Su ver, daha soğuğu yok muydu, boğazım kurudu, ihtiyacım var arabayı durdur vb. isteklerle nihayet Ankara’ya varıyoruz. Ankara Otogarı’na gireceğimiz sırada siyasetçi yine ayağa kalkıyor:
-Arabayı durdur, beni burada indir! Yolu uzattıkça uzattın. Patlamak üzereyim!
İnmek istediği yerde, “Yayaların girmesi yasaktır!” uyarısını hatırlatıyor sürücü. Boşuna… Adam, ‘hostes’ koltuğunda oturan memuru yerinden kalkmaya zorluyor ve bağırarak talimat veriyor:
–Arabayı hemen durdur!
Sürücü, çaresiz, frene basıyor ve yolcu iniyor. Birkaç dakika sonra hepimiz araçtan iniyoruz. Saatler sabahın 07.20’sini gösteriyor. Otogarda inen yolcu katındayız. İçeride bizi bekleyen sürprizden habersiz, otogarın sağındaki tuvaletlere yöneliyoruz. Spor kıyafetle sempozyuma katılamayacağım için üstümü değiştirmem gerekiyor. Tuvalet ‘turnike’sinden geçince kuyrukla karşılaşıyorum. Elimde askıda taşıdığım elbiseyle 15. sıradaki yerimi alıyorum. Bir ara, aklımdan, dışarı çıkıp ‘şansımı’ başka kapıda denemeyi geçirsem de vazgeçiyorum. Elinde paspas, sürekli faaliyet hâlinde olan görevli, ‘kabin sakinlerine’ uyarılarda bulunuyor:
– İşimizi çabuk halledelim. Dışarıda zor durumda olanlara bir yardımcı olalım. Arabasını kaçıracak olanlara, mide fesadı geçirenlere, eşek etinden zehirlenenlere, prostat faciası yaşayanlara, şeytana uyup kuru fasulye yiyenlere, bol sarımsaklı sostan şişenlere insaniyet namına yer açalım…
-Ayakta duramayan yaşlılara, hastalara, defihacette imtiyaz tanıyalım!
-Sevgili gençler, üzücü bir olay yaşanmadan, kasları eriyen büyüklerinize yer açarak sevap kazanın.
Uyarılardan sonra gıcırdayarak açılan bir kapı, görevlinin boş yere ‘içeri’ seslenmediğini gösteriyor. Görevli, başarısından dolayı gururlanıyor ve kabini boşaltan delikanlının sırtını sıvazlıyor:
-Aslanım benim, vatan sana minnettardır. Bugün kazandığın büyük sevap sayesinde büyük bir terfiyi hak ediyorsun. Allah işini rast getirsin…
-Sağ ol Ağabey, fedakârlığın lafı mı olur?
2.sıradaki bir delikanlının kabine girmesiyle arkadaşının kabin kapısından seslenmesi bir oluyor:
-Şehmuz, arabayı kaçırdık!
Şehmuz, umutsuzca dışarı çıkıyor. Görevli parayı aldıktan sonra salıveriyor. Sürücünün insafa gelip, Şehmuz’a ‘kabin izni’ verdiğini kapıdaki tartışmadan öğreniyoruz. O arada 9. sırada olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Şehmuz, az önce aceleden tuvaleti kullanamadığı için bu sefer ücretsiz giriş hakkından yararlanmak istiyor. Kasada görevli olan kişi ‘kül yutmuyor’:
-Bu mavalları her gün defalarca dinliyorum. Tuvaleti bedavaya getirmek için yapıyorsunuz. Burada amme vazifesi ifa ediyoruz. Vergi veriyoruz. Devletin kalkınması için elimizi cebimizden çıkarmıyoruz. Ya siz? İşiniz gücünüz bedavacılık.
-Abi, son paramı az önce size verdim. Tuvaletten eli boş döndüm. Bana bir hak tanıyın. Dinime imanıma yalan söylemiyorum.
Araya girdim ve Şehmuz’un sözlerini doğruladım. Şehmuz’u bir insan hakları ihlalinden kurtarmanın mutluluğunu yaşadım. Bu arada içerideki sıraya uymadan dört numaralı kabine yönelen bir kişiye tepki gösterdik. Memleketimizde haksızlıklara karşı gelişen bu duyarlılık, mutluluk verici… Kabin meşgul olduğu hâlde kapıyı âdeta kırmaya çalışan kişinin çantasını unutan bir mağdur olduğu sonradan anlaşılıyor. Kabinden çıkan kişi, hayretler içinde, olup bitenleri anlamaya çalışıyor. Kapının arkasındaki askıda unuttuğu çantayı yerinde bulamayan kişi ortalığı bir birine katıyor. Tuvalet sahibine, önüne her gelen kişiye hırsız muamelesi yapıyor. Ne yaparsa yapsın çanta yok! Çaresiz adam, çantasındaki 20 bin liraya, kredi kartına, kimliğine gözyaşı döküyor. Son olarak karakolun yolunu tutuyor.
Koridorda görevinin başındaki görevli, olaydan sonra şu değerlendirmeyi yapıyor:
-Siz ona inanmayın. Para koparmak ya da tuvaleti beleşe getirmek için yaptığı numara!
Görevli, bütün zamanını kabin sakinleriyle iletişime ayırıyor. Kabinlerdekilerle kurduğu ilginç iletişim sayesinde darda kalanları kabine kavuşturuyor. Bu arada kabinlerden yararlanma oranını da yükseltmiş oluyor. Bu durum, ‘işletme’ sahiplerinin kasasına giren para miktarında artışı da beraberinde getiriyor.
-Pisuvarlar boş, küçük abdesti olanlar şöyle geçsin!
-Alafranga tuvalet de boş, kullanmak isteyenler ilerlesin.
-Klozet kullanmak isteyen yok mu? Hâlâ boş!
Alafranga İtalyanca, pisuvar ise Fransızca kökenli… Her ikisine ilginin düşük olmasını, halkımızın Batılılaşmaya karşı geliştirdiği direnç olarak okuyabilir miyiz, bilemiyorum
Üç numaralı kabinden yükselen sigara dumanı, tuvalet koridorunda devriye gezen görevliyi teyakkuza geçirdi. Kapıyı yumrukluyor, bağırıp çağırıyor, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un 2. maddesini hatırlatıyor. ‘İçeri’dekinin vicdanına sesleniyor:
-Beyefendi, sigarayı söndür! O kadar ağır para cezasının altından kalkmamam. Ocağıma incir ağacı mı dikmek istiyorsun?
Kabindeki kişi uyarıya aldırış etmedi.
Dışarı çıkarken önce ücret ödeniyor, ardında turnikelerden geçiliyor. Bir buçuk lira ödeyenler turnikeden sorunsuz biçimde geçiyor. İçeri girerken üçe beşe bakmayan ihtiyaç sahiplerinin ödeme sırasındaki dirençleri görülmeye değer. Bir kadının ‘biz sadece saçlarımızı taradık’, bir erkeğin ise ‘bıyıklarımı düzelttim’ demesi tenzilat kapsamı dışındaydı. İçeri giren para ödemek zorundaydı.
O sırada ceplerini karıştıran yaşlı bir adam buruşuk bir belgeyi görevliye göstererek tuvaleti bedavaya getirmek istiyordu. Garipköy Muhtarlığının imzaladığı Fakirlik İlmühaberi’ne göre, belge sahibine, ücrete tabi umumi tuvaletlerden ücretsiz yararlanma hakkı tanınmıştı. Görevli, buruşuk kâğıda şöyle biraz göz attıktan sonra bu konuda yetkili olmadığını, bununla ancak işletme sahibinin ilgilenebileceğini, onun da izinde olduğunu belirtti. Yaşlı adam buruşuk ve lekeli ellerini titreterek ceplerini karıştırdı. Cebinden sadece bir lira çıkarabildi. Parası yoktu. Görevli hayır demedi. Yaşlı adam ona minnet duygusuyla ayrıldı oradan.
Düşünün, bir görevli geliştirdiği ilginç bir iletişim sistemiyle hem tuvalet kuyruğunda bekleyenleri mutlu ediyor hem de işletmenin gelirlerini artırıyor. Bu iletişimin en sorunlu yanı, kabin sakinlerinin suskunluğu ve teslimiyetidir, diye düşünürdüm. Yanıldığımı çabuk anladım. Görevlinin kısa aralıklarla yaptığı uyarılar bir kabin sakinini isyan ettirdi. İçeride telefonda dakikalarca konuşan biri, görevlinin ‘acele edin, oyalanmayın’ uyarısı üzerine öfkeyle dışarı çıktı ve görevlinin yakasına yapıştı. Ona bir ders vermesi gerekiyordu:
-Yeter ulan, yeter! Tek özgür olduğumuz yer tuvaletlerdi, onlara da el attınız! Para için her tür pisliğe bulaştınız! Sizin derdiniz burada kuru fasulye sancısı çeken gariban Anadolu insanına yardımcı olmak değil, daha çok para kazanmaktır. Bu gidişle tuvaletlere sayaç da takarsınız!
Tam o sırada dumanlı kabinden çıkan takım elbiseli ve kravatlı siyasetçi, isyan eden vatandaşa destek verdi:
-Memleketimizde demirkırasi var. Vatandaşların sesine kulak verin. Kimseye rahatsızlık vermeyin! Bırakın millet defihacet sırasında hürriyetin tadını çıkarsın.
Tuvaletin turnikesinden çıkarken elini cebine bile atmadı. İşletme sahibi onu kapıya kadar uğurladı. İşletmecinin şu sözleri kabinde fırça yiyenlerin hepsi tarafından duyuldu:
-Adam girmiş partiye, tuvaleti bile beleşe getiriyor. Bunlar hep böyle. Haftaya ihale işi olmasaydı ben ona ne yapacağımı gösterirdim!
(Körfez, 8 Ekim 2017)